Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığınızı öğrendiğinizde ne hissettiniz?
Annie Ernaux: Öncelikle bunu hiç beklemiyordum. Bir gün önce yayınevim Gallimard‘dan arayıp olası adaylardan biri olduğumu ve evimin etrafında mutlaka birilerinin olacağını söylediler. Geçen yıl tatsız olmuştu, “ola ki” diye kapımın önünde bekleyen bir kalabalık vardı. Bu nedenle evde çok sakin bir sabah geçirdim, sosyolojik bir metin üzerinde çalışıyordum. 12.30 civarında telefonum durmadan çalmaya başladı. Tekrar tekrar aynı numaraydı, ekrandaki alan kodunu kontrol ettim: İsveç’ti. Bir muzip şaka olabileceğini düşündüm. Cep telefonum da çalmaya başladı ve başka bir ruh haline girdim. Beklemeye ve telefonun çalıp durmasına aldırmamaya karar verdim, hayli gerçeküstüydü.
Saat 13.00’te mutfakta France Inter‘i açtım ve adımı duydum. Tam mânâsıyla bir boşluk oldu. Şizofreniyi hiç bu kadar güçlü hissetmemiştim: Bir yanda Nobel Ödülü için adımı duymak, diğer taraftaysa hiçbir tepki vermeyen ben. O anda telefonu açtım. Basın sorumlum ve ben, Gallimard’dan birinin gelip beni evimden bir taksiyle saat 15.30’da “çıkarması” ve basın toplantısına götürmesi konusunda anlaştık. Saat 13.00’te kapımın önünde birikenler iki buçuk saat beklediler.
Peki o iki saat boyunca ne yaptınız?
Otomatik pilottaydım. Düşünmek diye bir şey söz konusu değildi, sadece başa çıkmak vardı. Ne söyleyeceğimi düşünmedim bile, sadece üstümü değiştirdim.
Nobel Edebiyat Ödülü her zaman siyasi olmuştur: Camus’ye, istemediği halde Sartre’a, karanlık yıllar hakkında yazdığı için Modiano’ya verdiler… Beni seçmek kadınlar için, ezilenler için daha fazla özgürlüğü seçmek anlamına geliyor. Bir kadın politikacıyı değil, bir kadın yazarı ödüllendirdiler.
Basın toplantısı sırasında şu çarpıcı cümleyi söylediniz: “Sözümü sakınmayacağım”.
Her şey kendiliğinden ağzımdan döküldü. Anında tepki vermeye yatkınım. Muhtemelen öğretmenlik yapmış olduğum için. Ayrıca, “doğruluk ve adaletle yazmak” hakkında da konuştum.
Nobel’i almanızı hemen o anda bir sorumluluk olarak mı gördünüz?
Madem bu ödülü aldım, öyleyse kendimi yazdığım yerden anlatmalıyım diye düşünüyorum. Aldığım bütün tepkiler şöyleydi: “Nobel’i bizim için aldınız, gurur duyuyoruz, biz kazandık!” (gülüyor) Gerçekten de kolektif bir Nobel almışım gibi bir hisse kapıldım ve bu çok sevindirici. Benim için bunu gerçek kılan şey buydu. Daha sonra sağcı ve aşırı sağcı basının saldırıları oldu. Kürtaj, kadın bedeni, hipermarketler hakkında yazmamı asla kabul etmediler ve bir de Richard Millet olayı[1] vardı ki, hâlâ bundan dolayı beni itham ediyorlar.
Ama bu her şeyden önce onların nezdinde benim buraya ait olmadığımı gösteriyor. Bu konumu işgal edemem, ancak onun bir altında yer alabilirim, çünkü ben bir kadınım ve bir “sınıf kaçkınıyım”. Kısacası, ben meşru değilim. Ve onların gözünde mahrem olanın hiçbir evrensel değeri yoktur, ya da utanç vericidir. Oysa Montaigne’in, Rousseau’nun, benlik üzerine koca bir külliyatın olduğu Fransa’da, “Fransız ruhu”nun bu savunucuları bunu tanımıyor. Bu kötü niyettir, geri kalmış bir yaklaşımdır. Ve insanların Nobel Ödülü’nü alan ilk Fransız kadın olduğumu duymaları uzun zaman aldı.
