KALKINMA ATÖLYESİ KOOPERATİFİ

Söyleşi: Umut Kocagöz
29 Haziran 2019
SATIRBAŞLARI
Kalkınma Atölyesi kurulduğu 2004 yılından itibaren özellikle tarım, göçmen ve çocuk işçiliği alanlarında, kooperatifçilik tarihi konusunda değerli araştırmalar yapıyor, yayınlar çıkarıyor. Kamu-kooperatif ilişkisi, kooperatif içi istihdam, ulusötesi şirketlerle çalışma yöntemleri gibi çeşitli başlıklarda oldukça sıradışı bir yaklaşım benimseyen kooperatifin iki ortağına kulak veriyoruz.
Kadın emeği (Fotoğraf: Emel Gülseren Sarıgül)

Kooperatifçilikle nasıl tanıştınız?

Ertan Karabıyık: Dedem ve babam TARİŞ’in ortağıydı, abim hâlâ ortak. 1979’da, 11 yaşında yatılı okulda öğrenci kooperatifinin ortağı oldum. Parasız yatılılara defter, kalem verilmez, sadece kitap ve biraz harçlık verilirdi. Okul kooperatifini abi ve ablalar yönlendirirdi. Kantin parası ve kira ödenmezdi. Haftalık çalışma programı yapılırdı. Kantinin stokları sayılır, parayla devredilirdi. Sonra mühendis olunca yapı kooperatifine ortak oldum.

Sinem Sefa Bayraktar: 2002’de Adana-Karataş’ta pamuk işçiliğinde çalışan çocuklarla ilgili Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) bir araştırma yaptı. Ertan bey de araştırmada yer aldı. Ekipte üniversiteli, çoğunlukla antropoloji bölümünden arkadaşlar vardı. Mezun olunca çoğu sosyal meselelerde çalışmak istiyordu. Ertan beyin Türkiye Kalkınma Vakfı deneyimi var. Tarım kökenli bir aileden geldiği için çocuk işçiliğini biliyor. Ama gençler ilk defa karşılaşıyor. Bir tür eylem grubu kurmak istiyorlar. Araştırma fonlarına başvurmak için bir tüzel kişilik gerekiyor. 2004’te kooperatif kuruyorlar.

Karabıyık: Mart 2018’de yayınladığımız “Kalkınma Atölyesi Zaman Okulunda: Kısa ama Hızlı Yürüyüş” adlı yazıda ilk 14 yılı değerlendiriyoruz.

Bayraktar: Kooperatifçiliğin ilkeleri (gönüllü ve herkese açık üyelik, ortakların demokratik denetimi, ekonomik paylaşım, otonomi ve bağımsızlık, bilgi ve becerilere yönelik eğitim, kooperatifler arası dayanışma, toplumsal sorunlara duyarlılık) öğrencileri cezbetti. Aynı zamanda geçim olanağı sağladı. Kooperatif kurulduğunda Ertan bey ve ben UNICEF’te çalışıyorduk, yollarımız orada kesişti. Çocuk hakları üzerine çalıştığım UNICEF’ten istifa ettim. Tarafsız bir sivil toplum örgütü aradım. Kalkınma Atölyesi’ni bu yüzden tercih ettim. Sorun odaklı çalışıyoruz, yönteme bakmıyoruz.

Yönteme bakmamaktan ne kastediyorsunuz?

Sinem Sefa Bayraktar

Bayraktar: İnsan hakları politik bir mesele. Fakat, yöntemleriniz ideolojik olmak zorunda değil. İdeolojik olduğunuzda bazı kapıları kapatıyorsunuz. “Kamu ile değil, sadece aktivist olarak, bazı kişi ve gruplarla çalışacağız” derseniz insan hakları alanında ilerleyemezsiniz. Ama bir yandan duruşunuzu koruyarak bazı fırsatları kullanabilirsiniz. AKP de, CHP de çağırırsa gidersin. İktidarın tavrını değiştirmesi gerekiyorsa, konuşursun. Seni dinlemezse kapı kapanır. Yapabilmenin tek yolu yoktur, yol kapandıysa yeni yol açılır.

Karabıyık: Evrensel insan hakları belgelerini temel alıyoruz. Bilgimizi, deneyimimizi kim talep ederse veririz. Esas olan ana sözleşmemiz. Çocuk işçiliği, mevsimlik tarım işçiliği gibi konulardaki çalışmalarımızdan kim yararlanıyorsa, ona gitmeye çalışıyoruz. Ama bize kapıyı kapatana, bir-iki defa gideriz. Temel pozisyonumuz hak. Söylemek istediklerimizi araştırmalarla, raporlarla yazılı hale getiririz. Koç Holding ya da Philip Morris’le de çalışsak, çocuk işçiliği konusundaki yaklaşımımız değişmez.

