KORONA GÜNLERİNDE MÜLTECİLER

Söyleşi: Erselan Aktan
2 Mayıs 2020
SATIRBAŞLARI

Rusya’nın 27 Şubat’ta Suriye’nin İdlip kentindeki TSK  mevzilerine düzenlediği hava saldırısında 33 asker hayatını kaybedince, İçişleri Bakanlığı hemen ertesi gün Yunanistan sınır kapısının “aralandığını” duyurarak Avrupa ülkelerine gitmek isteyen sığınmacılara yol vermişti. Günlerce süren trajedi, Covid-19 salgınıyla birlikte başka trajedilere dönüştü. Sığınmacılar sınırdan geri getirildi, kaldıkları ya da “istedikleri” merkezlere geri taşındı. Bütün bu süreci alanda takip edip, sığınmacılara hukuki destek sağlamaya çalışanlar arasında avukatlar da vardı. Sınırda neler yaşandı, dönenler nereye döndü, Geri Gönderme Merkezleri’nde ve dışarıda mültecilerin virüsten korunması konusunda herhangi bir şey yapılıyor mu? Salgın sürecinde sınırdan Türkiye’ye düzenli- düzensiz girişler ne seviyede? Sığınmacıların sağlık hakkına erişiminde nasıl düzenlemelere gidildi, hangi tedbirler alındı? İstanbul Barosu’ndan avukat Esin Bozovalı, İzmir Barosu’ndan avukat Deman Güler, Hatay Barosu’ndan avukat Hatice Can ve Van Barosu’ndan avukat Mahmut Kaçan’ı dinliyoruz.
Fotoğraflar: Saner Şen (Pazarkule, 28-29 Şubat 2020)
 

Türkiye pozitif yükümlülükleri yerine getirmedi

Suriye’nin İdlib kentinde 33 askerin hayatını kaybettiği saldırının ertesi günü, Türkiye mültecileri Yunanistan sınırına yönlendirmişti. Covid-19 salgınıyla birlikte sınırı geçemeyen mültecilerin önemli bir kısmının geri döndüğü biliniyor. Bu dönemde sınırda neler yaşandı?

Esin Bozovalı (İstanbul Barosu):Türkiye’nin ilk etapta yaptığı, sınırdan düzensiz olarak geçmeye çalışanları, eskisinin aksine durdurmamak, haklarında sınır dışı idari gözetim kararı vermemek, göçmen kaçakçılığına yönelik tedbirleri almamaktı. Türkiye, Pazarkule Sınır Kapısı ve Meriç nehri çevresinde geçişlere göz yumar ve kimi yerlerde desteklerken Yunanistan tarafı da yaşam hakkı, kötü muamele yasağı, etkili başvuru hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, toplu sınır dışı yasağı ve sığınma hakkını ihlâl ederek geçişleri engellemeye çalıştı. Sınırı bir şekilde geçmeyi başaranların büyük bir çoğunluğu da kötü muameleye varan uygulamalara uğradıktan sonra Türkiye’ye geri itildi. Türkiye yetkililerinin ifadeleri ve sosyal medyadaki paylaşımlar sonucunda sınırın açık olduğu ve yüksek sayıda geçişin yaşandığı düşüncesine kapılan binlerce kişinin sınırda direndiği bir ay boyunca üç kişi öldürüldü, yüzlerce kişi yaralandı.

İstanbul’dan Edirne’ye gidip veya götürülüp geri getirilen mülteciler şu an neredeler? Eskiden yaşadıkları bölgelere mi gönderildiler? 

Örneğin, 7 Nisan gecesi, bir grup mülteci gece vakti sokağa çıkma yasağı başlamak üzereyken Kırklareli’den Gebze’ye getirildi. Kadın ve çocukların da olduğu bu grup, araç veya kalacak yer olmadığı için saatlerce sokakta beklemek zorunda kaldı. Gönüllüler yardım etmeye çalışsa da çözüm bulunamadı ve saatler sonra bu kişiler Kırklareli’ne geri götürüldü. Mültecilerin bu ve benzeri şekilde merkezlerden çıkarılınca tedbirsiz bir şekilde olur olmadık saatlerde ulaşımın zor olduğu yerlere götürüldüklerini ve mağduriyetler yaşadıklarını duyuyoruz.

