İSLÂMCI ŞİDDET İLE İSLÂMOFOBİ ARASINDA FRANSA-II:

Öykü Gürpınar
25 Kasım 2020
SATIRBAŞLARI

“Fransa’da İslâmofobinin iki ucu vardı. Bir uçta aşırı sağın ve muhafazakârların İslâmofobisi, diğer uçta cumhuriyetçi ve laik bir çerçeveden Müslümanları hedef alan bir İslâmofobi. Bugün bu iki uç arasındaki mesafenin yok olmaya yüz tutmasına tanık oluyoruz.” İslâmcı şiddet ile İslâmofobi arasına sıkışan Fransa’ya yakın plan, ikinci bölüm…
İslâmcı şiddetin katlettiği öğretmen Samuel Paty için yapılan anma mitingi. (Paris, 18 Kasım 2020. Fotoğraf: Pascal Rossignol)
 

Kazan Samuel Paty cinayeti ve Nice kentindeki saldırıyla taştı, fakat ocağın altı 2015’teki saldırılarla birlikte yakılmıştı. Kutuplaşmanın ayak sesleri daha o zamandan duyulur hale gelmiş, kazan 2019’da fokurdamaya başladığındaysa İslâmcı şiddet karşısında Müslüman karşıtı ırkçı şiddetin de yükseldiği bir ortam doğmuştu[1].

Böyle bir dönemde, ülke yönetimi gerilimi çözmek ve diyaloğa aracılık etmek yerine yangına körükle gitmeyi tercih etti. Cumhuriyetçi değerler söylemini zırh gibi kuşanan hükümet laiklik ilkesinin karşısına konan İslâmcılık üzerinden siyasi ve toplumsal kutuplaşmayı pekiştirdi.

Diğer yandan, laiklik ilkesi tek meşru aidiyeti Fransız üst-kimliği olarak sabitleyen bir politikanın da başlıca aracı haline geldi. Macron’un “laiklik Fransa’nın harcıdır, amacımız bazı grupların etnik ya da dini aidiyetler üzerinden kendi içine kapanmasının önüne geçmek” sözleriyle sunuşunu yaptığı ayrılıkçılık karşıtı yasa tasarısı da aynı politikanın uzantısı.

Laikliğin değişen çerçevesi

20. yüzyılın hemen başında yürürlüğe giren laiklik yasası ilk etapta Katolik kilisesinin nüfuzunu devlet denetimine tabi hale getirmek amacını taşıyor olsa da, kolonyal bir imparatorluk[2] olarak Fransa’nın kıta aşırı topraklarında bu yasanın uygulanması ister istemez laiklik-İslâm ilişkisini tartışmaya açıyor.

Fransa’nın kolonyal imparatorluğunun çözülmesi ve sömürgelerin birer birer bağımsızlık kazanması (décolonisation) süreciyle birlikte, eski sömürge topraklarındaki Müslüman nüfusun bir kısmının Fransa’ya yerleşmesi ve Fransa toplumuna entegrasyonu bağlamında, laikliğin çerçevesi de değişmeye başlıyor. Bu değişim, 2000’lerin başında, özellikle de 11 Eylül saldırısıyla birlikte başlangıçta ihtiva ettiği anlamdan bir kopuşa da konu oluyor[3].

Günümüz Fransa’sında, laiklik artık din ile devletin ya da devlet kurumlarının ayrışmasından ziyade, İslâmi kültürel ve siyasi mevcudiyet ile mücadelenin bir bileşeni olarak görülüyor birçok kesim tarafından.    

Günümüz Fransa’sında, laiklik artık din ile devletin ya da devlet kurumlarının ayrışmasından ziyade, İslâmi kültürel ve siyasi mevcudiyet ile mücadelenin bir bileşeni olarak görülüyor birçok kesim tarafından. Öte yandan, bu eğilimin karşısında konum alan resmi kurumlar bile var, örneğin Observatoire de la laïcité. Ne var ki, bu kurumun “İslâmcılara karşı fazla mülayim” bulunan başkanı Nicolas Cadène aşırı sağcılardan ölüm tehditleri aldığı gibi, hükümetin de hedef tahtasında. Nitekim, kulislerden sızan bilgiye göre, görevden alınmasından son anda vazgeçildi.

Gelinen noktaya eğitim alanından bakarsak, bugün Fransa’da kampüs sınırları içinde bir kilisesi dahi bulunan Katolik Enstitüsü özel üniversite statüsünde eğitim verebiliyorken, İslâmi eğitim veren kurumlar ya da okullar kapatılıyor.

