SİNOP-AYANCIK’TA SEL FEKALETİNİN MUHASEBESİ

Cem Bico, Tuna Kuyucu
11 Eylül 2021
Hasarlı köprüde insan zinciri...
SATIRBAŞLARI

10 Ağustos’u 11 Ağustos’a bağlayan gece, Batı Karadeniz’de, Sinop’un Ayancık ve Kastamonu’nun Bozkurt ilçelerinde sel felaketine yol açan şiddetli yağışlar başladı. Sabaha kadar geçen sürede bu yerleşim yerlerinin tam ortasından akan derelerin taşması dağ köylerinde ve ilçe merkezlerinde büyük yıkım yarattı. 11 Ağustos sabahı uyanan ilçe ve köy sakinleri sokaklarının, evlerinin sular altında kaldığını, dere yatağına inşa edilen apartmanların çöktüğünü, yollarda büyük tomrukların yüzdüğünü, arabaların selle sürüklendiğini, ilçeleri anayollara bağlayan köprülerin, dere bendine inşa edilen sanayi bölgelerinin, pazar yerlerinin yıkıldığını gördü.

Ayancık’ta şahit olduğumuz üzere sel sebebiyle yaşanan şaşkınlık, korku ve panik, gün içinde öfke ve yasa dönüştü. Sellerin korkunç sonuçlarına dair bilgiler arttıkça, can kayıplarının yüzlerle ifade edilecek bir seviyeye çıkacağı öngörüldü. Herkesin aklında aynı soru vardı: Bu denli büyük bir facia nasıl ve neden gerçekleşmişti? Nasıl olup da 1963’ten beri köprü yıkan bir sel felaketi yaşanmamış Ayancık ilçesinde bir köy ve tüm köprüler yok olmuştu? Nasıl olup da binlerce tomruk, bir Ayancıklının ifadesiyle “dereden kurşun gibi akarak” etraftaki her şeyi paramparça etmiş ve sokakları doldurmuştu? Bu kadar kuvvetli bir yağış nasıl gerçekleşebilmişti? Yirmi yıldır Karadeniz ekosistemini ve topografyasını delik deşik eden HES projeleri, taş ocakları ve yol yapımlarının yaşananlardaki payı neydi? Giderek daha çok hissettiğimiz iklim krizinin bu afetteki etkisi ne ölçüdeydi? Bütün bunları yanıtlamak kapsamlı bilimsel çalışmalar gerektirse de, sel sırasında bölgedeki gözlemlerimizden hareketle nelerin sorgulanması gerektiğine bir nebze işaret edelim. 

Sel felaketi sırasında ve sonrasında, altı gün boyunca Ayancık’taydık. Elimizden geldiğince yardım faaliyetlerine katıldık.  Bölgede yaşananlarla ilgili bol bol mülâkat yaptık. Şimdi gelin binlerce tomruğun koçbaşı etkisiyle köprüleri ve dere kıyılarını nasıl paramparça ettiğine, derenin taşıdığı toprak, tomruk ve diğer maddelerin denize varınca nasıl yüzlerce metre çapında bir ada oluşturduğuna, polisin ve gönüllülerin kıyı boyunca nasıl cenaze aradıklarına, bir ilçenin ve çeper köylerinin merkezlerle tüm bağlantılarının kesilmesi sonucunda nasıl temel ihtiyaçlardan yoksun kaldığına, ve tüm bu felaketin hemen ertesinde yüzlerce insanın canla başla yaraları sarmak için nasıl çabaladığına yakından bakalım.

Geçmişin harabeleri

Batı Karadeniz gezimizin ilk durağı olarak seçtiğimiz Ayancık’a 8 Ağustos’ta vardık. Muazzam Çangal ormanlarında kaybolup uzun süre yolumuzu bulamadığımız İnaltı köyü yolu, bizi görkemli bir kanyonun içinden kıvrıla kıvrıla Ayancık’a indirdi. Yol üzerinde on binlerce yıllık İnaltı Mağarası’nı ziyaret edip daha önce görme fırsatı bulamadığımız Batı Karadeniz’in batısına peş peşe güzellemeler dizdik. 

