Sabah 7’den gece 12’ye çalıştığınızı, maaşınızın iki ay ödenmediğini düşünün. Faturalar, taksitler, alacaklılar, çocukların masrafları… Kayı İnşaat işçileri değil iki ay, iki yıldır o durumda. Cezayir’de, cehennem sıcağında çalışarak kazandıkları maaşları gasp edilen 329 işçi şimdi patron Coşkun Yılmaz’ın peşinde. Kayı İnşaat’a ihale verip işçileri çalışmaya yollarken devrede olan devlet, aynı işçilerin hak arayışlarında ortada yok. Haliyle işçiler soruyor: Patron korunuyor mu? Haklarını arayan işçilerden Ali Bahri Öksüz, Sinan Ekinci ve Abdulsamet Kete ile İnşaat Emekçileri Sendikası Örgütlenme Sekreteri Nurseli Gözüaçık’ı dinliyoruz.
Türkiye’den kalkıp Cezayir’e gittiniz, yıllarca çalıştınız ve maaşlarınızı alamadınız. Bu aşamaya nasıl gelindi?
Ali Bahri Öksüz: Kayı İnşaat’ta 2016’da işe başladım. Cezayir’de, Ordular Şantiyesi’nde çalışıyordum. 2019 öncesinde de maaşlarımızda gecikmeler oluyordu, ama yatacağına inandığımız için tolere ediyorduk. Fakat 2019’da şirket ödemelerin aksayacağını, uzayacağını açıkça beyan etti. 25-30 yıllık geçmişi olan bir şirketin paramızın üstüne yatacağına ihtimal vermediğimiz için sabırla bekledik. Bir yıl kadar idare etmeye çalıştık. Ancak, bu bir yıldan sonra pes ettik, “artık yeter” dedik.
Cezayir’de bir de grev süreci yaşandı. O nasıl oldu?
2019’un kasım ayında, artık paralarımızın yatmayacağına kanaat getirdiğimiz için greve başladık. Biz Türkiyeli işçilerin yanı sıra beraber çalıştığımız Cezayirli, Pakistanlı ve Vietnamlı işçiler de grevde yer aldı. Türkiyeli işçiler şantiyenin demirbaşı, diğer işçiler biraz çırak gibilerdi. Biz grev kararı alınca çalışma doğal olarak durdu, bizimle beraber diğer ülkelerin vatandaşı olan işçiler de greve çıkmak zorunda kaldı. Grevimiz 68 gün sürdü, 16 Ocak 2020’de sonlandırdık.
Nurseli Gözüaçık (İnşaat-Sen Örgütlenme Sekreteri): Grevle beraber patron sıkışıp bir arabulucu göndermek zorunda kaldı işçilerin yanına. Neticede, arabuluculuk sözleşmesi imzalandı. Bu sözleşmeyle Şubat 2020’de işçilerin paralarının ilk taksitinin ödeneceği sözü verildi. Ancak, sözleşmeye uyulmadı.
Arabuluculuk sözleşmesindeki taahhüt neydi?
Öksüz: 2020 Şubat’ındaki sözleşmede, bize “herkesin alacağını 10 eşit taksite bölelim, hepinizi Türkiye’ye yollayalım” deniyordu. Aslında Cezayir’den parasız ayrılma taraftarı değildik, ama zaten bir yıl boyunca paramızı alamamıştık, üzerine 68 gün grev yapmıştık, orada kalmamızın bir mantığı olmadığını düşündük. Çocuklarımız sersefil, ailelerimiz perişandı ve bizi merak ediyorlardı. Biz de sunulan sözleşmeyi imzaladık, ülkeye döndük. Bu sözleşmeyi imzalarken kıdem tazminatı ve yıpranma gibi birçok hakkımızdan feragat ettik. Nihayetinde, 2021 Şubat’ına geldik sayılır, hâlâ bir kuruş alabilmiş değiliz. Bu dakikadan sonra yatacak mı, bilmiyoruz.
2020 Şubat’ında bize sunulan sözleşmede, “herkesin alacağını 10 eşit taksite bölelim, hepinizi Türkiye’ye yollayalım” deniyordu. Cezayir’den parasız ayrılma taraftarı değildik, ama zaten bir yıl boyunca paramızı alamamıştık, sözleşmeyi imzaladık. İmzalarken kıdem tazminatı ve yıpranma gibi birçok hakkımızdan feragat ettik. 2021 Şubat’ına geldik sayılır, hâlâ bir kuruş alabilmiş değiliz.
