Bir yandan sürü bağışıklığına belli belirsiz göz kırpılıyor, diğer yandan seçmece önlemlerle “eğriyi düzleştirme” politikası uygulanıyordu. Şimdi önlemler gevşetiliyor, sürü bağışıklığına kapı açan “normalleşme” hazırlıkları yapılıyor. Buraya nasıl geldik, gidişat ne gösteriyor, meseleye nereden bakmalı? İktisatçı Mert Karabıyıkoğlu’nu dinliyoruz.
“Sağlık meslek örgütlerini konuşturmuyorlar!” “Ne oldu da önlemlerden cayılıyor?” “Ekonomi düzelsin diye önlemleri kaldırmak da çok kör gözüm parmağına.”
Salgına dair kamuoyundaki tartışma buralarda takılı kaldı. Buraya nasıl geldik, sosyal politika bugün bize neyi lâyık görüyor, onu gözden geçirmeye ve tartışmayı biraz çaplandırmaya çalışacağım.
Jacobin dergisinin çevrim-içi yayınlarından birinde Chris Brooks, sosyal mesafeyi koruma önlemlerinin doğru ön çalışmalar olmaksızın ve de yanlış bir zamanlamayla kaldırılacak olmasına çıkışıyor. Brooks’a göre, bu kararın aceleye getirilmesi bütünüyle canice; halk sağlığı ekonomik bahanelerle hiçe sayılıyor.
Önlemlerin ekonomiye zararlarının sağlık politikasının en can alıcı ekonomik yönü olduğuna katılmıyorum. Önlemlerin derli toplu olmadığından yana mutabakata da.
Dünyanın her köşesinde süreç gayet tekdüze geçti ve teknokratik özlemlere göre şekil aldı. Salgın belli bir yaşın üstündekileri kötü etkiliyordu. Risk grupları bunlardı. Salgın özellikle yoğun nüfuslu yerleşimlerin başını yakıyordu. Sosyo-ekonomik grupların salgından eşitsiz bir biçimde etkilendiği, salgının bu grupların yerleşik düzenlerine göre konuşlandığı (cezaevleri, mülteci kampları vb. cabası), dünya ekonomileri arası eşitsizlikler sanki bulaşıcı hastalıklar disiplini için yeniydi. Bu teknokratçılık sağlık ve sosyal güvenliğe dair demokratik beklentileri uzakta tutmanın yanısıra, alınan önlemlerin sosyo-ekonomik, tarihsel düzlemini de örtbas ediyor.
Chris Brooks’a göre, sosyal mesafeyi koruma önlemleri ekonominin işleyişini aşırı dizginlemeyecek bir düzeyde tutulursa, sağlık güvenliği hapı yutmuş olacak. Özellikle ABD’de, günlük vaka sayısı 3 bin gibi yüksek bir düzeyde yeni yatay bir görünüm almışken bu tartışmanın başlaması, önlemleri kaldırma kararının tek taraflılığını iyiden iyiye dışavuruyor.
Artık iyice kanıksanan bir şey de salgının sürü bağışıklığı tamamlanmadan atlatılamayacağı. ECDC raporunda, etkin sürü bağışıklığı kazanımı “nüfus korunaklılık eşiği” diye tanımlanıyor. Rapordaki tahmine göre, R0 3 olarak alındığında, bu eşik dünya nüfusunun yüzde 67’si kadar.
Günlük vaka sayısını çok daha iyi baskılayabilmiş, test, tarama, izlemeye alma protokollerini sonuna kadar takip etmiş ülkelerde dahi, önlemleri kaldırma tarihini olabildiğince erkene alma telaşı göze çarpıyor. Önlemlerin kalkmasıyla, bu ülkelerde de salgının yeniden patlak vermesi gayet muhtemel. O nedenle, her ülkede dönem dönem en koyu kısıtlamalara başvurulduğu, dönem dönem küçük çaplı önlemlerle günün kurtarıldığı bir düzene geçilmesi bekleniyor.
