Kurtlar Vadisi dizisiyle tanınan Pana Yapım’ın mağdur ettiği yüzlerce Fikirtepeli, kentsel dönüşüm mağdurlarının simgesi olmaya aday bir inşaat temeli çukurunun içinde yeni bir yol arıyor. Yerlerinden edilen, evleri ellerinden alınan mağdurlar yeni bir hareketin peşinde. Leke Fikirtepe ekibinden Engin Akgüzel’i dinliyoruz.
Fikirtepe’de kentsel dönüşüm süreci nasıl başladı?
Engin Akgüzel: 2005’te İstanbul Büyükşehir Belediyesi kentsel dönüşüm ile ilgili bir çalışma başlattı. O zaman belediye başkanı Kadir Topbaş’tı. 1/5000’lik planlar yapıldı ve plan notları değiştirildi. Emsallerde değişiklikler yapıldı. Normalde Fikirtepe Kadıköy’e bağlı ve emsal oranı 2.07 idi. Fakat emsal oranını yükseltip 4.14 yaptılar. Yüz metrekare arsası olan bir ev sahibi bunu 4.14 ile çarpıyordu, 414 metrekare ediyordu. “Yarısı müteahhitin, yarısı bizim” gibi bir anlaşma yapılıyordu. İBB bunu yaparken sap ve samanı birbirine karıştırdı. Fikirtepe’ye ilk olarak büyük firmalar gelmedi. Küçük ve “çantacı” tabir edilen inşaat firmaları gelmeye başladı. Fikirtepe’de işler karışınca İBB işi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devretti. Bakanlık da aynı hataları yaptı. Buraya gelen müteahhiti denetlediği bir mekanizma çalıştırmadı. Kentsel dönüşümle ilgili bir birim kurmadı. Herhangi bir sözleşme örneği bile vermedi bakanlık. O dönemde sürekli plan notları değişmeye başladı. Fikirtepe’de yedi kere plan notları değişti. 4.14 emsal ile başlayan oran 4’e düşürüldü ve daha sonra 3.50 seviyelerine kadar indirildi. O dönemde emsali yükseltirken kat yüksekliğini de serbest bıraktılar. Buraya gelen her müteahhit elli-altmış katlı projeler yapmak için geldi, müteahhitler buna göre kâr marjını hesapladı. Vatandaşlar o zaman hiçbir şeyden anlamıyordu. Yollar da inşaat emsallerinin içindeydi. Yol alanlarının parasını ödemiştik. Fakat tekrar kestiler bu alanları bizden, yollar da inşaat emsallerinin içinden çıktı ve Hazine’ye devredildi. Böyle olunca kârlılık düştü. O dönemde sözleşme imzalayan müteahhitler vardı. Müteahhitler “buradan 5 milyon dolar alacağım” diye düşünürken bu kesintiler olduktan sonra kârlılık düşmeye başladı. Birçoğu bunları bahane ederek kira ödemelerini kesti. O dönem bu projelere güvenip imza atan, evlerini boşaltmış insanlar vardı.
Birçok insanın inşaat projelerine imza atmadığını ve Fikirtepe’de yaşamaya devam ettiğini biliyoruz. İnsanların bu projelere imza atmama sebebi neydi?
Gelen firmaların bu projeleri yapabileceğine inanmıyorduk. Biz zengin değiliz, buradaki insanlar orta gelir düzeyinde. Elimizde bir evimiz ve toprağımız vardı. Bunların elimizden gitmesinden korkuyorduk. Bu yüzden çok araştırdık firmaları. Her gün görüyorsunuz, etrafta vatandaşın evini, arsasını alan bir sürü dolandırıcı var. Bizim bulunduğumuz 13 dönümlük alanda 10 dönümlük alanın sahipleri imzasını attı. Müteahhit bu imzaları atmak istemeyenlere para dağıttı. Kimse sorgulamadı “müteahhit bu paraları neden veriyor?” diye. Bana da 2012’de 250 bin lira teklif edildi. Ben kabul etmeyince “açık çek’” dediler, “rakamı sen yaz”. Onu da kabul etmedim. Daha sonra müteahhitle özel anlaşma yapan bazı arsa sahiplerinden tehdit aldım. “Senin dilin çok uzamış, keserler” diyorlardı. Bana ve arkadaşlarıma vekaletini veren üç dönümlük komşularım için yılmadım. Bu işten hiç anlamazdım. Emsalmiş, müteahhitmiş, hukukmuş… Kendi halinde bir insandım. Üç katlı bir evimiz vardı. Bir katında annem oturuyordu, bir katında ben, bir katında da kiracımız vardı. Ticaretle uğraşıyorum, zengin değildik, ama rahat yaşıyorduk. Bu süreç beni mimar yaptı, avukat yaptı, mühendis yaptı. Fikirtepe’nin insanı artık her şeyi biliyor.
