TARİH 15 MAYIS 1968: LE MONDE SORUYOR, HERBERT MARCUSE ANLATIYOR

Siren İdemen
18 Mayıs 2018
SATIRBAŞLARI
Tek Boyutlu İnsan adlı başyapıtın yazarı, Frankfurt Okulu namlı Marksist ekolün kurucularından, ‘68 kuşağının popüler deyişlerinden biri olan “Üç M”nin ikinci M’si, ünlü düşünür Herbert Marcuse, ayaklanmanın en civcivli günlerinde Le Monde’a verdiği mülâkatta ‘68’i nasıl gördüğünü anlatmıştı. Express’in Mayıs 2008 tarihli 84. sayısından naklediyoruz…  

 

Adınız Marx ve Mao ile birlikte anılıyor, “Üç M” deniyor. Ne diyorsunuz?

Herbert Marcuse: Anlamıyorum. Marx’ı, eserini çok ciddi inceledim. Ama Mao nereden çıkıyor? Bugünkü sosyalist toplumlar, kapitalist toplumlardan “niteliksel olarak farklı” gelmiyor bana. Bir tahakküm biçimi yerine, bir başkasını koyuyorlar. Hakiki sosyalizm, başka bir şey. Stalinist bir dönemden geçmeden, hakiki bir sosyalist toplum kurulabileceğine inanıyorum. Sosyalist bir toplum hakiki bir dayanışma temelinde oluşmalı: Küba devrimi o yönde gibi geliyor bana. Bu devrimin sembolü olan Che’ye gelince, Stalinist bürokratlarla hiç alâkası olmayan, “sosyalist insan”a yakın bir karakter.

Yapmaya çalıştığınız, dünyayı açıklamak mı, yoksa onu dönüştürmek gibi bir çabanız da var mı?

Her sahici açıklama, dönüştürme arayışını da getirmelidir, açıklama ve dönüştürme arasında aleni bir iç ilişki vardır. Epey uzun bir süredir militan siyasal faaliyet içinde değilim, bu doğru. Yazıyorum, ders veriyorum, konferanslar düzenliyorum, öğrencilerle konuşuyorum: ABD’de bir entelektüel için normal eylem biçimi bu, çünkü bu ülkede durum hiç de devrimci değil. Öyle olunca da, entelektüellere düşen görev, öncelikle radikal bir eğitim misyonu oluyor. ABD’de, yeni bir “aydınlanma çağı”na giriyoruz.

Rudi Dutschke ve arkadaşlarını iyi tanıyorum, solcu öğrenci örgütü SDS’den çocuklar. Rudi çok çalıştı ve çok kafa yordu; o ve yoldaşları teori ve eylem arasındaki bağı çok sağlam bir şekilde kurdu. Bunu geliştirmek sekiz yıllarını aldı.

Peki ya Avrupa’da?

Avrupa’da durum farklı, çünkü siyaset hâlâ büyük ölçüde işçi sınıfı tarafından belirleniyor. Almanya, Amerikan “modeli”ne çok yakın, İtalya da oldukça yakın, Fransa ise çok uzak. Rudi Dutschke ve arkadaşlarını iyi tanıyorum, solcu öğrenci örgütü SDS’den çocuklar. Rudi çok çalıştı ve çok kafa yordu; o ve yoldaşları teori ve eylem arasındaki bağı çok sağlam bir şekilde kurdu. Bunu geliştirmek sekiz yıllarını aldı. Fransa’daki öfkeli öğrenciler de çalıştılar mı, sağlam ideolojik temeller geliştirdiler mi? Bana hiç öyle gelmiyor.

Tezlerinize gönderme yapanların sizi aştığı, tezlerinizin ötesine geçtiği hissine kapıldığınız oluyor mu?

