KÜRESEL MEDYA GEZİNTİSİ

Ragıp Duran
11 Ekim 2020
SATIRBAŞLARI

Nürnberg mahkemelerinden Beyaz Saray’a, Covid ilacı kitaplardan Talking Heads’in David Byrne’üne, Kara Panterler’in 31 Temmuz 1972’deki uçak kaçırma eyleminden önümüzdeki hafta Strasbourg’da düzenlenecek olan Dinler Forumu’na, hilafet kurumunun tarihçesinden halife kavramının etimolojisine, küresel medya gezintisi…

Her sabah, görev gereği Batı dünyasının altı büyük gazetesini taradığımda, sıcak aktüalitenin yanı sıra kalıcı yönü ağır basan röportaj, söyleşi, inceleme-araştırmalar, bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken, ne kadar büyük, zengin, derin ve çok renkli bir hazineyle temasta olduğumu anlıyorum. Dünyanın dört bir yanında neler olmuş, neler oluyor, neler olacak sorularına bin bir yanıt var bu yazılarda. Bu ummanda az çok tanıdıklarım çıkıyor, hiç bilmediğim konu ve şahsiyetler de.

Günlük haberlerde, gazeteci değerlendirmesiyle ortak temaları saptamak çok güç değil: Covid-19 fırtınası hâlâ çok güçlü, ABD’de başkanlık seçimleri, Siyah Hayatlar Önemlidir hareketi, Avrupa’da AB’nin siyasi ve mali sıkıntıları, Ortadoğu zaten sürekli bunalım halinde, şimdi bir de Kafkasya savaşı gündemde, Libya’da sorun henüz çözülememişken. Daha bir sürü irili ufaklı sorun dolduruyor gazete sayfalarını, küçük ve büyük ekranları…

Hafta boyunca ayırdığım yazıların bazılarını, aralarından ikisini ayrıntılı olarak aktarmaya çalışacağım.

Seçkiyi nasıl yaptığımı bir başka yazıda anlatmıştım. Ama bir ayrıntı daha: Çalışma yönteminde henüz kesin bir karara varamadığımı itiraf edeyim. İkilem şu: Her şeyden bir parça, ortaya karışık bir meze tabağı mı hazırlayayım, yoksa bir tek esaslı ana yemek mi? Bu sorunun cevabını hafta içinde topladığım yazıların niteliği belirliyor/ belirleyecek galiba. Çünkü yakın geçmişe dönüp baktığımda, kimi hafta üzerinde ayrıntılı durulacak bir-iki yazı çıkmadığında meze tabağı formülünü uygulamışım. Ama bazen de öyle bir-iki yazı çıkmış ki, özetleyip geçmek olmaz demişim.

Metodoloji açıklamasından sonra, bu haftaki iki assolistli küresel medya gezintisine başlayabiliriz.

ABD uçakları Japon evlerinin çoğunun ahşap olduğunu bilerek yangın bombaları attı. 100 binden fazla insan öldü. Harekâtı yöneten Tümgeneral “Japonları geberene kadar pişirdik, kaynattık, kavurduk, yaktık” dedi. Tarihçi MacMillan önemli bir hatırlatma yapıyor: “Nürnberg duruşmalarında kitlesel bombardımanlar hiç kaale alınmadı.

Nürnberg, Beyaz Saray, mizah

New York Times’ın 6 Ekim tarihli sayısındaki “Tarihçi hangi medeniyetlerin savaşa teşne olduğunu anlatıyor” başlıklı yazı Margaret MacMillan’ın Savaş-Çatışmalar Bizi Nasıl Şekillendirdi adlı kitabını tanıtıyor. Kitabın en yeni ve ilginç yanı, uzun ve sıkıcı savaş teorileri yerine, Habil’le Kabil’den bu yana insanların, kabilelerin, toplumların ve devletlerin arasında yaşanan şiddetli çatışmalardan anekdotlar aktarması.

Bir vahşi örnek şöyle: II. Dünya Savaşı’nda, ABD ve İngiltere 1945’e doğru, Almanya ve Japonya’yı stratejik ve kitlesel bombalama kararı aldı. Bu, sivil halkı terörize etmeye yönelik bir eylemdi. ABD savaş uçakları Tokyo üzerinde uçarken, Japon evlerinin çoğunun ahşap olduğunu bilerek yangın bombaları attı. 100 binden fazla insan öldü, bir milyon kadar Japon evsiz kaldı. Harekâtı yöneten Tümgeneral Curtis Lemay, “Japonları geberene kadar pişirdik, kaynattık, kavurduk, yaktık” dedi.

