“BANA BIRAKACAĞINIZ GELECEK –İKLİM KRİZİ VE KIZ ÇOCUKLARI” SERGİSİ

Söyleşi: Nehir Kovar
26 Aralık 2020
SATIRBAŞLARI

İklim krizinin yakıcılığı günbegün artıyor; en çok genç kuşaklar, başta kız çocukları bunun farkında, ellerini taşın altına koyuyor. Bu farkındalığın, bu mesullenmenin çarpıcı örneklerinden biri 9-25 Ekim’de düzenlenen, süresiz olarak çevrimiçi devam eden “Bana Bırakacağınız Gelecek –İklim Krizi ve Kız Çocukları” sergisi. İstanbul Kadın Müzesi’nin “İklim İçin Cumalar” (Fridays For Future) ekibindeki kız çocukları, Ammonite Digital Art Gallery ve Koşan Kaplumbağa Anaokulu’yla birlikte hazırladığı sergiyi ve aynı isimli kitabı sosyolog küratör Meral Akkent’ten dinliyoruz.
Bu dünya hasta, Melisa Dalkılıç

Bana Bırakacağınız Gelecek – İklim Krizi ve Kız Çocukları projesi Dünya Kız Çocukları Günü’nde aynı başlıkta bir sergiyle izleyiciyle buluştu. Öncelikle, Dünya Kız Çocukları Günü nedir ve “iklim krizi” ile “kız çocukları” konuları nasıl bir konseptle bir araya geldi?

Meral Akkent: Dünya Kız Çocukları Günü fikri 1995’e kadar geri gidiyor. Birleşmiş Milletler 1995’te Pekin’de Dördüncü Uluslararası Kadın Konferansı’nı organize etmişti. Bu konferans birçok açıdan önemliydi. Kapanış deklarasyonu ve eylem planı toplumsal cinsiyet politikaları açısından diğer BM konferanslarıyla karşılaştırıldığında kadın hakları açısından en ilerici içerikli olanıydı. Daha da önemlisi, Pekin’de kabul edilen eylem planında ilk kez kız çocukların haklarına da yer verilmişti. 2011’de de BM 11 Ekim’i Dünya Kız Çocukları Günü olarak kabul etti. 11 Ekim’in kız çocuklarının haklarının tanıtılacağı, karşı karşıya kaldıkları sorunların görünürleştirileceği, kız çocuklarının güçlendirilecegi bir gün olarak kullanılması amaçlandı. 1995’te kabul edilen BM eylem planında, devletlerin kız çocuklarına güvenli ve sağlıklı yaşam şartları sağlama yükümlülüğü olduğu belirtiliyor.

Meral Akkent

Türkiye’deki iklim aktivisti kız çocukları tüm dünyadaki yaşıtları gibi ekosistemdeki tahribata ve iklim krizine dikkat çekiyor, politik sorumlulara yükümlülüklerini hatırlatıyorlar. İklim adaletini ve iklim krizine karşı etkili önlemlerin alınmasını talep ediyorlar. Bu nedenle, 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü’nde iklim aktivisti kız çocuklarının gelecek kaygıları, mesajları, talepleri, mücadeleleri küratöryal bir konseptle sunularak yaşıtları ve yetişkinler için görünür kılındı. Projenin aynı zamanda Türkiye kız çocuk tarihine belge oluşturma amacı da vardı. Fiziki sergi, sanal sergi, billboard aksiyonları, proje kitabı ve kültür etkinlikleri ayakları birbirini tamamlayan bir bütün teşkil ediyordu.

Serginin fiziki versiyonu 9-25 Ekim’de İstanbul’da Schneidertempel Sanat Merkezi’nde yer aldı. Dijital sergiyse süresiz olarak erişime açık. Sergiyi ziyaret edecekleri neler bekliyor?

