İNŞAAT İŞÇİLERİNİN İZMİR BULUŞMASI

Ömer Yıldız
15 Nisan 2019
SATIRBAŞLARI

Yerel seçimler gündemi nedeniyle basında hak ettiği ilgiyi görmeyen bir buluşma düzenlendi İzmir’de. Ekmek ve Onur Derneği’nin çağrısıyla 24 Mart’ta yapılan toplantıda hem Yapı İşçileri Sendikası’nın kurucusu, Yalınayak İsmet lâkaplı İsmet Demir anıldı hem de inşaat işçilerinin güncel sorunları tartışıldı. 1+1 Forum oradaydı…

Giderek derinleşen ekonomik krizden en fazla etkilenen, iki buçuk milyon işçinin canları pahasına çoğu zaman asgari ücretin bile altında ücretler karşılığı emek verdiği, ardı arkası gelmeyen iş cinayetleriyle haberdar olduğumuz inşaat sektöründe var kalabilen işçiler düşük ücret, güvencesizlik, barınma, beslenme gibi sorunlarla mücadele etmek zorunda.

Market, inşaat, metal, tekstil, sağlık sektörlerinde işçilerin birliğini güçlendirmek amacıyla beş yıldır faaliyet gösteren Ekmek ve Onur Derneği inşaat işçilerinin sorunlarını ele almak üzere 24 Mart’ta İzmir’de bir toplantı düzenledi. Buluşma öngörülenden gecikmeli başladı. Gecikmenin sebebi bazı katılımcıların pazar günü bile boyun eğmek zorunda kaldığı “esnek çalışma” koşullarıydı. Etkinliğin başlangıcında Yapı İşçileri Sendikası’nın kurucusu, inşaat işçilerinin sürdürdüğü mücadelenin öncülerinden İsmet Demir (nam-ı diğer Yalınayak İsmet) anıldı. Sonrasında, inşaat işçilerinin gitgide şiddetlenen hak ihlâllerine ve yoğunlaşan sömürüye karşı neler yapabileceği forum ortamında tartışıldı.

Zayıf tarafı avantaja çevirmek

İlk sözü alan inşaat işçisi İzmir’deki durumu şöyle özetliyor: “İzmir’de dört-beş aydır inşaat işçileri arasında örgütlenme çalışması yürütüyoruz. Her bölgeye gitme şansımız yok. Şantiyelerle yavaş yavaş ilişkilenmeye çalışıyoruz. İzmir hem nüfus, hem de işçi sayısı olarak önemli bir yer. İşçiler arasında gurbetçi az, yerleşik olanlar fazla. Rantçılar İzmir’i hedef aldı. Bayraklı’dan Çiğli’ye kadar, Otogar ve Pınarbaşı bölgesinde yoğun emek sömürüsü ve şantiyeleşme var. İstanbul’da yaşanan sıkıntılar burada da yaşanacak. İnşaatlarla ekmek kapısı açılacak deniyor, lâkin kurulacak şantiyeler işçilere devasa sömürü aygıtları ve iş kazaları olarak yansıyacak. Ona yönelik çalışma yapmak, örgütlenme modeli oluşturmak lâzım. İzmir bu nedenle önemli. Yaşananlara tepkimizi ortak akıl fikirle ete kemiğe dönüştürmek lâzım.”

Arkadaşlar “işçilerin örgütlenmesi gerekiyor” diyor, nasıl olacak peki? “Örgütsüz işçi köledir” diyor biri. Peki, nasıl yapacağız? Şantiyeleri gezeceğiz. Bir ağ kurmaya ihtiyacımız var. İsmet Demir kendi döneminde 500 kilometre nasıl yürümüş?