Dolayısıyla, İslâmcı şiddet ve İslâmofobi meseleleri eğitim ve okul ile yakından alâkalı. Bu ilişkinin bir ayağında okulların üstlendiği Fransız ulusal değerlerine saygılı yurttaş yetiştirme rolü ile birlikte gelen ve Türkiye’den de aşina olduğumuz bir milli eğitim anlayışı var.

İkinci ayak, “belalı” öğrencilerin öğretmenlere kafa tuttuğu, filmlere de konu olmuş[4] banliyö okullarındaki Müslüman öğrencilerin antisemitist olarak görülmesi, öğretmenlerin korktukları ya da çekindikleri için oto-sansür uygulayıp Yahudi soykırımını anlatmaktan imtina etmesi[5] gibi etkenler üzerinden tanımlanan “eğitimde İslâmcılık sorunu”.

Üçüncü olarak, laikliğin pekiştirilmesi ve benimsetilmesi konusunda olduğu kadar, İslâmcı şiddetle mücadele konusunda da hükümetlerin ana stratejisini temsil eden “eğitim şart” düsturunu da dikkate almak gerek. Tarih-Coğrafya öğretmeni Samuel Paty’nin katledilmesi ve akabinde yaşanan gelişmelerin arka planında yatan bağlam, bu üç ayağın bir bileşkesinden doğuyor ve bugün Fransa’da yaşananların ne derece karmaşık olduğunu açığa çıkarıyor. 

9 Aralık 1905 tarihli Laiklik Yasası’nın kabulünün 100. yıl dönümünde Fransa’nın birçok şehrinde laikliği savunan kalabalık gösteriler düzenlenmişti. (Paris-Rébublique Meydanı, 10 Aralık 2005. Fotoğraf: Jean Pierre Müller)

Müfredat ve eleştirel düşünce

Her şeyden önce, Paty’nin katledilmesine gerekçe olarak gösterilen dersin Enseignement Moral et Civique (EMC), yani Ahlâk ve Yurttaşlık Eğitimi kapsamında veriliyor olması meselesiyle başlamak gerekiyor. Zira, eskiden müfredatta sadece Yurttaşlık Dersi olarak geçen ve oy kullanma, demokratik düzenin işleyişi, insan hakları, cumhuriyet değerleri gibi konuları kapsayan bu ders 2015 itibariyle bir dönüşüme uğruyor.

Charlie Hebdo saldırılarının getirdiği bir bağlam içinde dersin adına “ahlâk” vurgusu eklenirken, basın özgürlüğü, blasphème ve mizah konuları da müfredat kapsamına giriyor. Böylece, Fransız karikatür ve mizah basını tarihinde önemli bir yer tutan Charlie Hebdo sınıfta işlenen bir konu haline gelirken, dergideki karikatürlerin de dersin amacı doğrultusunda öğrencilere gösterilmesi söz konusu olabiliyor[6].

Elbette müfredat doğrudan Muhammed karikatürlerinin gösterilmesini şart koşmuyor, burada daha ziyade Samuel Paty’nin dersi işleyişindeki bir tercihten bahsetmek gerekiyor. Zira Paty, Fransa’da pedagojik bir yöntem olarak sıkça başvurulan “ikilem yaratma” tekniğini kullanarak öğrencileri tartışmaya teşvik eden bir ders uyguluyor.

Paty bu kapsamda, 2015’te Charlie Hebdo’ya yapılan ve dergi çalışanlarından 11 kişinin katledildiği saldırıyı anlattıktan sonra, bir tarafta “hepimiz Charlie’yiz” sloganını ve “dini mizah konusu yapmak suç değildir”i, diğer taraftaysa “hepimiz Charlie değiliz”i ve “Charlie Hebdo İslâmcıları provoke ederek saldırı riskini artırıyor”u savunanlar arasında bir münazara amaçlıyor.[7] Paty’nin sınıfta –istemeyen bakmayabilir diyerek– Hebdo’nun Muhammed karikatürlerini göstermesi bu nedenle. Bağlamından koparılarak “karikatürleri gösterdi” diye kestirilip atılan hikâyenin derinliklerinde bir öğretmenin öğrencilerini eleştirel düşünmeye yöneltme çabası yatıyor.

Elbette Paty’nin bu çabasını ne hükümet ne İslâmi köktendinciler ne de aşırı sağcılar cephesinde görmek mümkün.