Bu insanların önce türlü motivasyonlar ile sınıra yönlendirilmesi, sonra aceleyle merkezlere kapatılması ve bir bölümünün yine sınıra yönlendirilmesi, bazı grupların ulaşımın zor olduğu yerlere tedbirsizce bırakılması gibi uygulamalar çok büyük mağduriyetler yarattı. Bu uygulamaların tamamı devletin sorumluluğunda.

Halbuki, Geri Gönderme Merkezleri’nde tutuldukları sırada ulusal ve uluslararası mevzuat uyarınca uluslararası koruma ihtiyacındakilerin prosedürlere erişimlerinin sağlanması, kötü muamele yasağı ve etkili başvuru hakkı kapsamında Türkiye’nin pozitif yükümlülüğü var. Bu insanların önce türlü motivasyonlar ile sınıra yönlendirilmesi, sonra aceleyle merkezlere kapatılması ve bir bölümünün yine sınıra yönlendirilmesi, bazı grupların geç saatlerde ulaşımın zor olduğu yerlere tedbirsizce bırakılması gibi uygulamalar çok büyük mağduriyetler yarattı. Bu uygulamaların tamamı devletin sorumluluğunda. Sonrasında nasıl bir yol izlendiği, sınıra yönlendirilenlerin nasıl taşındığı konuları da şeffaflıktan çok uzak bir şekilde yürütüldü.

Cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar ve İBB’nin salgın dolayısıyla yaptığı bazı kısmi yardımlar mültecilere de ulaşıyor mu?

Çeşitli kuruluşlar tarafından yapılan yardımlar çoğunlukla sadece Türkiye vatandaşlarına ulaştırılmak üzere hazırlanıyor. Cumhurbaşkanlığı maske dağıtımı ve İBB yardımları için, kayıtlı mülteciler yabancı kimlik numaraları ile başvurabiliyor, fakat kağıtsızlar için bu mümkün değil. Sivil toplum kuruluşları da genellikle kayıtlı olanlar için destek sunabiliyor. Alanda bulunan ve büyük özveri ile çalışan gönüllüler erişebildiklerini destekliyor, fakat ne yazık ki İstanbul gibi bir şehirde yeterli değil. Devlet tarafından kağıtsızları da kapsayacak şekilde ivedilikle sosyal yardımların yapılması gerekiyor.

Mültecilerin çoğunluğunun çalışma izni alamadığı için kayıtsız ve kaçak şekilde çalıştığını biliyoruz. Bu durum da onları iş güvencesinden mahrum bırakıyor. Şu anda bu anlamda nasıl bir tablo var? 

İstanbul’da kaydın genellikle mümkün olmaması ve kayıt olunsa dahi çalışma izninin zor koşullara tabi olması kayıtsız ve güvencesiz çalışmanın ve sömürünün önünü açıyor. Salgın döneminde yaşanan sağlığa ilişkin risk ve sorunların yanında bu süreçte birçok mülteci ve göçmen işlerini ve evlerini kaybederek ciddi ekonomik zorluk, evsizlik ve açlıkla mücadele etmek zorunda kaldı. İletişimde olduğumuz çoğu mülteci ve göçmenden halihazırda işsiz olmayanlar da işini kaybetti ya da kaybetme riski altında. Evini kaybeden ve kaybetme riski içinde olanlar, hastalıkla bağlantılı riskli görülerek ırkçılığa uğrayanlar var. Ayrıca 20 yaş altının dışarı çıkamaması ve birçok evde geçimi sağlayan emekçilerin genç yaşlarda olması nedeniyle herhangi bir ekonomik geliri olmayan birçok ev var. Sınır olayları sırasında geri itilen binlerce kişinin telefonları ve yanlarındaki tüm paraları çalındı, sınıra gitmeden evini kapatanlar da evsiz kaldılar. Acilen devlet tarafından kayıtlı ve kayıtsız tüm mültecilere sosyal yardımların yapılması gerek. 


 

Mülteciler sınırdışı edilme korkusuyla hastaneye gidemiyor

Hatay olası durumlarda sınır dışı işleminin hızlı yapılabileceği yerlerden biri. Bunu düşünüp hastaneye gitmeyen ya da hastaneye gitmekten çekinen sığınmacılar var mı?  