Karabıyık: İhaleye girmiyoruz. Talep edilen bir organizasyon olmak istiyoruz. Burayı bir platforma çevirmek istiyoruz. Bir patronluk ilişkisi yaşatmak istemiyoruz.

Bayraktar: Çalışanımız yok, olsun da istemiyoruz. İnsana iş değil, işe insan buluyoruz. Emek ödemesini belge karşılığı yapıyoruz. Bordrolu olmayanların sigortası yatıyor mu, mutlaka soruyoruz. Akademisyenlere sigortaları karşılandığı için gider pusulası düzenliyoruz. Şirketlere fatura kesiyoruz. Başka seçenekleri olmayan arkadaşlarımızı bordrolu yapıyoruz. Ama onları çalışan olarak görmüyoruz. Bizden proje istendiğinde yazmıyoruz. Çünkü kendi meselelerimiz var. Bu yüzden ihalelere girmeyiz.

Karabıyık: Örneğin şimdi çocuk yoksulluğuyla mücadeleye dönük bir proje yazıyoruz. Fon verebilecek kuruma “bunu destekliyor musun” diye soruyoruz. Yoksa bir başkasına gidiyoruz. Fon bulamazsak projeyi bir kenara koyuyoruz. Bazı kurumlar da bizden hizmet almak istiyor. Örneğin, fındık üretimiyle ilgili bir projede, çocuk işçiliğine dair bizden eğitim istediler. Teklifimizi verdik, kabul edildi. Ağustosta eğitimi düzenleyeceğiz, faturamızı kesip ücretimizi alacağız. Ayrıca UNICEF de çocuk işçiliği ile ilgili bir çalışma için “birlikte hazırlayalım” diyor.

Ertan Karabıyık

Bazı büyük şirketlerin ilk bakışta fark edilmeyen karanlık bağlantıları var. Örneğin, Barcelona’daki ARÇ Sigorta Kooperatifi bazı sigorta şirketlerinin silah ticaretiyle bağlantılarını tespit etmiş, onların poliçesini satmıyor. Hangi şirketlerle çalışacağınıza nasıl karar veriyorsunuz?

Karabıyık: Derin konu. Kimsenin temiz olduğunu söyleyemeyiz. Silah ticareti yapan birçok kurumdan devlet vergi topluyor. Bu vergilerle bize sağlık hizmeti veriyor. Diyelim Philip Morris bizden hizmet istiyor. Sigara firmaları toplumu zehirliyor, tütün üretiminde çocuklar çalıştırılıyor. Sigara üretim sürecinde kullanılan kimyasallardan korunmaya yönelik bir eğitim için “Bu sigara firması toplumu zehirliyor, onlara eğitim vermeyelim” diyebilir miyiz? Biz yaptığımız işin etkisine bakarız. Çocuğa, yaşlıya, yoksula yarıyor mu? Koç Holding’de 100 bin kişi çalışıyor, elli şirketi var, bir kısmı silah üretiyor. Ferrero palmiye yağı için ormanları yok ediyor. Ölçütümüz, yaptığımız araştırmanın ne işe yaradığını bilmek. Büyük bir firmadan fon alırken o firmanın yaptığı şeyi değerlendirme gibi bir kaygımız yok. Çocuk haklarını ihlal eden bir firma bizden danışmanlık hizmeti alırsa, onlara çocuk haklarını ihlal ettiklerini söyleriz. Bizimle ilişkiyi keser ya da kesmez.

Bayraktar: Mesela nükleerin temiz enerji olduğuna dair bir konferans vardı. “Nükleer enerjiyi çocuklara tanıtın” dediler, kabul etmedik. “O konuda önyargılıyız” dedik.

Önyargıdan kastınız ne? Nükleer enerjinin riskleri, çevreye etkileri üzerine araştırmaların verileri yeterli değil mi?