Brooks’a ters gelen, yatırım bankası JP Morgan’ın önerisinin aksine, bazı yerlerde buna günlük vaka sayısının sıfıra yakın değerler almasını beklemeden başlanması, bu düzenin işleyişine dair genel kuralların eksikliği ve bu eksiklik yüzünden, sürecin bütünüyle büyük işletmeler/sermaye çevrelerinin gözetiminde ilerlemesi ihtimali. Bir anlamda, Brooks için, “ne kadar çok önlem, o kadar iyi” diye tutturup bu tartışmadan dışlanmaya değmez. Hangi önlemler, hangi zamanlama sağlık güvenliğimizin lehineyse onun tarafını tutmalı ve sürecin baştan kurallı bir biçimde kumanda edilmesinde ısrar etmeliyiz.
Bu önerinin en tuhaf yanı, önlemlerden çok, önlemlerin kaldırılması kararının ekonomik yönünü önemsemesi; sosyal mesafe kısıtlamaları ekonomiye kötü etki eden yaptırımların toplamı. Bir ekonomik son söz olmaksızın önlemlerin özel bir ekonomik yönünün olabileceği Chris Brooks gibilere yeterince inandırıcı gelmiyor. Böyle bir ekonomik son söz olsaydı, bu politikalara da bir çekidüzen verirdi. Oysa, salgına tepkiler hayli gelişigüzeldi: Ya hastalığa dair bilgisizlik, salgın denetimi hakkındaki belirsizlikler, gafil avlanmanın etkisi ya da baştan ekonomi büsbütün gözden çıkarılamadığından yarım yamalak birtakım önlemlerin alınması sağlık politikasına şekil verdi.
Bazılarının “ne kadar çok önlem, o kadar iyi” diye üstelediği doğru. Brooks için bu adeta politik bir intihar, çünkü “ekonomik kıyamet mi, can pazarı mı” oyununa gelinmiş olunuyor. Eğer tamamen saf dışı kalınmayacak ve bir politik varlık gösterilecekse, bu, “önlemler mi, ekonomi mi” diye tartışmayı kesip doğru önlemlerin hangileri olduğunu ve “ekonominin yeni düzeni, yeni dengeleri ne olmalı”yı görüşmekle olacak.
İster sosyal mesafenin korunması, ister başka tür önlemler olsun, sermaye, en çok da birtakım “önlemler” alarak kendi düzenini, belli ekonomik dengeleri emniyete alabileceğinden, Brooks’un analizi bana kusurlu geliyor.
R içeri, biz dışarı
Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi’nin (ECDC) 8 Nisan tarihli risk değerlendirme raporu, en etkili önlemlerin hangileri olduğu henüz bilimsel, kesin bulgularla desteklenememiş olsa da, sosyal mesafeyi koruma önlemlerinin mutlaka bir etkisinin olacağına getiriyor. Başıboşluk, hatta politikasızlık patırtısı buradan kopuyor. Oysa önemli olan, her defasında tahkik edilen önlemlerin bizi salgından ne kadar koruyacağından ziyade, eğriyi düzleştirmeye ne kadar etki ettiği.
Eğriyi düzleştirdiğinizde, salgının hastaneleri kitlemesine hayır demiş oluyorsunuz. Hastalığı ağır geçirenlerin hastanelerdeki doluluk yüzünden bakım alamaması, doğrudan bedensel dayanıklılığa atfedilemeyecek sağlık ve can kayıplarının katlanması anlamına geliyor. Tıbbi yardımdan yoksun kalınmasının, düşük nitelikteki bakım alternatifleri aracılığıyla salgını süratle büyütüp teknik olanaksızlıkların önayak olduğu kayıpları çoğaltacağı da ortada. Tıbbi bakım olanakları kısa zamanda yeterince takviye edilemeyeceğinden, hasta trafiğinin düzenlenmesinin yolu başta salgının baskılanmasından geçiyor. Tüm ülkeler salgının etki alanını sağlık düzenini tepetaklak etmeyecek bir düzeye geriletmeye kararlı.