Paty’nin öldürülmesinde sosyal medyada bir nefret kampanyası örgütleyen bir velinin azımsanamayacak payı var. “Öğrencilere pornografik resim gösterdiği” iddiasıyla Paty’yi emniyete şikâyet eden bu veli, açılan dosyadan öğreniyoruz ki, şikâyetini kurduğu senaryo üzerinden yapıyor.

“Geliyorum” diyen cinayet

Paty’nin öldürülmesinde onu hedef gösteren, bununla da yetinmeyip sosyal medyada bir nefret kampanyası örgütleyen bir velinin, Brahim Chnina’nın azımsanamayacak payı var. Kızının Müslüman olduğu gerekçesiyle dersten çıkarılmak istendiğini öne süren Brahim Chnina “öğrencilere pornografik resim gösterdiği” iddiasıyla Paty’yi emniyete şikâyet ediyor. Açılan dosyada Paty’nin verdiği ifadeden öğreniyoruz ki, aslında Brahim Chnina’nın kızı o gün derse katılmamış; anlaşıldığı kadarıyla, Chnina etraftan duyduklarına binaen bir senaryo kuruyor ve şikâyetini bu senaryo üzerinden yapıyor.

Derste mevcut bulunan öğrencilerin tanıklıkları Müslüman öğrencilerin zorla sınıftan çıkarıldığı iddiasını boşa çıkarsa da, bu velinin sosyal medyada yayınladığı Paty’den hesap sorulması çağrısı yapan videoları, cinayetten sonra resmen kapatılan Pantin Camisi’nin resmi Facebook sayfasından da paylaşılarak yayılıyor.

Özetle, Samuel Paty sosyal medya üzerinden örgütlenen bir kampanyayla açıkça hedef gösteriliyor. Öyle ki, katil cinayet günü okulun önüne geldiğinde elinde Paty’nin bir fotoğrafı bile var.

Keskinleşen kutuplaşma

Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, daha cinayetin işlendiği günün akşamı okulu ziyaret ederek bir basın açıklaması yaptı, olayı “tipik bir terör saldırısı” olarak niteledi. Macron, “bir yurttaşımız öğretmenlik yaptığı için, öğrencilerine ifade özgürlüğünü, din özgürlüğünü, inanıp inanmamanın ne demek olduğunu öğrettiği için öldürüldü” diyor ve ekliyordu:

“Bu saldırıyı gerçekleştirenin bir öğretmeni kurban seçmiş olması tesadüf değil, zira bu saldırıyla aynı zamanda cumhuriyeti ve cumhuriyetimizin değerlerini hedef alıyordu. Aydınlanmayı, çocuklarımızın nereden gelirlerse gelsinler, hangi dinden olurlarsa olsunlar, özgür birer yurttaş olma olanağını hedef alıyordu. Bu hepimizin mücadelesidir ve varoluşsal bir mücadeledir.”

Samuel Paty’yi anma gösterisi (Paris, 18 Kasım 2020)

Diğer taraftan, cinayetten iki gün sonra, ağırlıklı olarak eğitim sendikaları tarafından yapılan bir çağrıyla gayri resmi bir anma düzenlendi. Paris République Meydanı’nda gerçekleşen anma, olaydan sonraki ilk kitlesel tepki olması sebebiyle, devlet erkânından aşırı sağcılara, her kesimin boy gösterdiği bir mahiyete büründü.

Siyasi görüş ayrılıklarına rağmen aynı meydanda toplanan farklı kesimler arasında, olayların kutuplaştırıcı etkisiyle gerginlikler yaşandı. Örneğin, ırkçılık karşıtı hareketin başlıca örgütlenmelerinden biri olan Adama için Adalet Platformu’nun sözcüsü Assa Traoré, alanda çekilen bir fotoğrafı sebebiyle hedef alındı. Fotoğraftaki pankartta “RIP Samuel, mort en saignant” yazılıydı; “Samuel kanayarak öldü” anlamına gelen bu cümle telaffuz benzerliği sebebiyle “Samuel öğretmen öldü” olarak da okunabilir. Bu pankarta yönelik sosyal medyada ortaya çıkan tepkiler aşırı sağ medyanın köpürtmesiyle hızla polemiğe dönüştü.