Karabıyık: Nükleer enerji temiz olabilir, ama bir bölge üzerindeki etkilerine dair dünyanın en güvenilir enerjisini üreten Japonya’dan, Fukuşima’dan deneyimimiz var. Çernobil önümüzde. Bu deneyimler bizde bir önyargı yaratıyor. Yaptığımız işin hedef grubumuza yararı var mı, yok mu, ona bakıyoruz. Ama bir kurumdan fon aldık diye o kurumu savunamayız. Örneğin, Philip Morris’in bir programı düzgün işlemiyordu. Bunu bütün yöneticilerine söyledik. Dedikodu değil, bilimsel ve kanıta dayalı araştırma yaparız. Bir de kendi projelerine ortak olmamızı isteyenler oluyor. Bunlara, amaçlarımıza uygun olsa bile girmiyoruz. Çünkü o bir tür ihale. Biz kendi fikirlerimize fon arıyoruz. Ayakkabı üretiminde çocuk işçiliği diyelim, bu konuda kim parayı verirse alırız. Philip Morris “1500 kadına çocuk işçiliğiyle ilgili eğitim vermek istiyorum” diyor, veriyoruz.

Kaç ortağınız var?

Karabıyık: 13. Yönetim kurulu onayı ile atölyeler açılıyor. Çalışmalara katılanlar ortak olmak zorunda değil. Sinem ortak değil mesela.

Kooperatif içi işleyiş nasıl? Ücretler nasıl belirleniyor?

Karabıyık: Eskiden daha hiyerarşik bir modelimiz vardı. 2016’da atölye sistemine geçtik. “Yaşlılık”, “çocuk hakları”, “barış ve kalkınma” gibi birçok atölyemiz var. Atölyelerde yıllık pozisyonlar ve bütçeler belirliyoruz. Proje direktörüne, genel sekretere ve yönetim kuruluna esneklik veriliyor. Zor işlerde ücretleri yükseltiyoruz. Bir uzmanın kitap yazması ile konuşma yapması ya da araştırmaya alanda katılması arasında fark var. Türkiye ortalamasına göre ücretler yüksek, uluslararası standartlarda düşük. Genel sekreter, program yöneticisi, asistanı, proje yöneticisi, asistanı, şoför, sekreter, anketör, tasarımcı, avukat, çevirmen içeren bir kadro belirledik. Dört çeşit ödeme yapıyoruz. Bazılarını bordroya sokuyoruz. Serbest meslek makbuzuyla hizmet verenler var. Devlet memurlarına gider makbuzuyla ödeme yapıyoruz. Bir de bize fatura kesen şirketi olanlar var. Ayrıca, direktöre yüzde 10, genel sekretere yüzde 20 ve yönetim kuruluna yüzde 30 ücretlerle oynama hakkı veriyoruz.

Sivil toplum büyüdükçe hiyerarşi ve bürokrasi ortaya çıkıyor. Bu yüzden bölünerek çoğalıyoruz. Tematik atölyeler kurup yarı özerk hale getiriyoruz. Üst kimlik Kalkınma Atölyesi, alt kimlik atölyeler. Her atölyenin bir direktörü ve bütün atölyelerin uyguladığı birkaç ortak kural var.

Kalkınma atölyesinde “kalkınmayı” nasıl tanımlıyorsunuz?

Karabıyık: Uzun süre tanımlamadık. En büyük eleştiri buradan geldi. Şimdi Birleşmiş Milletler’in “sosyal kalkınma” tanımını kullanıyoruz. Daha çok toplumun dezavantajlı kesimlerine odaklanan, insan hakları evrensel bildirgesini, çocuk hakları sözleşmesini odak alan bir anlayışa sahibiz. Klasik ortodoks örgütler gibi kitabı mukaddesimiz yok. Eksik olduğumuz tarafları biliyoruz. Kalkınma Atölyesi bünyesinde kuramsal tartışmalar yapmıyoruz.

Özellikle eğildiğiniz araştırma konuları neler?

Karabıyık: Tarım işçiliği, göçmen ve çocuk işçiliği dahil, tedarik zinciri analizleri, bu konularda eğitim programları, kurumsal gelişim, izleme-değerlendirme çalışmaları yapıyoruz. Şimdi eğitim konusunu ele alacağız. Tasarım odaklı düşünme, mesleki eğitim, okul modelleri kurmaya odaklandık. Henüz çok geliştirmediğimiz arıcılık ve kooperatifçilik konuları da var.