Toplantının çağrıcısı Ekmek ve Onur Derneği’nin sözcüsü Emrah Arıkuşu’nun değerlendirmesi ise özetle şöyle:

“İnşaat örgütlenmesi zor bir iş kolu. Çalışma yerleri ve süreleri çok düzensiz. İşçiler iki ay bir yerde, üç ay bir yerde, bir ay evde, sonra başka ilde. Diğer yandan, gezici olmak avantaj. İzmir’de başlattığın örgütlenme çalışması Adana’ya, Samsun’a kadar taşınabiliyor. Örgütlenme düzeyine göre başka yerlere ulaşılabiliyor. Bilinç başka illere gidiyor diye de düşünülebilir. Zayıf tarafı avantaja çevirmek lâzım. İnşaat işçilerinin şartları zor. Öfke birikmiş, bu yıkıcı düzeye erişebilecek bir öfke. Çubuğu buraya bükmek lâzım.

Havalimanı inşaatında yatakhanelerdeki tahtakurusu için eylem yapıyor işçiler, ama altta yatan asıl biriken öfke. Müthiş bir işçi sirkülasyonu var, herkes benzer şeyleri yaşıyor bütün büyük şantiyelerde. Küçük şantiyelerde iş güvencesi, iş güvenliği yok. İş güvenlikçisi imza atıp gidiyor, olan biten işverenin umurunda değil. Zor koşulların olması örgütlenmeyi büyütüyor.

Ücret gaspı büyük mesele. İşçilerin yemeğini, yatakhanesini, ayakkabısını, çalışma ekipmanlarını maliyet kalemi olarak görüyor patronlar. ‘Ne kadar ucuzlatırsam o kadar kâr ederim’ diyorlar. Duş, tuvalet yetersiz, ortalık pislik içinde. Bir temizlikçi koymak zor mu? İlaçlama zor mu? ‘Ne kadar maliyet düşürürsem o kadar avantajlı olurum’ diye düşünüyor. Bunları işçi arkadaşlarımızla paylaşırsak hiçbir işçi talepleri reddetmez. Çünkü ortak sorunlar bunlar.

Şantiye/mahalle hedefi koymak lâzım. Mesela Onur mahallesinde inşaat işçisi çok. Temas sağlamak lâzım. Israr edersek sonuç elde ederiz. Mesela ‘Yemeğin kötü olduğunu biliyorum, ama itiraz etsem kimse benimle gelmez’ algısı var. Bunun bir çaresi yok. Herkes aynı anda aynı şeyi düşünemez. Sen mücadele etmezsen kimse etmez. Zeytinburnu’nda 15 kişilik bir grup olduk. Yemekhaneye müdahale edeceğiz. Bir işçi arkadaş ‘Kimse peşimizden gelmez’ diyor. Sen yap bir hele, kimse gelir gelmez, o ayrı mesele.”

Örgütsüz işçi köledir

Deri İşçileri Derneği üyesi bir işçi Emrah Arıkuşu’na Ekmek ve Onur Derneği’nin sendikalarla ilişkilerini soruyor. Arıkuşu’nun cevabı: “Ne sendikaya karşıyız ne de sendikayı derdimize derman olarak görüyoruz. Sendikada sınırlar var.”

Arıkuş’un cevabının ardından aynı deri işçisi şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Türkiye burjuvazisi inşaat sektöründen müthiş kâr ediyor, yatırımlar da bu yönde, ama sektörde işçiler çok dağınık. Mesela, bu ya da başka sektörde bir makine geliyor, 100 kişi işini kaybediyor. Bunu çözmek lâzım. İmza kampanyası yerine nasıl ileri bir şey koyacağız, buna bakmak lâzım. Zamanında 10 bin imza toplamıştık. Ama sürekliliğini sağlamak lâzım.”

Emrah Arıkuşu konuşmasını sürdürüyor:

Emrah Arıkuşu

“Örgütlenme bizim tek başımıza çözebileceğimiz bir iş değil. İki buçuk milyonluk bir kitleye müdahale etmek lâzım. Patronlar aslında korkuyor, 15-20 işçiyi karşılarında görünce kaçıyor. Çünkü suçlarının farkındalar. Nerede pankart açtıysak paramızı aldık. Alt-işveren ile üst-işveren sorumluluğunu işçiler bilmiyor. Bilenlerin sayısını arttırmak lâzım. Diyor ki işçi, ‘Benim patronum bu taşeron’, asıl firmaya gitmeyi bilmiyor.