Ve Nobel’i alan çok az sayıdaki kadından biri. İsveç’in siyasi bir seçim yaptığından söz ediliyor, çünkü siz bir kadın olarak kadınlık deneyimleri etrafında yazan bir kadınsınız…
Nobel Edebiyat Ödülü her zaman siyasi bir ödül olmuştur: Camus’ye, istemediği halde Sartre’a, karanlık yıllar hakkında yazdığı için Modiano’ya verdiler… Beni seçmek kadınlar için, ezilenler için daha fazla özgürlüğü seçmek anlamına geliyor. Bir kadın politikacıyı değil, bir kadın yazarı ödüllendirdiler.
Adınız açıklandığında, yazarlığınızı “klinik” olarak tanımladılar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Yazdıklarımın olgulara dayandığını söyleyebilirim. Gerçek olanı yaratmaya çalışan bir yazı. Gerçekliğe dair sahip olduğunuz imge onu gözardı edebilir, ama benim hayalim yazının şeffaf olması ve hisler uyandırması, ama neredeyse yazının kendisi görülmeden… Bernard Pivot’nun televizyonda bir cümle okuduğunu ve şöyle dediğini hatırlıyorum: “Ne cümle ama!” Benim istediğim bu değil. Hayır, yazı öne geçmemeli.
Emmanuel Macron’dan kutlama mesajı aldınız mı?
Hayır, ama Brigitte Macron ve ayrıca Kültür Bakanı Rima Abdul-Malak aradı. Macron’un aleyhinde çok konuştum. Pandemi sırasında France Inter‘de okunması için ona karşı bir mektup yazdım, bu da sosyal medyada bir gürültü kopardı ve sonra, bu yıl Libération seçimler hakkında benimle bir röportaj yaptı ve Emmanuel Macron’a karşı tepkilerimi oldukça acımasız bir şekilde dile getirdim. La France Insoumise’i (Boyun Eğmeyen Fransa) destekledim. Her neyse, Macron’un Nobel Ödülü için adayının Onur Nişanı verdiği Michel Houellebecq olduğunu düşünüyorum. Devlet nişanlarını hep reddettim ben.
İsveç Akademisi’nde 7 Aralık’ta yapacağınız konuşmada nelere odaklanacaksınız?
Yazının kendisi ve dünya üzerine düşünmesine yönelik olacaktır. Bu konular hakkında zaten çok şey yazdım.
Nobel ödülünüzü daha fazla amaca ve sorumluluğa hizmet etmek için kullanmayı düşünüyor musunuz?
Bu mutlak bir karar olamaz. Aslında, sizi sorgulayan şey meydana gelen şeylerdir. Ama daha pazar günü, Sandrine Rousseau, Olivier Faure, Philippe Poutou’nun da bulunduğu, tüm solun hayat pahalılığına karşı düzenlediği yürüyüşe katıldım…
Yazdıklarımın olgulara dayandığını söyleyebilirim. Gerçek olanı yaratmaya çalışan bir yazı. Gerçekliğe dair sahip olduğunuz imge onu gözardı edebilir, benim hayalim yazının şeffaf olması ve hisler uyandırması, ama neredeyse yazının kendisi görülmeden…
Siyasette bu yıla dair neler aklınızdan silinmeyecek gibi duruyor?