Projelere onay vermeyen Fikirtepelilerin imza atma süreci nasıl gelişti?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bir karar aldı. Arsanın 2/3’lük bölümü anlaşmayı imzaladıysa geri kalan 1/3’lük kısım için imza atma zorunluluğu getirdi. “Yoksa imza atmayanların yerlerini kamulaştıracağım” dedi. Müteahhitler bunu çok iyi kullandı. Hukukçulardan aldığımız tavsiyelerle 2/3 kuralının Fikirtepe’de uygulanamayacağını, burasının bina bazlı dönüşüm olmadığını, “ada” bazlı dönüşüm olduğunu söyledik. Israr ettik ve haklı çıktık. Bu kanunu burada işletemediler. 2013’te Bakanlar Kurulu kararıyla 6306 numaralı yasayı çıkarttılar. Bu yasayla Fikirtepe’yi “afet riski altındaki bölge” ilan ettiler. O döneme kadar Fikirtepe kentsel dönüşüm bölgesi değildi. Özel imar uygulama adasıydı. 6036 numaralı yasanın vatandaş aleyhine zorlayıcı her maddesinden zarar gördük. Dolaylı bir şekilde, bakanlık “imza atmak zorundasınız” dedi bize. Yasada Fikirtepe halkını koruyacak hiçbir şeyden faydalanamadık.
Fikirtepe’yi “afet riski altındaki bölge” ilan ettiler. Devlet “afet riskli bölge” ilan ettiği her yerde vatandaşa 36 ay boyunca kira ödemek zorunda, fakat Fikirtepe’ye ödemiyorlar.
Devlet “afet riskli bölge” ilan ettiği her yerde vatandaşa 36 ay boyunca kira ödemek zorunda, fakat Fikirtepe’ye ödemiyorlar. Mesela Mandıra caddesi 13 metredir. O yolun 13 metrelik kaldırımının bir tarafındakilere devlet kira yardımı veriyor, diğer tarafındakilere vermiyor. Böyle garip uygulamaları var. Yasadan sonra birçok müteahhit imza atmayanların yerlerinin kamulaştırılması için bakanlığa başvuruda bulundu. Biz bu kamulaştırma taleplerinden sonra şirketlerle görüşmelere başladık. Yaptıkları sözleşmenin çok zayıf bir sözleşme olduğunu biliyorduk. Neyi nereden kesecekleri belli değildi, insanların ne alacağı bile belli değildi. İBB ve bakanlık insanları ikna etmek için “çok zengin oldunuz, milyon dolarlık evleriniz olacak” diyorlardı. Hiçbir sözleşmede insanların arsalarının karşılığında ne alacağına dair net bir ifade yok. Müteahhitler emsal üzerinden paylaşımın ne şekilde yapılacağını asla söylemiyor. Brüt 160 metrekarelik daire vereceklerini söyleyip 100 metrekarelik daireler verdiler. Brüt ve net arasındaki bu kaybın nasıl hesaplandığını da anlatmıyorlar. Asansör boşluğundan, merdiven boşluğunun yanından paylar verilmiş tapuya, bu metrekareler de işlenmiş.
Fikirtepe’de kentsel dönüşüm kaynaklı mağduriyetlere medyada pek sık rastlamıyorduk o dönemlerde. Bunu neye bağlıyorsunuz?