Fiziki ve sanal sergide farklı içerikler odak noktasında. Fiziki sergide Ammonite Digital Art Gallery’nin genç sanatçılarıyla ortak çalışıldı. Liseli genç sanatçılar Vanessa Ponte ve Nart Özel’in 2020 ilkbaharında kurdukları Instagram merkezli bir galeri bu. Vanessa ve Nart toplumsal sorunları çalışmalarının odak noktasına alıyorlar. İklim aktivisti kız çocukların eylemlerini desteklemek amacıyla projeye katıldılar. İstanbul Kadın Müzesi galerideki genç sanatçılara İklim İçin Cumalar aktivisti kız çocuklarının proje için yazdıkları metinleri sanatsal yöntemlerle yeniden yorumlamalarını önerdi. Sanatçılar 28 metinden birini seçti, aktivistin mesajının kendisi için ne ifade ettiğini düşündü ve kendi yorumuyla yeniden anlattı. Sanatçılarla iklim aktivistlerinin mesajları arasındaki empati 28 özgün eser ortaya çıkardı. Bu eserler aktivistlerin doğadaki tahribat ve iklim krizi nedeniyle gelecek endişeleri ve iklim adaleti talepleri bağlamında sanatsal bir tartışma zemini oluşturdu.

İklim krizine karşı bir şey yapmazsam vicdan azabı duyuyorum” gibi ifadelerle üzüntü ve suçluluk duygusunu dile getiriyorlar. Bir aktivist “Mücadelede pes etme lüksüm yok” diyor. Bu kararlılık gelecek planlarına da yansıyor. İçlerinde çevre hukuku konusunda uzmanlaşma kararı alanlar var.

Sanal sergideyse iklim aktivisti kız çocuklarının metinleri farklı içeriklerle örüldü. Ziyaretçiler gerçek bir mekândaymış gibi bir salondan diğerine geçerek altı konu başlığı altında toplanan sergiyi gezebiliyor. Bu bölümlerde Ammonite Digital Art Gallery’nin genç sanatçılarının ürettiği eserlerin reprodüksiyonları, iklim aktivisti kız çocukların metinlerini çizimleri ve görüşleriyle yorumlayan Koşan Kaplumbağa Anaokulu miniklerinin resimleri yer alıyor. İlüstratör Eda Çağıl Çağlarırmak 28 aktivisti başka eylemcilerle birlikte protesto halinde gösteren çizimler üretti. Kitap kapağını da Eda çizdi.

İstanbul Kadın Müzesi nasıl bir müze konsepti benimsiyor?

İstanbul Kadın Müzesi’nin her projesinde çalışmanın hedef grubuyla ilgili müze pedagojisi konsepti uygulanıyor. Bana Bırakacağınız Gelecek – İklim Krizi ve Kız Çocukları projesinde uygulanacak müze pedagojisi konseptini gençlerin metinlerindeki talepler şekillendirdi. Bilgilendirici metinler, iklim aktivistlerinin mesajlarında öne çıkardığı konuları besleyecek şekilde kurgulandı. Çevre krizi ve günlük yaşam arasında ilişki kuran istatistikler, anketler ve video linkleri de serginin mesajını güçlendirmek için kullanıldı. Örneğin, metinde “Türkiye’nin Paris İklim Anlaşmasını imzalaması” talebi varsa bu başlık kısa bir ek metinle açılıyor ya da metinde iklim krizinin farklı bölgelerdeki farklı etkileri, krizin neden olduğu koşullarda yaşamak zorunda olanlar veya ayrıcalıklara sahip olanlar dile getirilmişse 13 yaşındaki Etiyopyalı Ayşa’nın su getirmek için günde sekiz saat yürüdüğünü gösteren bir video bu metne eşlik ediyor. Ayrıca, akademisyen Akgün İlhan, Rana Göksu, Hande Aydın’ın projenin feminist ve hukuki çerçevesine işaret eden yazıları, bağlantılı konularla birlikte yerleştirildi. Serginin kültür etkinlikleri de bu çerçevede düşünüldü. Örneğin, bir aktivistin yaşdaşlarına “su ve karbon ayak izinizi ölçün, yemek seçimlerinizi yeniden düşünün, daha az et ve daha çok yeşillikle beslenmeye çalışın” mesajı iletmesi vegan beslenme etkinliği düzenlememizi gerekli kıldı.