Cezayirli, Pakistanlı, Vietnamlı işçiler ne yaptı, maaşlarını alabildi mi?
Sinan Ekinci: Onlar önce kaderlerine terk edildi. Şirket oradan kaçınca o işçiler aç, susuz kaldı. Fakat kendi ülkelerinden yetkililer geldi, onların sorunlarını dinledi. Neticede, hükümetleri, elçilikleri devreye girdi ve paralarını kuruşu kuruşuna aldılar, sonra memleketlerine döndüler.
Türkiye’nin kendi vatandaşları, işçileri için devreye girmemesine ne diyorsunuz?
Gözüaçık: Bu yüzden “patron korunuyor mu?” diye de soruyoruz. Ortada alınan bir sürü ihale, yapılan yığınla anlaşma var. Yurt dışında ihale alabilen bir patronun illa ki Dışişleri Bakanlığı’yla, konsolosluklarla ilişkisi vardır. Bu ihale Cezayir’de Kayı İnşaat tarafından alınırken, bakanlıklar devreye girdi. Bu ülkenin vatandaşları Cezayir’e çalışmaya giderken pasaportlarına damga basıldı. Tüm bu ihaleler sürecinde devrede olan devlet, işçilerin alacakları söz konusu olduğunda “biz bilmiyoruz, bir şey yapamayız” konumuna çekilmek istiyor, ama ilişkiler çok açık. Coşkun Yılmaz’ın çeşitli medikal şirketleri üzerinden Sağlık Bakanlığı ile birçok anlaşma yaptığını, hatta bağlantılı olduğu bu şirketlere bakanlığın özel davetlerle ihale sunduğunu görüyoruz. Bu ilişkiler devam ederken, Coşkun Yılmaz’ın korumasının nereden geldiğini sormamız gerekiyor. Bu soru kamuya açık bir soru ve bakanlıklar cevap vermekle yükümlü.
Öksüz: Biz dışişleri ve çalışma bakanlıklarından yardım bekliyoruz. Sadaka istemiyoruz, hak etmişiz, 50 derece sıcakta çalışarak, alnımızın teriyle kazanmışız o parayı. Coşkun Yılmaz’la baş edemiyoruz, çünkü bütün yolları kapatmış. Bir akışı, bir geliri var mı, evet var. Gaziantep Şehir Hastanesi’nde hissesi olan bir insanın illa ki bir geliri vardır. Birkaç şirketi de var, avukatlarımız araştırmaları neticesinde bunu beyan ediyor. Ama bir yıldır bize bir kuruş para yatırmıyor. Hükümetin Cezayir’le ilişkileri iyidir herhalde, Coşkun Yılmaz Cezayir’de aşağı yukarı 20 milyon dolarının bloke edildiğini iddia ediyor. Türkiye Cezayir hükümeti ile ilişkiye girip hak ettiğimiz paraları alabilir. Vietnam Büyükelçiliği Cezayir hükümetiyle diyaloga girip işçilerin bütün sorunlarını giderdi, hak ettikleri paraları hesaplarına yatırttı. Pakistan hükümeti de aynı stratejiyi izledi, işçilerinin parasını aldı. Cezayirli işçiler için de aynısı söz konusu. Sadece ve sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olanların sorunu giderilmedi.
Ankara’dan herhangi bir kurum ya da yetkiliyle temasınız oldu mu?
Ekinci: Evet, Ankara’ya gittik, orada dışişleri ve çalışma bakanlıklarında görüşmelerimiz oldu. Bize taahhütlerde bulundular, “olayın takipçisiyiz, Coşkun Yılmaz’la konuştuk, paranızı en kısa zamanda ödettireceğiz” dediler. Fakat altı ay oldu, hâlâ ses yok. Soruyorum, “en kısa zaman” altı ay mıdır? Günlerdir eylemdeyiz, Dışişleri Bakanlığı yine haberdar durumumuzdan, telefon açıldı, görüşüldü, ama hiçbir somut adım yok.
Bir araya gelişiniz, İstanbul’da eylem yapma süreci nasıl gelişti?
Öksüz: Ankara’daki görüşmelerden sonra bir WhatsApp grubu kurduk, birbirimizle iletişime geçtik. Bu işin peşini bırakmamamız gerektiği konusunda uzlaştık. Şirkette çalışan herkesi arayıp ikna etme süreci başlattık, sonra da İstanbul’da buluşmayı organize ettik.