İnsanlar sesini duyurmadı. Çok büyük paralar döndü. “Sus payı” olarak dağıtılan büyük paralar var. Bir taraftan insanlar komşularına çok güvendi. En büyük problem komşularla oldu. Şirketler bu insanlara para verip “siz komşularınızı ikna edin” dediler. Düşünün, kırk-elli senelik komşularınız bu insanlar, birçok kişi güvendi tabii. Şimdi o komşuların hiçbiri ortada yok. Yaptığımız hak arama mücadelesinde yanımızda değiller. Sesimizi duyuramadık ve kamulaştırma kanunu da yürürlüğe girince sözleşmemizi kendimiz düzenledik ve imzayı attık. Diğer arkadaşların yaptığı sözleşmelerden biraz daha farklı, hem hukuksal olarak hem de teknik şartnamesi daha iyi bir sözleşme yaptık.
En sonunda bakan ile görüştük. “Bakanlığa mı sordunuz imza atarken?” diye bir soru sordu bize. Bakanlığın kamulaştırma yazısını gösterdim ve zorla imza attırıldığını anlattım.
Mesela diğer sözleşmenin teknik şartnamesinde “çatı kiremit kaplama olacak” yazıyordu. Biz sözleşmeyi okuduk, inceledik ve 30-35 kişi müteahhitin ofisine gittik. Müteahhitin biri sallanan bir sandalyede oturuyor ve devamlı sallanıyordu karşımızda. İnternetten bir proje indirmişler, kartondan bir maket koymuşlar, “bunu yapacağız” diyor. Bir sözleşmeye bakıyoruz, bir projeye bakıyoruz, alâkası yok birbiriyle. “Bu binada kiremiti nereye koyacaksınız, onu merak ediyoruz?” dedik. (gülüyor) Elli katlı bir binada yasal olarak kiremit kullanamazsınız. Daha sonra bunu değiştirdiler, “brass (kiremit kaplama çeşidi) çatı sistemi yapılacak” dediler. Kimse ne olduğunu anlamadı, iyi bir şey zannetti. İşin vahametini anlayamadı insanlar. Kendi sözleşmemizi avukatımızla hazırladık ve hukuki olarak arsa paylarımızı vermeyeceğimizi söyledik. İnat ettiğimiz süre içerisinde sözleşmeler peyderpey değişti. 2011’de başlayan sürece 2015’te imzamızı atarak son verdik. Dört sene direndik imza atmamak için. Bakanlığın vatandaşı değil, müteahhitti kollayan yasaları yüzünden imza atmak zorunda kaldık. Yaptığımız sözleşmenin iyi bir sözleşme olmadığını biliyorduk, ama kötünün iyisiydi. Bizden önce imzalanmış bir sözleşme vardı ve çok fazla değiştiremedik. Biraz daha hukuki olarak sağlam bir boyuta getirdik. 15 Haziran 2016’da şirket bize resmi çıkış yazılarını gönderdi. “Evleri boşaltın, inşaata başlayacağız” dediler. Zaten pek çok insan evlerinden çıkmıştı. Müteahhit birçok evi yıkmıştı.
İnşaat şirketleri semt sakinlerine para vermenin dışında Fikirtepe’yi insansızlaştırmak için başka yöntemler kullandı mı?
Müteahhitler birçok eve mültecileri yerleştirmişti. Suriye savaşı sırasında Fikirtepe’de çok fazla Suriyeli mülteci vardı. Biz mültecilere yardım ediyorduk. Üzülüyorduk, çünkü savaş çok kötüydü. Evden yiyecek veriyorduk. O zaman durumumuz iyiydi, para yardımı yapıyorduk mültecilere. Şirket bunu Fikirtepe’deki insanları yıldırmak için kullandı. Burada yaşayan insanların zorda kalmasını istediler. Başarılı da oldular, bazı insanlar imzalarını atıp gitti.
Sizin bu projeye imza atma süreciniz nasıl gelişti?