Hatice Can (Hatay Barosu): Bildiğiniz üzere, kayıt dışı olanlar hastaneye gidemiyor. Kayıt altındakilerin sağlığa erişimi vardır sadece. Kayıt dışıların sayısı hakkında da zaten hiçbir zaman bilgimiz olamıyor. Ama ister kayıtlı ister kayıtsız olsun, salgın hastalık şüphesiyle başvuranların acil koduyla kabulü zorunlu hale getirildi. Bu bilgi sığınmacılar arasında ne kadar yaygınlaşabildi, bilemiyoruz. Salgın öncesinde, doğum yapmak üzere hastaneye kaldırılan sığınmacı kadınlar hep başka birilerinin kimlik kartıyla hastaneye girebildi, sağlık hizmetine erişebildi. Çünkü bahsettiğiniz “sınır dışı edilme korkusu” gerçekten çok yaygın.

Suriyeli sığınmacılar açısından zorla geri gönderilme gibi bir durum var mı?

Suriyeliler için zorla geri gönderme yok. Ama gönüllü geri dönüş üzerinden zorlanmaları söz konusu. Kayıt dışı bir sığınmacının suça bulaştığı iddiası varsa bile zorla geri gönderme uygulanmıyor. Genelgelerle kimlerin geri gönderileceği güncellenerek yayınlanıyor. Ama hiçbir şekilde zorla geri gönderilmiyorlar. Ancak kayıt merkezi denen bir yerde bir-iki gün tutulup ve orada gönüllü geri gönderilmeye ikna edilmeleri söz konusu.

Sığınmacı hesap yapar. Avukatlarla görüştüklerinde ilk sordukları soru şudur: “Bütün bu süreç ne kadar sürer?” Tabii hiçbir avukat da kesin, net bir tarih vermez, veremez. Sığınmacı bu noktada “o kadar bekleyip avukata para ödeyeceğime gider insan kaçakçılarına para veririm” diye düşünür.

Gönüllü geri dönüş nedir? Uygulamada nasıl yapılıyor?

Sığınmacılara suça bulaştıkları ve bu yüzden Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) tutulacakları söylenir. GGM’de birinci ve ikinci altı ay olarak toplam bir yıl tutulabilirler. Sığınmacı hesap yapar. Avukatlarla görüştüklerinde ilk sordukları soru şudur: “Bütün bu süreç ne kadar sürer?” Tabii hiçbir avukat da kesin, net bir tarih vermez, veremez. Sığınmacı bu noktada “o kadar bekleyip avukata para ödeyeceğime gider insan kaçakçılarına para veririm” diye düşünür. Böylece başka bir ülkeye gitmenin planlarını yapar.

Pandemiyle birlikte işsiz kalan çok sayıda sığınmacı var. Hatay’da durum nedir?

Suriyeliler burada birbirine yakın merkezlerde yaşar, birlikte yaşadıkları yerlerde dayanışmaları oldukça güçlüdür. Zaten Antakya iki ayrı dünya gibidir. Bazı ilçelerde sığınmacıların sayısı çok azdır. Antakya’nın belli bölgelerinde ise yoğunlukları fazladır. O bölgelerde de neredeyse sadece onların iş yerleri vardır. Antakya’nın merkezinde de oldukça fazla sayıda iş yerleri var. Bu durumdakiler çok büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya gelmeyebilirler. Tarımda çalışan çok sayıda sığınmacı var. Henüz ne olacağını bilmiyoruz, ama tarımdakilerin işlerine devam edeceği düşünülüyor. İnşaatlarda çalışanlar açısından daha büyük belirsizlik var. O da tamamen sektörün nasıl seyredeceğine göre şekillenecek.


 

İnsan kaçakçılığı Instagram’da

Van İranlı ve Afgan sığınmacıların yoğun olarak gelmeye çalıştığı bir merkez. Pandemiden sonra düzensiz girişlerdeki yoğunluk ne durumda? Halen sınırdan kaçak girişler oluyor mu?