Gözüaçık: İşçiler İnşaat-Sen’e ulaşıp, “iki yıldır hak edişlerimizi alamıyoruz, böyle bir derdimiz var, ne yapabiliriz” dediler. Biz de hemen harekete geçtik. Yaklaşık üç hafta boyunca toplantılar, değerlendirmeler yaptık. Toplantılar sonucunda işçiler kalkıp Hatay, Batman, Elazığ, Adana, Kayseri, Mersin gibi birçok farklı şehirden İstanbul’a geldiler ve burada bir eylemliliğe başladılar. Sendikamız bu hak arayışına öncülük yaptı, ama bütün süreç işçilerin inisiyatifinde ilerliyor.
330’a yakın işçi mağdur, ama eylem alanında daha az işçi var. Niye böyle? Diğer işçiler de mücadelenin parçası mı, nasıl dahil oluyorlar sürece?
Öksüz: Herkes İstanbul’da değil, ben de değilim, Adana’dan geldim buraya. Eşimden dostumdan utana sıkıla borç alarak gelebildim. Gelemeyen arkadaşlarımız da bu yüzden gelemiyor, ne yazık ki, artık borç isteyecek kimseleri de yok çevrelerinde, otobüse ya da uçağa binecek imkanları yok. Bu yüzden bütün işçiler burada olamıyor, ama gün geçtikçe çoğalıyoruz. Gelemeyen arkadaşlarımızla her gün görüşüyoruz. Her aradıklarında özürlerini dile getiriyorlar, yanımızda gibiler.
Coşkun Yılmaz’ın çeşitli medikal şirketleri üzerinden Sağlık Bakanlığı ile birçok anlaşma yaptığını, hatta bu şirketlere bakanlığın özel davetlerle ihale sunduğunu görüyoruz. Coşkun Yılmaz’ın korumasının nereden geldiğini sormamız gerekiyor. Bu soru kamuya açık bir soru ve bakanlıklar cevap vermekle yükümlü.
Cezayir’deki çalışma şartlarınız nasıldı?
İhtiyacı olmayan hiçbir insan kalkıp da buradan Cezayir’e gitmez. 50-60 derece sıcak havada, açık alanda çalışıyorsunuz. Bu ekmek mücadelesini verirken zorlanıyorduk, ama bir yandan da çocuklarımız, geleceğimiz için mutluyduk. Oraya keyfi gitmedim, iki çocuğum var, onların geleceklerini kurtarmak için gittim. Ama, Coşkun Yılmaz çocuklarımın geleceğini kararttı. Velhasıl, Cezayir’e parasız gittim, parasız geldim.
Ekinci: Kayı İnşaat’ta hep yüksek performansla çalışıyorduk. Sabah 7’den gece 12’ye çalıştığımız oluyordu. Coşkun Yılmaz’a büyük paralar kazandırdık, milyon dolarlardan bahsediyorum, ama sonunda bize reva görülen ortada. Ekmek parası için gittik oralara, “bir evimiz, işimiz, aşımız olsun” dedik. Umutla gittik, hüsranla döndük.
Yaşadığınız sıkıntıların pandemi dönemine denk gelmesinin etkileri neler oldu?
Zaten bir kuruş para alamadan ülkeye dönmüştük, üzerine bir de pandemi… İşçiler arasında bu sürede kalp, şeker, tansiyon hastası olanlar oldu. İcradan evini kurtarmak için Coşkun Yılmaz’dan iki-üç bin lira isteyen arkadaşlar oldu, ama kılını bile kıpırdatmadı. Bu nedenle çoğu arkadaşımızın evine icra geldi. İşçilerin çoğunun psikolojisi bozuk şu anda, akli dengesini yitirmek üzere olanlar var.
Abdulsamet Kete: En son Coşkun Yılmaz’a ulaştığımda, “durumum çok kötü, bir senedir çalışmıyorum, bypass ameliyatı oldum, en azından iki üç aylık paramı yatır” dedim. Kira var, çocukların masrafı var, mutfak masrafı var… Ama “yok, ben kimseye bir kuruş özel olarak yatırmayacağım, en kısa zamanda toplu halde ödeme yapacağım” dedi. Artık bıçak kemiğe dayandı. Bakanlıklara sesleniyorum, bizim durumumuzu görsünler artık. Arkadaşlarımın hepsi benimle aynı durumda, kimse evine ekmek götüremiyor, kira ödeyemiyor, evine icra gelenler var. Şu an elektrik faturam geldi, 250 lira, ödeyemiyorum, yok çünkü. İstanbul’a Mersin’den, arkadaşlarımdan borç alarak geldim.