Bu slogan anmaya katılan pek çok öğretmen tarafından kullanılmasına rağmen sadece Assa Traoré’nin hedef alınması üzerine, Platform “mürteci hareketin bileşenleri bizim Samuel Paty için düzenlenen anmaya katılmamızı kaldıramadı, ölümü araçsallaştıran leşçilere yazıklar olsun!mesajı yayınladı.

Meydanın öteki ucunda ise eğitim reformları sebebiyle uzun süredir sendikalar ve bağımsız örgütlenmeler tarafından protesto edilen Milli Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer ve Yüksek Öğretim Bakanı Frédérique Vidal, alana girdikleri anda tepkiyle karşılandılar. Kalabalığın içinden bir grup bakanlara sırtlarını dönerek “burada hoş karşılanmadıklarını” onlara hatırlattı.

Hasılı, cinayetin hemen ardından, sıcağı sıcağına gerçekleşen gayri resmi anma etkinliği, mevcut ayrışmaların aktörlerini ve kutuplarını da gözler önüne seriyordu. İlerleyen günlerde bu kutuplaşma özellikle hükümet kanadından gelen söylemler ve düzenlemelerle birlikte daha da keskinleşti.

Paty’nin öldürülmesinden bir hafta sonra, Eğitim Bakanı Senato’da yaptığı konuşmada, “üniversitelerin bazı bölümlerinde tuhaf bir cumhuriyet algısı var” dedi ve “İslâmo-solcuların kalesi haline gelen bu bölümler öğrenciler üzerinde büyük tahribat yaratıyor” diye ekledi.

Üniversitelere “İslâmo-solcu” suçlaması

Samuel Paty’nin öldürülmesinden bir hafta sonra, Milli Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer Senato’da yaptığı konuşmada, “kör olmayalım, üniversitelerin bazı bölümlerinde tuhaf bir cumhuriyet algısı var” dedi. “İslâmo-solcuların kalesi haline gelen bu bölümler öğrenciler üzerinde büyük tahribat yaratıyor” diye ekledi, laiklik ve cumhuriyet değerleri üzerine kürsüler açılması fikrini gündeme getirdi.

Bu da yetmedi, aynı gün Europe 1 kanalında katıldığı bir programda, Blanquer İslâmo-solcuların üniversitelerde yarattığı yıkıma yeniden vurgu yaparak, Fransa Ulusal Öğrenci Sendikası (Union nationale des étudiants de France – UNEF) gibi örgütlenmeleri bu sürecin sorumluları olarak mimledi. Bakana göre, Paty’nin katili de bu tür örgütlenmelerin teşvik ettiği entelektüel radikalleşmenin bir ürünüydü.

Üniversiteler esasen Yüksek Öğretim Bakanı Vidal’in yetki alanında olmasına rağmen Milli Eğitim Bakanı’nın böyle bir çıkışta bulunması her nedense yadırganmadı, fakat “İslâmo-solcu” gibi aşırı sağın sözlüğüne ait bir kavramı bir bakanın kullanması üniversiteler kanadında, özellikle de öğrenci hareketinde bir öfke dalgası yarattı[8].

Üniversite Rektörleri Birliği (Conférence des présidents d’université – CPU) bakanın açıklamalarına yazılı bir bildiriyle “Hayır, üniversiteler bizi hep daha kötüye götüren bir ideolojinin kurulduğu yerler değildir. Fanatizmin ifade alanı ya da teşvik edildiği yerler değildir. Terörizmin suç ortakları olarak tanımlanamazlar” diye cevap verdi.

Bizzat bakan tarafından hedef gösterilen öğrenci sendikası UNEF ise İslâmi radikalizmi benimsedikleri ya da teşvik ettikleri gibi bir iddianın “cehalet kanıtı” olduğunu not düşerek bakanın sözlerini anlamsız ve kabul edilemez bulduklarını duyurdu[9].

Samuel Paty için düzenlenen resmi saygı töreni (Paris, 21 Kasım 2020. Fotoğraf: François Mori)

Medyanın tutumu

UNEF üzerinden dönen tartışma anaakım medyada da geniş yankı buldu. TV ekranları “İslâmo-solcu”lara veryansın eden yorumculardan geçilmiyordu. Hükümete mesafeli ve eleştirel konumdaki mecralarda dahi aynı tutum göze çarpıyordu. Örneğin, esasen devlet radyosu olmasına rağmen hükümet politikalarının sıkça eleştirildiği birçok yayına imza atan France Culture radyosu da UNEF’i günah keçisi ilan etmekten geri durmamıştı.