Ayancık’ta bizi kasabanın yerlisi Ergün Özcan karşıladı. Uzun yıllar Almanya’da müzisyenlik yaptıktan sonra memleketi Ayancık’a yerleşip kendini tarıma ve Ayancık’a adayan Ergün abi bize ertesi gün kapsamlı bir ilçe turu yaptırdı. İlçenin 1928’de Belçikalı Zingal şirketi tarafından kurulan kereste fabrikasıyla nasıl geliştiğini, 1980’li yıllara kadar fabrika ve keresteciliğin ilçe ekonomisini nasıl şahlandırdığını, fabrikanın 1990’lı yıllarda önce özelleştirilip sonra kapatılmasıyla bölgenin nasıl bir ekonomik kriz yaşadığını anlattı. Büyük oranda harabe halinde duran devasa fabrika alanını gezerken, “ulusal kalkınmacılık dönemi” diye adlandırılan 1930-1980 arasında kamu yatırımlarının Anadolu’nun birçok kentini ekonomik ve sosyal açıdan nasıl dönüştürdüğünü, bu sanayileşme hamlelerinin Türkiye toplumunun modernleşmesi yolunda nasıl kilit bir rol oynadığını tartıştık.

Selin vurduğu Sinop-Ayancık, ekonomik olarak gerileyen, demografik açıdan kan kaybeden, yatırımlar için dışa bağımlı, “ekonomik sorunları çözmek” adına doğa talanına yönelen bir siyasi iktidarın gölgesi altında yaşayan bir ilçe.

Birkaç yıl önce meslektaşımız sosyolog Didem Danış ile Sümerbank fabrika alanlarının dönüşüm süreçleri üzerine yaptığımız araştırmada içimiz acıyarak gördüğümüz örnekler gibi, Ayancık fabrikası da hazin bir şekilde çürümeye terk edilmiş. Fabrikanın üretime son vermesiyle beraber ilçe ekonomisi bir daha eski günlerini hiçbir zaman yakalayamamış. Günümüzde ilçenin temel gelirlerinden biri, 1960’lı yıllardan itibaren Almanya’ya işçi olarak giden Ayancıklıların memleketlerine yolladıkları dövizler. İlçede geçirdiğimiz hafta boyunca birçok Almanya, Avusturya ve Fransa plakalı lüks otomobil gördük ve sokaklardaki ikinci dilin Almanca olduğuna tanıklık ettik. 

Kerestecilik halen bölgede önemli bir ekonomik faaliyet olarak devam etse de, sanayi üretimi gitti gideli, keresteciliğin katma değeri Ayancık yerine başka yerlere akıyor. Bu güzellikteki bir coğrafyada anlamlı bir turizm faaliyeti olmaması ise şaşırtıcı. Turizmin de başlı başına bir ekolojik afet olarak yaşandığı düşünülecek olursa bu durum bir yandan sevindirici. Öte yandan bölgenin güzellikleri karşısında “acaba ekoturizm anlamlı bir kalkınma dinamiği sağlayamaz mıydı” diye düşünmeden edemedik. Kısaca özetlemek gerekirse, 11 Ağustos günü sabaha karşı selin vurduğu Ayancık, ekonomik olarak gerileyen, demografik açıdan kan kaybeden, yatırımlar için dışa bağımlı ve birazdan anlatacağımız üzere “ekonomik sorunları çözmek” adına doğa talanına yönelen bir siyasi iktidarın gölgesi altında yaşayan bir ilçe.

Görseller: Cem Bico

Ne uyarı ne hazırlık

10 Ağustos Salı günü, yaklaşan sel felaketinin tüm işaretleri aslında mevcuttu. O gün Ayancık’tan Sinop’a geçecek ve bu 40 kilometrelik yolun muhteşem doğasını deneyimleyecektik. Ancak tüm gün yağan şiddetli yağmur ve kuvvetli fırtına yüzünden kimi zaman arabadan inmek bile mümkün olamadı. Hatta Sarıkum Gölü tabiat parkında, rüzgârın kuvveti sizi zıpladığınızda geri itecek seviyedeydi. Felaket sonrasında koruma altındaki kum zambaklarıyla dolu Sarıkum plajında iş makinaları ve kamyonlar hummalı bir şekilde denizden vuran tomrukları toplamaya girişecekti. 

Sel öncesinde sürekli meteoroloji sitelerinden hava tahminlerine bakıyor, sert havanın Ayancık üzerinde birkaç gün daha kalacağını görüyorduk. Norveçli bir meteoroloji sitesi, Ayancık ve Sinop bölgesi için siklon uyarısı bile yaptı.

