Bugün “yeni sol” tartışması yaparken yüzümüzü hangi örneklere dönebiliriz? Derinleşen eşitsizlikler ve yaklaşan iklim felaketinin eşiğinde hangi ekonomik ve politik tahayyüllerden ilham alabiliriz? Son yılların mücadeleleri ve dayanışmalarından nasıl çıkarımlar yapabiliriz? Geçtiğimiz ay, Amsterdam’da bu soruların etrafında düzenlenen “Yeni Bir Sol Politika” başlıklı etkinlikten naklen…
Yeni Bir Sol Politika: Ekonomik Demokrasi İnşasında Britanya’dan Neler Öğrenebiliriz? başlıklı etkinliğin katılımcıları, sosyalist, feminist yazar Hilary Wainwright, Democracy Collaborative’in yürütücüsü Ted Howard ve Momentum hareketinin ulusal koordinatörü Laura Parker’dı.
Etkinlik, yaklaşık kırk yıldır, süregiden sosyal hareketler, akademi ve hukuk alanları arasında ilişki kurmayı hedefleyen bir uluslararası kurum olan The Transnational Institute’ta (TNI) düzenlendi. TNI, misyonunu, uluslararası sosyal hareketleri güvenilir araştırmalarla destekleyerek küresel problemlere demokratik çözümler bulmak olarak tanımlıyor.
Konuşmacılar arasında, söyleyeceklerini en çok merakla beklediğimiz yazar, eylemci, sosyolog, sosyalist, feminist Hilary Wainwright’tı. The Guardian, The Nation, openDemocracy, Jacobin gibi yayınlarda yazan, zaman zaman BBC ekranına çıkan Wainwright, sosyalist/yeşil Red Pepper adlı derginin de kurucularından. Türkçe yayınlanan kitapları arasında Yeni Bir Sol Üzerine Tartışmalar: Serbest Piyasacı Sağa Cevaplar (Ayrıntı Yayınları, 1995) var.
İşçi sınıfının örgütlü kesimleriyle organik bağlarına rağmen Avrupa’daki en muhafazakâr sosyal demokrasi partisi olmayı başaran İşçi Partisi nasıl oluyor da bugün yeni sol tartışmalarının merkezine yerleşiyor?
Hilary Wainwright, Brezilya’dan Birleşik Krallık’a politik mücadeleleri takip ederek hareketler, örgütler ve devlet arasındaki karmaşık ilişkileri inceliyor. Örneğin, yeni kitabı Soldan Yeni Bir Politika’da (A New Politics from the Left, Polity Press, 2018) geleneksel solun yukarıdan aşağıya örgütlenme biçimlerine şüpheyle yaklaşan ve neoliberal düzene alternatif arayan onlarca siyasi deneyin izini sürüyor. Sözünü ettiği yatay örgütlenme, katılımcı demokrasi ve gündelik hayat odaklı direnişlere ilişkin tartışmalar yeni değil. Yer yer tartışma çerçevesinin genişlemesi gerektiği fikrini de doğuracak kadar tanıdık hatta. Fakat, alternatif küreselleşme hareketi, sosyal forumlar, işgal hareketleri gibi politik dalgaların muhasebesini yapmak ve belki de yeni fikirler ve örgütlenme biçimleri hayal etmek zorunda olduğumuz bu dönemde toparlayıcı ve hafıza tazeleyici bir kitap.
İşçi Partisi niçin önemli?
Wainwright’ın, yayın hayatının büyük bir bölümünde editörlüğünü üstlendiği Red Pepper dergisi, bağımsız muhalif yayınların son yıllardaki kaderini takip ederek, 1995’te 13 bin basılırken, 2004’te 7 bine düşmüş. Küresel adalet hareketinden gelen ve Avrupa Sosyal Forum’u düzenlemekte aktif olan, Avrupa merkezli sol dergiler ağı Eurotopia ile işbirliği yapan dergi, hâlâ yeni sol tartışmalarını besliyor ve güncel tartışmalara dahil oluyor. Son dönemde desteklediği gelişmelerden biri de Jeremy Corbyn’in 2015’teki İşçi Partisi liderlik kampanyası.
Wainwright konuşmasına tam da buradan başlıyor, mizahi ve mütevazı tonuyla: “Dürüst olmak gerekirse, İşçi Partisi’nin üç kuruşluk değeri olduğunu düşünmüyorum, düşünmüyordum…” Peki o halde, beş sene önce sorulsa “asla katılmam” dediği, hakkında sert eleştiriler yazdığı, hatta kendi politik tarihinin başlangıç noktası olan Mayıs 68’de Britanya Krallığı’nı ve Vietnam Savaşı’nı savunmuş olan ve o zamanlar “tek kelimeyle mide bulandırıcı” bulduğu İşçi Partisi ile şimdi neden ilgileniyor?