Sergide “Kız çocukları Greta Thunberg’in attığı tohumu yeşertiyor” diyorsunuz. “Ekosistemi mahvedilen bir dünyada” kız çocuğu olmanın getirdiği duyguları, sorumluluğu, hayalleri, eylemlilikleri aktarıyor aktivistler. Bu iklim aktivisti gençlerin yetişkinlere yönelttiği eleştiriler ve talepler neler?

“Bu bir çilek ağacı ve kökleri çöp dolu.” Adel Akpınar, 6 yaşında

İklim aktivisti kız çocukların eleştirileri iklim krizine neden olan yetişkinlerin sorumluluk almaktan kaçınmalarına yoğunlaşıyor, karar vericilerin acilen iklim krizine karşı uygulamaları başlatmalarını talep ediyorlar. Sürdürülebilir ve adil bir dünyada yaşamak istiyorlar. Yetişkinlerin mücadelelerine destek vermesine yönelik eylem stratejileri var. Üzgün, kaygılı, ama umutlular. “İklim krizine karşı bir şey yapmazsam vicdan azabı duyuyorum” gibi ifadelerle üzüntü ve suçluluk duygusunu bazen birlikte dile getiriyorlar. İklim krizinin görünürlüğünü arttırmak için her türlü yöntemle gayret gösterme azimleri var.

Yazdıkları metinlerde bir amaç uğruna mücadele etmenin zor ve uzun bir süreç olduğunun farkında olduklarını çok sık ifade ediyorlar. Bir aktivist “İklim krizini durdurmak için mücadelede pes etme lüksüm yok” diyor. Bu kararlılık onların gelecek planlarına da yansıyor. “Söz sahibi, karar verici bireyler olacağız” diyorlar. İçlerinde çevre hukuku konusunda uzmanlaşma kararı alanlar var.

Serginin içeriği İngilizce-Türkçe iki dilli bir yayına da dönüştürüldü. KitapÖnemli olan kimin kazandığı değil, kimsenin kaybetmemesidir” diyen Alev Ebüzziya Siesbye alıntısıyla başlıyor. Kadın tarihi ve kız çocukları açısından buradaki “kaybetme” vurgusu ne anlam ifade ediyor?

Kız çocukları açısından bu yaşamsal önem taşıyor, geleceklerini kaybedecekler. Hepsi bunun bilincinde. Birlikte çalıştığımız aktivistlerden biri proje kitabını eline aldığında “Umarım ilerde çocuklarıma bu kitabı gösterirken ‘Çok uğraştık ama başaramadık’ yerine, ‘Geleceğimizi bu fikirlerle kurtardık’ diyebilirim” dedi. Üstünde yaşanamayacak bir dünyaya doğru gidildiği düşüncesi kız çocuklarını ciddi şekilde meşgul ediyor. Kaybeden nesil olmamak için kararlılar.

İklim değişikliğiyle ataerkil sistem doğru orantılı. Araştırmalara göre, bir toplumda cinsiyet eşitliği ne kadar sağlanırsa kişi başına karbon ayak izi de aynı oranda azalıyor. Kadınlara yüklenen işler ve toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle iklim krizi kadınları daha farklı ve fazla etkiliyor.

