Haliç Tersaneleri deyip geçmemek gerek: Bir defa, İstanbul’un en büyük miraslarından biri. Gemicilik tarihinin her bir aşamasını katman katman üzerinde taşıyan, henüz tarihsel envanteri çıkarılamamış bir endüstriyel alan. Bir “su kenti” olan İstanbul’un hâlâ ihtiyaç duyduğu deniz taşımacılığının merkez üssü. Kent belleğinin ayrılmaz bir parçası. Ve talanına izin verilemeyecek bir kamu malı.
Haliç Tersaneleri, tarihi yarımadadan Okmeydanı’na uzanan, Boğaz’ın körfezinde boydan boya uzanan konumuyla kimileri için iştah kabartıcı haliyle. Önce Haliç Port, sonra Bilim Merkezi, şimdi de Tersane İstanbul adıyla ve detayları kamuoyuyla paylaşılmayan ihale ve atamalarla üzerinde oynanan oyun çok. Sadece bu üretim alanını değil, arkasındaki büyük bir yerleşim alanını da etkileyecek planlara ve projelere itibar eden mimarlık ofislerinin sayısı da az değil. Bu sene düzenlenecek 16. İstanbul Bienali’nin mekânları arasında sayıldığına göre, sanat çevreleri geleneksel “kentsel dönüşümde öncülük” rolünü burada da sürdürüyor. Ve bu alan için ağzı sulanırken sermayenin arasında yandaş, muhalif gibi “çelişki”ler ortadan kalkıveriyor bir anda.
İstanbul’un çehresini değiştirecek, kent belleğinin tahribine büyük bir katkı sağlayacak olan bu projeler silsilesine karşı çoklu bileşenleriyle Haliç Dayanışması da var ama. Uzun çalışma yıllarını Haliç Tersaneleri’ne vakfeden, Kocaeli Üniversitesi’ndeki öğretim üyeliği görevinden Barış için Akademisyenler’den biri olduğu için KHK’yle atılan ve yargılanan (üçüncü duruşması çarşamba günü, 12 Haziran 2019’da, Çağlayan’da), Haliç Dayanışması üyelerinden mimar-akademisyen T. Gül Köksal’ın kalemiyle tarihsel, güncel, mimari, felsefi boyutlarıyla bu büyük mücadelenin izini sürüyoruz.
Haliç Tersaneleri’nde, eski ve özgün adıyla Tersane-i Amire’de yaşananlar, Haliç’te veya İstanbul’da, hatta Türkiye’de veya dünyada, ölçeği gittikçe artan şekilde karşımıza çıkan olayların benzeri bir durum. Haliç’te, kent toprağının kullanım değeri yerine değişim değeri öncelenerek metalaştırılmasına dayanan ve dönüşüm adıyla sunulan bir “çitleme” yaşanıyor. Bu, yürürlükte olduğu her coğrafyada bazı farklılıklar taşısa da toplumsal yaşamı belirleyen üretim ilişkileriyle, yani kapitalizmin işleyişi ile doğrudan ilintili.
Haliç Tersaneleri gibi bir yerdeki dönüşüm sürecinde ise bir başka ironi var: Uzunca bir dönem kapitalist üretim ilişkilerinin ve buna karşı direnişlerin hayat bulduğu bir üretim alanının kullanım değeri, bugün de birçok açıdan önemini ve güncelliğini hâlâ korurken “atıllaştırılıyor, değersizleştiriliyor” ve değeri sadece “koruma altına alınan bazı yapılara” indirgeniyor. Oysa ki üzerinde altı asırlık bir birikimi barındıran bu üretim alanının değeri bunların çok ötesinde. Bu yazıda, Haliç Tersaneleri’nin mimari, teknolojik, kültürel, politik vb. değerlerini açıp bu değerlere bugün nasıl yaklaşıldığını ve bu dönüşüm sürecine karşı çıkan hareketleri aktarmayı hedefliyorum.
Ve TEKEL, ve SEKA, ve Haliç
Konumlandığı yer nedeniyle geçmişi neredeyse İstanbul kenti kadar eski olan tersanelerin önce yakın dönemine bir bakalım. Haliç Tersaneleri’nde olagelenler bir sürpriz olmanın ötesinde o kadar tanıdık ki… Tıpkı ülkedeki çoğu kamu işletmesi gibi ‘90’lardan itibaren özelleştirme dalgasına maruz kalan üretim alanlarından biri burası. Haliç’teki kamu tersanelerinin 1993’te Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde başlayıp 2000’lere dek sürdürülen atıllaştırılma, emekçilerini kaybetme, kaynaklarının kamudan özele transferi ve işlevsizleştirilme süreci, aynı dönemlerde örneğin TEKEL veya SEKA fabrikalarının yaşadıklarına çok benzer. 1980’lerden 2000’lere gelirken TEKEL’de çalışan toplam işçi sayısı 70 binlerden 20 binlere, Haliç Tersanesi’nde çalışan toplam işçi sayısı ise 7 binlerden 500’lere düşer.
‘90’ların özelleştirme dalgasıyla birlikte Haliç Tersaneleri’ndeki üretim Tuzla’ya kayar ve hızla ölümlü iş cinayetleri haberleri gelmeye başlar. Okuluyla, deneyim aktarımına dayanan üretim sistemiyle, örgütlü yapısıyla Haliç Tersaneleri’ndeki birikim, sermaye açısından hiç de önemli bulunmadığı için elbette Tuzla’ya aktarılmamıştır.
Tabii bu süreçte daha az TEKEL ürününe ihtiyaç duyulması veya daha az gemi üretme gerekliliği gibi bir durum yoktur. Tam da aksine ihtiyaç vardır ki, Haliç Tersaneleri’ndeki üretim Tuzla’ya kayar ve o dönemde Tuzla’dan hızla ölümlü iş cinayetleri haberleri gelmeye başlar. Çünkü Tuzla’da taşeron işçiler işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yeterli önlemlerin alınmadığı, gerekli eğitimlerin verilmediği geçici koşullarda gemi üretiminde çalıştırılırlar. Oysa Haliç Tersaneleri’ndeki üretimler sadece güvenlik koşulları yüksek olduğu için değil, emekçilerini çok erken yaşlarda yetiştirdiği okulu, deneyim aktarımına dayanan üretim sistemi, emekçiden yana örgütlü bir yapısı olduğu için bu tür kazalara sahne olmamayı başarmıştır. Ancak bu birikim, sermaye açısından hiç de önemli bulunmadığı için elbette Tuzla’ya aktarılmamıştır.