France Culture’de “Samuel Paty’nin öldürülmesinin ardından eğitimde yaşanan kriz ve solun krizi[10] başlıklı bir program yapan Mark Weitzmann, konuğu olarak yayına katılan UNEF başkanı Mélanie Luce’i sorularıyla köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Programın bir noktasında, Weitzmann UNEF başkanına dönerek, “UNEF ile EMF (Fransa Müslüman Öğrenciler – Étudiants Musulmans de France) arasındaki ilişki nedir? EMF’nin Müslüman Kardeşler ile ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, UNEF olarak böyle bir grupla ilişkide olmanız ne anlama geliyor?” diye sordu.

Sorusuna yanıt alamayan Weitzmann, yayının diğer konuğu Charlie Hebdo’nun insan kaynakları yöneticisi Marika Bret’e döndü. Bret “Irkçıların ekmeğine yağ süren İslâmofobi madrabazlarına açık mektup” (Lettre aux escrocs de l’islamophobie qui font le jeu des racistes) isimli bir yayın üzerine Ocak 2018’de Paris-Diderot Üniversitesi’nde yapılması planlanan bir etkinliğin UNEF militanları tarafından sabote edildiğini aktardı.

Weitzmann tekrar UNEF başkanına dönerek uyguladıkları sansürün gerekçesini sordu, fakat uğradığı saldırgan tavır sebebiyle neye uğradığını şaşıran UNEF başkanı cevap vermekte zorlandı. Nihayet, programın sonlarına doğru kendisini toparlayarak, “bizi İslâmi radikalleşmenin suç ortağı olarak göstermeye çalışmanızı anlayamıyorum, programınızın ve sorularınızın kalitesizliğinden bahsetmeyeceğim bile. Ortada bu kadar can yakıcı bir mesele varken, siz gelmiş bizimle uğraşıyorsunuz” sözleriyle Weitzmann’a tepki gösterdi[11].

TV ekranları “İslâmo-solcu”lara veryansın eden yorumculardan geçilmiyordu. Hükümete mesafeli ve eleştirel konumdaki mecralarda dahi aynı tutum göze çarpıyordu.

Çifte kavrulmuş OHAL

Bu tartışmalar devam ederken, 29 Ekim’de, Nice kentinde Notre Dame bazilikasında üç kişinin ölümüyle sonuçlanan bir bıçaklı saldırı oldu. Basına yansıyan tanıklıklara göre, 21 yaşındaki Tunuslu göçmen Brahim Aouissaoui, sabah erken saatlerde bazilikaya girerek önce 60 yaşındaki Nadine Devillers’ı boğazlamış, ardından bazilikanın zangoçu Vincent Loquès’i bıçaklamıştı. Aouissaoui tarafından ağır yaralanan 44 yaşındaki Simone Barreto Silva ise bazilikanın karşısındaki kafeye sığınmış, fakat aldığı bıçak darbeleri sebebiyle dakikalar içinde hayatını kaybetmişti.

Bazilikanın karşısındaki kafenin sahibinin ihbarı üzerine olay yerine gelen polisin açtığı ateş sonucu ağır yaralanan Aouissaoui hastaneye kaldırıldı, açılan soruşturma kapsamında olayla ilgisi olduğu düşünülen beş kişi gözaltına alındı. Aynı gün ülkede terör alarmı en yüksek düzeye çıkarılırken, hemen ertesi gün başlayan genel karantina uygulamasıyla birlikte, Fransa’da iki tür olağanüstü hal ilan edildi. İlki Covid-19 salgını kapsamında alınan kısıtlayıcı önlemler için sıhhi olağanüstü hal, ikincisi Nice’teki saldırı sebebiyle getirilen terörle mücadele olağanüstü hali.

Pedagojik etkinlikler, travmatik vukuatlar

Böyle bir atmosferde, okulların hafta başında yeniden açılmasıyla birlikte, özellikle ikinci kademe eğitimde başka bir çatışma alanı ortaya çıktı. Bir yandan, genel karantina uygulamasına ve koronavirüs salgınından korunmak için alınan önlemlerin yetersizliğine rağmen, Milli Eğitim Bakanlığı kararıyla yeniden açılan ortaokul ve liselerde öğrencilerin inisiyatifiyle işgal ve girişi engelleme eylemleri yapılıyordu. Bazı okullarda öğretmenlerin de greve giderek destek verdiği bu eylemler bakan Blanquer’in artık sadece “reform”larıyla değil, söylemleri ve aldığı kararların vahametiyle tepki odağı haline geldiğini gösteriyordu.