Hukuki süreç ne durumda?
Gözüaçık: İşçilerin açtığı davalar var, onların peşindeyiz. Ama diğer taraftan bu süreç oldukça karmaşık. Üst üste bir sürü perdenin aralanması lâzım. Coşkun Yılmaz’ın bağlantılı olduğu şirketleri açığa çıkarmak, onların usulsüzlüklerini belgelemek için sendika bünyesinde bir Hukuk Komisyonu oluşturduk. Sendikamızın avukatları süreci detaylı bir biçimde inceliyor. Coşkun Yılmaz ve onun birlikte hareket ettiği tabela şirketler milyon dolarlar kazandı, bu nedenle, “organize suç örgütü olmak” başlığıyla bir suç duyurusunda bulunduk. Coşkun Yılmaz’ın herhangi bir yere hareket etmesini engellemek, usulsüzlükleri açığa çıkarmak için bir ilk adım bu. Sadece hukuki olarak ilerlemiyor süreç, mücadelenin ayaklarından sadece biri bu. Eylemlerimiz sürüyor. Bir taraftan Ankara’yla çeşitli görüşmeler yapıyor, ilgili bakanlıkların bizimle görüşmesini bekliyoruz. Ankara’da partilerin grup başkanvekilleriyle görüşeceğiz, konuyu daha fazla kamuoyuna taşımak istiyoruz. İşçilerin haklarını alabilmesi için süreci bütünlüklü bir şekilde yürütmeye çalışıyoruz.
Son dönemde benzerleri çok, Bimeks ve Atlas Global taze örnekler. Patron “param yok” diyor, işyerini kapatıp gidiyor, ama farklı isimlerle ortaklıkları, şirketleri ortaya çıkıyor. Kayı İnşaat’ta da durum farklı değil galiba.
Neredeyse aynı. Bu, patronlar için bir yöntem haline gelmiş durumda. Özellikle pandemi sürecinde hükümetin işçiyi değil, patronu koruyan adımlarının bunda çok büyük etkisi var. Yıllarca naylon bir şirket üzerinden, çeşitli bağlantılarla ilişkilerini sürdürüyor, paralarını aktarıyor patronlar. Kayı İnşaat işçilerinin durumunda da benzer bir şeyle karşı karşıyayız. Bu bir usul haline gelmiş. Bir elektrik faturasının ödenmemesi söz konusu olduğunda devlet kurumları anında yurttaşın kapısında bitiyor, saatini söküp götürüyor. burada koskoca bir hak edişe el konması söz konusu, ama ses yok. Konu patronu korumaya geldiğinde devlet devrede, konu işçinin hakkının alınması olduğunda devlet ortada yok. Bu nedenle şimdiki mesele sadece Kayı İnşaat işçilerinin meselesi değil, bütün toplumun, emekçilerin meselesi. Bugün eğer Kayı İnşaat işçileri kazanırsa, bütün patronlar için uyarı niteliğinde bir kazanım olacak. Yoksa iş yerleri, fabrikalar, şantiyeler kapansa da patronlar sermayelerini bir şekilde başka yerlere kaçırıp, “işçilerin alacaklarını ödeyemiyorum” diyerek köşeye çekilmeye devam edecekler. Gerekirse İcra İflas Kanunu da gözden geçirilebilir; neye el konulacak, işçinin hakkı kaçıncı sırada olacak, bankalar mı işçiden önce gelecek, yoksa işçiler mi bankadan önce, bunların tekrar konuşulması gerekiyor. O yüzden konu sadece bir patrondan tahsilat meselesi değil. Bütün işçilerin, emekçilerin, bu tür hak gaspları karşısında cesaret kazanabilmesi, bir daha böyle durumların tekrarlanmaması için bu mücadelenin kazanımla sonuçlanması çok önemli.
Vietnam Büyükelçiliği Cezayir hükümetiyle diyaloga girip işçilerin hak ettikleri paraları hesaplarına yatırttı. Pakistan hükümeti de aynı stratejiyi izledi, işçilerinin parasını aldı. Cezayirli işçiler için de aynısı söz konusu. Sadece ve sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olanların sorunu giderilmedi.