Bütün bu verilere, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün mobil hava durumu uygulamasından telefonlara düşen bildirimlere ve yaklaşmakta olan felakete rağmen ne yerel yönetim ne de kaymakamlık ciddi bir sel ihtimaline hiçbir uyarı ve hazırlık yapmadı. Bir önceki gün ilçede yaşanacak su kesintisini sokak megafonlarından duyuran belediye ya da kaymakamlık rahatlıkla ulaşılabilen bu bilgileri halkla paylaşmadı.

Havadelisi.com sitesinde yayınlanan bir analiz yaşananları “aşırı yağış” diye tanımlasa da, tarihsel bir karşılaştırma henüz yapılmadığı için afetin nedenlerini değerlendirirken ağırlığı yağışlar ve  tomruklar, bir başka deyişle iklim krizi ve hafriyatçılık (extractivism) arasında nasıl dağıtacağımız konusunda elimizdeki veriler sınırlı. Analizde sel sırasında Kastamonu-Bozkurt sırtlarındaki yağışın Ankara’nın tüm yılda aldığı ortalama yağış miktarını aştığı verisi şüphesiz önemli bir gösterge. Ancak bunun mesela “son yüz yılda görülmemiş bir yağış” olduğu bilgisine rastlamadık. 

İlk saatlerin vahim manzarası

11 Ağustos sabahı yola çıkmak üzere bavullarımızı toplarken, konakladığımız Öğretmen Evi’nin balkonundan derenin denizle birleştiği noktaya hayretler içinde bakakaldık. Dürbünle, derenin denize muazzam bir debiyle aktığını ve beraberinde yığınla tomruk ve türlü çeşit madde taşıdığını gördük. Daha iki gün önce neredeyse tamamen kuru olan dere, yaklaşık yiirmi dakikada denizde yüzlerce metre çapında bir ada oluşturdu. Şoku atlatıp çantalarımızla resepsiyona indiğimizde yola çıkamayacağımızı, Ayancık’ın anayolla bağlantısını kuran iki köprüden birinin yıkıldığını, diğerinin üzerinden sel aştığı için kullanılamaz hale geldiğini, batı bağlantısını sağlayan dağ yolunda da heyelanlar sebebiyle ulaşımın kesildiğini öğrendik. Ardından üzerinden sel aşan köprünün yıkılışına tanıklık edecektik.  Çatalzeytin’deki köprü de yıkılınca batı istikametinden çıkış imkânsız hale geldi ve Ayancık karada bir adaya dönüştü.

AFAD Sinop için toplam on can kaybı verirken, devletin kendi haber ajansı dahi sadece Babaçay’da 15 can kaybı olduğunu söylüyordu. Ayancık’ta konuşulan rakam 200-300 kişi  arasındaydı. Çadırlarda kalan yetmiş civarı mevsimlik işçiden haber alınamadığını dinledik.

Eşyalarımızı odaya geri taşıyıp sokağa çıkınca olayın boyutlarını daha net gördük. Dere yatağına ve deniz seviyesine yakın sokaklar 30-40 santim suyla kaplıydı,  dereden 300-400 metre uzaklıkta dahi tomruklar sokaklarda yüzüyordu. Ama asıl şoku dere boyunca yaklaşık 500 metre yürüdükten sonra Ayancık’ı Sinop yoluna bağlayan ilk köprüye vardığımızda yaşadık. Köprü tamamen sular altındaydı. Köprüye bitişik, iki gün önce gezdiğimiz Ayancık pazar yeri kısmen yıkılmış, pazarın hemen arkasında yer alan bir dükkân sulara karışmış, yollar çökmüş ve birkaç araç sel sularına kapılıp gitmişti. Biz bu manzaraya bakarken köprü büyük bir gürültüyle yıkıldı. Uyarılara rağmen köprüde bulunan birkaç kişi kendilerini can havliyle kurtardı. Yaklaşık 500 metre güneydeki ikinci köprüye vardığımızda, onun da ağır hasar aldığını, ancak yıkılmadığını gördük. Önümüzdeki günlerde Ayancık’a gelen tüm yardım malzemeleri bu hasarlı köprü üzerinden yayalar tarafından büyük bir özveri ve emekle taşınacaktı. Bu köprünün 200 metre güneyindeki, tüm itirazlara rağmen yakın zamanda inşa edilmiş yaya köprüsü de çökmüş, yakınlarındaki  sanayi bölgesi de büyük hasar görmüştü.