2 Kasım’da, saat 11.15’te tüm okullarda düzenlenen bir dakikalık saygı duruşunun ardından Jean Jaurès’in 15 Ocak 1888 tarihli “Öğretmenlere Mektup” başlıklı metni okundu. (Vesoul, 2 Kasım 2020. Fotoğraf: Bruno Grandjean)

Diğer yandan, yine Milli Eğitim Bakanı tarafından duyurulan ve ülke çapında tüm okullarda düzenlenmesi zorunlu kılınan Samuel Paty için anma törenleri ve pedagojik etkinlikler gerilime tuz biber ekti.

İki hafta süren ara tatil sonrasında okula dönüş günü olan 2 Kasım’da, saat 11.15’te tüm okullarda eş zamanlı olarak bir dakikalık saygı duruşu düzenlendi. Ayrıca, okullar Jean Jaurès’in 15 Ocak 1888’de yayınlanan “Öğretmenlere Mektup” (“Lettre aux instituteurs et institutrices“) başlıklı yazısının tüm öğrencilere okutmak ve Paty cinayetine dair en az bir saatlik pedagojik bir oturum düzenlemekle sorumlu tutuldu. (Jaurès’in ünlü mektubunun sol içeriğinden arındırılarak okutulmasının tepki çektiğini de eklemek gerekiyor.)  

Blanquer kasımın ilk haftasında yaptığı açıklamada, okullardaki zorunlu anma ve etkinliklerde yaklaşık 400 ihlâlin yaşandığını belirtti. Bakana göre, bu ihlâllerden 160’ı bir dakikalık saygı duruşuna katılmama ya da saygısızlık etme kapsamına girerken, 150’si “terörü övmek” suçunu içeriyordu. Onlarca başka vaka ise “daha da vahim” addediliyor, bu doğrultuda davrandıkları tespit edilenler hakkında yasal işlem başlatılacağı duyuruluyordu.

Aslında, “terörü övmek” suçlamasıyla ilgili adli süreç, bakanın açıklamasından hemen önceki gün zaten başlamıştı. 5 Kasım sabahı erken saatlerde, Albertville (Savoie) şehrindeki Louis-Pasteur Okulu’nda eğitim gören 10 yaşındaki dört öğrencinin evine baskın düzenlendi. Üçü Türkiye-Fransa çift vatandaşlığına sahip olan bu öğrenciler Samuel Paty anmasından sonra yapılan pedagojik etkinlik esnasında söyledikleri sözler nedeniyle okul idaresine şikâyet edilmiş, öğretmenin “sen öldün” yazılı bir mesaj almasıyla birlikte de konu savcılığa intikal etmişti.

Bakanla aynı gün açıklama yapan savcı Pierre-Yves Michaud “terörü övmek ve öğretmeni ölümle tehdit etmek suçlarından bir soruşturma başlatıldı” dedi ve ekledi: “Dokuz saat süren sorgulamanın ardından serbest bırakıldılar. Kız çocuğu soruşturma kapsamı dışında bırakıldı, diğer üçü ise öğretmene yönelik ölüm tehdidinde bulunduklarını ve teröriste hak verdiklerini kabul ettiler. Aralarından biri televizyonda izlediklerinden etkilendiğini söyledi, diğerleri de ona uyduklarını beyan ettiler. Özür dilediler”.

Türkiye basınında da yer bulan bu olayın detaylarına bakılınca, durumun gerçekten endişe verici olduğu görülebilir. Zira, öğrencilerin evlerine baskın düzenlenmesi, evde arama yapılması, gözaltına alınan öğrencilerin 11 saat nezarethanede tutulması, Türkiye vatandaşlığı bulunan ebeveynlere Erdoğan ve Macron hakkında ne düşündüklerinin sorulması gibi uygulamalar açıkça göz korkutmak ve sindirmek amacını taşıyor.

Ülke çapında tüm okullarda düzenlenmesi zorunlu kılınan Samuel Paty için anma törenleri ve pedagojik etkinlikler yeni bir gerilim yarattı. Eğitim Bakanı bu etkinliklerde 400 ihlâlin yaşandığını belirtti. Bu ihlâllerden 150’si “terörü övmek” suçunu içeriyordu.