Covid-19’da, nüfusun kayda değer bir kısmının hastalığı belirtisiz atlatması, insandan insana geçişlerde özdenetim fırsatlarını en aza indiriyor. Belirtisiz geçirenlerde dahi hastalığı atlatmanın uzun zaman alması ise ikinci bir talihsizlik. R0 bu bilgileri yansıttığı kadarıyla bir anlam ifade ediyor.
Eğriyi düzleştirme politikası dünyadaki tüm yönetimlerin gözdesi oluverdi. Sosyal mesafeyi koruma önlemlerinin eğriyi düzleştirme dışı bir maksadının olmadığını sayısız sağlık yetkilisinden, sayısız politikacıdan dinledik, her türlü basında okuduk. Artık iyice kanıksanan bir diğer şey de salgının sürü bağışıklığı tamamlanmadan atlatılamayacağı. ECDC raporunda, etkin sürü bağışıklığı kazanımı “nüfus korunaklılık eşiği” diye tanımlanıyor. Rapordaki tahmine göre, R0 3 olarak alındığında, bu eşik dünya nüfusunun yüzde 67’si kadar.
Geçiminden ve işinden olma kaygısının önlemlere olan desteği azalttığını, bu gibi kaygıların sosyal güvencelerin araya girmesiyle tamamen giderilebileceğini ECDC raporlarında da okuyabiliyoruz. Avrupa’nın en üst sağlık örgütüne göre dahi iş garantisi ve işsizlik sigortası olmadan bastırılamayacak bu tepkilerin, göstermelik/bu defalık/salgına mahsus teminatlarla bastırılıp bastırılamayacağından çok yakında hepimizin haberi olacak.
İşsiz kaldıkları takdirde sağlık sigortalarını da kaybedecek olanlar önlemlere hiç sıcak bakmıyor olabilir. Bu, özellikle ABD’de, büyük bir problem. Dahası, hiçbir sosyal güvencesi olmayan, doktor ve ilaç parasını da çalışarak kazanan ve bunu da çocuklarını okula gönderebildikleri için yapabilenlere çocukların okula gidememesi katlanılmaz gelebilir. Kamu otoritesine ve alınan önlemlere güven dipteyse, bu tepkiler büyüyebilir. Eğer önlemlere güven tamsa da, okullarda ders başı yapılması ve ekonominin rayına oturması beklentileri uçup gitmeyecek.
“Bir düzlüğe çıkılmayacaktı ise, herkesi salgından korumayacaktı ise, niyeydi bu önlemler” diye homurdanmak bir kapris veya gözü dönmüşlük olmayabilir.
Hasta kabullerinin aksamaması bugün için salgın kontrol yöntemlerine dayanıyor. Sosyal mesafeyi korumaya dayalı bu yaptırımlar sayesinde içimizden herhangi birinin viral odakla karşı karşıya gelme ihtimalinin görece düşmesi, hiç olmadı, salgının etkisinin görünürde kaybolduğu bir dünyada böyle yapay bir beklenti içine girilmesi bize o kadar da esrarengiz gelmemeli.
Angela Merkel, geçenlerde, önlemlerin Almanya’daki etkilerini ve bu sağlık politikasından erken caymanın olası kötülüklerini R0 göstergesi aracılığıyla kameralara değerlendirdi. Oysa R0, salgına karşı önlemler görmezden gelinerek hesaplandığında bilgi değeri olan bir gösterge. Covid-19’da, nüfusun kayda değer bir kısmının hastalığı belirtisiz atlatması, insandan insana geçişlerde özdenetim fırsatlarını en aza indiriyor. Belirtisiz geçirenlerde dahi hastalığı atlatmanın uzun zaman alması ise ikinci bir talihsizlik. R0 bu bilgileri yansıttığı kadarıyla bir anlam ifade ediyor.
Önlemleri kaldırdığınızda, R tekrardan yükselişe geçiyorsa er ya da geç düğmeye geri basacaksınız. R yükselmiyorsa, R0 tahmininizi gözden geçirmelisiniz, çünkü azıcık bir sürü bağışıklığı bile salgının sıçramaması için yeterli. Buradaki karmaşa, R’yi düşürenin bu önlemler olup olmadığından emin olamamanız. Sürü bağışıklığı önlemlere rağmen yükselişte olabilir ve R’nin düşmesine belki de önlemlerden daha fazla etki ediyordur.