Köprülerin ve yolların çökmesini takiben ilçede su ve elektrik kesildi. Böylece Ayancık’ın büyük bir bölümü, derenin batı yakası, su, elektrik ve temel ihtiyaçlardan yoksun kaldı. Sinop tarafında kalan derenin doğu yakası karayolu bağlantıları kopmadığı için şanslı gözükse de, dere doğu yakasının istinaf duvarını yıktığı için bu tarafta sokakları daha çok su basmış, birçok evde su baskını yaşanmış, araçlar sel sularına kapılıp kullanılamaz hale gelmiş, ilk iki katını su basan devlet hastanesi tahliye edilmek zorunda kalınmıştı.

İlçenin merkezindeki büyük maddi hasara rağmen öğrendiğimiz kadarıyla sadece bir can kaybı yaşandı. O da sanayide çalışan ve muhtemelen işyerinde uyurken sele kapılan genç bir erkek işçiydi. Cansız bedenini selden üç gün sonra arama kurtarma köpekleri buldu. 

Dağ köylerinde yaşanan felaket

Maalesef asıl yıkım ve can kaybı Çangal ormanlarıyla çevrili dağ köylerinde, özellikle de Babaçay’da yaşandı. Köyde en az kırk evin yıkıldığına dair bilgi edindik ve yıkımı çarpıcı biçimde gösteren uydu fotoğraflarına baktık. AFAD son verilerinde de Sinop ili için toplam on can kaybı verirken, devletin kendi haber ajansında dahi sadece Babaçay’da 15 can kaybı olduğunun belirtilmesi düşündürücüydü. Ayancık’ta halk arasında konuşulan rakam 200-300 arasındaydı. Ayrıca çadırlarda kalan yetmiş civarı mevsimlik işçiden haber alınamadığını dinledik.

Denize kavuşan dere yatağı sel öncesinde kuru görünüyordu

Dağ köylerinde mahsur kalan insanlar selin birinci gününden itibaren helikopterlerle kurtarılıp ilçedeki Kredi Yurtlar Kurumu ve Endüstri Meslek Lisesi’nin yurtlarına yerleştirildi. Selin ikinci günü, gece 22:00 civarında KYK yurtlarına yiyecek tedariki için gittiğimizde, bahçede travma geçiren kırklı yaşlarında bir kadınla konuştuk. Fatma hanım, yan binasında yaşayan 17 komşusunu selde kaybettiğini ağlayarak anlattı, “komşularım, arkadaşlarım bana el sallayarak gitti” dedi. Yurttaki insanlardan üç yaşındaki kızını selden kurtaramayan bir babanın hikâyesini dinledik. Fatma hanımın ailesi kurtarılmıştı, ancak ileri derecede hasta olan anne ve babası ilaç sıkıntısı yaşıyorlardı, ilaca ulaşamazlarsa hayatlarını kaybedeceklerdi. Sinop Dernekler Federasyonu’nda gönüllü çalışan Yurdanur hanım ile birlikte ilaç tedarik etmek için nöbetçi bir eczaneye gittiğimizde, eczacı yüzlerce benzer vaka için de ilaç bulunamadığını söyledi.

Seli takip eden beş günde Ayancık’taki hasar gören, ancak yıkılmayan köprü sayesinde  ilçenin batı yakasına ve civar köylerine su, ekmek ve diğer temel malzemeler ulaştırılabildi. İlerleyen günlerde yakındaki Istefan limanı üzerinden de deniz yoluyla yardım ulaştırılacaktı. Civar illerden ve hatta İstanbul, Ankara, İzmir gibi uzak yerlerden yardım kamyonlarıyla gelen malzemeler köprünün bir ucunda indiriliyor, insanlar ihtiyaçlarını yaya olarak köprünün diğer tarafına taşıyordu. Arada insan zincirleri kuruluyor, diğer tarafa taşınan malzemeler kamyonlara yüklenip köylere gönderiliyordu. Her şey büyük ölçüde bir gönüllüler ordusu tarafından kotarıldı, binlerce litre su ve yüzlerce kilo yiyecek ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldı. Ancak tüm bu faaliyetin her an yıkılma tehlikesi olan bir hasarlı köprü üzerinden gerçekleştirilmesi ürkütücü ve sürreel bir görüntü ortaya çıkarıyordu.

Orman işletmelerinin büyük suçu

Peki üç köprü, sanayi sitesi, pazar yeri ve birden fazla yerleşim nasıl ve neden yerle bir oldu? Bu sorunun cevabı ilk bakışta tek bir kelimede saklı: tomruklar. Selle beraber toplam 200 bin metreküp olduğu söylenen binlerce tomruk muazzam bir hızla dere boyunca sürüklenerek önüne geçen tüm yapıları yıktı. Peki bu tomruklar nereden geldi?

