EURO 2020 –III: B GRUBU

Bora İşyar
6 Haziran 2021
SATIRBAŞLARI
B Grubu’nda Danimarka, Finlandiya, Belçika, Rusya kapışıyor. Belçika’nın finale kadar yolu var, Danimarka’nın ikinci turu garanti –muhtemel rakibi Türkiye. Bu grubu izlerken Simenon’u ve Agatha Christie’nin Hercule Poirot’lu kitaplarını elden geçirmek eğlenceli, Kaurismäki’nin filmlerini ve Pussy Riot’ın videolarını seyretmek ufuk açıcı olabilir.
Nikolai Alho, Kasper Hjulmand, Eden Hazard ve Mário Fernandes

Danimarka, eleme gruplarını İsviçre’nin ardından ikinci sırada tamamlayarak turnuvaya katılmaya hak kazanırken, çıktığı 8 maçta attığı 23 golle dikkat çekti. Finlandiya ise İtalya’nın fırtına gibi estiği J Grubu’nda eski Avrupa Şampiyonu Yunanistan’ı geride bırakıp ikinci sırada yer aldı. Belçika elemelerin tartışmasız bir numarasıydı: Kırmızı Şeytanlar 10’da 10 yaptılar ve attıkları 40 gole karşın kalelerinde sadece 3 gol gördüler. Öyle etkileyiciydi ki Belçika’nın performansı, 10’da 8 yapan ve rakip ağları 33 kez sarsan Rusya ikincilikle yetinmek zorunda kaldı.

Kierkegaard’ın torunları ve “inanç sıçraması”

Kasper Hjulmand

Søren Kierkegaard’ın torunları tam da düşünürün gönül rahatlığıyla destekleyeceği bir takım hâline dönüştüler. Nasıl mı? 1 Temmuz 2020’de Kasper Hjulmand’ı göreve getirerek. Milli takım öncesinde Lyngby, Mainz ve Nordsjælland’ı çalıştırmış olan Hjulmand ‘ın bu takımlarda kazandığı galibiyet oranı ortalama yüzde 30’lardaydı. İstatistikler bir Danimarka Superliga şampiyonluğu olan (2011-2012’de, Nordsjælland’la) ve Bundesliga’da, Mainz 05’in sezon ortasında görevine son verdiği genç teknik direktörü milli takımın başına getirmenin akıl kârı olmadığını bas bas bağırıyordu adeta.

Ancak Danimarka futbol federasyonu, Kierkegaard’ın tabiriyle bir “inanç sıçraması” yaparak Hjulmand’ı göreve getirdi. Sonuç mu? 11 maçta sekiz galibiyet, bir beraberlik. Ve skorların da ötesinde, oynanan akıcı, göze hoş gelen oyun.

1992’de dünya futbol tarihinin en enteresan hikâyelerinden birine imza atarak (tatil yaparken, dağılan Yugoslavya’nın yerine alındıkları Avrupa Şampiyonası’nı kazandılar) kült bir takım haline gelen Danimarka (Dinamiti) denince akla ilk gelen iki şey, muhteşem formaları (ne yazık ki artık hiçbir ayırt edici özelliği olmayan bir formaları var) ve sahadaki zarafetiyle sanki başka bir dünyadan geliyormuş izlenimini veren Michael Laudrup (ne yazık ki onun kadar zarif top oynayan da yok bu takımda). 

Belçika turnuvanın sevmeyeni olmayan tek takımı olabilir. Oyun becerileri her futbolseverin beğenisini kazanıyor. Hazard kardeşler, Courtois, Lukaku ve Youri Tielemans çok üst düzey oyuncular ve Kırmızı Şeytanlar’ın başlıca kozları.

O takımın nasıl inşa edildiğini, Türkiye milli takımının da gelişiminde en büyük rolü oynayan Sepp Piontek’in o süreçte oynadığı rolü ve sağlıklı bir futbol kültürünün ne gibi mucizelere yol açabildiğini merak edenlere Lars Eriksen, Mike Gibbons ve Rob Smyth imzalı Danish Dynamite: The Story of Football’s Greatest Cult Team (2014) adlı kitabı ve yönetmenliğini Carsten Søsted ve Mads Kamp Thulstrup’un yaptığı Og det var Danmark belgeseli hararetle önerilir.