Sürekli zarar ettiği ve Haliç’i kirlettiği, devletin sırtında bir “kambur” olduğu iddia edilen bu altı asırlık üretim tesisi 2000’lere dek söz konusu özelleştirme müdahaleleri nedeniyle zaman içinde işlevsizleştirilmeye başlanır, ancak halen üretim yapacak kapasiteyi taşıyordur. Fakat bu süre içinde kentin toprak değeri çok yüksek bir yerinde konumlanan tersanelerin arazisi üzerinden kentsel rant devşirme hayalleri başlar. Dünya Miras Listesi’nde yer alan Tarihi Yarımada’nın hemen karşı kıyısında, arkasında tarihi Galata-Pera, devamında yine tarihi Okmeydanı bulunan bu geniş arazi için film platosundan müzeye çeşitli işlevler gündeme gelse de hiçbiri gerçekleş(e)mez, ancak ısrarla gündeme getirilir. Ta ki 2013’teki Haliç Port İhalesi’ne kadar…
Okmeydanı’nın denize açılan kapısı
Hikâyenin buradan sonraki kısmı Haliç Tersaneleri gibi ülkenin de başına gelen kapitalist çitleme politikalarını özetliyor. İçinde bolca kurumun, kişinin, hukuksuzluğun, kamu malına zararın geçtiği bu süreç hem can sıkıcı, hem de birçok örneği gibi görmezden gelmenin tercih edildiği bir olgu. Ancak tersanelerin bu tarihine ek olarak, bir de direnen öznelerin/ ve kurumların hikâyesi olduğu için bunları yazmak gerek. Nitekim can sıkıcı da olsa, tarihin tekerrürden ibaret olmaması ve gelecek kuşaklara tüm yönleriyle aktarılması için kendi “yazdığımız” tarihin de kayıt altına alınması gerektiği açık. Ama önce Haliç Tersaneleri üzerindeki güncel ablukaya bakalım.
Haliç Tersaneler bütünlüğünün, nam-ı diğer Tersane-i Amire’nin Camialtı-Taşkızak Tersaneleri kısımları, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü tarafından “İstanbul Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi” adı altında, yap-işlet-devret modeliyle 13 Mayıs 2013 tarihinde Resmi Gazete yoluyla ihale edildi. Altı asırlık bir geçmişi olan tersaneleri hedef alan bu ihale, bir buçuk aylık kısa bir süre içerisinde, 2 Temmuz’da yapılan ilk değerlendirmenin ardından 24 Temmuz 2013 tarihinde “Cengiz İnşaat, Taca İnşaat ve Galeri Kristal” ile “Sembol Uluslararası Yatırım, Ekopark Turizm ve Fine Otelcilik” isimli iki girişim grubunun katıldığı bir açık artırma yoluyla gerçekleşti ve alan 1 milyar 346 milyon dolar bedel öneren Sembol Uluslararası Yatırım, Ekopark Turizm ve Fine Otelcilik grubuna verildi.
Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan, “Haliç Port Projesi’nin Okmeydanı’nın denize açılan kapısı olduğunu” açıkça ifade etmişti. Yani Okmeydanı dönüşüm projesi ile binlerce insanın yerinden edileceği projenin ön görünümünde Haliç Port projesi etken bir rol alacaktı.
İhalede tarihi tersane alanı için önerilen program, basına yansıyan haberlere göre “her biri 70 yat kapasiteli iki yat limanı, her biri 400 oda kapasiteli beş yıldızlı iki otel, dükkânlar, restoranlar, kongre ve kültür merkezleri, sinema ve eğlence tesisleri, bin kişilik cami ve otopark” olarak geçiyor, projenin, dört yılı inşaat, 45 yılı işletme süresi olmak üzere 49 yıllığına Yap-İşlet-Devret modeliyle gerçekleştirileceği de ifade ediliyordu. İhale duyurusunda “…alanın teklif verme şartnamesinde detaylandırılan usul ve esaslar kapsamında kapalı teklif alma usulü ile ihale edileceği, ihale dosyalarının 15/05/2013 tarihinden itibaren açık adresi verilen yerden ücretsiz olarak görülebileceği, ancak ihaleye iştirak etmek için KDV dâhil 50.000 TL dosya bedelinin ödenmesi gerektiği…” belirtiliyordu. Ancak ihale daha başından itibaren usûlsüzlüklerle doluydu. Nitekim TMMOB Mimarlar Odası ihale dosyasının incelenmesi için ilgili yere başvuruda bulunmuş, ama başvurusu “ihaleye katılmayacak olanlara bilgi de verilemeyeceği” yanıtıyla geri çevrilmişti.
Tersane-i Amire’nin tarihi-teknolojik bütünlüğü ve başta üretim değeri olmak üzere çoğu değerini yok edeceği, kamu yararını öncelemeyen bir ön işlevlendirme ile alanı bir arsa olarak ele alan bu projenin, Okmeydanı, Kasımpaşa ve Galata ile etkileşimi göz önüne alındığında daha büyük çaplı bir kentsel rant dönüşümünün önünü açmak üzere gündeme getirildiği açıktı. Dolayısıyla bu projenin sadece tersaneleri hedef almadığı, İstanbul’un yaklaşık 10-15 yıldır artan bir yoğunlukla karşı karşıya kaldığı kentsel dönüşüm projelerinin bir parçası olduğu rahatça izlenmekteydi. Nitekim Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan, “Haliç Port Projesi’nin Okmeydanı’nın denize açılan kapısı olduğunu” açıkça ifade etmişti. Yani Okmeydanı dönüşüm projesi ile binlerce insanın yerinden edileceği projenin ön görünümünde Haliç Port projesi etken bir rol alacaktı. Oysa ki ihalenin yapıldığı alanın tamamı İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun 22.03.1995 gün ve 6482 sayılı kararı ile belirlenen Tarihi Sit Alanı içerisinde yer almakta olup, 1995’ten 2009 yılına dek alandaki 39 yapının da tek tek tescili yapılmıştı ve alanın tersane olarak kullanılması gerekiyordu (Haliç Tersanesi dahil tersaneler bütününde toplam 52 yapı tescil edilmiştir).