Kişisel yılım çok yoğun, hatta hareketli geçti. Ancak, kolektif olarak 2022 yılı hepimiz için bir dönüm noktası oldu. Marine Le Pen’in partisi Ulusal Birlik’in yükselişi ve seçimlerde aldığı sonuç ile Éric Zemmour’un[2] varlığının çok endişe verici olduğunu düşünüyorum. Ancak, bir yandan şiddetin çok yoğun olduğu aşikâr, ama diğer yandan da sol bir gücün geri dönüşünü ve eskisiyle hiçbir alâkası olmayan bir Meclis tablosu görüyoruz. Bir şeylerin olmasını beklemekteyiz: Ne olacak? Belki de hiçbir şey. Ancak, hükümet yenilgiye uğradı. İstediği yasayı geçirmek için 49.3’ü[3] kullanmaya mecbur.
Edebi çalışmalarınızda bundan sonra hangi yöne gideceksiniz?
Kuyudan çeker gibi hafızadan çekip çıkarıyorum. Benim için ana araç bu. Bunun benim kimliğim olduğunu söyleyecek kadar ileri gidebilirim. Bizi diğerlerinden ayıran şey budur, her birimizin kendi hafızası var, bunlar hepimiz için ortak olan, ancak her birimizin benzersiz bir şekilde yaşadığı şeyler.
Çok önemli bir tanınma ve takdir ânı yaşıyorsunuz. Bunun sonuna kadar tadını çıkarmak ister gibisiniz…
Hayır, keyfini çıkarmak gibi bir arzum yok. Televizyona çıkmayı ya da imza günleri yapmayı özellikle sevmem. Ancak, bu başarı bana okuyucularıma karşı bir görev yüklüyor.
Çeviren: Siren İdemen
Kaynak: Les Inrockuptibles
[1] Yazar, editör Richard Millet 2012’de, Oslo’da 77 kişinin ölümüne, 242 kişinin yaralanmasına yol açan 2011 saldırılarının faili Norveçli aşırı sağcı Anders Breivik’in eylemini “edebi” olarak niteleyen bir “methiye” kitapçığı yayınlamış, Avrupa’nın İslamileşmesini ve çok-kültürlülüğü eleştirdiği bu metinde bir cellat ve kurban olarak gördüğü Breivik’in toplum ve medya tarafından anlaşılamadığını savunmuştu. Annie Ernaux’nun Le Monde’da yayınladığı “Richard Millet’nin faşist broşürü edebiyatın onurunu zedeliyor” başlıklı yazısı ise ifade özgürlüğü konusunda bir polemik doğurmuştu.
[2] Gazeteci, yazar, aşırı sağcı siyasetçi. Éric Zemmour 2022’deki başkanlık seçimlerinde aday oldu, yüzde 7,07 oy alarak birinci turda elendi.
[3] Fransa anayasasının bakanlar kuruluna gerektiğinde parlamentoyu bypass etme yetkisi veren 49. maddesinin 3. fıkrası.
NOBEL ÖDÜLÜ BASIN TOPLANTISINDAN NOTLAR
Sözümü sakınmayacağım
Nobel Edebiyat Ödülü’nün açıklanmasından birkaç saat sonra, 6 Ekim Perşembe günü, Annie Ernaux Gallimard Yayınevi’ndeki basın toplantısında gazeteci ve fotoğrafçılarla bir araya geldi. Toplantıda yanında Ernaux’ya eşlik eden Antoine Gallimard, 1973’te yayınevine postayla gönderdiği ilk romanı Boş Dolaplar (Les Armoires vides) ile yazarla tanışmalarını hatırlattı ve “33 yaşındaydınız ve edebiyata bodoslama giriyordunuz, ebedi dişilliği baştan reddediyor ve okuyucunuzu gırtlağından yakalıyordunuz” diyerek sözü Annie Ernaux’ya verdi:
“Çok duygulandım, sorulara derli toplu cevap verip veremeyeceğimden emin değilim. Ancak, bilmenizi isterim ki, bu benim için öncelikle, içinden geldiğim insanlar adına muazzam bir şeyi temsil ediyor. Zaman zaman ‘ırkımın intikamını almak’ istediğimi söylemişimdir, ancak bunu söylediğim dönemde, içten içe bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Kelimeler ve kitaplarla oldu. Tüm karanlığa gömülmüş insanları, ailemi, ama çok daha ötesini düşünüyorum. Çalışmamın diğer bir yönünü de düşünüyorum; bir kadın olarak durumumdan, benim hayatımın üzerinden geçenlerden hareketle konuşmak. Bana öyle geliyor ki, biz kadınlar, özgürlük konusunda eşit olamadık. Son derece farklı biçimler alan bu tahakküme hâlâ maruz kalıyoruz. Nobel Ödülü’nü almak benim için bir sorumluluktur; bahsettiğim sorunlara ve aynı zamanda genel anlamda dünyanın gidişatına, beni her zaman harekete geçiren barış arzusuna açık olma ve bunu sürdürme sorumluluğudur. Ben bir savaş kızıyım, bombardımanları biliyorum ve bunların hafızasını zihnimin en derinlerinde saklıyorum.”