R0, önden bağışıklığın olmadığı bir çevrede virüsün taşınmasının ortalama değeri. R de hastalığın ortalamada kaç kişiye bir ortak kişiden geçtiğinin göstergesi, ama bir düzeltmeyle. Burada “bağışıklık belli bir aşamaya geldi, virüsün her yöne gitme özgürlüğü kısaldı” diyerek hesaba oturuyorsunuz. Sürü bağışıklığı kadar kısıtlamalar da R’yi düşürebiliyor.
R, Imperial College London’dan bir grup araştırmacının mart ayı içerisinde yayınladıkları çalışmayla şöhret oldu. Bu yayınla kamuoyuna, R0 2.4 gibi görece makûl bir değer aldığında, Britanya’da hiçbir önlem alınmazsa ölümlerin yarım milyonu aşabileceği, oysa R 1 ve altına düşünceye dek sosyal mesafeyi koruma önlemlerinde diretilirse ölümlerin elli binleri, eğer virüsün taşınması iyice denetime alınırsa, altı binleri aşmayacağı iletilmiş oldu.
Önlemleri kaldırdığınızda R tekrardan yükselişe geçiyorsa, er ya da geç düğmeye geri basacaksınız. Eğer R yükselmiyorsa, R0 tahmininizi gözden geçirmelisiniz, çünkü belki de azıcık bir sürü bağışıklığı bile salgının sıçramaması için yeterli. Buradaki karmaşa, en ciddi önlemleri almış da olsanız, R’yi düşürenin bu önlemler olup olmadığından emin olamamanız. Sürü bağışıklığı önlemlere rağmen yükselişte olabilir ve R’nin düşmesine belki de önlemlerden daha fazla etki ediyordur. R’nin takibi, bir zaman sonra önlemleri boşlayıp sizi sürü bağışıklığının etkilerini yoklamaya itiyor.
Eğriyi düzleştirmenin eğrisi, doğrusu
Sosyal mesafeyi korumaya dair düzenlemelerde bugüne dek belli bir tercih hep kollandı. Düzenlemelerin diğer getirileri burada birer tali sorgulama, o kadar. Eğer salgın ağırlaşan hastaların hepsini bakıma alabilecek kadar tam teşekküllü bir sağlık düzenine tesadüf etseydi, belki de kamu otoriteleri hepten tepkisiz kalacaktı. Fakat korumanın önemi böylesi bir sağlık düzeninin yokluğuyla resmileşmedi. Sürü bağışıklığı olmaksızın salgına sözümüzün geçmeyeceği, eğriyi düzleştirme politikasını mazur gösteriyor.
Önlemlerin sürü bağışıklığını öteleyebileceği doğru, ama bu, sürü bağışıklığı ve eğriyi düzleştirme politikasının birbirlerini dışladıkları anlamına gelmiyor. Eğriyi düzleştirme, sağlık müesseselerindeki tıkanmalardan başka aciliyetleri göz önüne almamanın konforu. Bunun baştan aşağı siyasi bir tercih olduğuna hak vermek için, ülkelerin bu politikaya riayet edip etmediklerini, ne kadar riayet ettiklerini veya ne kadar içtenlikle riayet ettiklerini tartışmaktan ilkin kaçınmalı. Bugünün sağlık politikası, her şeyden önce teknik/teknokratik bir hassasiyeti gözettiği için siyasi bir tercih.
Önlemler salgının kökünü kazımıyor, ama test ve tarama denetimlerinin bir düzene girmesinin ve salgının kasıp kavurduğu bölgeleri daire içine alarak aşırıya kaçmayan genel önlemlerin getirilmesinin yolu birden eğriyi düzleştirmekten geçer oluyor. Eğri düzleştikçe, hastalansak da hiç değilse muayene olup tedavi görebileceğiz deyip sokağa iner, işe gidip gelir oluyoruz.