Haliç Dayanışması kuruluyor
İhale haberi duyulur duyulmaz, henüz 2013 Haziran’ındaki Gezi ateşi hâlâ çok harlıyken Haliç Tersaneleri için bir araya gelindi ve Haliç Dayanışması oluşturuldu. Dayanışma bünyesinde bu alandaki üç tersanenin (Haliç, Camialtı ve Taşkızak Tersaneleri) işçi ve emeklileri, tersanelere komşu olan Bedrettin Mahallesi, Okmeydanı gibi mahallelerin sakinleri ve mahalle dernekleri, denizcilik/gemicilik alanında çalışan sendikalar ve bu kurum ve kuruluşların mensupları, TMMOB’ye bağlı Gemi Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası gibi meslek örgütleri, İstanbul Barosu gibi meslek kuruluşları, siyasi parti temsilcileri, milletvekilleri, basın kuruluşları ve temsilcileri, bağımsız araştırmacı ve akademisyenler vd. konuya ilgi duyan kişi ve kurumlar yer aldı.
Dayanışma, kuruluşundan kısa bir süre sonra, 23 Ağustos’ta amacını açıkça ifade eden ve bu amaçlar doğrultusunda ilgili kişilere çağrıda bulunduğu bir basın metnini kamuoyu ile paylaşıma açtı, bir dizi çalışma yapmaya başladı. Bu bağlamda, Haliç Port ihalesine karşı dava açan TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin dava metni hazırlıklarına destek oldu, geniş katılımlı panel ve forumlar düzenledi. 24 Mayıs 2014’te Mimarlar Odası’nda düzenlenen panele tersane alanında gerçekleştirilecek proje için görüşülen mimarların da içlerinde bulunduğu meslek insanları ve Haliç Dayanışması üyelerinden yoğun bir katılım oldu. Panelde söz alan ve projeye aday olan mimarlar “bu bölge için katılımcı, kamu yararı ön planda tutularak hazırlanan ve kıyıyı mahallelilere kazandıracak bir projeyi olumlu ve olanaklı bulduklarından” söz ettiler. Katılımcılar da “kent merkezlerinde kalan yoksul kişilerin yaşadığı mahalleler için ortaya çıkan kentsel dönüşüm projelerinin kentlinin barınma hakkını yok ettiğine” dikkat çektiler. Bugün Haliç Port’un yürütücüsü olarak adı geçen Murat Tabanlıoğlu’nun en önde oturarak izlediği bu toplantıdan sonra Haliç Dayanışması’nın tüm iştirakçilerine ne müellifler ne de işveren tarafından hâlâ bir açıklama yapılmadığını da kayda geçirmek gerek.
Bu arada, Kasım 2015’te Haliç Port projesinin ÇED (Çevre Etki Değerlendirmesi) toplantısının yapılacağı öğrenildi. ÇED raporunun neredeyse bürokratik bir prosedür olarak hazırlandığı, halk katılımının satır arasında bir madde olduğu anlaşılsa da Haliç Dayanışması Sütlüce Kongre Merkezi’ndeki toplantıya katıldı. (bkz. Haliç Port ÇED raporu) Tüm kararların çoktan alınmış olduğu ve güya bir halk katılımı varmış gibi gösterilen, bir diğer deyişle tiyatro gösterisi niteliğine dönüşmüş olan ÇED toplantısının açtırılmaması ve kayıtlara “halk ile görüşüldü, fikir alındı” ibaresinin geçmemesi yönünde gerekli hukuki itirazlar yapıldı.
Darzana ve Zülkarneyn: Özelleştirmenin truva atı olarak sanat
Aralık 2015’te ise, halihazırda Haliç Port müellifi olan Teğet Mimarlık’ın (Mehmet Kütükçüoğlu, Ertuğ Uçar) Haliç Tersaneleri ile ilgili projesi Darzana Venedik Bienali için seçildi. Uğur Tanyeli, Sibel Bozdoğan, Levent Çalıkoğlu, Arzu Erdem, Murat Güvenç, Yeşim Hatırlı ve Süha Özkan’dan oluşan seçici kurul, tersanelerde Haliç Port projesini yapan ekibin tersaneler alanından toplanan parçalardan oluşturdukları işi tersanelerin yaşdaşı bienal alanı Venedik Tersanesi’ne taşımayı uygun bulmuştu. Feride Çiçekoğlu’nun katkı verdiği projede Namık Erkal, Cemal Emden, Hüner Aldemir, Hande Ciğerli, Gökçen Erkılıç, Nazlı Tümerdem ve Yiğit Yalgın yer alıyordu. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) koordinasyonunu yürüttüğü bu projeye göre Haliç’teki Camialtı Tersanesi’nde atık malzemelerden bir tekne inşa edilecek ve bu tekne Venedik’teki eski tersane bölgesindeki Türkiye pavyonuna taşınacaktı.
18 yılını Taşkızak Tersanesi’nde işçi olarak geçirmiş Necati Bereket’in şu sözleri, İKSV’nin şık salonunu ve proje ekibini sessizliğe boğmuştu: “Siz bu proje için iki yıldır oraya giriyormuşsunuz. Biz bir hatıra fotoğrafı çektirmek için bile içeri giremiyoruz. Acaba bu projeyi üretirken orada çalışmış insanlara sorsak ne derler diye hiç aklınıza geldi mi? Denizle çevrili ülkede tersaneyi kapatmak, dağıtmak, başka bir şeye çevirmek nasıl bir akıl?”
