İdlib’de savaş kızışınca Türkiye “göçmen kartı”nı masaya sürdü ve çeşitli düzeylerde resmi ağızlar Batı sınırında geçişlerin artık engellenmeyeceğini duyurdu. Ve Trakya sınırına, Ege kıyılarına akın başladı. Bundan sonrası, insanlık tarihinin yaşadığı en büyük trajediler arasına yazılacak cinsten. Sınır kapıları arasına sıkışanlar, geniş arazilerde bekleşen yığınlar, gaz ve mermi salvoları, ada kıyılarına erişip kıyıya çıkarılmayanlar, Ege sularında boğulan kadınlar, çocuklar… Binlerce insanın yığıldığı Pazarkule sınır kapısına, Meriç nehrinin kıyılarına bağlanıyoruz…
Türkiye’nin Avrupa’ya geçmek isteyen mültecileri durdurmama kararı almasının ardından binlerce sığınmacı Edirne’deki sınır bölgesine akın etti. 28 Şubat Cuma sabah erken saatlerde Esenler Otogarı’nda otobüs firmalarının normalde saat başı olan seferleri yarım saatte bir yapılmaya başlanmıştı bile.
İstanbul’un farklı noktaları da Edirne’ye gitmek isteyen mültecilerin toplanma adresi oldu. Vatan Caddesi’ndeki İstanbul İl Göç İdaresi önünde ve Kazlıçeşme Meydanı’nda biriken mülteciler sabah ücretsiz otobüs ve minibüslerle Edirne’ye taşınırken, öğleden sonra kişi başı 150 lira karşılığında seferler başladı. Bazı insanlar da daha fazla para vererek taksileri tercih etti.
“Avrupa yolcusu kalmasın…”
Esenler’den bindiğimiz otobüsün muavini “Umuda yolculuk başlıyor, Avrupa yolcusu kalmasın!” diye yolculara son uyarılarını yapıyor. Otogarda bekleyenlerin arasında çok az Suriyeli var, genel nüfus İranlı, Afgan, Iraklı ve Filistinli. Otobüslere doluşanların neredeyse tamamı erkek, 20-35 yaş arasındaki mülteciler. Bizim otobüs büyük bavullar, çocuklu ailelerle değil, apar topar eşyalarını sırt çantalarına sığdırmış, tekstil atölyelerinde, inşaatlarda çalışan erkeklerle dolu. Kimi “Asla geri dönmeyeceğim, bu benim için son umut” derken, bazıları “Bir bakacağız, geçebilirsek geçeceğiz” diye temkinli davranıyor.
Halepli dört arkadaştan Türkçe bileni “Ya öleceğim ya geçeceğim” diyor ve ekliyor: “Çünkü Türkiye’de yaşamak zor, mecbur çalışman lâzım. Ne diyorlar, ‘devletten maaş alıyorlar’, ama almıyoruz. Nasıl yaşayacağız?”
Otobüsümüz üç saatlik yolculuğun ardından Edirne Otogarı’na ulaşıyor. Edirne’den Avrupa’ya açılan beş sınır kapısı var. Biri demiryolu sınır kapısı, ikisi Bulgaristan’a açılan kapılar. Otogardan taksilere, minibüslere doluşan herkesin adresi ise Yunanistan’a bağlanan Pazarkule sınır kapısı.
Edirne merkezden 13,4 kilometre uzaklıktaki sınır kapısına öğleden sonra 3 sularında ulaştığımızda ancak 500 civarında mülteci tampon bölgeye alınmıştı. Tampon bölge denen, Türkiye tarafındaki Pazarkule kapısıyla Yunanistan tarafındaki Kastanies kapısı arasında kurulmuş 100 metrelik bir alan. Mülteciler askeri bölgenin bitişiğindeki mısır tarlasını geçerek iki kapının arasındaki bu bölgede toplanmaya başladı. Saatler geçtikçe sayı arttı ve çok geçmeden Yunanistan polisinin müdahalesi de başladı. Ardı ardına atılan gaz bombaları, havaya açılan uyarı ateşleriyle birlikte, “sınırlar açıldı” açıklamalarıyla Edirne’ye yığılan mülteciler ilk şaşkınlığı yaşadı: Onlara böyle söylenmemişti ve büyük umutla geldikleri sınırda iki kapı arasında sıkışıp kalmışlardı.
“Ya öleceğim ya geçeceğim”
Sayı çoğaldıkça tampon bölgeye sığmayan mülteciler Türkiye tarafındaki tarlalara taşıyor, Edirne soğuğuna önlem olarak ateşler yakılmaya başlanıyordu. Ateşin başında iki arkadaşıyla ısınmaya çalışan Afgan genç birinci günü şöyle özetliyordu: “Kapı açıldı dendi, arkadaşlarımı aldım geldim, ama kapı kapalı. Hava soğuk, dünden beri bekliyorum. Gaz bombası, mermiler atılıyor. Çocuk, yaşlı, hepsi ortada.”
Türkiye’de yaşadığı günleri ve koşulları ise şöyle anlatacaktı: “Burada çalışıyordum, ama para az veriyorlar. Para kimse vermedi, yabancı diyorlar. Çalışıyorum ama, hepsi böyle.”