Biz şirkete güvenmediğimiz için bir yıllık kirayı peşin istedik ve çıktık. Bir senenin sonunda tekrar kira ödemeleri yapılacaktı. Temsilciler olarak iki-üç haftada bir şirketle inşaatın durumuyla ilgili toplantılar yapıyorduk. 2017’nin bahar aylarında bir problem olduğunu sezdik, ama tam olarak anlayamıyorduk. Fore kazıklar çakılıyordu, inşaat yürüyor diye düşünüyorduk, fakat bir anda durdu. İnternetten Resmi Gazete’ye ve ticaret sicil gazetelerine baktık, şirketlerin devamlı çaprazlama birbirleriyle ortak edildiğini gördük. Şirket devamlı el değiştiriyordu. Şirketle görüşmeye çalıştık, muhatap almadılar. Bizim müteahhit firmamızın sahibi Tayyar Raci Şaşmaz, inşaat grup başkanı olarak amcasının oğlunu, Ahmet Mahir Şaşmaz’ı atamış. Ahmet Mahir Şaşmaz ile bir araya geldik, bizden süre istedi. Aradan geçen bir ayın sonunda telefonlarımıza cevap vermemeye başladılar. 2017’nin kasım ayında bütün şirketleri Raci Şaşmaz’ın yapım şirketinde çalışan bir çaycının üzerine yaptıklarını fark ettik. Raci Şaşmaz’ın cep telefonuna ulaştık, Whatsapp ile mesaj yazdım. Ertesi gün Mahir Şaşmaz aradı ve tekrar bir toplantı yaptık. Yine aynı şeyleri anlatıp zaman istedi. İkna olmadık, ama elden gelen bir şey yoktu. Bu süre içinde yine kiralar ödenmedi ve inşaat başlamadı. Sert bir mesaj yazdım, dava açacağımızı ve medyaya konuşacağımızı söyledim. O sıralarda Raci Şaşmaz borsada Denge Yatırım Holding’i satın almıştı. O mesajda “Denge’nin dengesini bozarız” yazmıştım. (gülüyor) Daha sonra Raci Şaşmaz’la yaptığımız toplantıda “param yok, bu inşaatları yapamayacağım” dedi. Bunu söyleyince, Denge Holding’i satın alırken ödediği 55 milyon liralık meblağın banka dekontunu söyledim, şok oldu. Raci Şaşmaz bu ülkenin en absürt dizisini yapıp milyonları uyuşturan biri. Sağlam senarist, iyi yazıyor ve oynuyor. (Kurtlar Vadisi’nde oynamışlığı var)
Bakanlık yetkilileri “komisyon kurulsun” dedi. Toplantıdan sonra, “bu ülkede bir işi çözmek istemiyorsanız bir komisyon kurarsınız” diye uyardım arkadaşları. “Eylemlerimize devam edelim” dedim. Mağdur olanların içinde ODTÜ’lü, Boğaziçili insanlar var. Onlar eylemden çekilince yalnız başımıza kaldık.
Pana Yapım’ın inşaatları tamamlamayacağına emin olduktan sonra neler yaptınız?
1 Şubat 2018’de bütün arsa sahipleri birleşti. İşin ciddiyetini kavradılar bu sefer. Toplanıp İstanbul Çevre İl Müdürlüğü’ne gitmeye karar verdik. O zamanın il müdürü Veli Böke idi. “Bizim bundan haberimiz yok, hemen Raci Şaşmaz’ı arayın” dedi. “Bende numarası var, ama açmaz” dedim. (gülüyor) Telefonlara kimse çıkmadı tabii. Dilekçelerimizi verip topluca arsamıza döndük. O gün ilk gazete haberi yapıldı. Hürriyet’te “Fikirtepe mağdurlar vadisi” başlığıyla çıktı haber. Ertesi gün ülkenin tüm TV kanalları ve gazeteleri Fikirtepe’ye geldiler ve sesimizi duyurduk. Pana Yapım bir medya şirketi olduğu için bu onları çok rahatsız etti. Bu işi benim organize ettiğimi ve bunun hesabını soracaklarını söylediler.
İlk ses getiren eyleminiz “Çadırkent”. Böyle eylemlere başlamaya nasıl karar verdiniz?