İKSV’nin bu projeyi tanıttığı basın toplantısına katılan Haliç Dayanışması iştirakçisi, 18 yılını Taşkızak Tersanesi’nde işçi olarak geçirmiş Necati Bereket’in şu sözleri, İKSV’nin şık salonunu ve proje ekibini sessizliğe boğmuştu: “Siz bu proje için iki yıldır oraya giriyormuşsunuz. Biz bir hatıra fotoğrafı çektirmek için bile içeri giremiyoruz. Acaba bu projeyi üretirken orada çalışmış insanlara sorsak ne derler diye hiç aklınıza geldi mi? Denizle çevrili ülkede tersaneyi kapatmak, dağıtmak, başka bir şeye çevirmek nasıl bir akıl? Ben işçiyim. Orada evlendim, çocuklarımı yetiştirdim, ekmek parasını orada kazandım. Benim burada söyleyecek sözüm olmazsa yarın çocuklarıma ne anlatacağım? Bu projenin kapalı kapılar ardında olduğunu biliyoruz. Ama şunu söylüyoruz: Burası kamuya aittir. Burası yine kamuya ait olarak değerlendirilmelidir. Bize düşüncemizi niye sormuyorsunuz?” Ertuğ Uçar toplantıda bu iki projenin birbiriyle “teğet bir ilişkide” olduğunu söylese de, ilişkinin daha organik olduğu açıktı.[1]
Venedik Bienali ve Darzana sadece Haliç Dayanışması’nda değil, mimarlık ve sanat camiasında da çok tartışma yarattı.[2] Ancak maalesef açık çağrılar olmasına rağmen, bu tartışmalar karşıt görüşlerin entelektüel, fikri, eleştirel ve etik hakiki bir karşılaşmasının yaşandığı bir diyaloğa dönüş(e)medi. Nihayetinde Darzana’nın Bienal serüveni, kent hakkı mücadelecileri ve çoğu meslek insanı nezdinde, sermaye birikimine hizmet eden bir kent suçunu sanat aracılığıyla meşrulaştırma girişiminin örneklerinden biri olarak tarih sahnesinde yerini aldı. Ta ki 2019’daki yeni bir bienale kadar…
Bu arada Haliç Port Projesi’ni meşrulaştırma girişimleri farklı bir “sanat işiyle” sürdürüldü. Darzana’nın halefi olan bu eserin adı Zülkarneyn olup 11 bin kurukafadan oluşuyordu. Darzana gibi estetik bir iş değildi belki, ama sanat-sermaye ilişkilerini daha açıktan gösterdiği için şeffaf sayılabilir mi acaba diye düşündürdü bana. Zira eserin sanatçısı eserin önünde Haliç Port’un ve eserin maddi destekçisi, Akdeniz’de sit alanlarını tahrip eden oteller zinciri Rixos’un sahibi Fettah Tamince ile, –İKSV’nin sanat perdesi arkasındaki Teğet’ten farklı olarak– rahatça poz veriyordu. Söylendiği üzere bu eser de bitince Venedik Bienali ve çeşitli yerleri gezecekmiş. Tamince de bu eserle Haliç Port’un uygulamaya çoktan geçtiğini “müjdelemiş”.
Sürecin ironik tarafı ise, Teğet Mimarlık’ın bir süre sonra Haliç Port proje müellifliğinden çekilmesi. Bunu da bir kamuoyu açıklamasından değil, Abdi Güzer ile yaptıkları bir Kalebodur söyleşisinden tesadüfen öğreniyoruz. Söyleşinin 31-43. dakikaları arasında Darzana ve Haliç Port’u konuşan Mehmet Kütükçüoğlu, projeden çekilmeleri hakkında “Biz projenin kahramanı olmak için de girmemiştik açıkçası” derken projenin üst ölçekli planını, projeyi daha önce de birlikte ürettikleri Murat Tabanlıoğlu’na devrettiklerini ifade ediyor. Tabanlıoğlu ise, son zamanlarda AKM gibi toplumsal muhalefete rağmen üretilen projelerin mimarı olarak karşımıza çıkıyor. Oysa Haliç Tersaneleri’nin geleceğiyle ilgili toplantıda Tabanlıoğlu en ön sırada yer alırken, projedeki duyarlılıklardan söz ediyordu.
Atıllaştırılan tersanede Bilim Merkezi
Hikâyeye devam edelim. Şubat 2016’da alan için üretilen imar ve uygulama planlarına TMMOB Gemi Mühendisleri, İnşaat Mühendisleri, Mimarlar ve Şehir Plancıları Odaları, ayrıca İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis üyeleri Özgür Aydın, Hakkı Sağlam dava açmışlardı. Dava açılan kurumlar ise, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ihale sahibi olduğu için müdahil Haliç Altınboynuz firması ve Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’ydı. İstanbul 11. İdare Mahkemesi’nde görülen dava sonucuna göre 1/5000 ölçekli KAİP (Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı) için itiraz reddedilirken, 1/1000 ölçekli KAİP “…Kamu yararına, planlama, şehircilik ve hukuka uygunluk bulunmadığı sonuç ve kanaati ile” oybirliği ile iptal edildi. Ancak Ağustos 2018’de alanda ilgili koruma kurulu onayı olmayan kaçak yıkımlar başladı. Üstelik yıkım sırasında açığa çıkan asbeste yönelik herhangi bir önlem alınmadan yapılan bu uygulamalar, çevredeki yerleşimler ve asbestin taşındığı yerler için ciddi bir sağlık sorunu oluşturdu.
Çok taze bir haber olarak, tersaneler alanının İstanbul Bienali’nin mekânlarından biri olarak seçildiği ilan edildi. Cumhurbaşkanı’nın açıklamasına göre tersane alanına Koç’un Sadberk Hanım Müzesi de taşınacakmış. Cumhurbaşkanı yerel seçim öncesinde Koç’a boşuna teşekkür etmedi belli ki. Koç’un yıllardır sponsorluğunu üstlendiği İKSV de tersaneler alanını boşuna bienal alanı olarak tespit etmedi.
Tersaneler bütünlüğünün Camialtı ve Taşkızak Tersanesi için Haliç Port gündemde iken, alanın en eski kısmı, üç büyük kuruhavuzlu Haliç Tersanesi kısmı da Bilim Merkezi olarak yeniden işlevlendirilme sürecine girdi. 12 Kasım 2018’de bu projenin ihale duyurusu yapıldı. Bu sürecin iki boyutunu biraz açalım. Bunların ilki bu işin siyasi yönü, diğeri de mimari proje ve ihale kısmı. Elbette ki siyasi yön, proje ve ihale kısmını da yönlendiriyor. Bu denli büyük ölçekli projelerin politik-ekonomik sistemden bağımsız olması mevcut üretim ilişkileri bağlamında mümkün olamaz.