Halepli dört arkadaştan Türkçe bileni ise “Ya öleceğim ya geçeceğim” diyor ve ekliyor: “Çünkü Türkiye’de yaşamak zor, mecbur çalışman lâzım. Ne diyorlar, ‘devletten maaş alıyorlar’, ama almıyoruz. Nasıl yaşayacağız?”
İkinci günün sabahında müdahaleler devam ederken mültecilerin sayısı binleri aştı, genç erkek ağırlıklı mültecilere aileleriyle Ankara, Adana, Bursa, Kütahya, Denizli gibi illerden gelenler eklendi. Yunanistan tarafından müdahaleler devam ederken sınır kapısında bekleyen insanların arasında dolaşmaya devam ettik. Türkçe bildiği için konuşabildiğimiz 26 yaşındaki İranlı bir mülteci neden gitmek istediğini şöyle açıklıyordu: “Kimlik yok, hastanede kabul etmiyorlar, kimlik istiyorlar. Kimlikte, her şeyde sıkıntı var. Öbür tarafta devlet yardımcı oluyor, okul var, para veriyor, kimlik veriyorlar. Orada rahatlık var.”
Pek çok sığınmacı Erdoğan’a ve Türkiye’ye müteşekkir olduğunu söylüyor. Öte yandan, Avrupa’ya geçen tanıdıklarının deneyimlerinden ve anlatılan hikâyelerden etkilenmişler. Ortak arzuları, sınırı geçtikleri takdirde bir statüye sahip olmak ve insanca yaşayabilecekleri bir para kazanabilmek. Bekleyenlerin çoğu inşaat, tekstil gibi geçici, güvencesiz işlerde çalışan, üstelik çalıştıkları yerlerde yövmiyeleri verilmeyen en yoksullar.
Otobüslerle getirilen mülteciler jandarma ve polis yönlendirmesiyle nehir kenarına bırakılıyor ve araçlar geri dönüyor. Hem sınırın kapalı olduğu gerçeğiyle hem de tarlada, soğuğun altında saatlerce, hatta günlerce bekleme ihtimaliyle bu anda yüzleşiyorlar.
Nehrin kıyısında
Üçüncü gün jandarma ve polis Pazarkule sınır kapısının dolduğu gerekçesiyle mültecileri Meriç nehri kıyısındaki köylere yönlendirmeye başlıyor. Meriç nehrinin hemen kenarında yer alan Doyran köyü Pazarkule’ye 33 kilometre uzaklıkta, hemen altında da Elçili köyü var. Burada yaşananlar sınır kapısından hayli farklı: Otobüslerle getirilen mülteciler jandarma ve polis yönlendirmesiyle nehir kenarına bırakılıyor ve araçlar geri dönüyor. Mülteciler hem sınırın kapalı olduğu gerçeğiyle hem de geçemedikleri takdirde tarlada, soğuğun altında saatlerce, hatta günlerce bekleme ihtimaliyle bu anda yüzleşiyor. Nehir kenarında yaşananları izlerken mültecilerle kendilerini taşıyan otobüs şoförü arasındaki tanık olduğumuz konuşmalar her şeyi özetliyor:
Mülteci: “Biz ne yapacağız burada?”
Şoför: “Bizle bir alâkası yok, ben senin gibi binlerce çektim bugün.”
Mülteci: “Kapı dedin, hadi kapıyı göster. Hani?”
Şoför: “Gazetecilere söyle, bana deme, bana deme hiçbir şey!”
Nehir kenarında bekleyen bir aile ise üçüncü günde karşıya geçmeyi başarabilmiş. Jandarma buradaki aileleri botlara yönlendiriyor, bot sahipleri 100 lira karşılığında mültecileri Meriç nehrinin karşısına geçiriyor ve dönüyor. Anlatılanlara göre karşıya geçen hemen herkes Yunan polisi tarafından yakalanmış, paraları, pasaportları alınmış, soyulup tekrar geri gönderilmişler.
Kapatılan kameralar, değişen rota
İlerleyen saatlerde bölgede güvenlik önlemleri artırılırken, jandarma ve polis Pazarkule sınır kapısında artık gazetecilerin mültecilerin yanına ulaşmasına izin vermiyor. Meriç kıyısındaki köylerde de durum farklı değil. Elçili köyünün girişinde konuşlanan jandarma, bölgede gazetecilerin görüntü almasına izin vermiyor. Sebebinin ise Elçili ve daha güneydeki yerlerin artık geçiş için en fazla tercih edilen bölgeler olduğu tahmin ediliyor.
Salı günü itibarıyla mültecilerin bulunduğu bölgeler, Dalyan gölünün bitişiğindeki Enez’e kadar kaymış durumda. Kıyı boyunca belli aralıklarla otuzar kırkar kişilik grupla konaklıyor. Pazarkule’nin kapı duvar olduğunu görenler artık çareyi Meriç’te arıyor. Mülteciler bir taraftan geçiş için yönlendirilmeye devam ederken bir yandan da gazeteciler yoluyla bunun görünür olması engellenmeye çalışılıyor. Binlerce mülteciden bazıları hayal kırıklığıyla geri dönerken hâlâ büyük bir kısmı Edirne’den karşıya geçmeyi bekliyor. Tarlalardan topladıklarını ve yanlarında getirdiklerini yiyerek, gece soğuğunda çift battaniyeyle ısınmaya çalışarak…