2012’de, Esenyurt Marmara Park AVM inşaatında çalışan işçilerin barınmak zorunda bırakıldıkları naylon çadırlarda yangın çıkmış, 11 işçi yaşamını yitirmişti. Kayı İnşaat’ın bu iş cinayetine de adı karışmıştı. 2012’den bugüne geldiğimizde, aynı şirketin yoluna devam ettiğini, bu kez işçileri bir başka ülkede açlığa mahkûm ettiğini görüyoruz. Bu tablo bize ne anlatıyor?
Bir yandan Coşkun Yılmaz’ın bağlantılı olduğu medikal şirketler Sağlık Bakanlığı’yla gizli anlaşmalar ve özel davetlerle ihaleler alıyor, diğer taraftan inşaat şirketi birçok ihale alıyor. Haliyle burada, “Coşkun Yılmaz’ı kim koruyor?” konusu yeniden gündeme geliyor. Evet, Marmara Park AVM’nin inşaatındaki firmalardan biri de Kayı İnşaat’tı. Yanarak ölen 11 işçinin sorumlusu olarak da yargılanmıştı, ama ne hikmetse o davalardan sıyrılmayı başardılar. Aslında görünen köy kılavuz istemiyor. Dün 11 işçinin yanarak ölmesine sebep olan inşaat, işlerini daha da büyüterek Cezayir’de koskoca beş şehirde, beş büyük şantiyenin başına geçti. Buradan yüzlerce işçiyi oraya çalışmaya götürdü, sonra da hak edişlerine el koydu. Yani dün yaptığını bugün tekrarlayabiliyor. Devletin bir dur demesi, bu sürece el koyması gerekiyor. Bu kadar işçi iki yıldır hak edişlerini alamıyor.
Böyle bakınca, Coşkun Yılmaz figürü bize ne anlatıyor, sermaye-devlet ilişkisine dair nasıl bir resim veriyor?
Öksüz: Esnaf dilinde, “borcum borç, ne öderim ne inkâr ederim” diye bir tabir vardır. Coşkun Yılmaz’ınki de o hesap. Neye sığınıyor, neyi arkasına almış, kime güveniyor, bilmiyorum. Kul hakkı yiyor. 300 işçinin alın terini çalıyor. Coşkun Yılmaz’ın bir para akışı var, geliri var, bir yerlerde hisseleri, şirketleri var. Bunlara biz ulaşamıyoruz, ama devlet ulaşabilir. Yeter ki, istesinler.
Ekinci: Gaziantep Hastanesi’nde yatırımlarının olduğunu biliyoruz. Medikalle uğraşıyor, 50 hastanenin röntgen çekimleri onda, cihazlar Kayı Holding’e ait. Termik santralleri olduğunu da biliyoruz. Bazı malları yakınlarının üzerine yaptığını, paravan şirketler kurup mallarını buralara kaçırdığını da biliyoruz.
Öksüz: Kanımızın, terimizin son damlasına kadar mücadele edeceğiz. Cebimize bir şey girmese de Coşkun Yılmaz’ın ticari sicilini bitireceğiz. Eğer “bunlar bir iki hafta mücadele eder, sonra dönüp arkalarını gider” diye düşünüyorsa, yanılıyor. Sonuna kadar, ama hukuksal, ama devlet kanalından, mücadelemizi sürdüreceğiz.
Ümraniye’deki Finans Merkezi inşaatında çalışan işçiler, yemeklerinden hamam böceği çıkınca isyan etti. Benzer örnekleri sık sık gördük, Üçüncü Havalimanı inşaatında da tahtakurusu dolu koğuşlarda kalan işçiler isyan etmişti. Siz de iki yıldır verilmeyen maaşlarınız için ayaktasınız. İnşaat işçilerinin çalışma koşulları niye bu kadar kötü? Yeterince güçlü ses çıkarılmadığı için mi?
Ekinci: Biz inşaat işçileri gerçekten Türkiye’de unutulan işçileriz. Hiç kimsenin değer vermediği, ilgilenmediği, bir köşeye attığı insanlarız. Bunu biz işçiler biliyoruz, ama patronlar ve milletvekilleri de bilmeli ki, onlara biz ekmek veriyoruz aslında, biz kazandırıyoruz, bizim sayemizde, işçiler sayesinde büyüyorlar.