Tarihçi MacMillan bu alıntıyı aktardıktan sonra önemli bir hatırlatma yapıyor: “Nazi liderlerinin yargılandığı Nürnberg duruşmalarında iddianamede kitlesel bombardımanlar hiç kaale alınmadı.

Mizah, karikatür çok siyasi bir faaliyet, çünkü çok insancıl bir alan. Ancak, “Her şeyle alay edilebilir mi?”, “Her konu mizaha uygun mudur?” gibi temel sorular hâlâ tartışma gündeminde.

Washington Post 6 Ekim tarihinde yayınladığı “Siyasi karikatürcüler Trump Covid-19’a yakalandığında hünerlerini nasıl sergiledi” başlıklı yazıda, bu konudaki örnekler sergileniyor. Gerçi daha önceki bir değerlendirmede, Trump’ın siyasi mizahı büyük ölçüde değiştirdiği belirtilmişti.

Gerçek, mizahı aşınca karikatürcüler/mizahçılar işsiz kalabiliyor. Ama Trump Beyaz Saray’a yerleştiğinden bu yana, mizahçılar için iyi bir malzeme. Somut örnekte, ABD başkanının virüsü kapana kadar pandemiyi önemsemez tutumu da işe yaradı. Yine de hem şahsi hem kamusal sağlıkla ilgili bir alanda, sıradan hastaları incitmeden iktidarın başını makaraya sarmak kolay değil.


 

Covid killer, Psycho killer

Covid-19 gündemin baş köşesinde, daha uzun süre de orada kalacağa benziyor. Pandemi hepimizi tek tek ve topluca etkilemeye, olağanüstü bir şekilde rahatsız etmeye devam ediyor. Virüsten kaçmak, kurtulmak ne yazık ki henüz mümkün değil. Deneyenler, yol yordam arayanlar, teselli peşinde koşanlar var. İki örnek:

Sevdiğim iki insanı Covid-19 alıp götürdükten sonra kendimi kitaplara verdim. İşte başa çıkabilmek için yardımcı olan 15 kitap” başlıklı yazıda Zibby Owens, tanıklık, biyografi, anı ağırlıklı kitapları ikişer cümleyle tanıtmış. Sıkıntıdan kurtulmak için ya çok toz pembe mutluluk yayan konular ya da kendi sıkıntınızı hafifletebilecek daha ağır sıkıntılı romanlar öneriyor Washington Post’daki bu profesyonel okur.

David Byrne Amerikan post-punk grubu Talking Heads’in solisti, şarkı yazarı. “Psycho Killer, Qu’est Que C’est” en çok tanınan şarkısı. Byrne New York Times’ın 8 Ekim tarihli sayısında Okur Koltuğu’nda kitaplar hakkındaki soruları yanıtlamış. “David Bryne arkadaşlarına yüksek sesle kitap okumaktan hoşlanıyor” başlıklı yazıda, şarkıcının Amerikan Ütopyası adlı yeni kitabının çıktığı duyurulmuş. “Kelimeleri paylaşmak yemeği paylaşmak gibidir” diyen Byrne’ün okuduğu kitaplardan anlıyoruz ki, öyle sıradan bir okur değil kendisi.

 

Dört Kara Panter

“Psycho Killer”in nakaratıyla Le Monde’a, Kara Panterler’in Normandiya’daki huzurlu sürgününe geçiyoruz.

31 Temmuz 1972 günü başlıyor hikâye: Kara Panterler’in bir komando timi, Detroit-Miami uçağını kaçırıyor. Başarılı bir operasyon. Panterler, ABD makamlarıyla yaptıkları pazarlık sonucunda, rehine aldıkları yolcuları serbest bırakmanın karşılığında hem bir milyon dolar fidye alıyor hem de ABD’den ayrılabiliyorlar. Uçak o dönem bütün ulusal kurtuluş hareketlerine sempatiyle yaklaşan Cezayir’e iniyor. Cezayir hükümeti Washington’un baskıları nedeniyle Siyah militanları uzun süre ülkesinde tutamıyor. Tabii ki ABD’ye iade etmeyi de reddediyor.

Araya birtakım etkili ve yetkili şahsiyetler giriyor ve Kara Panterler Fransa’ya geçiyor. Burada Jean-Paul Sartre, Simone Signoret, Yves Montand, James Baldwin gibi aydınların desteği önemli. Fleury Dörtlüsü olarak biliniyor dört Kara Panter. Fleury Fransa’nın en büyük hapishanesi. Mahkeme başlıyor, Kara Panter sanıklar ve avukatlar duruşma salonunu ABD’nin sistematik ırkçılığının mahkûm edildiği bir platforma çeviriyor.