Bugünkü Danimarka’nın ’92 başarısını tekrarlaması imkânsıza yakın, ancak güzel oynayan, güçlü bir ekip. Kasper Schmeichel (Leicester), Andreas Christensen (Chelsea) ve Christian Eriksen (Inter) takımın en önemli isimleri. İtalya’da forma giyen genç forvetler Andreas Skov Olsen (Sampdoria) ve Mikel Damsgaard (Bologna) ise şimdiden Avrupa devlerinin radarında.

Sağbekte hiphop

Finlandiya’ya gelince… Jari Litmanen gibi bir efsaneye bile nasip olmayan uluslararası bir turnuvada oynama şansını Teemu Pukki ve arkadaşları yakaladı. Kupada gözler, elemelerde 10 gol atarak takımın gol yükünü neredeyse tek başına sırtlayan Norwichli forvette olacak tabii ki. Ama işi çok zor görünüyor Pukki’nin, zira Finlandiya az pozisyona giren takım. Ama az pozisyon verdiklerini de eklemek gerekiyor.

Bu seviyede daha önce hiç mücadele etmemiş olan Finlandiya’dan beklentiler yüksek değil doğal olarak. Ancak, Augsburg’da forma giyen ve çıktığı 16 milli maçta 7 gol atan 23 yaşındaki orta saha oyuncusu Fredrik Jensen turnuva sonrası daha büyük bir kulübün yolunu tutarsa şaşırtıcı olmaz.

Aki Kaurismäki

Son yirmi yıldır rekabet yerine dayanışmaya dayalı, öğrencilerin mutluluğunu ön plana çıkaran, ücretsiz, eşitlikçi ve ilerici eğitim sistemiyle dünyanın geri kalanına örnek olan Finlandiya, tarihe geçen figürleri genel nüfusunun oranına hayli yüksek olan ülkeler arasında. Bu isimler arasında modernist mimar Alvar Aalto, 20. yüzyılın en önemli koşucularından “Uçan Finli” Paavo Nurmi, Michael Schumacher’le rekabeti bizleri televizyon ekranlarına kilitleyen Mika Häkkinen, besteci Jean Sibelius ve feminist oyun yazarı Hella Wuolijoki’yi sayabiliriz. Bir de ünü bu saydığımız isimleri de aşan, 20. yüzyıl sinemasına damga vuran Aki Kaurismäki var ki, onu apayrı bir yere koymamız gerekiyor. 

Umudun Öteki Yüzü, Geçmişi Olmayan Adam, Bir Katil Kiraladım ve Leningrad Kovboyları Amerika’ya Gidin gibi filmleriyle sanat tarihine geçen Kaurismäki’nin sinematik beceri ve dehası tartışma konusu dahi edilmez. Dahası, siyasi duruşuyla da takdiri hak eden ve keşke benzerlerine daha çok rastlasaydık dediğimiz isimlerden.

Geçmişi Olmayan Adam 2003’te En İyi Yabancı Film Oscar’ına aday gösterilen yönetmen savaşta olan bir ülkeye ayak basmak istemediğini belirterek ödül törenine katılmayı reddetti. Bir sonraki filmi Alacakaranlıktaki Işıklar da aynı kategoride aday gösterildi, ancak Kaurismäki, ABD Başkanı George W. Bush’un politikalarını protesto etmek amacıyla adaylığı reddetti bu kez. Son yıllarda ise Avrupa’nın mülteci politikasını karşı yılmadan mücadele verirken gördük kendisini, ki son filmi Umudun Öteki Yüzü’nü de Fin devletinin ve halkının Iraklı mültecilere karşı sergilediği düşmanca tavra bir tepki olarak çekti. Kısacası, hem sanatıyla hem hayata bakışıyla bu dünyayı daha yaşanabilir hale getiren isimlerden biri.