Belki de. İnsanlar şiddete başvuruyorsa, umutsuz oldukları içindir. Umutsuzluk, etkili bir siyasal eylemliliğin motoru olabilir. ABD’deki siyahların gettolarına bakın: Kendi mahallelerini ateşe veriyorlar, kendi evlerini yakıyorlar. Bu devrimci bir eylem değil, bir umutsuzluk eylemi, siyasal bir icraat. Öğrencilerin başkaldırısı, bu toplumun yol açtığı bedbahtlığa, felâketlere karşı değil, onun kazançlarına karşı yöneliyor. Bu yeni bir fenomen, “müreffeh” denen topluma has bir durum.

İnsanlar şiddete başvuruyorsa, umutsuz oldukları içindir. Umutsuzluk, etkili bir siyasal eylemliliğin motoru olabilir.

Bu kadar çok ülkede birden öğrencilerin oldukça şiddetli gösterilerinin temel nedeni sizce ne?

Daha iyi tanıdığım Amerikalı ve Alman öğrenciler açısından, bu sadece entelektüel değil, aynı zamanda “içgüdüsel” bir zaruret. Var kalma çabasından ibaret bir hayatı reddediyorlar, İngilizlerin tabiriyle “establishment”a, yani kurulu düzene girmeyi reddediyorlar. Bütün hayatlarının sanayi toplumunun icaplarıyla ve büyük işadamlarının, askerlerin ve siyasetçilerin çıkarı için istilâ edileceğini hissediyorlar. Hippilere bakın. Onların isyanı püriten bir ahlâka karşı, insanların günde on defa yıkandığı, ama aynı zamanda Vietnam’da pirüpak bir şekilde öldürüp yakan Amerikan toplumuna yöneliyor. Saçlarını, sakallarını uzatarak, yıkanmayarak, savaşa gitmeyi reddederek bu ikiyüzlülüğü sistemli bir biçimde protesto ediyorlar. Ama sadece çok küçük bir azınlıktan söz ediyoruz. Öğrenciler, toplumun muhalefeti emdiğini, içine alıp erittiğini ve akıldışı olanı akli gibi sunduğunu biliyorlar. Giderek daha açık bir şekilde, “tek-boyutlu” insanın yadsıma gücünü, reddetme imkânını yitirdiğini hissediyorlar. Dolayısıyla da bu toplumla bütünleşmeyi, ona dahil olmayı reddediyorlar.

Hayale kapılmamak lâzım. Kitlelerin hareketle buluşmasını, sürece katılmasını beklemek beyhude olur. Ama umutsuzluğa da düşmemeli.  Her şey her zaman bir avuç entelektüelin başkaldırısıyla başlamıştır.

Öğrenciler size gelip eylemlerinin bir anlamı olup olmadığını, toplumu dönüştürmeye katkıda bulunup bulunamayacağını sorsalar, cevabınız ne olur?

Bu eylemlerden büyük protesto gösterileri dışında bir şey beklememelerini söylerdim öncelikle. Ama bozguncu ve karamsar da değilim, asla. Amerika’da, Vietnam savaşına karşı yükselen muhalefet şimdiden, en azından kısmen, ABD’nin politikalarının değişmesine neden oldu. Hayale kapılmamak lâzım. Kitlelerin hareketle buluşmasını, sürece katılmasını beklemek beyhude olur. Ama umutsuzluğa da düşmemeli. Her şey her zaman bir avuç entelektüelin başkaldırısıyla başlamıştır. Öğrencilerin bugünkü başkaldırılarında da, bana öyle geliyor, böyle bir işaret seziliyor. Bununla birlikte, bunlar tamamen kendiliğinden başkaldırılar. ABD’de, ülke çapında, hatta eyalet çapında hareket eden tek bir örgüt yok, enternasyonal bir örgütlenmeninse çok uzağındayız. Böyle bir başkaldırı hiç şüphesiz devrimci bir gücün doğmasına yol açmaz. Ama bu başkaldırı “üçüncü dünya” hareketleriyle, gettolardaki eylemlerle çakışıyor. Bu güçlü bir çözülme kuvveti.

Çeviren: Siren İdemen

^