Kaybetmek kavramına kadın tarihi açısından bakılırsa, burada da süregiden bir mücadele var. Kadın tarihi “kaybedilme”ye, yani görünmezleştirilmeye karşı verilen varolma mücadelesi olarak özetlenebilir. Günümüzde dünyadaki tüm sanat müzelerinde kadın sanatçıların eserlerinin halen yüzde 4 oranında temsil edilmesi görünmezleştirilme değil de nedir? Bir örnek daha: Kültür ve Turizm Bakanlığı sitesinde, içinde Eski Şark Eserleri Müzesi’nin olduğu bina tanıtılırken, orada Osmanlı İmparatorluğu devrinde açılan ilk güzel sanatlar okulunun bulunduğu bilgisi verilmiş. Ama bu binada aynı zamanda kadınlar için de bir güzel sanatlar okulunun olduğu ve hatta yine bu binada güzel sanatlar eğitiminde karma eğitime geçildiği bilgisine yer verilmemiş. İnas Sanayi-i Nefise Mektebi 1917-1918 eğitim yılında erkek güzel sanatlar okulu olan bu binaya taşınmıştı. 13 Ocak 1923’te aynı binada güzel sanatlar eğitiminde karma eğitime geçildi. İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nden bahsedilmemesi sadece güzel sanatlar eğitimindeki kadınları görünmezleştirmiyor, aynı zamanda kadınların bu hakkı elde etmek için uzun yıllar verdiği mücadele ve bunun sonucunda elde ettiği bir zaferi de görünmez kılıyor. Bu görünmezlik Türkiye eğitim tarihinin de eksik ve yanlış yazılması anlamına geliyor.

Fotoğraf: Selenay Tektunalı

İklim krizi kadınları, kız çocuklarını ve kırılgan konumda olanları daha çok etkiliyor. Nasıl bir iş bölüşümü var ki, iklim adaleti toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve ayrımcılığa uğrayanları daha çok ilgilendiriyor?

İklim değişikliğiyle ataerkil sistem birbiriyle doğru orantılı bir ilişki içinde. Women for Climate Justice verilerine göre, daha fazla araba kullanmak, daha fazla et tüketmek gibi etkenler erkeklerin karbon ayak izinin kadınlardan daha fazla olmasına yol açıyor. Başka araştırmalara göre, bir toplumda ne kadar cinsiyet eşitliği sağlanırsa o toplumdaki kişi başına karbon ayak izi de aynı oranda azalıyor.

İklim krizinin sonuçlarından da kadınlar erkeklere göre farklı etkileniyor. Kadınlara yüklenen işler ve beklenen toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle iklim krizi kadınları daha farklı ve fazla etkiliyor. Su taşımak “kadın işi” olarak tanımlandığından Etiyopyalı Aysha aile bireylerinin su ihtiyacını karşılamak için su kaynağına sekiz saat yürüyerek gidiyor. Erkek kardeşi ise bu süreyi okulda geçirebiliyor. Aysha tek başına gittiği bu yolda tacize, tecavüze uğrama riskiyle de karşı karşıya. Sel, kuraklık veya aşırı sıcaklarda erkeklerden daha fazla kadının öldüğü de tespit edilmiş verilerden. Örneğin, 2007’de Bangladeş’te Sidre kasırgasında kurbanların yüzde 80’inin kadın ve kız çocuklarından oluştuğu bildirilmişti. 2005’te, ABD’deki Katrina kasırgasında hayatını kaybedenler arasında da kadınlar çoğunluktaydı. Afetlerden kadınlar daha fazla etkileniyor, çünkü “kadınların yeri evdir”, “akrabalarına bakım görevi vardır” gibi cinsiyete özgü rol kalıpları nedeniyle kadınlar afet uyarılarını daha geç duyabiliyor ya da çocuklarıyla birlikte veya hamileyken kaçabilmeleri zorlaşıyor.

2012’de kabul edilen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 4. ve 5. maddeleri sözleşmeye taraf olan devletleri iklim planlarına toplumsal cinsiyet perspektifini dahil etme konusunda yükümlü kılıyor.