Mahmut Kaçan (Van Barosu): Türkiye’de salgın bu kadar yayılmadan önce, kış koşulları olmasına rağmen geçişler devam ediyordu.  Ancak salgının İran’da yayılmasından sonra sınır kapıları kapatıldı. Sınır kapıları kapatıldıktan sonra bizim gözlemlediğimiz giriş- çıkış olmadı. Düzensiz girişler de çok büyük oranda durdu diyebiliriz.

İran’dan Van’a gelmeye çalışan çok sayıda göçmen yolda hayatını kaybediyor. Donarak hayatını kaybedenlerin yanında öldürülen sığınmacılar da var. Özellikle Yüksekova ve Başkale’de kar fırtınası yüzünden yollarını kaybedip donarak ölen çok sayıda sığınmacı oluyor. Bu kadar tehlikeli olmasına rağmen neden hâlâ o güzergâh tercih ediliyor?

Aslında o güzergâhtaki hareketlilik kışın görece azalıyor. Hareketlilik hep var, ama esas havaların ısınmasıyla birlikte yoğunluk kazanıyor. Bu geçişler sırasında donma tehlikesi geçiren, kolluğun ulaşıp hastaneye kaldırdığı çok fazla sığınmacı da oldu, oluyor. Tabii karların erimesiyle birlikte ortaya çıkan ölümler de… Coğrafyanın çok çetin olması, kaçak girişleri de kolaylaştırıyor. Çünkü o hattın kontrol edilmesi çok zor. Hareketli hudut birlikleri orada görev yapmıyor. Öte yandan, Instagram’a girerseniz göçmen kaçakçılarının, insan kaçakçılarının reklam içerikli yüzlerce hesabına rahatlıkla ulaşabilirsiniz. İnsanları nereden nereye götürdükleri, yolculuklarla ilgili görseller, ne kadar ücret istendiği, seyahat sırasında gerekli olabilecek kimlik ve diğer belgelerin nasıl temin edilebileceğiyle ilgili ayrıntılı videolar, içerikler…  Bu bir sektöre dönüşmüş durumda. Dolayısıyla bu coğrafyanın ya da iklimin değişken, zorlu olması geçişleri negatif yönde etkilemiyor.

Sosyal medya üzerinde çok sıkı bir denetim var, bu durum merkezdeki denetim mekanizmasına takılmıyor mu?

Bilişim alanındaki bütün kolluk, motivasyonunu “terörle mücadeleden” kaynaklı içeriklere, olaylara yoğunlaştırıyor. Kanunun kendilerine bu alanda verdiği yetki çok fazla. Böylelikle sadece bu alanda bir izleme, denetlemeye girişiliyor veya ceza soruşturmalarına konu ediliyor. Ama diğer suçlar ve suç örgütleri hiçbir şekilde sosyal medya üzerinden takip edilmiyor ve bunlara yönelik herhangi bir ceza soruşturması açılmıyor. Biz bunu kendi mesleki faaliyetlerimizden biliyoruz. Şimdiye kadar hiçbir göçmen kaçakçısının sosyal medyada açtığı hesaptan suçu övme veya suça teşvik maddeleriyle veya TCK’da tanımlanmış bir suçla itham edildiğini, yargılandığını görmedik.

Instagram’a girerseniz göçmen kaçakçılarının, insan kaçakçılarının reklam içerikli yüzlerce hesabına rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Ne kadar ücret istendiği, seyahat sırasında gerekli olabilecek kimlik ve diğer belgelerin nasıl temin edilebileceğiyle ilgili ayrıntılı videolar, içerikler…  Bu bir sektöre dönüşmüş durumda.

Hakkâri’ye, Ağrı’ya veya o illere bağlı ilçelere giden sığınmacı çok az. Van niye bu kadar tercih ediliyor?