Haziran ayında bir ailemiz “kiramı ödeyemiyorum, çok zor durumdayım” deyince arsaya çadır kurma fikri oluştu. Hem ihtiyaç var hem de sesimizi duyurmak için iyi bir yol olacağını düşündük. Gecekondu gibi kurduk çadırları, müdahale edeceklerinden, çadırları kurdurmayacaklarından endişe ediyorduk. Haklarını yemeyelim, bu projeden daire satın alanlar bize mali olarak çok destek verdi. Buradaki insanların o harcamayı yapacak güçleri yoktu. Afişler, çadırlar, yiyecekler, hatta içtiğimiz çay, su bile. Bunların hepsi bir maliyet. Bir sürü çocuğun eğitim masraflarını üstlendiler. Ramazan ayıydı, ilk gün aramızda para topladık ve iftar yemeği için hazırlık yaptık. Mahalleden gelenler oldu, işten çıkıp gelenler oldu. Whatsapp gruplarına yazmıştık, oradan gelenler oldu. Bir anda çok kalabalık olduk. Çok organize çalıştık arkadaşlarla. Daha sonra her iftarda buluşmaya başladık. İlk çadırı kurduktan sonra zaman içinde 12 çadıra kadar çıktı. Arsada çadırda kalan aile sayısı artı. Ben de eşim ve çocuğumla orada kaldım. Çadırlar sekiz buçuk ay o alandaydı. Kötü hava koşullarından ötürü yıprandılar. “Fikirtepe Çadırkent” dedik ilk olarak, daha sonra da “Millet Bahçesi”. Cumhurbaşkanının bir söylemi vardı o aralar, “Millet bahçeleri kurulacak, vatandaşlar hoplayıp zıplayacak” diyordu.
Bazı Fikirtepeliler “keşke deprem olsaydı, ev yıkılsa altında kalsaydık, ama imza atmasaydık” diyor. Çok pişmanlar. Depremin altında kalmadık, bakanlığın zorla yıktırdığı evlerin altında kaldık.
Yaşanan mağduriyetler karşısında devletin tavrı nasıldı? Çevre ve Şehircilik Bakanlığı sürece dahil olmadı mı?
24 Haziran seçimleri sürecinde bakanlık Fikirtepe’ye gelmek zorunda kaldı. O zamanın müsteşarı, şimdilerde bakan yardımcısı olan Mücahit Demirtaş Fikirtepe’ye geldi. Bir gün İl Müdürlüğü’nden beni telefonla aradılar, “bakan yardımcısı Fikirtepe’ye gelmek istiyor, ama tepki görmekten çekiniyor” dediler. Bizim derdimiz onların bizi dinlemesi, “tabii ki gelsin” dedim. Arkadaşlarla konuştuk ve tepki göstermek yerine derdimizi anlatmaya karar verdik. Daha sonra bir telefon daha geldi, “seninle özel konuşmak istiyorlar” dediler. Bir arkadaşımı yanıma aldım gittim. Görüşme çok olumlu geçti, “devlet olarak çözümle geldik” dediler. Hemen kira yardımı yapacaklarını söylediler ve yetkililer geldiğinde tepki gösterilmemesini istediler.
Daha sonra Mücahit Demirtaş insanlara “devreye giriyoruz, mağduriyetleri ortadan kaldıracağız” dedi. Bakanlık yetkilileri o toplantıda “komisyon kurulsun” dediler. Toplantıdan sonra, “bu ülkede bir işi çözmek istemiyorsanız bir komisyon kurarsınız” diye uyardım arkadaşları. “Eylemlerimize devam edelim” dedim. Daire satın alıp mağdur olanların içinde ODTÜ’lü, Boğaziçili insanlar var. Onlar hayır dedi. Ben ortalama zekâya sahip bir insanım. Satranç ustası değiliz. Beş-altı hamle sonrasını göremeyiz, ama iki hamle ötesini görelim istiyorum. Onlar eylemden çekilince bir grup mağdur arsada yalnız başımıza kaldık. Basının ilgisi geçti. Seçimden sonra da ses çıkmadı tabii.
Bu süreçten sonra bakanlıktan bir talebiniz oldu mu?