Türkiye’deki sel baskınlarında yaşamını kaybedenlerin cinsiyetleri konusundaki istatistik verilere ne yazık ki ulaşamadım. Halbuki 2012’de kabul edilen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 4. ve 5. maddeleri sözleşmeye taraf olan devletleri ulusal iklim planlarına toplumsal cinsiyet perspektifini dahil etme konusunda yükümlü kılıyor. Ulusal yasalar yapılırken toplumsal cinsiyet uzmanlarına ve kadın gruplarına danışılması ve cinsiyete özgü ayrımcılık nedeniyle oluşan sorunlar konusunda bilinç oluşturulması talep ediliyor. Türkiye de BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ni imzalayan ülkelerden ve bu sorumluluğunu yerine getirmek zorunda.

Sanal sergi ve kitapta, iklim krizi ve toplumsal cinsiyet konularını su uzmanı Akgün İlhan neden sonuç ilişkisi içinde inceliyor. Sorunları belirtirken çözüm için verilen mücadeleleri de hatırlatmayı ihmal etmiyor ve yeni kuşak eylemcilere “Hem kadın hem de genç olmanın gücünü birleştirip durdurulmayacak bir felaket ve gerçekleştirilemeyecek bir hayal olmadığını herkese ispatlayacaksınız” diye sesleniyor.

Yeşil komposizyon, Bilge Yılmaz Abur

Hande Aydın yazısında feminist kadın hareketleriyle çevre savunuculuğu hareketlerinin ilişkisini ele alıyor ve ekofeminizmin küresel iklim değişikliğine karşı sürdürülen mücadeledeki rolüne işaret ediyor. Ekolojik şiddet kavramını kullanıyor. Kullandığı bir diğer kavram da “solastalgia”. Aktivist gençlerin metinlerinde izlerini hissetmek mümkün mü bu iki kavramın?

Hande Aydın ekolojik tahribata “ekolojik şiddet” adını veriyor. Yazısında hem kadınların hem de çevrenin erkek egemen sistemin saldırısı altında olduğunu anlatıyor. Kadınların var olma mücadelesinin, yani feminizmin, doğal kaynakların tahrip edilmesinin geniş çevrelerce fark edilip anlaşılmasında önemli katkıları olduğuna dikkat çekiyor. Eril zihniyet doğanın ve kadının kontrol edilmesi, zapt edilmesi gerektiğine dayanıyor. Ama hem doğa hem de kadınlar kendi yöntemleriyle eril sisteme karşı koyuyor. Kadınlar feminist hareketler içinde mücadele ediyor. Doğa da kıtlık, türlerin yok oluşları, önüne geçilmesi güç büyük orman yangınları ve doğal afetlerle yeni bir düzen tesis etme stratejisi uyguluyor.

Hande Aydın ekofeminizmi bu bağlama yerleştiriyor. Aydın toplumbilimci değil, klinik psikolog. Bu nedenle yazısında “solastalgia” tanımıyla tanıştık. Aydın, solastalgia sözcüğünü “teselli ağrısı” olarak Türkçeleştiriyor. Bu kavram çok yeni, ilk kez Avustralyalı ruh sağlığı çalışanları önermiş, çünkü bazı ruh sağlığı sorunlarının bu kişilerin yaşadığı bölgelerdeki çevresel tahribata bağlı olarak ortaya çıktığını fark etmişler. Böylece solastalgia tanımı, ruh sağlığı bozukluklarından biri olarak kabul görmeye başlamış. Solastalgia Latince sōlācium (teselli) ve Yunanca alji (ağrı) sözcüklerinden üretilmiş bir kavram. Çevresel yıkımlar, tahripkâr madencilik yöntemleri, kuraklıklar, türlerin neslinin tükenmesi, iklim krizi, insanlarda fiziksel veya varoluşsal stres yaratabiliyor.

İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nden bahsedilmemesi sadece güzel sanatlar eğitimindeki kadınları görünmezleştirmiyor, kadınların bu hak için verdiği mücadele ve bunun sonucunda elde ettiği zaferi de görünmez kılıyor. Bu görünmezlik eğitim tarihinin de eksik ve yanlış yazılması anlamına geliyor.