Güçlü ekonomiler önlemlerden hazzetmeyenlerin baskılarına daha sağır olabiliyor, ama güçsüz veya güçlü ama kötü bir dönemden geçen ekonomiler, hangi önlemlerin alınacağında, önlemlerin ekonomiyi karaya oturtması karşısında daha sürüncemede kalabiliyorlar. Bu çok yüzeysel bir analiz. Herkes eğriyi düzleştirmenin abonesi, çünkü bu politika iktidarlar için ekonomik/politik düzeni belki salgından daha çok sarsacak baskılar karşısında ayak sürüme fırsatlarını genişletiyor.
Kısıtlamalar salgını baskı altına aldıkça, yahut sürü bağışıklığının ileri evrelerine geçildikçe, sosyal mesafeyi koruma önlemlerine desteğin körelmesi garipsenmemeli. Ayrıca, sağlıkçılar ve diğer yetkililer buna retorikleriyle ışık da tutuyor. İrfan Aktan’ın Bilim Kurulu’ndan Prof.Dr. Alpay Azap’la yaptığı 18 Nisan tarihli söyleşiye göz atmak bunun için iyi bir başlangıç.
Azap’a göre, “Türkiye’de vakaların halâ iki basamaklı sayılarda olduğu pek çok ilimiz var. Türkiye’nin tümü için alınan önlemlerin o illere zararlı etkileri de olabilir. Bu nedenlerle şehir şehir, hatta ilçe ilçe verilere bakıp ona göre hareket etmek gerekir. İl Pandemi Kurulları, İl Hıfzısıhha Kurulları’nın yetkililerinde bütün veriler mevcut. Saati saatine takip etme şansları var. Bu kurullarda halk sağlığı uzmanları görev yapıyor. Bu uzmanlar tüm verileri bilimsel gerçekler ışığında değerlendirip il ve ilçelere göre salgın yönetimi yapmalı.”
Önlemlerin aşırı kısıtlayıcı olmamasından yana baskıları demokratik tepkiler arasına elbette koyamayız. Her ne kadar siyasi otoritenin büyük taahhütler altına girmeme huyu, başımıza geleceklerin bir kez daha bizden bilineceği –ki sağlık bakanı Fahrettin Koca’nın “herkes kendi OHAL’ini ilan etsin” sözleri bu hissi uyandırmada birebirdi– sorguyu çoktan hak etse de, bazı çevrelerin kısıtlamalara gelemeyenler karşısındaki hayret ve hoşnutsuzluğundan da pek medet ummamalı.
Yalnızca “milli gelire katkısı olmayanlar”ın (işsizler, emekliler vb.) evde oturmasıyla ABD ekonomisinin milli gelirindeki senelik daralmanın yüzde 17’den yüzde 4’e gerileyebileceği hesaplanıyor. Tahminlerden bir diğeri de, hiçbir önlem alınmazsa, devamsızlıklarla (çalışan başına ortalama 10 kayıp iş günü) milli gelirin bir sene içinde en az yüzde 2 daralacağı.
Normale dönüşü erkene alma telaşına itirazlar, politikalarıyla sağlık güvenliğini bizzat ayaklar altına alan veya kısa dönemli, seçici kısıtlamalarla kamu yararının içini boşaltan yönetici ve yetkilileri yola getirmeye yeter de artar gibi gelebilir. Ancak, en kısıtlayıcı önlemleri alan yönetimlerin dahi sağlık düzeninin kaldırabileceğinden fazlasına esef ettikleri, eğriyi düzleştirme politikasının kısa dönemli, seçici düzenlemeleri öyle yabana atmadığı (hatta bizzat buna geçit verdiği) atlanırsa, kimseye iyilik etmiş olunmaz.