Burada tüm sorumluluk Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Orman İşletmeleri’nde, yani bir kamu kurumunda yoğunlaşıyor. Ayancık sokaklarında insanlar, Orman İşletmesi’nin uyarılara rağmen tomruk depolama alanını çay kenarında, Babaçay köyünün hemen üzerinde, 35 bin metreküp kapasiteli Ayancık Orman Depo Şefliği’nin Yenikonak deposunda tutmayı sürdürmesinden şikâyet ediyordu. İlçede “eski kaymakam uyardı, o yüzden adamı sürdüler” diyenlerin, belediye önünde yetkilileri “ortalık toparlansın, ilk iş sorumluları mahkemeye veriyorsunuz” diye uyaranların sesleri yükseliyordu.

Ayancıklı Fatma hanım, yan binasında yaşayan 17 komşusunu selde kaybettiğini ağlayarak anlattı: “Komşularım, arkadaşlarım bana el sallayarak gitti…”

Ayancık’ta 1989-1999 arasında iki dönem SHP ve CHP’den belediye başkanlığı yapan Rifat Örnek’in bize anlattığına göre, Orman İşletmesi tomrukları yönetmeliklere aykırı şekilde dere yatağında depoladığı için faciaya yol açmıştı. Belediye her ne kadar tomruklar için 15 kilometre uzaklıkta güvenli bir depo inşa etmiş olsa da, Orman İşletmesi masrafları kısmak için dere boyunu kullanıyordu. Daha sonra ulusal basına da konuşan Ayancık eski kaymakamı Çağlayan Kaya da aynı bilgileri teyit etti, dere yatağındaki tomrukları kaldırtmak için çok uğraştığını, ancak Orman İşletmesi ve muhtarların karşı çıktığını açıkladı.

Dere sularıyla yerleşim yerlerine doğru taşınan tomruklar, önce dağ köylerini, ardından ayaklarına vura vura köprüleri yıkmıştı. Köprüler çökmeden önce tomruklar yan yana birikip bir baraj işlevi görmüş, hem köprüler üzerindeki baskıyı artırmış hem de arkalarında biriken büyük miktarda suyu taşırmış, seli sanayi sitesine, sokaklara, nihayetinde pazar yerine dağıtmıştı.

Hatalı köprüler, artan ağaç kesimleri

Tomruklarla ilgili Ayancıklılardan duyduğumuz bir başka iddia da, son yıllarda Ayancık ormanlarında eskiye nazaran çok daha fazla kesim yapılması. Kimi gözlemcilere göre kesimler yüzde 50 artmış, ağaçların yok olmasıyla beraber dereye akan su miktarı fazlalaşmış. Bölgedeki aşırı kesim yüzünden ormanların suyu tutma kapasitesinin düştüğü tespiti yine bilimsel çalışmalarla teyit edilmeyi bekliyor. Ancak bunun için önce Orman Genel Müdürlüğü’nün elindeki kesim istatistiklerini paylaşması gerekiyor. Ayancık Çayı havzasındaki ormanlardan sorumlu olan şefliklerin amenajman planları, şeflik meşcere haritaları ve kesim cetvelleri planlanan kesimlerin görülebilmesi açısından temel kaynaklar. Tamamlandığında 2021 yılına ait “Orman Amenajman Planlarının Uygulanması Hakkında Yıllık Rapor” yararlı bir veri sunabilir. Yerel kaynaklardan teyide muhtaç şu açıklamayı duyduğumuzu da ekleyelim: “En son 2024 yılı için planlanan kesimler yapılıyordu.”

Öte yandan FSC’nin (Orman Yönetim Konseyi) sitesinde Ayancık Orman İşletmesi’ne ait 115893 kayıt numarasını girdiğinizde denetim raporlarına ulaşılabiliyorsunuz. Burada “Saha 8” olarak belirtilen depolama alanının yerinin uygunsuzluğuna dair bir kayıt mevcut değil. Bununla birlikte, 2015-17 arasında yapılan kesim miktarı toplam yaklaşık 210 bin metreküpken yalnızca 2020’de 310 bin metreküpün üzerinde ağaç kesildiğinin altını çizelim. 

Eski belediye başkanı Rifat Örnek’e göre, Orman İşletmesi tomrukları dere yatağında depoladığı için faciaya yol açmıştı. Oysa belediye 15 kilometre uzaklıkta güvenli bir depo inşa etmişti. Ancak Orman İşletmesi masrafları kısmak için dere boyunu kullanıyordu.