Bayraktar: Türkân Şoray kanunları diye adlandırdığımız ilkelerimizin arkasında durmaya çalışıyoruz. Biri ihale meselesi. İhale olmadan iş yapılabileceğinin örneğiyiz. Burayı bir platforma çevirmek istiyoruz. Bir patronluk ilişkisi yaşatmak istemiyoruz. Buraya gel, konuşalım, kendi atölyeni kur, büyüt, istersen ayrıl. Bir yerde, oranın çalışanı olmadan beş sene emek verilebileceğinin, tüm günü ofiste geçirmeden nitelikli çalışılabileceğinin de örneğiyiz. Gerekirse cepten para veriyoruz. Sosyal sermaye yavaş birikiyor. İstersek 50 kişilik bir ekip organize edebiliriz. Tanap’ın (Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi) anket sürecinde dört ayrı ekip kurduk. Nitelikli çalışanlara iş bulduk. Hak bilinci gelişmiş, becerisi olan arkadaşları mutlaka yönlendiriyoruz.

Karabıyık: Sürekli büyüme ve istihdam sağlama derdinde değiliz. Havuzumuzda olan insanları işlere yönlendiriyoruz. Hiçbir yayınımızın telif hakkı saklı değil. Araştırmalarımız kamu malı.

Kooperatifin iktisadi devamlılığını nasıl sağlıyorsunuz?

Karabıyık: Faal proje yoksa kooperatifin çalışanı da yok. AB projelerinden kooperatif için genelde yüzde 7, diğer projelerden yüzde 10 pay alıyoruz. Bir ofis satın aldık, kira giderimiz ortadan kalktı. Bu ofisi bir ortağımıza kiraladık. Sadece muhasebeci ve genel kurul giderlerimiz var. Bugün proje bulmasak dahi on yıl devam ederiz. Kâr dağıtmıyoruz.

Bayraktar: Gelirler esas olarak yayınlara harcanıyor. KA adlı bir dergi çıkarıyoruz. Bütün süreci gönüllü yürütülüyor. Uzmanlık parası ödemiyoruz. Kuruluştan beri huzur hakkı ödemiyoruz. Ama inanılmaz bir iş hacmi, insan emeği var.

Göçmen işçiliği

Atölyeler ile kooperatif arasındaki ilişki nasıl?

Karabıyık: Sivil toplum büyüdükçe hiyerarşi ve bürokrasi ortaya çıkıyor. Bu yüzden bölünerek çoğalıyoruz. Tematik atölyeler kurup yarı özerk hale getiriyoruz. Üst kimlik Kalkınma Atölyesi, alt kimlik atölyeler. Her atölyenin bir direktörü ve bütün atölyelerin uyguladığı birkaç kural var. Kalkınma Atölyesi muhasebe sistemine uymak zorundalar. Yapılan işler kooperatifin ana sözleşmesini temel almak zorunda. Onun dışında, kiminle çalışacak, hangi projeyi yapacak, bizi ilgilendirmiyor. Bütçe oluştururken genel sekretere danışıyorlar.

Mesela biri ekoloji atölyesi kurmak istiyor, süreç nasıl ilerliyor?

Karabıyık: O kişi projeyi yazıyor, fon buluyor, ekibi kuruyor. Her yıl belirlediğimiz standartları aşmadan, hayatını geçindirebilecek bir gelir elde ediyor.

Bayraktar: Proje ve program yöneticilerinin temel sorumluluğu nitelikli araştırma yapmak.

Mali süreci nasıl denetliyorsunuz?

Karabıyık: Farklı denetleme süreçleri var. Fon veren bazı kurumlar kendi denetimlerini yapıyor. Normal koşullarda devletin denetlemesi gerekiyor. Her genel kurulu Ticaret İl Müdürlüğü’nün denetlemesi gerekiyor. Önümüzdeki dönem, emekli bir vergi müfettişi bulup kendimizi denetletmek istiyoruz. Sivil toplumda en sıkıntılı alan para. İyi bir muhasebe, iyi bir ön muhasebe, arşiv ve belgeleme sistemi yaparsanız sıkıntı yaşamazsınız. Ortaklığın en önemli getirisi kişisel haz.

Kooperatifler arkadaş grubu hukuku ile kuruluyor. Oysa kooperatif ortaklığı sadece duygudaşlık değildir. Hukuki olarak birbirimizi bağlıyoruz. Türkiye’deki birçok küçük, sosyal kooperatif bu ilişkileri karıştırıyor. Özellikle gençlerin kooperatif girişimlerinde bunu yaşıyoruz.

Hazdan kastınız ne?