İklim aktivisti kız çocukları tabii ki çevresel yıkımlar ve iklim krizi nedeniyle ciddi kaygılar içinde. Öte yandan, Türkiye bazında ve global bağlamda önemli bir hareketin parçası olduklarını biliyorlar. Bu hareket ekolojik yıkımların onların taze ruhlarında varoluşsal stres nedeniyle sorun yaşamalarına karşı anlamlı bir engel oluşturuyor. Aktivist olmak ruhlarını koruyor, güçlendiriyor. “Doğru bildiğimi savunuyorum”, “Sorumluluk taşıyorum” en sık kullandıkları ifadeler. İklim hareketini “bir hak arayışı hareketi” olarak tanımlıyorlar bu nedenle kendilerini güçlü hissediyorlar. Ankaralı iklim aktivisti Bilge şöyle ifade ediyor: “İklim hareketi benim için tek bir alanla sınırlı değil. Bu hareket kadın, lgbti+ ve işçi hakları, küresel ve sosyal eşitlik için ve aynı zamanda ırkçılık karşıtı bir hareket.”

İstanbul Kadın Müzesi hangi amaçlarla ne zamandır faaliyette?

2012’de sanal müze olarak kurulan İstanbul Kadın Müzesi Türkiye’nin ilk kadın müzesi. Geçen zaman içinde Türkiye’de üç kadın müzesi daha açıldı: 2014’te İzmir Kadın Müzesi, 2015’te Antalya Kadın Müzesi ve 2016’da Mersin Kadın ve Göç Müzesi. Diyarbakır ve İzmir’de de kadın müzesi girişimleri var. En yeni gelişme ise İzmit Kadın Müzesi girişimi. 2020 itibariyle dünyada 96’sı fizikî, 31’i sanal ortamda çalışan kadın müzesi bulunuyor. Müze, kapsayıcı bir kadın tarihi hakkında alternatif olmak için açıldı. Kent-kadın tarihini kapsayıcı yöntemle sunma alanları araştırılıyor ve projeler uygulanıyor.

Kötü tohumlu kozmos, Fikriye Çetin

İstanbul Kadın Müzesi kapsayıcı ve kesişimsel ilkeler yardımıyla toplumsal barışa katkı sağlama, toplumsal hafızayı toplumsal cinsiyet perspektifiyle oluşturma amaçlarını uygulamak üzere her projeye dört cepheden bakıyor: “‘Biz’in alanını genişletiyor mu?”, “Kent-kadın tarihi için yeni bir söylem üretiyor mu?”, “Kadın tarihini yeniden yazmaya katkı sağlıyor mu?”, “Diyalog zemini oluşturuyor mu?”