Burada Rifat Örnek ve konuştuğumuz birçok kişinin aktardığı bir bilgi daha önem kazanıyor: Dere üzerine inşa edilen köprülerin tamamının tasarımı hatalı. Ayancık deresi gibi su yollarının üzerine çok bacaklı köprü inşa etmek büyük bir risk taşıyormuş; asma köprü formu daha maliyetli, ancak çok daha güvenliymiş. Benzer tasarıma sahip köprüler başka yerlerde de çökmüş.  Hakeza Ayancık’tan 30 kilometre batıda yer alan Çatalzeytin ilçesinin köprüsü de yıkılarak Ayancık-Kastamonu sahil yolunu kullanılamaz hale getirdi. Kastamonu’nun Bozkurt ilçesindeki durum ise daha genel bir imar sorununa işaret ediyor. Şehir dere yatağının içine yapılmasaydı muhtemelen böylesi bir yıkım söz konusu olmayacaktı.

Ayancık’ta şehrin hemen kıyısına yapılmış ve merkezden görülen bir HES de mevcut. Halk arasında tepkilere neden olsa da, HES’in  yaşanan felakete bir etkisi olduğuna dair ne bir tespit işittik ne de bu yönde somut gözlemlerimiz oldu. Bozkurt’taki durumsa belli ki yine gereğince yapılacak bir uzman incelemesini hak ediyor. Öte yandan Karadeniz derelerini birer birer istila eden bu yapıların toplam etkisi beşeri unsurlardan biyoçeşitliliğe kadar her yönüyle irdelenmeye muhtaç. 

İklim, hafriyatçılık, siyaset çıkmazı

Karadeniz’deki sel, afet, yıkılan köprü görüntüleri sanki kadermişçesine yineleniyor. Pandemiye aşı bulan uzmanların çıktığı bu coğrafyada yıkılmayan köprü tasarlayabilecek mimar ve mühendislerin bulunmadığını düşünmek güç. Zaten Ayancık’ta halk arasında diri bir şehir belleği mevcut ve sel afetinin nedenlerine dair açıklamalarda bilimsellik ve beşeri faaliyetlerin etkileri ön plana çıkıyor.

Ancak bölgede afet yönetimi, şehir planlama, ormancılık ve doğayla kurulan ilişki bağlamında ciddi sorunlar var. 2019 tarihli Batı Karadeniz Havzası Taşkın Yönetim Planı’nda Bozkurt ve Ayancık’ın ancak “orta riskli” gösterilmesi de buna işaret ediyor. Siyaset daha önce Çaycuma, Çarşamba gibi onlarca Karadeniz yerleşiminde yaşanan felaketlerden ders alıp Bozkurt’u ve Babaçay’ı kurtarmamış. Üstelik devlet topluma karşı görevini layığıyla yerine getirmediği gibi, afet sonrası yardımları yurttaşlara vicdani bir yük gibi yansıtmaktan da geri durmuyor.

Bölgede 2015-17 arasında yapılan kesim miktarı toplam yaklaşık 210 bin metreküpken yalnızca 2020’de 310 bin metreküpün üzerinde ağaç kesilmiş. 

Sel felaketine dair gözlemlerimiz sonucunda şunu söyleyebiliriz: Felaketin temelinde iklim krizi olabilir, ama siyaset, bırakın iklim değişikliğini önlemeye yönelik etkin bir yaklaşıma sahip olmayı, hafriyatçılığı teşvik eden politikaları ve malûm şehircilik anlayışıyla felakette bir çarpan etkisi yaratmış.  

Eğer kamu yararına çalışma iddiasındakilerin Karadeniz’de selin almadığı yerleşimler, yıkılmayan köprüler yapma hedefleri varsa, bu karmaşık tabloyu iklim krizinin ve hafriyatçılığın doğurduğu yeni tehlikelerle birlikte ele alıp çözümleri bölgede yaşayanlarla birlikte geliştirmeye başlamaları gerek. Helikopterden afet seyretmek, esnafla tokalaşıp, geçmiş olsun deyip çekip gitmek artık toplumu kesmiyor. Eğer ellerinden hiçbir şey gelmiyorsa partilerinden birileri her sel tehlikesinde Köprü (1975) filminde Kadir İnanır’ın canlandırdığı Mühendis Ahmet karakteri gibi köprülere bağdaş kurup otursun ki, en azından samimi oldukları izlenimi doğsun.

^