Mesela deniyor ki, ‘Yemekler sana göre kötü. Evinde böyle yemek yiyor musun?’ Şöyle bir sorun var: Yemek nerede, nasıl yapılıyor? Bilmiyoruz. Pisliğin, tozun toprağın içinde veriliyor. Besleyici değil. Her gün makarna, pilav olmaz. Ertesi güne toparlayamazsın ki kendini. Maliyeti düşürme derdinde işveren.

Karton bardağın yüz tanesi beş lira, yüz plastik bardak ise bir lira. Karton daha pahalı diye almıyorlar. Plastik bardakta çay içilmez, kanserojen bir kere. Bir şantiyeye gittik, dedik ‘Yemeği kim karşılıyor?’, dediler ‘Kendi aramızda ayarlıyoruz’. ‘Tuvalet var mı?’ diye sorduk, ‘Yok’. ‘Nereye yapacaksın?’ ‘Kenara’.

İşçiye ‘ben işçiyim, çalışıyorum, üreterek var ediyorum. İşçi olarak değer görmem lâzım. Ekmek her yerde kazanılır’ düşüncesini aşılamak gerekli. İşçinin işçiye yakışır şekilde değer görmesini sağlamak gerekli. Örgütlenmeyi başarmak gerekli. Toplantılarda konuşuyoruz, arkadaşlar ‘işçilerin örgütlenmesi gerek’ diyor. Bence de örgütlenmek gerek. Peki, nasıl olacak? ‘Örgütsüz işçi köledir’ diyor biri. Peki, nasıl yapacağız? Şantiyeleri gezeceğiz. Bir ağ kurmaya ihtiyacımız var. Ondan soruyorum, ‘nasıl becereceğiz’ diye. İsmet Demir kendi döneminde 500 kilometre nasıl yürümüş? Tamam, işçiler daha bir arada o zaman, birbirine daha sıkı bağlı, ama bugün de bunları yapabilmek lâzım.”

Kredi kartları, banka borçları işçiyi esir alıyor

Arıkuşu’nun ardından söz alan bir inşaat işçisi İsmet Demir’in dönemiyle bugün arasındaki farka ve bu farkın yarattığı örgütlenme zorluğuna dikkat çekiyor:  

“Kredi kartı yoktu 1960’larda. Kredi kartı gibi mekanizmalar bizi dağıtıyor. ‘Örgütlenirsem atılırım, borcumu ödeyemem’ diye düşünüyor işçi. İnsanlara umut ışığı olunca onlar da seninle hareket ediyor. Deri işçileri örgütlü mesela. Bir fabrikaya geçiş yapılıyor, aynı servis kullanılabiliyor, ama inşaat öyle değil. Sürekli dağınık. Şu gerçek ki, inşaat ağır ve sömürünün en yoğun olduğu yer. Beden çalışması açısından da öyle, iş hastalığı açısından da. Kol, bacak, bel 40’lı yaşları geçince, ‘bu işi bırak’ diyor vücut sana. Elli kilo çimento taşıyorsun. Boya, kimyasal soluyorsun. Zımpara yapıyorsun, toz olduğu gibi ciğere giriyor, öksürünce beyaz şeyler çıkıyor. Bu çıkanın yanında ciğerde kalan da var. Doğruyu anlatırsan umut ışığı oluyorsun. O dönemle bu dönem arasında fark var. Bir kere, kültürel fark var. Saldırı aynı, rengi farklı. Kredi kartları, bankaya borçlanma işçiyi esir alıyor. ‘Ya atılırsak’ diyor işçi, ‘ne yapacağız?’ Bu korkuyu yaşıyor, ama eninde sonunda atılacak, ücret alamayacak. Umutsuz olmamak lâzım. Mesele örgütlülüğü  genelleştirmek. Mahalle mahalle, sokak sokak, şantiye şantiye somut pratiği örmek.”