New York Times’da Talking Heads’in solisti, şarkı yazarı David Byrne’ün Amerikan Ütopyası adlı kitabının çıktığı duyurulmuş. “Kelimeleri paylaşmak yemeği paylaşmak gibidir” diyen Byrne’ün okuduğu kitaplardan anlıyoruz ki, öyle sıradan bir okur değil kendisi.

Fransa hükümeti ve yargısı, Washington’un iade talebini reddediyor. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yargıçları, eylemi meşru olarak nitelemeseler de, söz konusu uçak kaçırma hadisesinin siyasal niteliğini kabul ediyor, sanıklara nispeten hafif hapis cezaları vererek dosyayı olumlu bir şekilde kapatıyor. Bu arada, Fransız istihbaratının üst düzey birkaç yöneticisi de Kara Panter militanlara el altından yardım ediyor.

Melvin, Jean, Joyce ve George hapisten çıktıktan sonra artık Fransa’nın vatandaşları. Amerika’daki çocuklarını yanlarına alıyorlar. Melvin ve Jean, Normandiya’da Caen kentine yerleşiyor. Mahalle komitesinde yoksul çocuklara yardım ediyor. Melvin beyzbol kulubü kuruyor ve yönetiyor.

The McNair ailesi, fidye teslimi ve Melvin ve Jean McNair Beyzbol Sahası’nın açılışı (19 Eylül 2015)

Uçak kaçırma playlist’i

Kara Panter Melvin McNair yıllar sonra şöyle anlatıyor uçak kaçırma eylemini: “Uçak kaçırmaktan başka çaremiz yoktu. Detroit’de beyaz polisler taradı beni. Yaralandım. ‘Bir dahaki sefere öbür dünyayı boylarsın pis zenci’ demişti bana.” Operasyonun hazırlıklarını anlatırken, “rahip kılığına girmiştim, elimdeki İncil’in içinde bir tabanca vardı” diyor. “Eylemden önce, uçakta yolcuların dinlemesi için bir playlist hazırlamıştık. Smokey Robinson, Temptations ve Stevie Wonder şarkıları vardı. Pilota verdik, yolculara çaldı playlist’i.” Uçakta yolcuları bilgilendirmişler, davalarını anlatmışlar: “Bakın, biz kötü insanlar değiliz. İzin verin derdimizi anlatalım.”

1966’da, California’nın Oakland kentinde kurulan Özsavunma İçin Kara Panterler Partisi, ABD’de ırkçılığa, sosyal adaletsizliğe karşı mücadele eden bir örgüt. Angela Davis’i hapisten kurtarmak için de bir dizi eylemler gerçekleştirmişlerdi. Siyah Hayatlar Önemlidir hareketinin sahneye çıktığı 2020 yılında haliyle Kara Panterler yeniden gündeme geldi. ABD’deki sistematik ırkçılık, Siyah hareketin radikalleşmesine neden olmuştu. Kara Panterler’in hedefi belliydi: Siyah nüfusun yoksulluğunu ortadan kaldırmak, Siyahların eğitim hakkını sağlamak, Siyahları polis şiddetine karşı korumak. Kısacası ırkçılığa karşı mücadele etmek.

Kara Panter McNair yıllar sonra şöyle anlatıyor uçak kaçırma eylemini: “Başka çaremiz yoktu… Rahip kılığına girmiştim, elimdeki İncil’in içinde bir tabanca vardı. Yolcuların dinlemesi için bir playlist hazırlamıştık. Smokey Robinson, Temptations ve Stevie Wonder şarkıları vardı. Pilota verdik, yolculara çaldı playlist’i.

Melvin’in Cezayir’den sonra anlattıkları da ilginç. Cezayir’de, Fransa’ya karşı yürütülen bağımsızlık savaşının militanları, Fransa’da ise hem II. Dünya Savaşı’ndan kalan Direnişçiler hem de solcu aydınlar ve 68 Mayıs’ının militanları destek vermiş Kara Panterler’e. Enternasyonal şalala…

Melvin Caen’da siyasi mülteci hayatını sürdürürken, Fransa’da 1981’de sosyalistlerin iktidara gelmesiyle Panterler’in hayatında iyi bir gelişme olur: “Cumhurbaşkanının eşi Danièle Mitterrand, iki kez Caen’a, bizim derneğe ziyarete geldi.” Melvin bugün 72 yaşında. Eşi Jean vefat etti, ama adı Caen’da bir sokağa verildi. Amerika’da kalan bir çocukları bıçaklanarak öldürüldü. Cenazesi Caen’a getirildi. Melvin diyor ki, “Ben de ölünce buraya gömüleceğim. Eşimin ve oğlumun mezarı burada.