Biz arkadaşlarla bir şekilde bakandan randevu talep ettik ve aldık. Öğlen 14 gibi randevu verdi bakan bey, ama kapıdan “böyle bir randevu yok” diyerek içeri almadılar bizi. Ankara’da çok uğraştık o gün. Külliyeye gittik, birileriyle görüştük. Ardından “bakan yardımcısı sizinle görüşecek” dediler. Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar bizimle buluştu ve elinde bir yetki olmadığını, bir şey yapamayacağını söyledi. Fikirtepe’deki duruma çok üzüldüğü her halinden belliydi. Biz ısrar ettik ve bakanla görüşmeden binadan çıkmayacağımızı söyledik. En sonunda bakanla görüştük. Bu görüşmeden bakanlığın Fikirtepe’yle ilgili pozitif bir düşüncesinin olmadığını anladık. “Bakanlığa mı sordunuz imza atarken?” diye bir soru sordu bize. Bakanlığın kamulaştırma yazısını gösterdim ve zorla imza attırıldığını anlattım. Bakanlığın yasası sonuçta bu. Fikirtepe’de yaşayan insanların iki yüz metrekare, üç yüz metrekare arsaları var sanıyorlar. Burada büyük bir çoğunluğun yirmi metrekare, otuz metrekare yerleri var. Bakan diyor ki “daire alamaz”. Bu insanlar yıllardır oturuyordu burada.
İnternette bir video gördüm. O anda kafamda bir ışık çaktı. Birleşik Arap Emirlikleri’nde düşük maaşla zor koşullarda çalışan inşaat işçileri beyaz bir pano hazırlıyorlar ve şehrin en işlek caddesine koyuyorlar. İnsanlar panoya çivi çaktıkça bir resim ortaya çıkıyordu.
Çadırkent eyleminden bir süre sonra “Leke Fikirtepe” çalışmasıyla ortaya çıktınız. Bu süreç nasıl başladı?
Yerel seçimler yaklaşıyordu, sesimizi duyurmak istiyorduk. İnternette bir video gördüm. O anda kafamda bir ışık çaktı. Birleşik Arap Emirlikleri’nde düşük maaşla zor koşullarda çalışan inşaat işçilerinin yaptığı bir eylemi izledim. İnşaat işçileri beyaz bir pano hazırlıyorlar ve panoyu şehrin en işlek caddesine koyuyorlar. İnsanlar gelip panoya çivi çaktıkça bir resim ortaya çıkıyordu. Bu çalışmayı yaparken dünyanın her yerinden insanları davet ediyorlar ve sonunda haklarını alıyor işçiler. Bunu Fikirtepe’ye nasıl uyarlarız diye düşünmeye başladım. Üniversitelerle görüştüm, grafik tasarımcılarıyla görüştüm. Çok uğraştım, ama maliyetinden dolayı karşılayamayacağımızı anladık. Bu süreçte daire satın alan arkadaşlar bizlerden ayrıldı, desteklerini çekti, hem maddi hem manevi… Bizim projelerden daire alan mağdur bir reklamcı hanımla görüştüm. Daha sonra aramızda para toplayarak bir grafik tasarımcıyla anlaştık. Leke Fikirtepe böylelikle ortaya çıktı.
Leke Fikirtepe projesiyle ne anlatmak istediniz?
İstanbul’un kara lekesi diyoruz biz Leke Fikirtepe’ye. Birçok tartışmadan sonra Leke Fikirtepe ismini uygun gördük. “Lekeyi temizlemek için çivi çak” dedik. Çatı ikonu oluşturduk. Çünkü çatı dünyanın her yerinde ev demek. Beyaz çiviler kullanmayı planlıyorduk. Biraz sanatsal olsun istedik. En sonunda kara lekenin beyaza dönüşmesi için. Ama çivileri çakarken boyaların döküldüğünü gördük. (gülüyor) Bu yüzden galvanizli çivi çakıyoruz. Tepki çekmesin ve sempatik görünsün dedik.
Leke Fikirtepe ismini uygun gördük. “Lekeyi temizlemek için çivi çak” dedik. Beyaz çiviler kullanmayı planlıyorduk. Biraz sanatsal olsun istedik. En sonunda kara lekenin beyaza dönüşmesi için. Ama çivileri çakarken boyaların döküldüğünü gördük. Bu yüzden galvanizli çivi çakıyoruz.
Hukuki mücadele devam ederken bir yandan estetik bir mücadelede veriyorsunuz. Böyle bir yöntem izlemeye nasıl karar verdiniz?