“Biz” kavramının alanını genişletmek İstanbul Kadın Müzesi’nin konseptinde belirleyici. Çünkü ancak “biz”in genişlemesiyle kapsayıcı projeler uygulanabilir. Bu fikrin arka planını açıklamak için her zaman Lerna Ekmekçioğlu ve Melisa Bilal’in derlediği Bir Adalet Feryadı isimli kitaptan bahsederim. Beş öncü Ermeni feminist kadın yazarla buluşturdu bizi bu kitap. Bu kadınlar Osmanlı döneminde kadın haklarıyla ilgili talepler gündeme getirmiş, bu hakların elde edilmesi için dernekler kurmuş, gazeteler, dergiler çıkarmış, romanlar, öyküler, şiirler yazmışlar. Türkiye’de 1980’lerde, Osmanlı kadın hareketi konusunda feminist tarih yazımı süreci başladı. Fakat bu beş Ermeni aktivist bunca entelektüel ve eylemsel üretimlerine rağmen, Türkiye’deki feminist tarih yazımında yer almamıştı. Lerna Ekmekçioğlu kitabın sonsözünde “Osmanlı ve Türkiye Kadın Hareketi Hakkındaki Tarih Yazımında Türk veya Müslüman Olmayan Kadınlar – Bir Yokluğun Anatomisi” başlıklı yazısıyla bu duruma dikkat çekiyordu. Türkiye’deki feminist tarih araştırmalarında Türk ve Müslüman olmayan kadınların yok sayılmalarının nedenini “aktif, fakat kasıtlı olmayan bir tarihsel sessizleştirme” olarak açıklıyordu. Lerna’nın yazısındaki iki önemli saptamaya da değinmek istiyorum: Osmanlı İmparatorluğu’ndaki kadın hareketi araştırılırken “Osmanlı” ve “Türk” terimleri özdeş kullanılıyor. Anlatılar dönemin genelini temsil ediyormuşcasına kuruluyor ve aynı topraklarda yaşayıp benzer şekillerde kadın haklarını savunan Ermeni, Rum, Yahudi ve diğer milletlerden kadınların varlığından bahsedilmiyor. Lerna haklı, az sayıdaki örnek dışında, Türkiye’deki feminist kadın tarihi araştırmalarındaki genel durum böyleydi. Araştırmacılar Osmanlı İmparatorluğu döneminin ilk kadın romancısı, ilk kadın dergisi, ilk kadın derneği gibi tarihsel olguları incelerken sadece Osmanlı Türkçesiyle kendilerini ifade eden kadınları dikkate alıyordu. Böylece literatürde Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk kadın dergisi olarak Terakki-i Muhadderat kabul görüyordu. Halbuki, Terakki gazetesinin eki olarak 1869’da Ali Raşit tarafından çıkarılan bu dergiden 24 yıl önce, 1845’te, üstelik de bir kadının, Eufrosyne Samartzidou’nun çıkardığı Rum kadın dergisi Kipseli (Arı Kovanı) vardı.

İstanbul Kadın Müzesi her projeye dört cepheden bakıyor: “‘Biz’in alanını genişletiyor mu?”, “Kent-kadın tarihi için yeni bir söylem üretiyor mu?”, “Kadın tarihini yeniden yazmaya katkı sağlıyor mu?”, “Diyalog zemini oluşturuyor mu?”

Osmanlı İmparatorluğu’nda, Çerkes, Rum, Kürt, Yahudi ve Ermeni kadınlar da hakları için mücadele ettiler, örgütlendiler, yayınlar çıkardılar, dernekler kurdular. Tüm bu bilgilerin görünür kılınması ortak bir geçmiş hayal edebilmek için gerekli. Demek ki ortak geçmişimizi hayal edebilmek için kadın tarihinin Türk ve Müslüman olmayan kadınlar için de açık olması gerekiyordu. Türkiye’deki tüm kadınların görünürlüğünü sağlamanın, alternatif bir konsept oluşturmanın acil olduğu düşüncesi İstanbul Kadın Müzesi fikrinin ortaya çıkmasına neden oldu. “Ortak geçmişi hayal edebilmek” için “biz” sözcüğüne yeni anlamlar atfetmek gerekiyordu; müzenin konsept hedefi de “biz” kavramına geniş ve farklı bir içerik kazandırmak olmalıydı.  

Alternatifler üretmek neyi istediğimizi yaparak göstermek demek. Alternatif üreterek isteneni ve hayal edileni göstermek, neyi istemediğimiz hakkında “konuşmaktan” farklı bir eylem ve enerjimizi daha etkili kullanmaya vesile oluyor. İstanbul Kadın Müzesi ortak bir geçmiş hayal edebilmek için “Biz kimiz?” sorusuna kent-kadın tarihiyle alternatif cevaplar arıyor. Kent-kadın belleğindeki tüm kültürel kimlikleri kapsayan projeler vasıtasıyla geçmişe ve günümüze bakışımızı gözden geçirmemizi sağlayacak yeni bir alan yaratıyor. Örneğin, müzenin sürekli sergisi ziyaretçilerin dünyanın bilinen ilk kadın bestecisi 810 doğumlu Konstantinopollü Kassia, 1600’lerin sonunda yaşamış, bilinen ilk Müslüman kadın besteci Reftar Kalfa, 1958 doğumlu Türkiye’nin ilk Sefarad müzik grubunun kurucusu Yahudi akademisyen Karen Gerson Şarhon ve 1960 doğumlu, eserlerinde farklı müzik alanlarını kaynaştıran Türkiye’nin ilk kadın caz bestecisi Ayşe Tütüncü’yle aynı alanda karşılaşmalarını mümkün kılıyor. Bu tür bir buluşturmayla hem “büyük büyük büyükannelerimiz”i nasıl tanımladığımıza hem de kadın tarihinin yazılma işinin bugün de devam ettiğine işaret ediliyor.