Özellikle önlemlerin kaldırılması, iktidardakilerin –sermaye çevreleri olsun başkası olsun– belli çıkar gruplarına kıyağı, “hangi politikaların kamu yararına olduğuna ancak taraf tutmayan bir yönetim hakemlik edebilir” gibisinden değerlendirmeler bizlerin aleyhine. Sağlık güvenliğimize kastetmeyecek daha demokratik alternatifler için de belli tarafların desteğini almak hayati. İleride bu çevrelerin birer çıkar grubu, demokratik sağlık politikası tekliflerinin ise belli grup ideolojileri gibi yaftalanıp yadırganmasında yönetimin tarafsızlığını göklere çıkarmanın katkısı azımsanmamalı. Aksinin salgından en kötü etkilenenleri iyice savunmasızlaştırması kaçınılmaz. Günümüzün otokratik/otoriter iktidarlarının başa gelişine bu ideolojisiz/çıkarlar-üstü/baskılara dayanıklı devlet hamasetinin hayrı büyüktü; bunun amigosu/üstlenicisi liberal muhafazakâr sağın kendisi özünde bir güçler koalisyonuyken ciddiye alındı böyle bir devletin varlığı.
Salgın iktisadı
1+1 Forum, 29 Mart’ta Ümit Akçay’ın salgın dönemindeki kamu politikası tercihlerini tartıştığı bir değerlendirmeyi yayınladı. Akçay’a göre, geçen kırk yılda sağlığın özelleştirilmesine de aracılık etmiş neoliberal düzen salgın döneminde kamu otoritelerini can güvenliği ve ekonominin kesintisiz işleyişini/ekonomik güvenliği bir arada gözetmekten alıkoyuyor, hatta bu çarpıklığı bizatihi 1980 sonrasının düzenlemelerine borçluyuz.
Ekonominin işleyişini hiç aksatmadan salgını atlatmak, salgın hemen hemen her ülkede özelleştirmelerle güçten düşürülmüş sağlık düzenlerine çabucak kök söktürdüğü ve hasarı müthiş yükselttiği için bu kararları alacaklara çok gerçekçi gelmiyor. Onun için, “en serti tüm ülkede uygulanan sokağa çıkma yasakları olmak üzere, sosyal mesafeyi açmayı hedefleyen farklı derecelerdeki önlemlerin alınması gündeme geliyor”. Bu önlemlerin ne kadar kısıtlayıcı olacağı veya ekonomik büyümeden ne kadar ödün verileceği ise ülkelerin salgın başlangıcındaki tıbbi olanaklarının insafında.
Halbuki bizi “karar alıcıların hareket alanı”, önlemlerin ılımlısı-ılımsızı tartışmasına iten, yetersiz düzeydeki teknik olanaktan ziyade, kişilerin hastayken hastaneye gidemediklerinde sağlık güvenliklerinin hükümsüz kalacağına tamam denmesi. Sağlık politikasının ipini buraya asmak, kamu otoritesine inanılmaz bir alan bırakıyor. Öyle ki, eğer sağlık olanakları içler acısıysa, tıkanacak hastaneler baştan yoksa, kılını kıpırdatmasa da olur. Eğriyi düzleştirme, sosyal mesafeyi koruma önlemlerinden en fazla ne kadar taviz verileceğini dikte edenden çok, bu tavizin ne kadar olursa olsun, ama zamanla mutlaka verilmesinde tarağı olan bir politik aksam.
İşte, bu önlemler salgının kökünü kazımıyor, ama test ve tarama denetimlerinin bir düzene girmesinin ve salgının kasıp kavurduğu bölgeleri daire içine alarak aşırıya kaçmayan genel önlemlerin getirilmesinin yolu birden eğriyi düzleştirmekten geçer oluyor. Hastaneler kitlendiğinde iyice gözümüz korkacakken, eğri düzleştikçe, hastalansak da hiç değilse muayene olup tedavi görebileceğiz deyip sokağa iner, işe gidip gelir oluyoruz.
Salgının ilk zamanları dahi ciddi bir emek-sermaye sürtüşmesine sahne oldu ve özellikle Britanya’da işverenlerin emek sürecinin kontrolündeki üstünlükleri ücretli izin düzenlemesiyle bir parça kırıldı. Önlemlerin kaldırılması/işbaşı yapılması kararıyla, tablo birden düzelmeyecek. Salgın çalışma düzeni/emek süreçlerini etkisine aldığından, “piyasa düzeni”nin ekonomiyi kendi başına ayakta tutabileceği aşırı iyimser bir hesap.