Bilim Merkezi projesinin siyasi kısmının kazanı 2006’dan bu yana yavaş yavaş kaynatıldı ve bugünkü muhatabına devir süreci usul usul gerçekleştirildi. Haliç ve Camialtı Tersaneleri 2006’da T.C. Denizcilik İşletmeleri’nden İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne, “tersanelerde şehir hatları vapurlarının bakım, onarım ve üretim işlerinin yapılması, yani tersane amaçlı kullanım koşulu” ile verildi. Ancak bu devirden sonra tersanelerin özgün işlevlerine uygun olarak kullanımları kasıtlı olarak yavaşlatıldı ve atıllaştırma süreci ısrarla sürdürüldü.
Aynı TEKEL, SEKA veya diğer kamu fabrikalarında olduğu gibi burada da üretim faaliyetleri ve işçiler türlü müdahalelerle tasfiye edildi, üretimin çevreye zarar verdiği, Haliç Köprüsü’nün açılamadığı, zarar ettiği iddia edildi. Oysa ki tüm bunlara karşı meslek odalarının ve biliminsanlarının karşı, eleştirel raporları vardı. Ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı ile Haliç Tersanesi’ni Bilim Merkezi’ne dönüştürmek üzere gizlilik anlaşmasıyla bir işbirliğine girişti. Adı geçen vakfın mütevelli heyeti başkanı Selçuk Bayraktar, Cumhurbaşkanı’nın damadı olarak da biliniyor. Böylelikle tersaneler bütünlüğünün son kısmı da geri dönüşü olmayan bir sürece girdi.
Haliç Port’tan Tersane İstanbul’a sermaye, sanat ve mimari
Haliç Bilim Merkezi projesi müellifleri olarak ise, Kerem Erginoğlu ve Hasan Çalışlar’ın adını ilgili koruma kurulu yazışmalarından görüyoruz. Üst ölçekli plan ise Superpool’un web sayfasına göre, davetli bir yarışma ile elde edilmiş. Daha önceki ofisler gibi Erginoğlu ve Çalışlar ekibinin de işi nasıl üstlendikleri, nasıl bir proje yaptıklarına dair bir kamuoyuna bir açıklamaları henüz olmadı. Projelerinin ilgili koruma kurulu onayını aldığını biliyoruz, ancak ofisin web sayfasında projenin adı geçmiyor. Adı geçen ofis, Haliç Tersanesi’nin hemen arkasındaki Tuz Ambarı’nın restorasyon ve yeniden işlevlendirme projesini de yapmıştı. Bu proje ofisin web sayfalarında kayıtlı. Ulusal Mimarlık Ödülü de alan bu uygulamanın ilgili koruma kurulunda başka bir müellifle kayıtlı olduğu ve yapının tarihi bazı ögelerinin (özgün giriş kapısı gibi) kasıtlı zarar gördüğü için suç duyurusunda bulunulduğu bir süreç var ki, bu da Türkiye’deki restorasyon işi yapma pratiklerine dair ayrı bir değerlendirme yazısının konusu olacak denli geniş bir mevzu.
Süreç o günden bugüne değişmedi, halen kapalı olarak ilerliyor. Haliç Port / Tersane İstanbul projesi müellifi olan Murat Tabanlıoğlu’nun projesinden bir-iki görüntüyü AKSanat’taki “Öte/de/ki Mimarlık” isimli sergide gördük. Haliç Port projesi, adı geçen mimarın babasının yapısı olan ve yıkıp yerine yenisini yapacağı AKM projesinin yanıbaşında yer alıyordu. Sergide Haliç Port / Tersane İstanbul’a dair hiçbir açıklama yoktu. Bu proje nerededir, nasıl elde edildi, burada neler olacak vb. hiçbir bilgi verilmemişti. Bir tek güzel çekimli bir videoda, harap ve terkedilmiş bir üretim tesisinin alacağı renkli, şık imajlar sunulmuştu.
Yerel seçimler öncesinde doğrudan Cumhurbaşkanı buraya ilişkin bir açıklama yaptı. Haliç Port projesinin adının birdenbire Tersane İstanbul oluverdiğini, ihalede adı geçmeyen üç müze önerisini de o sunumdan öğrendik. Haydarpaşa Port, Galata Port vd. diğer “kardeş” mega projeler gibi Haliç Port projesinin de savunulacak bir tarafı olmadığı anlaşılmış olsa gerek ki, yeni proje “tertemiz” bir isimle, müze gibi “masum” işlevlerle kamu oyuna sunuldu. Ancak müze mevzusunun arkasındaki ilişkiler hiç de masum değildi. Şöyle ki, çok taze bir haber olarak, tersaneler alanının İstanbul Bienali’nin mekânlarından biri olarak seçildiği ilan edildi. Cumhurbaşkanı’nın açıklamasına göre Tersane alanına Sadberk Hanım Müzesi de taşınacakmış. Sadberk Hanım Müzesi Koç’a ait. Koç da yıllardır İKSV’nin sponsorluğunu üstleniyor. Cumhurbaşkanı yerel seçim öncesinde Koç’a boşuna teşekkür etmedi belli ki. İKSV de tersaneler alanını boşuna bienal alanı olarak tespit etmedi.
Mimarlık: Ezilenin mi, egemenlerin mi?
Konuyla alâkalı bir de kişisel gibi gözüken, ama tam aksine toplumsal olan bir mevzuya değinmek isterim. Haliç Port ihalesini alan ve bugünkü yatırımcısı olan Fettah Tamince iktidarla kurduğu sıkı ilişkileriyle bilinen bir isim. Tamince “Fettullah Gülen Terör Örgütü” bağı suçlamasıyla yargılanırken kendisini bir savcının kurtardığı üzerine gazete haberleri çıktı. Ardından söz konusu Savcı İsmet Bozkurt’un bu nedenle görevden alındığı ifade edildi. Savcı İsmet Bozkurt, aynı zamanda içlerinde benim de olduğum Barış Akademisyenleri’nin iddianame savcısı. Binlerce akademisyenin haksız, hukuksuz yere yargılanmasına zemin olan bu iddianame, kopyala-yapıştır yoluyla hepimiz için hazırlanmış.
Haliç Port ihalesini alan Fettah Tamince iktidarla kurduğu sıkı ilişkileriyle bilinen bir isim. “Fettullah Gülen Terör Örgütü” bağı suçlamasıyla yargılanırken kendisini bir savcının kurtardığı üzerine gazete haberleri çıktı. Ardından söz konusu savcının bu nedenle görevden alındığı ifade edildi. O savcı, aynı zamanda içlerinde benim de olduğum Barış Akademisyenleri’nin iddianame savcısı.