Bu arada, milli takım bünyesinde de bir müzisyenin bulunduğunu belirtelim. “Standing Right Here” single’ı Warner Music tarafından piyasaya sürülen ve büyük beğeni kazanan sağ bek Nikolai Alho turnuva için özel bir şarkı hazırlıyormuş. Hiphop sevenlere duyurulur.

Rusya’daki en ilginç oyuncu Dostoevsky karakterlerini anımsatan Fernandes. Moskova’daki Brezilya Evanjelik Kilisesi’ni ziyaret ettiğinde bir epifani yaşıyor, hayatını değiştirmeye karar veriyor. 2016’da Putin’in özel talimatıyla Rusya vatandaşlığına geçiyor.

“Altın jenerasyon”

Belçika turnuvanın Covid salgını yüzünden ertelenmesine en fazla canı sıkılan ülkeydi. Teknik direktörleri Roberto Martinez’in de belirttiği üzere, salgın öncesi müthiş bir form ve ivme yakalamıştı Kırmızı Şeytanlar. İspanyol hocanın altını çizdiği gibi, bu süreçte birer yaş daha alan oyuncuları, özellikle de Eden Hazard (Real Madrid), yoğun fikstür kaynaklı birçok sakatlıkla boğuştu.

Belçika turnuvanın sevmeyeni olmayan tek takımı olabilir. Oyun becerileri zaten taraflı, tarafsız her futbolseverin beğenisini kazanıyor. Hazard kardeşler (küçük kardeş Thorgan, Borussia Dortmund forması giyiyor), Hergé’nin kaleminden çıkmışçasına hınzır, ama sempatik bir ifadesi olan Kevin de Bruyne (Manchester City), Jean-Marie Pfaff ve Michel Preud’homme’un açtığı yolda ilerleyen Thibault Courtois (Real Madrid, “Yeni Drogba” yaftasını üzerinden atıp kendi oyununu bulduktan sonra çok daha iyi bir oyuncuya dönüşen Romelu Lukaku (Inter) ve yakında Avrupa devlerinden birinde izleyeceğimize şüphe olmayan Youri Tielemans (Leicester City) çok üst düzey oyuncular ve Kırmızı Şeytanlar’ın başlıca kozları. Belçika aynı zamanda da sempatik bir takım ve bu sayede tarafsızların da desteğini kazanıyor.

Belçika’nın en büyük sorunu üzerine yapıştırılan “altın jenerasyon” etiketi. Altın jenerasyonlardan beklentilerin oyuncuları nasıl baskı altında bıraktığını, performanslarını olumsuz etkilediğini ve takımları başarısızlığa ittiğini defalarca gördük. Lampard-Gerrard’lı İngiltere, Drogba’lı Fildişi Sahilleri, Messi’li Arjantin bunların birkaç örneği. Bu, Belçika’nın en fazla göz önünde olacağı turnuva olduğu için aynı baskıyı onların da hissetmesi muhtemel. Baskı altında ezilip ezilmeyecekleri ise Martinez’in oyuncularını nasıl idare ettiğine bağlı olacak.

Kişisel bir notla nokta koyalım Belçika konusuna. Kendimi bildim bileli dedektif romanlarına bayılırım. Küçük yaşlardan beri en sevdiğim dedektif değişmedi: Agatha Christie’nin Hercule Poirot’su. Maceralarını defalarca okudum, Peter Ustinov’lu ve Albert Finney’li filmlerini sayısız kez izledim ve canım ne zaman sıkılsa David Suchet’li Poirot’dan bir bölüm izler keyiflenirim. 

Bu Belçikalı dedektife bir de Belçikalı polisiye yazarı ilerleyen yıllarda: Georges Simenon. Onun Fransız dedektifi Maigret ile Poirot’dan daha sonra tanıştım, ancak daha ilk satırları okurken fark ettim “dostluğumuzun” çok uzun süreceğini. Şimdi düşünüyorum da uzun yıllardır çeşitli Belçika takımlarına sempati duymamda Hercule Poirot ile Georges Simenon azımsanamayacak bir rol oynadı. Bu yüzden bu turnuvada yine, yeniden Belçika! 