Çadır eylemini ramazana denk getirdik, sempatik olmasını istedik. İnsanlarda bir empati uyandırmasını arzu ettik. İşe de yaradı. Avukatlar geldi, mimarlar geldi. Yemekler getirdiler. Ülkemizde gösteri yapan herkese karşı ters bir algı var. Hemen “örgüt var” deniyor. Hemen tepki çekiyorsunuz. 2 Ocak’ta bu eyleme başlamaya karar verdik. Kadıköy’de Süreyya Paşa Operası’nın önünün basın açıklaması için uygun olacağını düşündük. Kadıköy Belediyesi izin verdi. Yasal olsun diye kaymakamlığa da başvuruda bulunup izin istedik. İki gün kala beni emniyetten arayıp çağırdılar. Emniyet müdürü bizimle çok ilgilendi, ama izin veremeyeceklerini söyledi. “Seçim zamanı yanlış olur” dedi. Israrla derdimizi anlattık, biraz yumuşadı. Daha sonra, “pano orada kalamaz” dedi. Basın açıklamasını yapıp başka bir yere taşıyabileceğimizi söyledik. Basın açıklamasını yapıp bir buçuk saat panonun kalmasına ikna ettik. Akşam emniyetten bir telefon geldi, “valilikten izin çıkmadı” dediler. Ama bu saatten sonra geri dönüş olmazdı. (gülüyor) Emniyete gitmeden bir-iki saat önce Leke Fikirtepe panosunu Süreyya Paşa Operası’nın içine saklamıştım. İzin vermeyeceklerine yüzde yüz emindik. Opera binasının önünde toplanmaya başladık. Basın gelmeye başladı ve ardından iki otobüs çevik kuvvet geldi. Eylemden önce “beni alırlarsa siz bırakmayın” dedim. Emniyet yetkilileriyle görüştük, “asla izin vermeyiz” dediler. “Ne zaman getireceksiniz o kutuyu?” diye sordular. Uzun süre konuştuk. En sonunda “tamam” dedik, “götürüyoruz”. Leke Fikirtepe’yi kamyonete yüklerken basın açıklamasını okudum. Leke Fikirtepe böyle başladı ve çok ses getirdi.
31 Mart yerel seçimleri öncesi pek çok siyasi parti adayı sizi ziyaret etti. 23 Haziran seçimleri için adayların ziyarete geleceğini düşünüyor musunuz?
31 Mart seçimlerinde hükümet dışındaki tüm siyasi parti adayları geldi. Ak Parti’den bir kişi bile gelmedi. Ak Partili bir yetkiliye derdimizi anlattığımızda Fikirtepe’de marjinal örgütlerin olduğunu söylediler. Biz evi yıkılmış, kirasını ödeyemeyen insanlarız. Biz bunu bakanlığın baskısıyla yaşadık. Fikirtepe’de mevcut hükümetin oy kaybettiğini söylediler. Dönemin başbakanı burada açılış yapıp kurban kesti. Söz verdi “bu inşaatlar bitecek” diye. Şimdi Büyükşehir Belediye başkanı aday olan Binali Yıldırım’a Fikirtepelilerin sorusu şu: Başbakan ve TBMM başkanıyken Fikirtepe’yi çözemedin, belediye başkanı olunca mı çözeceksin? Neredesiniz? Binali Yıldırım’ın 23 Haziran öncesi geleceğini düşünüyoruz. CHP biraz daha aktif çalışıyor Fikirtepe’de. Ekrem İmamoğlu’nun geleceğini tahmin ediyorum.
Binali Yıldırım’a Fikirtepelilerin sorusu şu: Başbakan ve TBMM başkanıyken Fikirtepe’yi çözemedin, belediye başkanı olunca mı çözeceksin?
Fikirtepe mücadelesi uzun süredir devam ediyor. Daha önce mücadele deneyiminiz var mıydı? Bu süreç sizi nasıl değiştirdi?