Salgına karşı önlemlerin ekonomiye etkilerini incelemektense, bu önlemlerin ekonomik anlamını tartışmak belki daha önemli. İktisatçılar içinden geçtiğimiz ekonomik süreci genelde üç yönden değerlendiriyor: Sağlık önlemlerinin alınması, hem sağlık hem mali destek/işsizlik sigortası aracılığıyla ekonomiyi canlandırıcı önlemlerin alınması, hiçbir önlemin alınmaması. Üçü için de gelir kayıplarının alacağı tahmini değerler hesaplanıyor.
Bu analizlerden biri de Ayşe İmrohoroğlu’nunki. ABD’de nisan başında görüşülen mali yardım meblağının dişe dokunurluğundan kuşku duyan İmrohoroğlu’na göre, ekonomideki baş aşağı gidiş karşısında çok fazla tereddütte kalınmayacak ve önlemlerden er ya da geç fedakârlık edilecek. O vakit, iktisadi analizlerle hangi önlemlerin salgını daha az zararla atlatmaya yarayacağı kestirilebilir. Yalnızca “milli gelire katkısı olmayanlar”ın (işsizler, emekliler vb.) evde oturmasıyla ABD ekonomisinin milli gelirindeki senelik tahmini daralmanın yüzde 17’den yüzde 4’e gerileyebileceği hesaplanıyor.
Tahminlerden bir diğeri de, hiçbir önlem alınmazsa, devamsızlıklarla (çalışan başına ortalama 10 kayıp iş günü) milli gelirin bir sene içinde en az yüzde 2 daralacağı. Alınacak kısmi önlemlerin hiçbir önlem alınmadığı takdirde görünür olacak gelir kayıplarının telafisine ne ölçüde etki ettiği de değerlendirilmeye alınmalıydı, ama yüzde 4’lük daralma tahmininin bunu gözetip gözetmediğinden bihaberiz.
Alpay Azap’ın “işi olanlar işine gitsin gelsin, bu kimselerle oturan, ama gidecek işi olmayanlar da dışarı adımını atmasın” politikası hakkındaki sözleri bu yönden de oldukça yol gösterici:
“Çalışma ortamları da dahil olmak üzere bütün ortamlarda sosyal veya fiziksel mesafe dediğimiz mesafenin korunması ve temas önlemlerinin alınması çok kritik bir konu… Aldığınız önlemlerin salgını kontrol etmek için tıbbi açıdan elbette faydası var, ama sosyal ve ekonomik açılardan birtakım sakıncaları da var.”
Bu sözler, “işi olmayan ev halkı evde oturarak korunsun”dan çok, evin çalışan bireyleri bari evde geçirdikleri zaman boyunca korunsun, kayıp iş günü sayısını belki böyle düşük tutabiliriz anlamına geliyor. Önlemlerin ekonomiden götürdükleri yanında, ekonomik anlamda kazançlı yönleri de göz önünde tutulmalı.
Emek-sermaye sürtüşmesi
Birtakım önlemler alınacaktı ve bu da çalışma düzenini ve emek piyasasını allak bullak edecekti. Salgının ilk zamanları dahi ciddi bir emek-sermaye sürtüşmesine sahne oldu ve özellikle Britanya’da işverenlerin emek sürecinin kontrolündeki üstünlükleri ücretli izin düzenlemesiyle bir parça kırıldı. Önlemlerin kaldırılması/işbaşı yapılması kararıyla, ekonomik tablo birden düzelmeyecek. Salgın bilhassa çalışma düzeni/emek süreçlerini etkisine aldığından, piyasa düzeninin bu dönemde ekonomiyi kendi başına ayakta tutabileceği aşırı iyimser bir hesap.