Karabıyık: Kâr payı almayan bir ortağın toplumun sosyal kalkınmasına yaptığı katkıdan dolayı aldığı haz. Borsadan 100 bin liralık hisse aldığında haz duymaz, kâr elde eder. Ama, Kalkınma Atölyesi’ne 100 bin hisse alıp herhangi bir gelir elde etmediğin zaman, Kalkınma Atölyesi’nin yaptığı işlerden haz duyarsın. Herhangi bir işte, örneğin bir tasarım işi olduğunda önce tasarımcı ortağımıza gideriz. Bütçeye uygunsa onunla çalışırız. Eğer o yapmıyorsa gönüllülerimize gideriz. Danışmanlar havuzumuza sorarız. Kooperatif demek çıkar birliği demektir. Kooperatif iki ayda bir yaptıklarının raporunu 13 ortağına ve 80’e yakın gönüllüsüne gönderiyor. Ekleriyle birlikte 170 sayfalık bir rapor. Buraya dahil olan hiyerarşi hissetmez.

Yeni ortaklara açık mısınız?

Karabıyık: Bunu epey tartıştık. Buranın bir değeri oluştu. 500 bin liralık ofis, demirbaşlar, bilgisayar var. 13 ortağa bölünce 40 bin lira ediyor. Yeni ortağı bu para üzerinden mi alacağız? Kâr payı yok. İkincisi, ortak sayısını artırmak istemiyoruz, hatta yeni kurulan kooperatiflere 11 ortağı geçmemelerini öneriyoruz. Bizim gibi kooperatiflerde ortak sayısı arttıkça sıkıntı oluyor. Mali kalem yükseliyor.

Gönüllüler nasıl katkı yapıyor?

Karabıyık: Kitap yazmaktan çeviri yapmaya, toplantılarda bizi temsil etmekten ofisteki kitaplığı düzeltmeye kadar birçok iş yapıyorlar. Aynı zamanda şu anda iki resmi stajyerimiz var. Bizde bir işi yapıyorsan, bundan bir çıkarın olması gerekir. Şu anda örneğin birkaç gönüllümüz BM Kalkınma Programı’nda çalışıyor. Bir kitap on, bir dergi bazen otuz gönüllüyü kapsıyor.

“Araştırma kooperatifi” diye biliniyorsunuz, öyle misiniz?

Karabıyık: O kalıplara girmiyoruz. Bu sebeple en başta sözleşmemiz kabul edilmemişti. Sonra torpil bulduk, geçirdik. Devletin tanımlarında sorun var. Kalıplaşmış, önceden tasarlanmış ana sözleşmeler hazırlıyor. Kooperatifçilikte tip sözleşme olmaz. Sadece birtakım zorunlu maddeleri koyabilirsin. Kooperatifin amaç ve hedeflerini, içeriğini tartışmalıyız. Neden bu ülkede mimarlar, bilgisayar mühendisleri kooperatif kurmuyor? Yedi psikolog kooperatif kurup topluma ucuz ve nitelikli psikoloji hizmeti versin. İnsanlara güvenen, onları destekleyen bir anlayış geliştirilmeli. Bizde ciddi bir bürokrasi var; bu sadece kooperatifler için değil, şirketler için de geçerli. Kanunların çoğu güvensizlik üzerine kurulu. İnsanların üçkâğıtçılık yapacağı varsayılıyor. Sade, basit, güvene dayalı, kendi iç mekanizmalarını ve denetimleri kuran, kooperatiflerin kooperatifleri denetlediği, kamunun denetim, rehberlik gibi süreçlerden elini eteğini çektiği bir mekanizma hayal ediyoruz. Oysa devlet kooperatifçilik üzerinden toplumu kendisine bağlayan bir mekanizma yaratıyor.

Derginizin temaları neler?

Bayraktar: Dergiyi de gönüllü emekle yürütüyoruz. 2015’te çıkan ilk sayı “mevsimlik tarım işçileri” üzerineydi. Yaşlılık sayısı için Ara Güler fotoğraflarını verdi. Hocalar makalelerini yayınlamamız konusunda hiç tereddüt etmedi. Tüm konular kalkınma odaklı. Kadın, çocuk, Romanlar, bisiklet konularını işledik. Şimdi eğitim sayısı geliyor. Demiryolu, okuma kültürüyle devam edeceğiz.

Karabıyık: İlk sayıda Florida’da bir köyün manav-restoran deneyimini anlatmıştık, 1930’lardan günümüze büyük yatırımların küçük işleri nasıl olumsuz etkilediğine, o küçük iş yerlerinin korunmak için neler yaptığına dair bir dizi örnek verdik. Yahut Campina Friesland, Confontore ya da Mondragon gibi dev kooperatifleri inceledik. Bunların ciroları 50-60 milyar avro. Mikrodan makroya kooperatiflere dair çok şey anlatıyoruz.