Dinlerin söyleyebileceği ne var?

Kara Panterler’den bir başka güncel konuya geçiyoruz: İslâmiyet. Hemen tedbirimi alayım, inanç konusunda pek zayıf olduğum için, ayrıca söz konusu metinler Fransızca olduğu için, yaptığım çeviri ilahiyat uzmanlarının eleştirilerine uğrayabilir. Yine de mesele hem önemli hem de güncel olduğundan cüret edip daldım konuya.

Le Monde’un 8 Ekim tarihli sayısında “Dinlerin bugün bize hâlâ söyleyebileceği ne var?” konulu dört günlük toplantı dizisi duyurulmuş. Büyük Doğu Bölgesi, Strasbourg Üniversitesi, Strasbourg Valiliği ve Le Monde’un din konulu eki Le Monde des Religions dergisi tarafından ortaklaşa düzenlenen Dinler Forumu 15-18 Ekim’de Strasbourg’da yapılacak.

Dört gün boyunca konferanslar, paneller ve seminerlerde “Dinler bir kısıtlama kaynağı mıdır, yoksa öteki ile olan ilişkimizi keşfetmeye/araştırmaya davet mi eder?” konusu ele alınacak. Birkaç düşünce-tartışma altbaşlığı şöyle:

– Kadınlar Tanrı’nın geleceği midir? Kadınlar dinlere ne tür katkılarda bulunabilir?

– İnancım angajmanlarımı nasıl besliyor?

– Dinlerin kanaatleri ifade etmeye hâlâ yetkisi var mı?

– Kelimelerin ötesindeki ilahiyat. Kutsal, sessizlikte ve vücutta kendisini ifade edince…

– Günümüz toplumlarında dini söylemin yeri nedir?

Dinler Forumu’nun kültürel faaliyeti olarak da Strasbourg katedralinde Hristiyan, Yahudi ve Müslüman dini şarkılar konseri düzenlenecek.

Halifelik nedir, ne değildir?

Buradan, bismillahirrahmanirrahim, hassas ve tartışmalı bir konuya giriyoruz. Yine Le Monde, 7 Ekim tarihli sayısında, Senegalli felsefeci, New York Columbia Üniversitesi Afrika Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Süleyman Başir Diagne’nin “Kur’an’da halifelik hiçbir zaman bir hükümet sistemi olarak söz konusu değildir” başlıklı serbest kürsü yazısını yayınlamış.

Daha girişte, “İslâmiyet’in en yüksek otoritesi” olarak nitelenen halifeliğin “1924 yılında Cumhuriyetçi Türkiye tarafından ilga edildiği” bilgisi yer almış. Özetleyerek ve yer yer alıntılayarak aktarıyorum:

1. Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanan iki anlaşmayla, mağlup Almanya cezalandırıldı (Versailles 1919). Sèvres (1920) ile de Ortadoğu ve Mağrip’deki Arap ulusları Türk halifeliğinin boyunduruğundan çıkarıldı. Aynı dönemde, Britanya egemenliği altındaki Hindistan’da Gandhi’nin de desteklediği, halifeliği savunan güçlü bir İslâmi akım, “Hilafat Hareketi” gelişti.

Mustafa Kemal’in önderliğindeki savaş ve devrim sayesinde, Türkiye için daha avantajlı olan Lausanne (1923) anlaşması imzalandı, cumhuriyet ilan edildi ve halifelik kaldırıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi 3 Mart 1924 tarihinde, halifeliği ilga ederken Müslüman dünyaya bir mesaj veriyordu: “Halifelik hukuken Müslümanlığın ayrılmaz, ortak bir unsuru değildir. Ve bugün Müslüman topluluklar, çeşitliliklerini de göz önünde bulundurarak, kendi halklarının özlemlerini en iyi yansıtacak modern siyasi kurumlarını yaratma sorumluluğuyla karşı karşıyadır.”

Halifeliğe özlem, 1924’den bu yana kimi barışçıl kimi şiddet içeren çeşitli hareketlerin doğmasına neden oldu. 

Halife sözcüğü, “yerine geçen”, “Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi (teğmeni)”, “Aranızdan otoriteyi sağlamakla görevli olan”, “halef/ardıl” anlamında kullanılmış çeşitli metinlerde. Teğmen sözcüğünün burada askeri bir anlamı yok, etimolojik kökenindeki “yer tutan” (lieutenant) anlamı var.