Özetle bugüne dek Haliç Tersaneleri alanında proje yapan hiçbir ekip halka açık bir paylaşımda bulunmadı. Haliç Dayanışması’nın bu kişilere yaptığı açık çağrılar çoğu kez yanıtsız kaldı. Bizler çeşitli üniversite veya sanat etkinlikleri salonlarında projeleri takip etmek zorunda kaldık. Bu koşullarda bir kamusal alanın dönüşümünde halk katılımının hiçbir koşulda öncelenmediğini ifade etmek abartılı olmayacaktır. Gezi direnişinin yine bir politik mesele olarak tartışıldığı bugünlerde, yukarıdaki hikâye nedeniyle direnişin sadece iktidar ve sermaye gruplarına karşı olmaması gerektiğini düşünüyorum. Zira onlara proje/sanat işleriyle hizmet eden, bu yazıda adı geçen onlarca kişi de var. Halk/kamu yararına, ezilenden yana mimarlık ile egemenlere hizmet eden mimarlık tartışması da yine bu yazının kapsamını aşacağı için sonraya erteliyorum.
Buraya kadarki can sıkıcı tarihi özetin şimdi koruma felsefesi açısından önemine değinmek gerekiyor. Bilim Merkezi projesinde yer alan çizime göre, Haliç Tersanesi’ndeki bazı yapılar “kültür varlığı olarak korunmaya değer”, kalanı ise bir şekilde değerli bulunmayarak “diğer yapılar” olarak işaretlenmiş ve toplam “değer bütünlüğünden” soyutlanmış. Öncelikle şunu belirtmek gerek: Bir yeri tescil ederek koruma altına almak demek, teknik olarak sadece belli başlı yapıları değil, bu yapıların konumlandığı parselleri de koruma altına almak demektir. Koruma felsefesi açısından ise, korumaya değer olan, o fiziki dokunun somut varlığının ötesinde, o somut varlığın bize/günümüze aktardığı somut olmayan değerlerdir. Yani somut varlıklar somut olmayan değerlerin taşıyıcılarıdır, ki tersanelerin en önemli değeri başta üretim değeri, ardından eğitim değeri, tarihi-teknolojik değeri ve diğerleridir. Somut olanın bile kıymet görmediği veya işe geldiği zaman gözden çıkarılabildiği bir sistemde sadece bu çizime bakarak bile tersanelerden bugüne ulaşan kısmın geleceği için endişe duymamak elde değildir. Aşağıda bu durum tarihi ve kuramsal bağlamı ile daha detaylı bir şekilde tartışmaya açılmaktadır.
Koruma felsefesi nedir, Haliç Tersaneleri’nde nasıl işler?
Bu soruyu Haliç Tersaneleri üzerinden şöyle de formüle edebiliriz: Haliç Tersaneleri’nin değeri sadece bazı binalarına indirgenebilir mi? Koruma felsefesine göre hayır! Haliç Tersaneleri bütünlüğünde bu cevabı bilimsel olarak gerekçelendirirsem, tersanelerdeki yapıların tarihsel, teknolojik nitelikleriyle biraradalıklarının kendi içinde, çevresi ve kentle bir bütün olarak anlamını şöyle özetleyebilirim:
1- Tarihi miras: Haliç’in kuzey kıyısında yaklaşık 2 km’lik kıyı şeridine kesintisiz olarak yayılan, Haliç’in iki kıyısında bugüne dek gerçekleştirilen dönüşüm çalışmalarından da, Bedrettin Dalan’ın tabula rasa girişimlerinden de kendini korumuş tek el değmemiş arazi parçası olan Tersane-i Amire, yüzyıllar süren art arda yapımlar sonucunda, Haliç güncel üretim tesislerini içeren teknolojik altyapının yanısıra, Bizans ve Osmanlı klasik dönemlerinden kalan tarihsel belge niteliğindeki çok önemli kalıntıları ve aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin denizcilik ve gemi yapım teknolojisini de katmanlar halinde bünyesinde barındırmaktadır.
İlk buharlı gemi, buharın kullanılmaya başlanmasıyla buharlı fabrikalar, Osmanlı Devleti’nin ilk denizaltısı gibi gemicilikle ilgili üretimlerin dışında tersanelerin kentle doğrudan ilişkili bir tarihi geçmişi vardır. Tersaneler şehir içinde ve kıyısında yapılan inşaatlara yardımcı olmanın yanısıra, cami, külliye gibi büyük programlı yapılara malzeme iletimi ve taşıma işinde, kale çizimi gibi teknik konularda, kazıklı temel, batardo, köprü ve duba yapımında da önemli bir rol üstlenmekteydi. Örneğin Süleymaniye Külliyesi gibi komplekslerin yapımı sırasında uzak ülkelerden veya kent içinde malzeme iletimi konusunda tersanenin olanaklarından faydalanılmıştır. Ya da kenti saran kolera hastalığı için ilk etüv aletleri tersanede üretilmiştir. 18. yüzyılda tersanede Osmanlı teknik elemanları dışında, levanten ve yabancı mimar-mühendisler de yer almaktaydı. Bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi’nin temelini oluşturan Mühendishane-i Bahri Hümayun burada kurulmuş, bu teori-pratiğe bağlı ilişki günümüze kadar devam etmiştir. Tüm bu bilgileri sahadan okumak, takip etmek mümkündür. Deniz Müzesi ve Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde Tarihi Yarımada’nın komşusu olan bu alana ait binlerce belge, çok-disiplinli bir bakış açısıyla ele alınmayı ve izlerin yerinde takibini beklemektedir. Şu an için bunları arşiv belgelerinden takip edebiliyor olsak da, henüz sahada ayrıntılı yeraltı / sualtı arkeolojik araştırmalar yapılmamıştır. Bu araştırmalar yapılmadan alanda gerçekleştirilecek bir uygulama geri dönüşü olmayan kayıplar doğuracaktır. Bu nedenle tersaneler bütünlüğünü parçalayan bir proje serisi ile, yeterli araştırmaya dayanmayan, alanın nitelikleri düşünmeden “atanan” işlevlere bağlı olarak söz konusu değerler / bilgiler, yani somut olmayan mirasımız tehdit altındadır.