Friesland Campina ya da Mondragon gibi çok büyük ölçekli kooperatifler nasıl sonuçlar yaratıyor?

Karabıyık: Mondragon’un tekelleşme yönünde bir tehdit yaratıp yaratmadığını bilmiyorum. Friesland Campina Friesland’da, Kuzey Hollanda’da farklı bir dil konuşulan bir eyalette yer alıyor. Süt ve süt ürünleri üretiyor. Campina ve Friesland kooperatifleri birleşip devasa bir güce erişti. Bu kadar büyümek her zaman iyi bir şey değil, tekel haline gelebilirsiniz. Friesland Campina’da şu an bu tartışılıyor. Kooperatif 14 milyar euro ciro yapıyor. Süt fiyatları üzerinden diğer küçük kooperatiflerin ve üreticilerin canına okuyabilir. Ellinin üzerinde küçük markayı satın aldı.

Türkiye’de kooperatifçiliğe ilginin hızla arttığı tespitine katılıyor musunuz?

Karabıyık: Bize de çok fazla talep gelmeye başladı. Başka kooperatiflere destek verdik. Diyarbakır’da Kalkınma Merkezi Kooperatifi kuruldu, kırsal alanda güzel işler yaptılar, ama battı. Adana’da 2005’te Kalkınma İnisiyatifi Kooperatifi kurulmuştu. On yıl kadar çalıştı, çok büyüdü, ama sonra o da battı. Daha çok yoksul çocukların sanata erişimi, kendi işletmelerini kurmaları, istihdam yaratmak üzerine çalıştılar. İstanbul’da Proje Evi’nin fikir aşamasında destek olmuştuk. Sonra bizimle ilişki kurmadılar. Genç-İşi Kooperatifi iletişime geçti, sonra iletişimi kesti. Boğaziçi’nde Starbucks’ı işgal eden öğrencilerin kooperatif girişimine destek vermeye çalıştık. Harvard Üniversitesi Öğrenci Kooperatifi’nden, Türkiye’deki okul kooperatifçiliğinden esinle, üniversitelerde öğrenci kooperatifleri kurmayı istedik. Türkiye’de 250’ye yakın üniversite, yedi milyona yakın öğrenci var, ama bir tane öğrenci kooperatifi yok.

Diyarbakır ve Adana örnekleri neden olumsuz sonuçlandı?

Karabıyık: Birincisi, dayanışma ve güvene dayalı bir kurum olmayı başaramadılar. İkincisi, yönetişim çok önemli. Arkadaş grubu hukukuyla kuruldular. Oysa ne kadar iyi arkadaşım olursan ol, yönetim kurulundaysam sana her ay gelir ve giderleri göndermek zorundayım. Yönetim kurulu kararlarını, yaptığım işleri bir ortağa anlatır gibi anlatmak zorundayım. Ortaklık sadece duygudaşlık değildir. Hukuki olarak birbirimizi bağlıyoruz. Türkiye’deki birçok küçük, sosyal kooperatif bu ilişkiyi karıştırıyor. Özellikle gençlerin kooperatif girişimlerinde bunu yaşıyoruz. Arkadaşlık ile ortaklık arasında bir çizgi çizmek gerekir. Ek olarak, bir kooperatif yaratıcı olmalı. Diyarbakır’daki kooperatif destek alıyordu. Sadece hak ettiğiniz desteği almanız gerekir. O da kapasiteniz, programınız, yapabilirliğiniz gibi unsurlara bağlıdır. Kooperatif kuruyorsun, sana 500 bin lira destek veriyorum. Ama işi yapma potansiyelin yok. Bu, siyasal iktidarın belediyeler üzerinden birçok kurumunu desteklemesine benziyor. Bir süre destek alabilirsin, ama sonra almazsan çökersin.

Belediyelerin yapması gereken, kooperatif kurma iklimini yaratmak ve destek talebinin kooperatiften gelmesini sağlamak. Bunun için teknik destek sunabilir, danışmanlık hizmeti verebilir, finansal kaynaklara ulaşım sağlayabilir, hizmetleri kooperatiften satın alabilir.