Doğma büyüme Fikirtepeliyim. Buradaki hayatın nasıl olduğunu biliyorum. Buradaki evler yapılırken bir tane bile müteahhit yoktu. Buradaki evler ustayla, kalfayla yapılıyordu. Evler yapılırken bütün aile fertleri çalışıyordu. Ben de çalıştım. Babam sabah kalkar, betonu sular, sonra işe giderdi; bu evi yaparken vefat etti. Bu evleri böyle yaptık. Bu yaşananları düşününce bir şey yapmak lâzımdı. Buradaki insanlar zengin değildi. Kendi evlerinde oturuyorlardı. Şu an insanlar kira ödeyemeyecek durumda. Artık bu insanlar fakir. Benim hayatta en büyük korkum birinin kapıyı çalıp anneme “bu ay kirayı ödemedin” demesi. Hayatımız boyunca bunları yaşamadık. Hayatım boyunca eylemin içerisine girmemiştim. Siyasetten hiç hoşlanmam, bir parti mitingine bile gitmedim. Ama “birilerinin bir şey yapması gerekiyor” dediğimde başladı her şey. Bu süreç içinde birçok siyasi parti temsilcisiyle görüşme yaptım. Ama hayatımın en rahat konuşmasını bakan beyle yaptım. “Hayır, işletemezsiniz o yasayı Fikirtepe’de” dedim mesela, sözünü kesip. Şu an kendime güvenim tam. Çünkü haklıyız.
Fikirtepe’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bundan sonra yaşanacaklarla ilgili bir tahmininiz var mı?
Bu mağduriyetin içerisinde henüz evi yıkılmamış, evlerinde oturan insanlar var. Bu insanlar büyük risk altında. Son dönemde Kartal ve Kağıthane’de binalar çöktü. İstinat duvarları çöküyor insanların üzerine. Kentsel dönüşüm adı altında başlayan süreçte insanlar evleri yıkılacak diye bir çivi bile çakmadılar. Yıllardır kimse evlerinin bakımını yapmıyor Fikirtepe’de. Kartal’da ev yıkıldığında yetkililer “deniz kumundan yapılmış” dedi. Fikirtepe’deki evlerin yüzde 85’i deniz kumundan yapılmıştır. Bu yıkım burada da olacak. Burada da bakanlık diyecek ki “ölenlerimize başsağlığı diliyoruz”. Bizim havzamızda istinat duvarlarının süresi geçti. Bakanlık şu an Fikirtepe’de istinat duvarlarının önüne tutanak yapıştırıyor. Altında kalan olursa, “biz uyarmıştık, bu istinat duvarının çökme riski olduğunu söylemiştik” diyecekler.
Fikirtepe kentsel dönüşüm mağdurları bu süreçlerden sonra ne düşünüyorlar?
Bazı Fikirtepeliler “keşke deprem olsaydı, ev yıkılsa altında kalsaydık, ama imza atmasaydık” diyor. Çok pişmanlar. Biz burada depremi de yaşadık, bir şey olmadı. Depremin altında kalmadık, bakanlığın zorla yıktırdığı evlerin altında kaldık. Bugün olsa kimse imzalamaz.
Fikirtepe’de şu an yeni yapılan “rezidans” ve eski Fikirtepe evleri yan yana. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim küçük bir bahçemiz vardı. O küçük bahçede bir dut ağacı vardı. Balkondan dut toplardım. Annem domates ve soğan ekerdi küçücük bahçeye. Yaz akşamları bahçede çay içerken komşular gelirdi. Mandıra caddesinden bizim evimize 300 metre mesafe. Bazen 45 dakikada gelirdik o mesafeyi. Herkes birbirini tanıyordu. Şimdi koca koca bloklar yaptılar. Bir blokta 250 daire var. Kimse kimseye selam vermiyor. Buranın sosyal dokusunu bozdular. Buraya yeni gelen insanlar Fikirtepe halkıyla göz göze gelmekten bile kaçınıyor. Kimse kimseye “merhaba” demiyor. Biri mesela Twitter’dan “Hahaha, viskimi içerken Fikirtepe’de bir kavgayı izliyorum” diye yazmış. Bunlar yaşanıyor. Ayrıca binalara bakın, hepsi cam. Bir fanusun içine yerleşmişler, mutlu olacaklarını düşünüyorlar. Buradaki kentsel dönüşüm değildi, buradaki rantsal dönüşümdü. Buranın insanı buralarda artık yaşayamıyor.