Müzenin iz bırakan etkinliklerinden biri 2014’teki Kadınların Üniversitede 100 Yılı sergisiydi…

Işıktan iplikler, Raika Lara Kaya

İstanbul Kadın Müzesi’nin varoluş nedenlerinden biri de diyalog alanı oluşturmak. 2014 Türkiye’de kadınların üniversitede 100. yılıydı. İstanbul Kadın Müzesi bu önemli jübile için “Kadınların Üniversitede 100 Yılı” konulu bir geçici sergi hazırladı; kadınların yüksek eğitim hakkını elde etme mücadelesi belgelendi. Tarihsel sürece ek olarak, kadın akademisyenlerin geçmişteki ve günümüzdeki kariyerlerinden de örnekler verildi. Bu örnekler tarih yazımında alışılageldiği şekilde, sadece etnik Türk veya Müslüman kadınlardan oluşmuyordu. Türkiye’nin ve Türkiye akademiyasının kültürel çeşitliliği yansıtıldı. Serginin Rum, Ermeni, Musevi, Kürt kökenli ziyaretçileri ait oldukları etnik, dini veya kültürel grubun akademiyadaki varlığının, yani tarihteki varlığının unutulmamasını özel bir deneyim olarak sergi defterine not ettiler. Müzenin YouTube kanalında, müzenin tüm etkinliklerinin videoları ve belgeselleri bulunuyor.

Sizin özgeçmişinizle bitirelim…

Sosyoloğum. Profesyonel çalışma yaşamım 1973’te Almanya’da başladı. Karşılaştırmalı kadın günlük yaşamı konusunda serbest araştırmacı olarak çalıştım. Sekiz yıl Kazakistan’da, yedi yıl da Ukrayna’da kadın politikaları eğitim projeleri yürüttüm. O zamandan beri kadın tarihi, kadın müzeleri konuları da ilgi ve çalışma alanlarım arasında. 1989’da Nürnberg’de farklı anadilleri konuşan ve farklı çalışma alanlarından kadın meslektaşlarımla ayrımcılığa karşı kullanılabilecek gereçler geliştirme amacıyla Women of One World – Center for Intercultural Research of Women’s Everyday Life and International Exchange’i kurduk. Bu çatı altında karşılaştırmalı kadın günlük yaşamı araştırmaları yaptık. Araştırma sonuçlarımızı da kendimiz yayınladık. Geçen sene, Bir Kentin Dişil Olmasını Sağlayan Etkenler konulu uluslararası etkinlik serisiyle merkezimizin 30. yılını kutladık. 2001’de kurulan, Almanya’daki altıncı, Bavyera eyaletindeki ilk kadın müzesi olan Museum of Women’s Culture Regional-International’ın fikir annesiyim ve kurucuları arasındayım. 2021’de bu müzenin 20. yaşını kutlayacağız.

2009’da kadın müzesi fikrini Türkiye’de tanıtmak için İzmir’de başlayıp İstanbul’da sürdürdüğüm konferanslar serisi, 2012’de Türkiye’nin ilk kadın müzesi olan İstanbul Kadın Müzesi’nin açılmasına da vesile oldu. O zamandan beri müzenin gönüllü küratörlüğünü ve çalışmalarını taşıyan yüzlerce gönüllüsünün koordinatörlüğünü yürütüyorum.

^