Bağımsız haber sitesi Mediapart’ın öğrenciler ve ebeveynleriyle yaptığı bir röportajın da ortaya koyduğu üzere, bu amaca ulaşılmış görünüyor. Her ne kadar öfkeli ebeveynler polis baskını ve çocuklarının gözaltına alınması sebebiyle yasal süreç başlatacaklarını söylese de, çocuklar yaşadıkları şokun etkisiyle uzun süre gazetecinin sorularına yanıt veremiyor, en sonunda konuşmaya başladıklarında ise arkadaşları tarafından “terörist” damgası yiyecekleri korkusuyla okula dönmek istemediklerini belirtiyorlar.

Diğer yandan, Albertville’de yaşananlar Paty cinayetinin öğretmenler için ne derece büyük bir travma olduğunu da gösteriyor. Mediapart’ın görüştüğü bir milli eğitim müfettişi, ölüm tehdidi mektubu alan öğretmenin çocukların ebeveynleriyle iletişim kurmayı ya da çocuklarla konuşmayı düşünemeyecek derecede alt üst olduğunu belirtiyor. Böyle bir durumda doğrudan emniyet güçlerine başvurmak dışında bir çare göremediğini ekleyerek, “ortada bir tehdit mektubu olmasaydı olaylar çok farklı olurdu, hatta bugün bunu konuşmuyor olurduk” diye açıklıyor.

İslâmofobinin iki ucu

Paty cinayeti ve Nice saldırısı sonrasında yaşananlar, bugün Fransa’da İslâmofobinin seyrine dair ne söylüyor?

Bu zamana kadar Fransa’da İslâmofobinin iki ucu, iki farklı yüzü vardı. Bir uçta aşırı sağın ve muhafazakârların başını çektiği, Avrupa’da da yükselen anti-feminist, antisemitist, göçmen karşıtı, evlilik eşitliği karşıtı bir cephenin İslâmofobisi. Diğer uçta ise Macron’un söylemlerinde baskın olan, cumhuriyetçi ve laik bir çerçeveden, Fransa toplumunun ulusal değerlerine vurgu yaparak ayrılıkçı (séparatiste) görülen kesim olarak Müslümanları hedef alan bir İslâmofobi.

Irkçılık ve İslâmofobi karşıtı gösteri (Paris, 10 Kasım 2019. Fotoğraf: Geofffroy Van Der Hasselt)

İlki, köktenci, tüm Müslümanları bizatihi Müslüman oldukları için hedef alıyor, nefret suçu işliyor ya da teşvik ediyor. İkincisi, devlet ve toplum yönetiminde benimsenen politikalardan beslenen kurumsal bir İslâmofobi, bu bağlamda başörtüsü ya da burka yasağıyla ayrılıkçılık yasası gibi düzenleyici önlemlere dayanıyor.

Bugün gelinen noktada ise İslâmofobinin bu iki ucu arasındaki mesafenin kısalmasına, yok olmaya yüz tutmasına tanık oluyoruz. Kurumsal olan ile gündelik İslâmofobi giderek örtüşmeye başlıyor. Hükümet aşırı sağcı söylemi her geçen gün daha çok benimserken, Müslüman karşıtı ırkçılar da giderek daha cüretkâr ve tehditkâr bir tutum alıyor.

Böylece, İslâmi köktendincilik ile Müslüman toplum arasında çizilmesi zorunlu olan sınır da silinmeye yüz tutuyor. İki İslâmofobi iç içe geçerken, Müslümanlar da homojen bir kategori olarak alınıyor ve topyekûn hedef gösterilir hale geliyor.

Çemberi kırmak

Kısacası, Samuel Paty cinayetinden Nice saldırısına, çember daha da daralmış, taraflar daha da sıklaşmış görünüyor. Dahası, çemberi kırmaya çalışanların, başka görüşlere, başka çözüm yollarına kapı aralayanların bir sonraki hedef olarak mimlendiği ürkütücü bir tablo ortaya çıkıyor.

Diğer yandan, üniversitelerin bu süreçte hedef haline gelişi de tesadüf değil. Milli Eğitim Bakanı Blanquer’in üniversiteyi “İslâmo-solculuk”la suçlamasının asıl sebebi mevcut hükümet politikalarına bir tehdit olarak görmesinde yatıyor.

Ayrıştıran, kutuplaştıran, baskı uygulayan her rejimde olduğu gibi, Fransa’da da ilk darbe eleştirel düşüncenin, kamusal tartışmanın, özgür ifadenin mekânı olan üniversitelere vuruluyor. Bu noktadan itibaren artık akademik özgürlüklerin de risk altına girdiği yeni bir tehlikenin doğuşuna tanıklık ediyoruz.