Başka bir sorun da kooperatiflerde sistem kurmak. Bizden örnek vereyim. Genel sekreter olarak her toplantı öncesi gündem taslağı paylaşıyorum. İki-üç saatlik toplantı yapıyoruz, her gündemi detaylı tartışıyoruz. Aldığımız bütün kararları yazılı hale getiriyoruz. Bunu şöyle de yapabiliriz: Hazırlarım kararları, arkadaşlar bakar, tartışmadan onaylar. Sistem kurulmadığı zaman sorun oluyor. Ayrıca geçmişinizde, ailede, okulda, mahallede bir dayanışma hikâyeniz yoksa, kooperatifçilik de zor işliyor. O yüzden, Türkiye’de hikâyesini yazacak çok sayıda kooperatif bulmak zor. Yurtdışından örnekleri yazıyoruz. Bütçemiz olsa Cabot kooperatifini yazacağız. ABD’nin Vermont eyaletinde, kapitalist sistem içinde, fiyatların, ar-ge’nin, rekabetin bu kadar şiddetli olduğu bir yerde, yüz yıldır süren bir dayanışma hikâyesi. Ar-ge ile ciddi ölçek gelişimi ve kalite yakalıyorlar. Süt ve süt ürünleri üretiyorlar. Üye olursan her hafta peynir ve benzeri ürünlerin tariflerini gönderiyorlar. Dönüp Tire Süt’ün internet sayfalarından birine bakın, kooperatif başkanının dokuz tane fotoğrafı vardır. Esas olan başkan değil, Cabot’un krizlerden nasıl sıyrıldığının, neden batmadığının hikâyesidir. Türkiye’de adı kooperatif olup da içeriği kooperatif olmayan çok yapı var. Kooperatif öz kaynaklarına dayanmalı. Mesela üniversitenin elektriğini, mekânını, gönüllü emeğini kullanarak kooperatifçilik olmaz.

Neden olmaz?

Karabıyık: Kendinize güvenmediğiniz anlamına gelir. O kirada, elektrik parasında benim vergim var. Oradaki hoca iyi gıda tüketecek diye benden neden para alınsın? Öğrencinin emeğini neden kullanıyor? Başkasının kaynaklarını kullanarak kooperatif olmaz. Türkiye, başkasının kaynaklarını kullanarak kooperatifçilik yapan örneklerle dolu. Kadın kooperatifleri mesela. Belediyenin arazisini, fonunu, elektrik ve suyunu, muhasebecisini kullanıyor. AKP’nin anlayışı bu. Bu kooperatifler kurumun parazitine dönüşür, büyümez, özerkleşmez, kendine güvenir hale gelmez. Sadece kendi gücüne, emeğine güveneceksin, dayanışmanı öreceksin. Bunu yapamazsan kooperatif olamazsın. İzmir’de bir bisiklet kooperatifi kuruldu. Kurmadan önce belediyeyle anlaşmışlar. Bisiklet yeri, kafeterya yeri almışlar. Böyle batarlar.

Boğaziçi Üniversitesi Kooperatifi üniversite ölçeğinde çalışıyor. Bu üniversitenin de bir yönetimi var, kendi sermayesi var. Bu ikisini nasıl bir arada düşüneceğiz?

Karabıyık: Düşünmeyeceğiz. BÜKOOP’taki alışveriş benim vergimle, elektrik paramla olmayacak. Üniversitede yapılan tartışma model üzerineydi: Boğaziçi Öğrenci Kooperatifi nasıl olacak? Temel dert ucuz tost yemek olunca, niye kooperatif kuracaksınız ki? Üniversite size bir baraka versin, orada ucuz tost, kırtasiye temin edin. Bu da mümkün. Öğrenci kooperatifi gerçekten sermaye biriktirebilir, bunun üzerinden burslar verebilir, üniversitenin sunamadığı eğitim imkânlarını sunabilir, piyasaya hazırlayabilir, iş kurabilme imkânı sağlayabilir. Kooperatifler eğitimin bir parçası olarak örgüt kültürünün kazanılacağı yerler olabilir. Yoksul öğrencilere burs verebilecek kooperatiflerden bahsediyorum.

Bayraktar: Birincisi, amaç, misyon. İkincisi, bir arada olmak istiyorsun. Benzeştiğin insanlarla kooperatif kurarsın. BUKOOP ne yapıyor? Belirli bir grubun bir ihtiyacına yönelik beraber çözüm üretiyor. Demek ki piyasadaki çözümler işe yaramıyor, yeni bir çözüm bulacağız. Çalışacağız, emeğimizin karşılığını alacağız. Harvard Öğrenci Kooperatifi’nde bu çok yaygın; bir şirkette staj yapmak yerine öğrenciler burada çalışarak hem para kazanıyor hem öğreniyor.