Tanrı’nın teğmeni, devletin abece’si

Diagne, yazısına devamla, “halife” sözcüğünün gerek Kur’an’da gerek diğer dini metinlerde ve siyasi tarihte zaman ve mekânla değişen çeşitli anlamlarını, karşılıklarını anlatıyor. Halife sözcüğü, “yerine geçen”, “Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi (teğmeni)”, “Aranızdan otoriteyi sağlamakla görevli olan”, “halef/ardıl” anlamında kullanılmış çeşitli metinlerde. Teğmen sözcüğünün burada askeri bir anlamı yok, etimolojik kökenindeki “yer tutan” (lieutenant) anlamı var.

Ancak, halifelik bir hükümet sistemi olarak Kur’an da söz konusu olmadığı gibi, bu kavram ve uygulama zaten Muhammed’in ölümünden sonra ortaya çıkıyor, çünkü Muhammed’den sonra cemaatin kim tarafından, nasıl yönetileceği sorunu baş gösteriyor.

Bundan sonraki tartışma dini literatürden çok siyaset kurumlarını ve jargonunu ilgilendiriyor. Tartışma Sünni/Şii bölünmesini yarattığı gibi, devletin münhasır yetkisi olan vergiyle de ilgili. Ebu Bekir’in halifeliği döneminde bazı kabileler “Biz eskiden vergimizi Muhammed’e verirdik, o öldüğüne göre, artık vergi vermeyiz” diyor. Ebu Bekir ise cemaatin yönetilmesi için kalıcı bir mekanizmanın/sistemin, yani bugünkü deyişle bir devletin mutlaka gerekli olduğunu bildiği ve savunduğu için, itirazcı kabilelere “verginin duadan ayrı tutulmasına izin vermeyeceğim” buyuruyor.

Pierre Bourdieu’nün şaheseri Devlet Üzerine’de ayrıntılı olarak incelediği üzere, vergi demek devlet demek. Bilindiği gibi, siyasi konjonktürle yeni anlam ve işlevler kazanan halifelik kurumu ve “halife” sözcüğü Ömer ve Ali dönemlerinde, kimi zaman “temsilcinin temsilcisi” ya da “teğmenin teğmeni”, çoğu zaman da “müminlerin komutanı” olarak telaffuz ediliyor.

Dil/söylem siyasi-ideolojik çatışma ve çelişmeleri su yüzüne çıkaran bir alan, bir araç. Mesela, Şiiler “halife” demiyor Ali’ye, “imam” diyor.

Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde de “halife” ve “hilafet” sözcük, kavram ve kurumu anlam ve işlev değiştiriyor. “Müminlerin emiri”, “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” ya da “Tanrı’nın yeryüzündeki teğmeni.

Nürnberg duruşmaları, 20 Kasım 1945 – 1 Ekim 1946 

Nostaljinin eski tadı yok

Diagne Kahire’deki El Ehzer Üniversitesi akademisyenlerinden Dr. Ali Abderrazık’ın 1925 yılında yayınladığı İslâmiyet ve İktidarın Temelleri adlı kitabından pasajlar aktarıyor. 1888 doğumlu ilahiyatçı 1966’da ölmüş. TBMM’nin 1924’de halifeliği ilga etmesinden sonra, idealize edilmiş ve artık var olmayan bir kuruma yönelik nostaljinin anlamı olmadığını savunuyor Ali Abderrazık.

Halifeliğin ilga edilmesinin bir açılım sağlayabileceğini, yenilenmiş bir siyasal düşünceye davet anlamına geldiğini söylüyor ve “İnsan aklının en son yaratılarının temelinde halklar kendi hükümet sistemlerini kurabilir, sağlamlığı kanıtlanmış sistemler temelinde bu inşa faaliyeti yapılabilir” diyor.

Muhammed İkbal’in (1877-1938) çalışmalarından da söz eden Diagne içtihad sayesinde İslâmiyet’in hem kökenindeki zihniyet hem de modern zamanların ruhuyla ilişkiye geçebileceğini savunduğunu hatırlatıyor.

Bizde yakın zamanda, bazı çevrelerde halifelik söz konusu oldu, ama bütün İslâm dünyasını ilgilendiren bu konunun, dışarıdan bakınca Ankara’daki rejim açısından bir anlamı ya da önemi olup olmadığı meçhul. Çünkü Katar ve Azerbaycan dahil, bugün İslâm dünyasında Ankara’nın hilafeti yeniden canlandırmasını talep eden bir tek Allah’ın kulu yok.

Savaşla, Nürnberg’le başladık, Covid ilacı kitaplardan ve psycho killer David Byrne’den bahsettik, Kara Panterler’i selamladık, din ve hilafetle bitirdik. Allah sonumuzu hayreylesin!

^