Öksüz: Patronların elbette finansal güçleri var, ama bunu onlara sağlayan işçiler. İşçileri ikinci sınıf vatandaş olarak görmekten vazgeçsinler. İşçiler olmasa bir hiç olduklarını anlasınlar. Kötü çalışma koşullarına zorlanan inşaat işçilerine sesleneyim, “ne olursa olsun kazan kaynıyor” demesinler, kendilerine yapılan haksızlıkların peşine düşsünler.
Gözüaçık: Ülke ekonomisi sadece beton ve rant üzerinden ilerletiliyor. Bu sektör iktidar için büyüdükçe büyüyen, kendi yandaşlarına alan açtığı bir sektör haline geldi. Zaten taşeronlaşma, taşeron işçilik başlı başına büyük bir problemken, şantiyelerde çalışan işçileri bölmenin de yöntemi haline geldi artık. İşçilerin birliğinin önüne konulan bir set. Ama inşaat sektöründe gerçekten canlı, dinamik, politik olarak konuların nereye gideceğin yön vermek isteyen büyük bir işçi iradesi var. Taksim’in ortasında AKM şantiyesi devam ediyor. Biz daha önce sendika olarak buradaki kötü çalışma koşullarını dile getirdik. İşçilerin yemeğinden böcek mi çıkmadı, kene mi çıkmadı, o çıkan kenelere “o domates sapıdır” mı denmedi, her şeyi dediler. Özellikle yurt dışında inşaatlarda çalışan işçiler ve Türkiye’nin her yanındaki şantiyelerde işçiler aynı sorunlarla yüz yüze kalıyor.
Kira var, çocukların masrafı var, mutfak masrafı var… Artık bıçak kemiğe dayandı. Arkadaşlarımın hepsi benimle aynı durumda, kimse evine ekmek götüremiyor, kira ödeyemiyor, evine icra gelenler var. Elektrik faturam geldi, 250 lira, ödeyemiyorum, yok çünkü.
Burada işçilerin esasen farkında olmaları gereken durum, birlikte oldukları zaman yapabilecekleri şeyler. AKM şantiyesinde yemekten çıkan böceği topluma duyurduğumuzda oradaki firmalar geri adım atmak zorunda kalıyor. Bu “sana böcekli yemek de yediririm, tahtakurulu yatakta da yatırırım, hiçbir önlem olmadan şantiyede çalıştırırım, ölürsen de sorumlusu olmam” anlayışı aslında düzen meselesi. Bu düzeni değiştirebilecek şey işçilerin örgütlü mücadelesidir. Her seferinde, işçiler bir adım atınca patronlar iki adım geri atmak zorunda kalıyor. İnşaat işçileri çok kalabalıklar, ülkenin her yerinde onların elleriyle var ettikleri yapıları görüyoruz. Şehirleri yaratanlar, onların haklarına el koyan, kölece çalıştırmak isteyen patronların karşısında o şehirlerin meydanlarında birlik olarak direnmeyi de bilmeli. Biz İnşaat-Sen olarak ancak örgütleriyle, kendi sendikalarıyla buluşmaları gerektiğini düşünüyoruz. İnşaat-Sen hem Türkiye’de hem de yurt dışında çalışan işçilere kapısını sonuna kadar açmış durumda. İşçiler örgütüyle birlikte, yan yana omuz omuza bu haksızlıkların karşısında hakkını almak için mutlaka mücadele etmeli.
Son söz?
Kete: Cezayir’de benimle beraber çalışan bir işçi vardı. Durum böyle olunca o da bir kuruş para almadan, 2020’nin ocak ayında Türkiye’ye geldi. Yeni çocuğu olmuştu. O ara Coşkun Yılmaz ona ve bazı işçilere, “size üç bin dolar yatıracağım” diye söz vermiş. Bu para yatmayınca mecbur kaldı, Bingöl’den Irak’a bir inşaata çalışmaya gitti. Maalesef orada, çalıştığı şantiyede düştü, hayatını kaybetti. Rahmetlinin çocuğu bir gece vakti bana mesaj attı, “Samet abi rahat mısınız?” diye. Sebep benmişim gibi düşünüyordu çocuğu. O mesaj hâlâ telefonumda duruyor, aklıma geldikçe tüylerim diken diken oluyor. Ben buradan Coşkun Yılmaz’a ve bakanlara sesleniyorum: Yaratılan mağduriyet insanların canını aldı, çocukları yetim bıraktı! Hiçbir şey yapmıyorlar, bari bu insanların parasını versinler, onları düşünsünler.