Britanya İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (TUC) istihdam garantisi önerisi de ekonomik düzelmenin çok gecikmeyeceği gibi saçma bir temenniye dayanıyor. Dahası, tam istihdam programları işbaşı yapmak halen sağlıksızken işgücünün çalıştırılmasına aracı olabilir. Devlet, işveren olsun veya olmasın, eğer böyle bir program işgücünün ciddi bir bölümünün vasıfsız işlerde istihdam edilmesini gözetirse, ekonominin geri kalanında düşük ücret-yüksek emek disiplinini adet edinmiş bir çalışma düzeninin baskın gelmesine yaramış da olur. Böylesi otoriter çalışma refahı programlarına önceden de aşinayız.
İşteyken, işe gidip gelirken bir risk alıyorsak, çalışmamayı seçmek ve bunun maddi teminatının, geçim hakkımızın cebimize konmasını dilemek daha düzgün bir alternatif. Ne olursa olsun, 2008 sonrası dönemdeki gibi, işsizliği vasıfsız iş fırsatlarını şişirerek çekip çevirmek, bu çeşit fazladan istihdam alınacak koruyucu önlemleri genişleteceğinden, eskiye göre daha zorlu. Salgın boyunca ekonomik süreçlerde kamu otoritesinin varlığı daha fazla hissedileceğinden, yüksek işsizlik de emeği eskisi kadar zaafa uğratamayacak. Emek sürecinin kontrolünde, emeğin söz hakkını taltif eden bir dönemdeyiz.
Bu dönem, sermayenin emek sürecinin kontrolündeki üstünlüğünü emeğe kaptırmasının da dönemeci olabileceğinden, kesinlikle sürtüşmesiz geçmeyecek. Salgın çalışma düzenini perişan ediyor; işveren örgütleri de “kolları sıvıyor”, “izole üretim üsleri” denen işçi kışlaları önerebiliyor. Hatta belki çok yakında, tüm ekonomide bu tür “sağlık önlemlerinin” alınması konuşulmaya başlanacak.
James Meadway’in bu analizleri Chris Brooks’unkinden daha derinlikli, fakat Meadway de Brooks’un tersi sözler söylemiyor. Her ikisi için de, hangi kurallar etrafında işbaşı yapılacağının görüşülmesi, işbaşı yapmama hakkı ve haklılığının çoktan kapı dışarı edildiği şeklinde anlamlandırılamaz; bilakis emek ekonomik aciliyetlere alet olmadığından bu görüşmeler önümüze geliyor. Tek tek her emek sürecinin çalışanların sağlığı için güvenli olup olmadığının kararını çalışanların alması, bugün için doğru ve başlıca demokratik beklentidir demeye getiriyorlar. Bu dönem, sermayenin emek sürecinin kontrolündeki üstünlüğünü emeğe kaptırmasının da dönemeci olabileceğinden, kesinlikle sürtüşmesiz geçmeyecek. Bunu da hesaba katmazlık etmiyorlar.
Fakat neden kapitalist düzenin bekası salgınla birden, en az önlem ve işgücüne bir an önce ve en geniş katılımla işbaşı yaptırılmasına endekslensin? Eğer ekonomik zararlarına rağmen, bazı önlemlerin alınmasıyla ve birilerine işbaşı yaptırılmamasıyla diğerlerine işbaşı yaptırılabilecekse, sermaye bunu göze alır. Önlemlerin kaldırılmasının bir kırılma olmadığını, bu önlemlerin ilk günden beri emaneten alındığını, hem zamanla kalkacak şekilde takdim edildiklerini hem de varlıklarını belli bir ekonomik hesaba borçlu olduklarını yukarıda tartıştım.
Sermaye, önlemlerin azıydı, çoğuydu diye dövünmektense bu krizi risk gruplarının arasına sığışmadan atlatmayı umursayacaktır. Salgın kesinlikle çalışma düzenini perişan ediyor; işveren örgütleri de “kolları sıvıyor”, “izole üretim üsleri” denen işçi kışlaları önerebiliyor. Hatta belki çok yakında, salgının orada yuvalanma ihtimali düşük olsun olmasın, tüm ekonomide bu tür sağlık önlemlerinin alınması konuşulmaya başlanacak. “Ne olsaydı sermayenin huzuru kaçardı” diye tartışmaktan gocunmamalıyız derim.