Soru-cevap bölümünde, kişisel deneyimini bütün açıklığıyla ortaya koyma kaygısıyla birlikte kolektif olanı anlatan ve tam da bu yönüyle politik olan yapıtına değinerek metinlerindeki Pierre Bourdieu’nün etkisiyle ilgili soruya Ernaux bir “sınıf kaçkını” olarak yaşadığı deneyim ve buna eşlik eden toplumsal utanç kavramının Bourdieu’nün yapıtlarıyla zihninde berraklaştığını anlatarak karşılık verdi: “Bourdieu benim için daha yazmaya başlamadan önce de çok önemliydi. Kesinlikle onun çalışmaları sayesinde yazma cesareti buldum, yazmak için ondan bir tür icazet aldım. Edebiyatta, bugün sınıf değiştirme/sınıf kaçkını olarak adlandırdığımız şeyi ifade etmenin bir karşılığını bulamıyordum.”
Toplantının başındaki kısa konuşmasında bahsettiği sorumluluk kavramına dair soruyu ise şöyle cevapladı Ernaux: “Sorumluluktan kasıt, edebiyatın bir eylemi olabileceğini göz önünde bulundurmaktır. Her zaman hemen ve doğrudan olmayabilir bu, yönetenler tarafından dikkate alınabileceğinden şüpheliyim, ama okuyanlar ve daha ötesi tarafından dikkate alınabilir, çünkü bir kitap sadece doğrudan okurları üzerinde değil, ektiği tohumlarla da etki eder. Metinlerimin müfredat programında okunduğunu ve analiz edildiğini biliyorum ve öğretim sürecinde oynayabileceğim rolü düşünüyorum. Yeni bir sorumluluk hissettiğim doğru: Nobel konuşması bütün dünyada yayınlanacak şeylerin söyleneceği bir yer. Sözümü sakınmayacağım.”
Fransa’da kürtajın yasak olduğu bir dönemde kendi kürtaj deneyimini anlattığı ve 2000 yılında yayınlanan kitabı L’Événement (Kürtaj) 2021’de Audrey Diwan tarafından beyaz perdeye aktarılmış ve film Venedik Festivali’nde Altın Aslan ödülüne lâyık görülmüştü. Basın toplantısı bu konuyla son buldu: “Bu kitabı yazarken yaptığım şey gereklilikten de öteydi. Yirmi iki yıl sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde kürtaj hakkının sorgulanacağını aklımın ucundan bile geçirmezdim. Bunu, kadınların çok hızlı bir şekilde yok olan hafızasını canlı tutmak için yazdım. Kadınların anne olmayı ya da olmamayı seçebilmeleri için son nefesime kadar mücadele edeceğim. Bu temel bir haktır. Doğum kontrolü ve kürtaj hakkı kadın özgürlüğünün olmazsa olmazıdır.”