[1] Tam bir sene önce, Bayonne kentinde, 84 yaşındaki aşırı sağcı eski bir militan bir camiye saldırmış, iki kişi ağır yaralanmıştı. Hemen sonra Müslüman karşıtı ırkçılıkla mücadele yürüten pek çok örgütlenme kitlesel eylem çağrısı yapmış, on binler Paris sokaklarında İslâmofobiyi protesto etmek için yürümüş, “dini eleştirmeye evet, mümine nefrete hayır!” diye haykırmıştı. Aynı eylemde bir FEMEN militanı da, elinde “Le blasphème est un droit républicain” / “Dini aşağılamak cumhuriyetçi bir haktır” pankartı ve çıplak gövdesi üzerinde “Ne bradons pas la laïcité” / “Laikliği tasfiye etmeyelim” yazısıyla boy göstermişti. 
[2] Fransa’nın sömürgeci dönemi, bugün yürürlükte olan ortaokul Tarih-Coğrafya müfredatındaLa Troisième République, un régime, un empire colonial”, yani “Üçüncü Cumhuriyet, bir rejim, bir kolonyal imparatorluk” teması altında işleniyor. Bu kapsamda 1789 Fransız Devrimi mirasının Üçüncü Cumhuriyet tarafından nasıl benimsendiği ve böylece bugünün Fransa’sının ulusal değerlerine nasıl temel atıldığı konu edilirken, bir yandan da Fransa’nın sömürgeci geçmişi “imparatorluk” olarak olumlanıyor.
[3] Konuyla ilgili detaylı bir inceleme.
[4] Örnek olarak Jean-Paul Lilienfeld’in yönetmenliğindeki 2008 yapımı “La Journée de la jupe” filmi verilebilir.
[5] Bu durum başka bir düzlemde, Ermeni soykırımı bağlamında da yaşanıyor. Türkiyeli öğrencilerin çoğunlukta olduğu okullarda, öğretmenler Ermeni soykırımı konusunu müfredatta bulunmasına rağmen geçiştirmeyi ya da atlamayı tercih edebiliyor. Doktora tez araştırması vesilesiyle Fransa’da lise tarih öğretmenleri ile yaptığım görüşmelerden birinde, Marsilya’da yaşayan Ermeni kökenli bir Tarih-Coğrafya öğretmeni, “Strasbourg’da bir mektup tartışması olmuştu […]. Türk ailelerin okul yönetimine göndermesi için hazırlanmış bir mektup, kabaca ‘Hayır, kabul etmiyorum, benim kızım, benim oğlum, soykırım konusunun işlendiği derse girmeyecek, bu bir yalan’ diyordu” diyerek söz konusu gerilimi örneklemişti.
[6] Öyle ki, öğretmenlere hazır ders planları ve pedagojik etkinlik önerileri sunan web sitelerinde bu ders kapsamında Charlie Hebdo’nun tarihinden dergide yer alan karikatürlere, geniş bir arka plan bilgisi sunuluyor.
[7] Öğretmen Paty’nin dersi işleyişi öğrencilerin defterlerine aldığı notlar üzerinden Fransız medyasına yansıdı.
[8] Çok değil, henüz 2019 Haziran’ında, École des hautes études en sciences sociales (EHESS) çatısı altında faaliyet gösteren otonomist bir öğrenci grubu “İslâmo-solcu” oldukları gerekçesiyle Neonazi bir başka öğrenci grubu tarafından saldırıya uğramıştı. Rektör araya girmek durumunda kalmış, fakülte kapatılmış, polis gelmeden eli sopalı öğrenci güruhu buhar olup dağılmıştı.
[9] Bu noktada UNEF’in başörtülü bir temsilcisinin 17 Eylül’de Ulusal Meclis’te yapılan bir oturuma katılması sebebiyle özellikle sağ partilerin milletvekillerinin ağır eleştirilerine maruz kaldığını hatırlatmakta fayda var.
[10] Weitzmann’ın program için seçtiği başlıkta kriz kelimesinin kullanımı dikkat çekici: Eğitimde bir kriz yaşanıyor, ama solun “kendi” krizini görüyoruz.
[11] Programın son on dakikası, UNEF Başkanı Luce’un soluksuz kalmak pahasına dur durak bilmeksizin Weitzmann’a çektiği ayarla geçiyor. Yayının tamamını dinlemek için.
^