Corbyn’in “21. Yüzyıl Sosyalizmi” başlığı altında, şirket ve zenginlerin artırılacak vergilerinin eğitime aktarılması, silah ticaretinin durdurulması, Ortadoğu’da askeri müdahalelere son verilmesi, eğitim ve barınmanın taşeronlara devredilmemesi, kamu hizmetleri olarak düzenlenmesi gibi konuları gündeme getirdiğini hatırlamalı.
O dönemden beri aslında muhafazakâr bir güç olan ve işçi sınıfının örgütlü kesimleriyle organik bağlarına rağmen Avrupa’daki en muhafazakâr sosyal demokrasi partisi olmayı başaran, “parlamenter elitin yılmaz koruyucusu” olarak gördüğü İşçi Partisi nasıl oluyor da bugün yeni sol tartışmalarının merkezine yerleşiyor? Ya da önümüzde Syriza gibi, yarattığı umutlara rağmen kısa sürede sosyal hareketler ve savunduğu dayanışma ekonomileri ile bağını koparmak durumunda kalan örnekler varken buralardan nasıl umut devşirilebilir?
Wainwright cümlesine şöyle devam ediyor: “İşçi Partisi’nin üç kuruşluk değeri olmayabilir, ama bu devirde bir alternatif olduğu konusunda ısrar eden, bunun için mücadele eden ve geniş kitleleri kapsamaya çalışan birinin olduğu bir platform yine de paha biçilmez.”
Teoride ve pratikte Jeremy Corbyn
Bu soruların cevapları, temelde, Wainwright’ın, Jeremy Corbyn’in parlamenter elit ile işçi sınıfı arasındaki sınırı aşma çabasında olduğunu düşünmesinde yatıyor. Böylelikle, organize olabilecek bir işçi sınıfının kendini ait hissettiği bir platform oluşmuş oluyor ve bu platformda yer almak ve onu içeriden dönüştürmek haliyle önem kazanıyor. Yani, Corbyn İşçi Partisi’ni ele geçirmek için değil, İşçi Partisi’nin ve parlamenter politikanın ötesinde bir siyasi örgütlenmeye geçiş için desteklenmeli.
Britanya’da hem parti içinde hem de genel seçim ve Brexit referandumları sırasında ortaya çıkan tartışma eksenlerinden biri de tam olarak bu: Bu mobilizasyon, İşçi Partisi’ni içeriden değiştirecek bir “kapalı cemaat” yaratmaya mı, yoksa Wainwright’ın “dönüştürücü güç” olarak adlandırdığı başka örgütlenmelerin bir araya gelebileceği bir platform olmaya mı meyledecek?
Wainwright’a göre, Corbyn’in “büyük resme bakan” demagojik, şık konuşmalar yapmaktan ziyade, sıradan insanların hayatını politik retoriğe taşıyor olması, bu tür inisiyatiflerin örgütlü hareketlere dönüşmesi yolunda itici bir güç olabilir. Corbyn’in diğer politikacılardan farkının, değişimin ancak refahın yeniden dağıtılması ile mümkün olduğuna inanması olduğunu düşünüyor.
Britanya sosyalist hareketinin içinden gelen Wainwright’ın İşçi Partisi’nin “21. Yüzyıl Sosyalizmi” programında bir hareket alanı gördüğü açık. Bir yandan da şunu ekliyor: “Corbyn’i hesap verebilir noktada tutmak parti dışı sosyal örgütlenmelerin işi.”
Bu noktada, Corbyn’in “21. Yüzyıl Sosyalizmi” başlığı altında, şirketlerin ve zenginlerin artırılacak vergilerinin eğitime aktarılması, başta Suudi Arabistan’la olmak üzere silah ticaretinin durdurulması, Ortadoğu’da “terörizm, sekterlik ve şiddet”e yol açan ve göçmen krizini derinleştiren askeri müdahalelere son verilmesi, eğitim ve barınmanın taşeronlara devredilmemesi, kamu hizmetleri olarak düzenlenmesi gibi konuları gündeme getirdiğini hatırlamalı.
Radikal solun bir kısmının dile getirdiği, Corbyn’in kapitalizmden açıkça bahsetmiyor olması veya sosyalizm adı altında sıraladıklarının aslen sosyal reformlar olduğu yolundaki eleştirileri bir kenara koyarsak, Britanya sosyalist hareketinin içinden gelen Wainwright’ın İşçi Partisi’nin “21. Yüzyıl Sosyalizmi” programında bir hareket alanı gördüğü açık. Bir yandan da şunu ekliyor Wainwright: “Corbyn’i hesap verebilir noktada tutmak parti dışı sosyal örgütlenmelerin işi.”