2- Çevre bütünlüğü ve mimari: Kasımpaşa’dan Hasköy’e kadar uzanan alanın yerleşim ve mimari tarihi, tersanelerden bağımsız düşünülemez. Tersanelerdeki dönüşüm, çevresinde gelişmiş olan ilişkilerin de kontrolsüzce dönüşümüne neden olabileceği gibi, söz konusu ilişkinin dikkate alınmadığı açıktır. Çünkü proje ihalesi sadece parçalanmış tersaneler için yapılmaktadır ve yakın çevresi ile Haliç havzasına ilişkin bir bütünlük daha ihale başından itibaren düşünülmemiştir. İhaleyi açan kurumların ve yüklenicinin bunları düşünmediği bir işin proje üretim sürecinde tasarımcı grupların bunları mesele edip uygulayabilecek olmalarını düşünmeleri saflığın ötesinde bir şeydir. Zira gömleğin düğmeleri baştan yanlış iliklenmiştir. Mesele “kahraman olmak” değil, asırlara dayalı çok-katmanlı bir değerin, bilimsel, eleştirel, kamu yararına sürekliliğinin nasıl sağlanacağını açık, şeffaf ve zamana yayarak tartışmaya açmaktır.
3- Endüstriyel miras: Tarihsel öneminin yanında bugüne kadar kendisini yenileyerek gelebilmesi tersaneye süreklilik taşıyan bir endüstri mirası özelliği kazandırmaktadır. Tersaneler gemicilik tarihi ve teknolojik gelişimin en önemli belgesi olmanın yanısıra, gemi inşa ve bakımı konusunda da teknik bilgilerin biriktiği ve güncellendiği, bir su kenti olan İstanbul’da hat analizine bağlı gemi üretiminin yapıldığı çok önemli bir kaynaktır. Bu kaynak sadece tescil edilen bazı binalar değil, yerleşkenin bütünlüğüne karşılık gelmektedir.
4- Üretim ve istihdam: Kasıtlı olarak zarar verilen eğitim kurumları, sağlık hizmetleri, sosyal tesisleri ve teknolojik altyapısı ile önemli bir üretim ve istihdam potansiyeli ve çağdaş bir üretim modeli olan Haliç Tersaneleri herhangi bir faaliyetin yapılacağı “bir arsa” olmanın ötesinde, Türkiye’nin gemi sanayisi için çok önemli bir ekonomik kaynaktır. Bugün toplu taşımaya en uygun ulaşım aracı olan şehir hatları vapurlarının bakım-onarım ve imalatının gerçekleştirildiği kentteki en yetkin ve ekonomik kuruluş Haliç Tersaneleri’dir. Bir su kenti olan İstanbul’da ulaşım biçimi olarak kullanım oranı sadece yüzde 2’yi bulan deniz ulaşımını artırmanın, geliştirmenin ve yetkinleştirmenin yolu tersanelerin kapatılmasından değil, daha etkin kullanılmasından geçmektedir. Bugün İDO hatlarının zarar etmesi, vapurların satılması gibi sorunların temeli de burada yatmaktadır. Kentin ulaşım sorunları gün geçtikçe artmakta iken, eldeki böyle bir imkânı yok etmek düpedüz bir suç sayılmalıdır. Diğer yandan vapurlar ve iskelelerin de bu ulaşım ağının bir parçası olduğu unutulmamalıdır.
Tersane-i Amire, yüzyıllar süren art arda yapımlar sonucunda, Haliç güncel üretim tesislerini içeren teknolojik altyapının yanısıra, Bizans ve Osmanlı klasik dönemlerinden kalan tarihsel belge niteliğindeki çok önemli kalıntıları ve aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin denizcilik ve gemi yapım teknolojisini de katmanlar halinde bünyesinde barındırmaktadır.
5- Deprem sigortası: İstanbul’un aynı zamanda bir “deprem kenti” de olduğu, ülkede Haliç, Camialtı ve Taşkızak Tersaneleri dışında kalan önemli tersanelerin çok büyük bölümünün Kuzey Anadolu fay hattına çok yakın olan Yalova, İzmit-Pendik arası kıyı bölgesinde ve dolgu arazi üzerine yerleşik bulunduğu bilinmektedir. Oysa fay hattına daha uzak bir zeminde kurulu olan ve yüzyıllardır muhtelif büyüklüklerdeki depremlere dayanıklılıkları kanıtlanmış Haliç Tersaneleri’nin olası bir Marmara depreminin ardından ne denli önem kazanacağı da gözden uzak tutulmamalıdır. Diğer bir deyişle, tersane alanı geçmiş tüm depremlerde dayanıklılığını ispatlamıştır ve olası bir depremde lojistik destek de bu alandan sağlanabilecektir. Bugün binlerce insanı barındıran kentte deprem toplanma alanlarının AVM vb. yapılarla doldurulduğunu düşünürsek, tersaneler alanının da salt bir arsa olarak bina ile doldurulması doğal afetin insan eliyle yaratılan afete dönüşmesi için davet olacaktır.
6- Kent belleği: Tersaneler bütünlüğünün iyileştirilip geliştirilmesi, sadece mevcut değerleri korumak açısından değil, bölgeye ve kente yeni değerler katmak açısından da önemli bir potansiyeldir. Haliç’in iki kıyısı, ‘90’lardan bu yana parçacıl müdahaleler ile birbirinden koparılmış ve tüketime terkedilmiştir. Oysa ki İstanbul’u dünyadaki diğer kıyı kentlerinden ayıran en önemli şey, içinden geçen deniz ve ona açılan körfezin etrafında kentleşmesidir. Haliç, kent belleğinin tutunduğu yerdir. Haliç Tersaneleri alanının hangi kaynaklarla, nasıl bir yöntem izlenerek, neye hizmet ederek kullanılacağı, kent-kamu yararına nasıl iyileştirileceği önemli bir sorunsaldır. Haliç’in bütünlüğünü parçalayacak yeni bir proje yerine, demokratik yollarla açık ve şeffaf bir süreç, kentli için önemli bir kazanım olacaktır. Hele de demokrasi zafiyetinin günbegün arttığı koşullarda tüm meslek insanları ve yurttaşlar olarak bunu talep etmemiz, hepimizin yararına olacaktır.