Mário Fernandes

Bir Dostoevsky karakteri

Gelelim Rusya’ya. İyi, ama yaşlı bir takım bu. Bu turnuva sonrasında ciddi bir değişime gitmeleri de muhtemel. Belçika ve Danimarka gibi çok dinamik, yüksek tempolu futbol oynayan takımlar karşısında işleri çok, ama çok zor. 

Gözler Artem Dzyuba’da (Zenit) olacak yine. Mastürbasyon yaparken çektiği videosunu internette yayınlayan dev golcü Kasım 2020’de oynanan Moldova, Türkiye ve Sırbistan maçlarının kadrosundan çıkarılmıştı. 2021’de milli takıma dönüşü muhteşem oldu: iki maçta üç gol! İleride onun yerine olacak bir başka dev forvet, Aleksandr Sobolev’i (Spartak Moskova) izleme şansını da kaçırmayın derim. 

Bu Rusya takımındaki en ilginç oyuncu Fyodor Dostoevsky imzalı karakterleri anımsatan Mário Fernandes (CSKA Moskova). Şöyle ilginç bir hikayesi var sağ bekin. São Paulo doğumlu oyuncu 2009’da Grêmio ile profesyonel kontrat imzaladıktan bir süre sonra ortadan kayboluyor. Polis onu Porto Alegre’den yaklaşık 1200 kilometre ötede, aç ve bitap durumda buluyor. “Alışamadım Porto Alegre’ye bir türlü” diye açıklıyor bu davranışını. (Ki, Sócrates kitabının yazarı Andrew Downie, kendisiyle yaptığımız söyleşide, Brezilya’nın aslında içinde birçok farklı ülke bulunan bir kıta gibi düşünülmesi gerektiğini, bu bölgeler arasındaki farklılıkların kültür şokuna neden olabilecek büyüklükte olduğunu söylemişti.)

Psikoterapiye başlıyor Fernandes ve depresyonuyla bir nebze de olsa baş edebiliyor bu sayede. Ancak bu arada, Sócrates’i kıskandıracak bir hayat sürüyor. Neredeyse her gece kulüp kulüp gezen, bolca da içen oyuncu antrenmanlara dahi sarhoş geliyor. 2011 Superclassico için Brezilya milli takımına davet ediliyor, ancak yolculuk arifesinde bütün gece dışarıda içiyor ve uçağı kaçırınca milli takımdan üç yıllığına men ediliyor.

Fakat o kadar yetenekli bir oyuncu ki, bütün bu olanlara rağmen, CSKA kulüp transfer rekorunu kırıp Moskova’ya getiriyor Fernandes’i. Şehre vardıktan birkaç gün sonra Brezilya Evanjelik Kilisesi’ni ziyaret eden oyuncu bir epifani yaşıyor ve hayatını değiştirmeye karar veriyor. O günden sonra ağzına içki koymayan Fernandes artık çok daha sakin bir hayat sürüyor. 2016’da Putin’in özel talimatıyla Rusya vatandaşlığına geçiyor ve o gün bugündür milli takımda görev alıyor.

Putin demişken, ülkeden son yıllarda çıkan en iyi kolektiften, feminist punk rock grubu ve performans sanatçıları Pussy Riot’tan bahsetmemek olmaz. Direnişin yüzünü değiştiren, sağa karşı baş kaldırışa yeni bir hava katan, hatta yeniden tanımlayan bu kadınların 2012’de Moskova’daki Kurtarıcı İsa Katedrali’ndeki gerilla performansı ile koyalım noktayı. 

Tahmin: Belçika, çeyrek finalde İtalya’yı geçerse finali görür. İkinci turdaki muhtemel Danimarka-Türkiye karşılaşmasının sonucunu tahmin etmek zor. Rusya en iyi üçüncülerden biri olarak gruptan çıksa dahi ikinci turu geçemez.

^