90’lı yılların sonlarına doğru özellikle İranlı ve Afgan sığınmacılar, çoğunlukla Ağrı ve Hakkâri’yi giriş noktası olarak kullanıyorlardı. Ama 1997’de Birleşmiş Milletler Van’da Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin saha ofisini açtı. Bu saha ofisinin açılmasıyla beraber sığınmacılar işlerinin daha hızlı, kolay yürütülmesi için BM ofisinin olduğu kent olarak Van’ı tercih ettiler. Bunun dışında, Van büyük bir şehir, iş olanakları Ağrı ve Hakkâri’ye göre daha fazla. İklimi de çevre illere göre daha yumuşak. Ama bunun yanında düzensiz olarak giriş yapanların büyük bir kısmı da Van ya da büyük kentlerde durmaksızın Batı illerine geçip oradan Avrupa ülkelerine ulaşmaya çalışıyor. Özellikle Pakistan ve Bangladeşli sığınmacılar… Onlar Van’da iltica veya uluslararası koruma başvurusunda bulunmuyorlar. Onların öncelikli amacı Avrupa ülkelerine ulaşabilmek. Türkiye’yi transit olarak kullanıyorlar.

Kaydı başka bir ilde olup kayıtlı olmadığı ilde yaşayan sığınmacılar var. Bunların büyük bir kısmı hastaneye giderlerse ihbar edilip sınır dışı işlemlerine maruz kalacaklarından korkuyorlar. Sağlık çalışanlarının böylesi vakaları denetleme ve kolluğa bildirme yükümlülüğü var mı?

Bu, yersiz bir korku. Sonuçta bir sağlık görevlisi sınır dışı işlemi yapmıyor. Öyle bir bildirim yükümlülüğü de yok. Sağlık görevlisinin o kişinin Türkiye’deki statüsünü bilmesine imkân da yok zaten. Hastane personelinin böyle bir görevi ya da yetkisi yok. Bu, sığınmacıların temelsiz bir korkusu.  Herhangi bir nedenle bir sağlık kuruluşuna gitmiş, o sırada tutularak sınır dışı edilmiş bir kişi vaka rapor edilmedi şimdiye kadar.

Pandemiden sonra Van’dan sınır dışı edilen mülteciler var mı? Sınır dışı işlemi yapılıyor mu?

Hem İran’dan Türkiye’ye, hem Türkiye’den İran’a girişler tamamen durdurulmuş durumda. Kişi sınır dışı edilmek istense bile edilemez şu aşamada. Ne İran devleti kabul eder ne Türkiye bunu yapabilir. Salgının başlamasında bu yana öyle bir olay da duymadık. Hatta Türkiye’de bulunan sığınmacı ya da mülteci olmayan İran vatandaşları da ülkesine geri gidemiyor.


 

İnsan hakları mekanizması sınanıyor

Yönetim kurulu üyesi olduğunuz İzmir Barosu bir rapor yayınladı ve Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde 30 mülteci ve bir görevlinin Covid-19’a yakalandığını duyurdu. Sonrasında İzmir Valiliği, bir yabancıda Covid-19 tespit edildiğini söyledi, ama sizin iddianızı da yalanlamadı. Şu anda  İzmir’de kaç Covid-19 hastası olduğu biliniyor mu?

Deman Güler (İzmir Barosu): Son aldığımız haberlere göre, 100’e yakın mültecide hastalık belirtisi var. Altı kişinin de hastaneye kaldırıldığını biliyoruz. Bu bilgileri bire bir görüşmelerle değil, Geri Gönderme Merkezi’nde bulunanlarla yaptığımız telefon görüşmelerinden edindik. Telefon diyorum, çünkü salgından sonra görüşmeler telefon aracılığıyla yapılıyor. Tabii kısmen de olsa yüz yüze görüşmeler oluyor. En azından meslektaşlarımız bunu zorluyorlar. Baromuzun Göç Komisyonu’nda yaklaşık 400 meslektaşımız var. Bu Türkiye’deki ve belki bölge ülkelerdeki en yüksek rakam. Bütün meslektaşlarımızın edindiği bilgileri topluyor ve teyit ediyoruz. İfade ettiğiniz raporu da bu ağdan elde ettiğimiz bilgiler ışığında hazırlayarak yayınladık ve ifade edilen sayıların da “iddia” olduğunu belirttik. Talebimiz, bu iddiaların araştırılması ve buna uygun önlem alınmasıydı.

Raporunuz üzerine İzmir Valiliği tarafından son derece sert bir açıklama yapıldı. Açıklamada İzmir Barosu’nun ismi telaffuz edilmiyor, ama “sosyal medyada yayınlanan iddialar asılsızdır” deniyordu.