Ayrıca, son dönemdeki seçimlerden öğrendiğimiz bir başka şeyi, insanların oy vermeye olan güvenlerini yitirmiş olduğunu, neoliberalizmin insanların elindeki güce yönelik sinik bir bakış geliştirdiğini vurguluyor sıklıkla. “Devleti bir anda yıkamayız, ama içeriden dönüştürebiliriz” diyor.
Bu fikirleri, devleti ele geçirme veya içeriden dönüştürme olasılığının kulak acıtıcı bir şekilde tınladığı ve siyasi gündemi nicedir ele geçiren seçim odaklı hareketliliklerin en hafif tabiriyle tatsız hatıralar çağırdığı Türkiye’ye doğrudan tahvil etmek çok da kolay değil. Fakat, siyasi bağlamlar arasındaki onca farka rağmen, Wainwright’ın söyledikleri, Türkiye’de 7 Haziran seçimleri öncesinde, HDP’nin seçim kampanyası etrafında bir araya gelen 10’dan Sonra gibi örgütlenmelerin toplantılarında sarf edilen sözleri, sorduğumuz soruları ziyadesiyle andırıyor.
Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos etrafında dönen hem olumlayıcı hem de eleştirel tartışmaların da bu sorular etrafında şekillendiğini gördük. Her örneğin ayrıca tartışılması gereken özgül koşulları olsa da, sosyal hareketlerin rüzgârını arkasına alarak ortaya çıkan parlamenter mücadelelerin veya parlamenter bir uğrakta bir araya gelen küçük ve radikal siyasi örgütlenmelerin görünür oluşunun çok da elle tutulur sonuçlar doğurmadığı bir zamandayız.
Hız kazanarak otoriterleşen devlet politikaları, muhalefeti öğüterek ilerleyen neoliberal ajanda veya parlamenter uğrak sonrasında dağılmaya yüz tutan örgütlenmeler, bir anlamda stratejik olan bu ortaklığın sınırlarına dair ciddi sorular doğurdu. Bu anlamda, bunun, kendi tarihsel bağlamında bile miadını doldurmuş bir tartışma olup olmadığına dair sorular geliyor insanın aklına.
2015’te Corbyn kampanyasından sadece haftalar sonra kurulan ve üye sayısı 2018’de 40 bine ulaşan Momentum hareketinin bir momentuma tekabül ettiği ortada.
Momentum hareketi
Britanya’ya dönersek, örneğin 2015’te Corbyn kampanyasından sadece haftalar sonra kurulan ve üye sayısı 2018’de 40 bine ulaşan Momentum hareketinin bir momentuma tekabül ettiği ortada. Momentum, İşçi Partisi ve Corbyn kampanyasını destekleyerek katılımcı demokrasi fikri etrafında kitlesel bir hareket yaratma amacı güden bir taban hareketi olarak tanımlıyor kendisini. İşçi Partisi etkinliklerinin yanısıra düzenlenen ve binlerce insanı bir araya getiren, The World Transformed adlı alternatif festivalin de düzenleyicisi. Viral video atölyeleri, yerel demokrasi tartışmaları ve film gösterimleri içeren bu etkinliklerin yerel mücadeleleri bir araya getirdiği ve partiyi özellikle gençler için daha görünür ve ulaşılabilir kıldığı söylenebilir.
2017’de getirilen bir yönetmelikle Momentum’un üyelerine İşçi Partisi üyesi olma zorunluluğu getirmesi de bir tartışma konusu. Amsterdam’daki etkinliğe Skype üzerinden katılan İşçi Partisi üyesi ve Momentum’un koordinatörü Laura Parker, Momentum’da çalışmaya başlama nedenini İşçi Partisi’ni olabildiğince büyütmek ve üyelerinin yönlendirdiği bir partiye dönüştürmek olarak dile getiriyor. Bunun emarelerinden biri olarak şunu ekliyor: “Özellikle Momentum aktivistlerinin Filistin’in tartışılması için baskı oluşturması sonucunda, son yapılan kongrede parti nihayet Filistin’le dayanışma gösterdiğini açıkladı; bu, benim için en önemli anlardan biriydi.”
Momentum ve Democracy Collaborative üyesi olan diğer katılımcı Ted Howard da Momentum’un bir platform olarak parti içi ve dışında gündem yaratma gücünden bahsediyor. Howard, İşçi Partisi’nin neoliberal çerçevenin içinde yer alan bir parlamenter düzenin dışına ancak Momentum sayesinde çıktığını söylüyor. Bir yandan da şu üç şartı vurguluyor konuşmasında: “Popüler hareket şart, parlamenter politikada oyunu bozacak bir parti şart ve eğitim şart.”