Sonuç: Haliç ve toplumsal sorumluluğumuz
Buraya kadar bir üretim tesisinin parçalara bölünerek sermaye tarafından “çitlenmesi” ve buna yol açan meslek insanlarının katkılarını gördük. Diğer yandan Haliç Dayanışması gibi sürece karşı çıkan, bir tür akıntıya karşı kürek çeken oluşumlar da mevcut. Şunu biliyoruz ki, Türkiye’de 1980’lerde etkisi başgösteren neoliberal politikalar, 1990’larda devlet kurumlarının özelleştirme kapsamına alınması ile her alana yayılmaya devam ederken, 2000’lerden bu yana süreci devralan iktidar eliyle, ülkedeki yaşam kadar, bu topraklarda üretilmiş olan tüm değerleri de derinden etkilemeyi “başardı”. Söz konusu süreçlerin her aşamasından istisnasız bir şekilde etkilenen öznelerden biri de Haliç Tersaneleri, nam-ı diğer Tersane-i Amire oldu.
Haliç Tersaneleri’nde, aynı Venedik Tersanesi gibi koruma altına alınan yapılar ve somut olmayan değerler vardır. Bu somut olmayan değerler arasında tersane çalışanlarının ve etrafında yaşayan yurttaşların anıları, üretim ilişkileri, toplumsal bellek, hak mücadeleleri, emek tarihi, gemicilik teknolojisinin gelişimi vb. sayılabilir. Somut yapılar, söz konusu somut olmayan değerlerin alandan ve arşivlerden okunabilmesine imkân sağlar. Ayrıca tersanelerin varlığı ya da yokluğu, Tuzla’daki veya başka bir gemi üretim alanındaki ölümlü gemi-iş kazalarıyla da ilgilidir. Çünkü tersaneler aynı zamanda bir okuldu ve kalifiye eleman yetiştiriyordu, ancak artık bu da sağlanmıyor, elimizden gitti. Haliç Tersaneleri’nin fiziki varlığı Haydarpaşa Port, Galata Port projeleri, konserveye/tencereye/ofis ortamına dönen vapur “tasarım”ları, kent ve ulaşım hakkıyla da ilgilidir.
Tersane alanındaki birkaç tescilli yapıya indirilen değerlendirme yaklaşımına da gelirsek, yukarıdaki gibi elimizdeki değerler bununla sınırlı değildir ve sınırlandırılmamalıdır. Sözlerimi her zaman olduğu gibi Haliç Dayanışması’nın açık çağrısı ile bitirmek istiyorum: “Ülkesine, kentine, mahallesine, doğaya ve çevreye sahip çıkan, tarihi-kültürel mirasın korunması ve geleceğe taşınması konusunda duyarlı tüm kişi, kurum, kuruluş, sendika, meslek örgütü vb. ile siyasi partileri Haliç Dayanışması’na katılmaya çağırıyor, söz konusu alanın geleceği hakkında üretimde bulunan meslektaşlarımıza toplumsal sorumluluklarını hatırlatmak istiyoruz.”
Yaşam hakları bir bütündür. Tıpkı Gezi Direnişi gibi, tüm kentsel toplumsal mücadeleler bir bütün olarak demokratik, adil, eşitlikçi, barışçıl, laik bir dünya tahayyülüdür. Bu yolda dayanışmayı geliştirmek umuduyla…
Haliç Dayanışması ile iletişim için: halicdayanismasi@gmail.com
https://www.facebook.com/halic.dayanismasi
Tüm web kaynakları için izleme tarihi 27.05.2019’dur.
Ayrıntılı okuma listesi
• T. Gül Köksal, Haliç Tersaneleri’nin Tarihsel Teknolojik Gelişim Süreci ve Koruma Önerileri, İTÜ FBE, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1996.
• “İstanbul’un Önemli Bir Endüstri Arkeolojisi Siti: Haliç Tersaneleri”, İstanbul, 2001, sayı 39, s. 27-32.
• “Haliç Tersaneleri’nin Tarihsel-Teknolojik Gelişim Süreci ve Geleceği”, Dünü ve Bugünü ile Haliç Sempozyum Bildirileri, 22-23 Mayıs 2003, Kadir Has Üniversitesi, İstanbul, 2004, s. 411-420.
• İstanbul’daki Endüstri Mirası İçin Koruma ve Yeniden Kullanım Önerileri, İTÜ FBE, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2005.
• “Kent Yağmasının Yeni Hedefi: Haliç Tersaneleri”, Mimar.ist, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Süreli Yayını, sayı: 48, İstanbul, 2013, s. 97-105.
• “Tersane-i Amire’yi Talan Edecek Haliç Port’a Karşı: Haliç Dayanışması”, Mimarlar Odası Genel Merkez Yayını, sayı: 374, Ankara, 2013.
• “Haliç’teki Rantsal Dönüşüm Üzerine”, söyleşi, Politeknik, 2013.
• “İstanbul Haliç’siz, Haliç Tersanesiz Olamaz!”, Sol Haber, 2013.
• “Haliç Tersaneleri’nde Güncel Durum: Haliç Port ve Haliç Dayanışması’na Dair”, Mimar.ist, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Süreli Yayını, sayı: 55, İstanbul, 2016, s. 18-24.
• “Kimin Mimarı Olmalı? Mimarın Mesleki Sorumluluğu; Halk Yararına Mimarlık”, Kocaeli Dayanışma Akademisi’nin İlk Uzun Yılı içinde, Ankara: Dipnot Yayınları, 2017, s. 91-109.
• T. Gül Köksal ve Pelin Kaydan, “Haliç’te Dönüşümü İrdelemek”, Mimar.ist, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Süreli Yayını, sayı: 42, İstanbul, 2011, s. 55-86.
• Haliç Dayanışması, “6 Asırlık Haliç Tersaneleri Parçalanmamalı”, Bianet, 2014.
• Haliç Dayanışması, “Haliç Tersaneleri İçin Proje Üretenler Toplumsal Sorumlulularını Hatırlasın”, YEM, 2014.
• Haliç Tersaneleri’nde neler oluyor etkinliğinin videoları, Mimar.ist TV, 2015.
• “İstanbul’un Neresindeyiz”, video, sendika.org, 2019.