Kredi kartları, bankaya borçlanma işçiyi esir alıyor. “Ya atılırsak” diyor işçi, “ne yapacağız?” Bu korkuyu yaşıyor, ama sonuçta bir ara atılacak, ücret alamayacak. Umutsuz olmamak lâzım. Mesele örgütlülüğü genelleştirmek. Mahalle mahalle, sokak sokak, şantiye şantiye somut pratiği örmek.

Bilinci yükseltmek işin bir yanı

Başka bir işçi meselenin bilinç yükseltmekten ibaret olmadığının altını çiziyor:

“Patlama noktasında hazırlıklı olmak lâzım, böyle örnekler var. Başakşehir Şehir Hastanesi şantiyesi mesela. İnatçı olmak, evlere, işyerlerine girmek lâzım. Mesela geçen sene, İstanbul’da şantiyede yaptık İsmet Demir anmasını. Bilinci yükseltmek, sınıfı politikleştirmek işin bir yanı, ama hak alıcı çalışmalarla da motive etmek gerekli insanları. Hak alma, siyasallaşma ve örgütlenip gelen krize karşı set örmek gerekiyor. Kurduğumuz temelin üzerine koyacağımız değerler var. Bunu görmek lâzım.”

Fernand Léger, İnşaatçılar, 1951.

Araya giren bir işçi İzmir-İstanbul karşılaştırması yapıyor:

“İzmir İstanbul’un 1990’lı yılları gibi. Tek tek şantiyeler vardı o zaman. Herkes ustaydı. Herkes işini alıyordu. Artık büyük şirketlere mahkûm oldular. İzmir’in gidişatı da o. Her yerde gökdelenler yükseliyor. O pozisyona geldik.”

Bilinci yükseltmek, sınıfı politikleştirmek işin bir yanı, ama hak alıcı şeylerle de motive etmek gerekli insanları. Hak alma, siyasallaşma ve örgütlenip gelen krizin bedeline karşı set örmek gerekiyor.

Emrah Arıkuşu yeniden söz alıyor:

“Türkiye ekonomisi inşaatla yürümek zorunda. Ekonomi bunun üzerine kurulu. Kriz derinleşince ne olacak? Daha fazla borçlanma, daha fazla baskı ve sömürü. Tek tek de olsa direniş hattını kurmamız lâzım. Şurada bunu yaptık, burada bunu yaptık diye anlatmamız lâzım. İstanbul’da iki şantiyede örgütlenmek için çalışıyoruz. Yaptıklarımızın bilgisi yayılıyor. Kaç kişiyiz, kime yeteriz, buna bakalım. Enseyi karartmayalım. Bir türlü yapamıyorduk bu toplantıyı, sonunda yaptık. Bizim en büyük direnişimiz iki işçiyle oldu. 110 gün sürdü. O iki kişiyle kazandık. İki kişi, hatta bir kişi de olsa işçilerde ‘yalnız değilsin, hakkını savunabilirsin’ duygusunu oluşturabilmek önemli. İşçi ikna olunca arkadaşını, tanıdığını getiriyor, şantiyeye girebiliyorsun…

Patronlar işçilerin bilincini parçalamış durumda… Dediler ‘Mersin’e gelmen lâzım, muazzam bir işçi kitlesi var’. Gittim zar zor. Toplantı saati oldu, kimseler yok. İki kişi geldi, çağıran da zaten o iki kişi. Madem gelmişiz buraya, gidelim işçi kahvesine dedim. Orada da iki-üç inşaat işçisiyle zar zor konuştuk. Sabır ve ısrar gerekiyor.”

Sözü bir işçi bağlıyor: “Harekete geçmek önemli. İnsanlara ulaşmak, gündem yaratmak gerek. Bugün buraya da kimse gelmeyebilirdi, iki-üç kişi olabilirdik. Bir gün elbet kalabalık halde geleceklerdir. Sabırla emek vermeliyiz. Beraber hareket etmeliyiz.”

^