Bütçe kısıntılarına karşı yapılan Amsterdam Üniversitesi binası işgalinin üzerinden henüz sadece günler geçmişken, bu işgal okul yönetimi-belediye-polis üçlüsünün el ele vermesiyle şiddet kullanılarak sona erdirilmişken, eğitim “şart”ının koşullarını sorgulamamak elde değil. Dinleyicilerden gelen, kısıtlı eylemlilik enerjimizi parlamenter politika çerçevesinde kullanmaya şüpheyle yaklaşan sorulara verdiği “artık devrimden değil, ancak evrimden bahsedebiliriz, ancak bulunduğumuz yapıların içinde devinebiliriz” cevabı da bu fikrî çerçeveye duyduğumuz şüpheleri artırıyor.
Müşterekler fikrinin izinde
Asıl ilham verici olan, yeni ekonomik modellerin ne olduğu ve bunların yerel dayanışma ağlarıyla nasıl bağlantılanabileceği üzerine verilen örnekler. Wainwright, müşterekler fikrinin izini sürerek, kaynakların demokratik ve sosyal kullanımına ve birbirimize bağımlı olduğumuz düşüncesine yaslanan pratikleri anlatıyor.
Wainwright, “kendi barınma sistemlerini yaratan, geri dönüşüme dayanan ortak yaşam alanları kuran genç nesiller, kendilerini bekleyen gündelik tehlikelerin eskisinden daha çok farkındalar, günümüzün avantajlarından biri de bu” diyor. Büyük ihtimalle birçok insanın aklında dolanan soruya da değinerek, kooperatiflerin –örneğin İngiltere’de ortaya çıkan birçok gıda kooperatifinin gösterdiği üzere– kurumsallaştığını ve bürokratikleştiğini de ekliyor. Fakat, “şehri sermayeye bırakamayız” diyen bir konseyin aslında tüm şehre yayılabilecek bir anti-neoliberal model kurmaya muktedir olduğunu düşünüyor.
1970’lerde, Birmingham’daki Lucas Industries şirketinde işten çıkarılmaların ayyuka çıktığı dönemde, silah üretmeyi bırakıp yerine sosyal olarak faydalı ürünler üretmeye karar veren ve işçiler tarafından geliştirilen en radikal planlardan biri kabul edilen Lucas Planı, 2000’lerden sonra Katalunya’da ortaya çıkan Fairmondo kooperatifi, Newcastle’da evsizleri kriminalize eden kamusal alan düzenlemelerine karşı oluşan mobilizasyonlar, FairCoop gibi alternatif ekonomi modelleri, mahalle meclisleri ve gıda bağımsızlığı hareketleri… Wainwright, Reclaim the State kitabında da yazdığı gibi, farklı coğrafyalardaki doğrudan demokrasi mücadelelerinin ivmesinin ancak köklerini gündelik yerel mücadelelere dayandırdıkları zaman artabileceğini vurguluyor.
Asıl ilham verici olan, yeni ekonomik modellerin ne olduğu ve bunların yerel dayanışma ağları ile nasıl bağlantılanabileceği üzerine verilen örnekler. Wainwright, müşterekler fikrinin izini sürerek, kaynakların demokratik ve sosyal kullanımına ve birbirimize bağımlı olduğumuz düşüncesine yaslanan pratikleri anlatıyor.
Gecenin moderatörlüğünü yapan Harriet Bergman’ın da dahil olduğu Amsterdam merkezli, fosil yakıt endüstrisine karşı iklim aktivistlerinden oluşan Code Rood da bu örneklere eklenebilir. Avrupa’nın en büyük petrol ve kömür limanlarına sahip olan Amsterdam, Rotterdam ve yine Avrupa’nın en büyük gaz sahasına sahip Groningen’de aktif, yeni bir oluşum Code Rood. Fosil yakıt çıkarımından doğrudan etkilenen yerel topluluklarla temas halinde çalışan ve fosil yakıtlarından yeşil enerji formlarına geçilirken fosil yakıt endüstrisinde çalışan işçilerin bedel ödememesine de kafa yoran bir örgütlenme. 2017’deki ilk büyük eyleminde 350 kişiyle Amsterdam limanında kömür akışını engelleyen Code Rood, geçen ağustosta, Groningen’deki doğalgaz çıkarımını kitlesel bir oturma eylemiyle engelledi.
Geceki konuşma esnasında en akılda kalan fikirlerden biri, belki de herkesin ortaya koyabilecek bir yeteneği olduğu, kolektif içinde anlam bulacak kişisel yetenekler arasında hiyerarşi olmadığı fikri. Derli toplu veya akademik olmayan, pozitivist bilgidense deneyim aktarımı ve hatta dedikodu haline bürünen gündelik bilgilerin organize etme gücü. Bu güce ve örnekler üzerinden anılan mirasa yüzümüz dönük, Britanya üzerinden yapılan bu yeni sol tartışmalarının farklı coğrafyalarda devam edeceğinden emin, sorularla ayrılıyoruz geceden.