Valilik, İl Göç İdaresi ve Genel Müdürlük nezdinde baronun sanki muhalif bir kurum olduğu ve yapılan işleri, icraatları sürekli kötülediği yönünde bir algı var. Bununla ilgili olumsuz bir kamuoyu yaratılıyor ve öyle bir algı da oluşturuluyor. Bu doğru değil. Her şeyden önce baro, resmi bir kurum. Ve biz bir yargılamanın esas unsuru olan kişileri, kişi hak ve hürriyetlerini korumak için görevlendirme yapıyoruz. Bu, yasal zorunluluk aynı zamanda. Dolayısıyla, bizim buradaki önerilerimizin, uyarılarımızın genel halk sağlığını korumak açısından ve aynı zamanda müvekkillerimizin sağlığını korumak açısından dikkate alınması gerekiyor.

Salgının mülteci hakları açısından da çok ciddi etkileri olacağı muhakkak. Ne BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ne Göç İdaresi ne de BM’nin MYK Türkiye Ofisi mültecilerin durumuyla ilgili düzgün bir öneride bulundu. Dünyadaki insan hakları mekanizmalarının kendilerini sınadığı bir dönem bu.

Pandemiden hemen önce, İçişleri Bakanlığı, sığınmacı ve mültecilerin Batı ülkelerine gitmeye çalışması halinde müdahalede bulunmayacaklarını, “kapıları açtığını” duyurmuştu. Şu an durum ne?

Açık sınır politikası Suriyelileri, yani geçici koruma altında bulunan sığınmacıları çok fazla etkilemedi. Biz alanda da bunun tespitini yaptık, Çeşme’de ve Suriyelilerin çok yoğun yaşadığı İzmir’in Basmane gibi semtlerinde bire bir görüşmelerde bulunduk. Sınıra gidenlerin çok büyük kısmı Suriyeliler dışındaki mültecilerdi. Sınıra gelen yahut getirilenler de zaten ilk birkaç gün sonra aslında bu kapıların açık olmadığını, Yunanistan’ın kendilerini çok sert bir politikayla geri ittirdiğini gördüler. O zaman da çoğu geri dönmeye başladı. Geri dönüşler salgından önce de başlamıştı. Bu sığınmacıların bir kısmının kayıtlı oldukları yerlere, bir kısmının da gitmek istedikleri yerlere taşındığı söylendi. 

Şu an sınır dışına gönderme var mı?

Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün, sınır dışına gönderme işlemlerinin yapılmayacağı yönünde açıklaması var. Bize iletilmiş bir sınır dışı işlemi de şu dönemde yok. Aslında Geri Gönderme Merkezleri’nin nihai amacı merkezde tutulanları geri göndermek, sınır dışı etmektir. Sınır dışı edilene kadar orada tutulurlar. Ama şu anda sınır dışı işlemleri durdurulmuş durumda.

İzmir Barosu, Geri Gönderme Merkezleri ve dışarıda olan mültecilerle ilgili tedbir önerileri yapmıştı. Ulusal ve uluslararası mekanizmalar, salgın sürecinde mülteci hakları konusunda nasıl işliyor?

Salgının mülteci hakları açısından da çok ciddi etkileri olacağı muhakkak. Ne Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ne Göç İdaresi ne de BM’nin MYK Türkiye Ofisi mültecilerin durumuyla ilgili düzgün bir öneride bulundu. Açıklamalara bakın, sadece kadın hakları ve çocuk hakları açısından açıklamalar var. Bu çok dar bir çerçeve. BMMYK’nın Türkiye Ofisi mesela, Geri Gönderme Merkezleri ile ilgili hiçbir açıklama yapmıyor. Bu sadece baroların işi değil. Dünyadaki insan hakları mekanizmalarının kendilerini sınadığı bir dönem bu. İyi bir sınav da verilmiyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Ofisi, “Salgın, insan hakları mekanizmalarını sınıyor” dedi ve dezavantajlı gruplara gönderme yaptı. En dezavantajlı gruplardan biri de mültecilerdir. Bu insanların yaşam koşulları kamuoyunda işlendiği gibi değil. Çoğunun evi, yiyecek yemeği yok.

^