Çocuk işçiliği (Fotoğraf: Emel Gülseren Sarıgül)

Harvard Öğrenci Kooperatifi’ni ne açıdan ilginç buluyorsunuz?

Karabıyık: 120 yıldır faal. 25 milyar dolardan fazla bütçesi olan bir üniversite Harvard. Kooperatif kitap alamayacak çocuklara kitap kiralıyor. Bazı üniversite kooperatifleri tatilde öğrencilerin havaalanına ucuza gitmesi için transfer ayarlıyor. Bizde herkes kendi başının çaresine bakıyor. Örgütlenemiyoruz. Bu kooperatifler bu öğrencilerin örgütlenme alışkanlıklarını geliştirecek mekanizmalar. İkincisi, Harvard kooperatifinin tarihine bakınca, bir kooperatifin değişen dünya koşullarına nasıl uyum sağladığını görüyoruz. Krizle, teknolojiyle kooperatif gelişiyor, kendini şekillendirebiliyor.

Harvard dünyanın en pahalı üniversitelerinden biri. Öğrenci kooperatifleri özelleştirmeye kapı açmadan, kamu hizmeti olarak nasıl yürütülebilir?

Karabıyık: Kooperatiflerin önemli bir kısmı kamu hizmeti yapar. Zaten kamunun rantlarından beslenen bir mekanizma var, kooperatif oradaki gelirleri yine öğrencilere tahsis edecek. Öğrenciler genel kurul nasıl yapılır, yönetim kurulu nasıl toplanır, karar nasıl alınır, genel müdürün iş tanımı nasıl yapılır, bunları öğrenecekler. Kooperatif bunu yaparken burs verecek, dükkân, otopark işletecek, eğitimler verecek. Asıl niyet öğrencilere kooperatif hikâyesini anlatmak. “Ey bilgisayar mühendisleri, gidip tekno-kentlerde çalışmayın, kendi kooperatifinizi kurun ve çalışın” demiş olacaksın. Türkiye’de sosyal kalkınma bakımından en büyük dezavantajlardan biri, piramidin en üstündeki insanları hep büyük şirketlere kaptırmamız.

Öğrenci kooperatifi “üniversitenin sunmadığı eğitim imkânlarını” nasıl sunacak? Kamu yerine bir kooperatif niye ve nasıl burs versin öğrenciye?

Karabıyık: Hayalimiz şu: Bir üniversitede bütün öğrencilerin ortak olduğu ve üniversitenin bazı rant tesislerini kooperatife tahsis ettiği, kiralık yerlerin, otopark ve yurtların kooperatifçe işletildiği, hatta üniversitenin bütçesinden fon tahsis edilen bir kooperatif. Böylece aslında öğrencilerin en azından bir kısmının iş öğrenebileceği ve elde ettikleri kârı okulun vermediği eğitim hizmetlerine sunacakları ve yoksul öğrencilere aktaracakları bir kooperatif kurulabilir. Harvard Üniversitesi’nde öğrenciler kooperatife aylık bir dolar veriyor. Türkiye’de vermesinler, ama üniversitenin rant tesislerini, kitap satışını, hediyelik eşya satışını kooperatife tahsis etsinler.
Öte yandan, devletin “kooperatif kurun, size iki inek vereceğim” yahut “kadınsınız, size imkân sunacağım” yaklaşımı ile üniversite imkânlarını kullanarak bir şey yapmak arasında fark yok. New York’ta bir tüketim kooperatifinin bütün ortaklarının ayda iki saat çalışması gerekiyor. Yoksa bedeli var, onu ödeyecek. Sadece ortaklarına hizmet veriyor, ama profesyonel ekibi var, dükkân açıyor. Manhattan’dan söz ediyoruz. Kaliteli, uygun fiyatlı ürünleri 15 bin ortağına sunuyor. Bu iki kooperatif arasındaki farkı anlatabildim mi?

Boğaziçi Tüketim Kooperatifi’nde ya da Kadıköy Tüketim Kooperatifi’nde de perakende satış var. Sadece ortaklara satış söz konusu değil ki.

Karabıyık: Bu işleri gerçekleştirirken emek sömürüsü yapıyor musunuz? Belediye imkânlarını kullanıyor musunuz? Biri size bağış yapıyorsa örneğin, sırf ona güvenerek mi iş yapıyorsunuz? Gerçek bir maliyet hesabı yapıyor musunuz? Bunları hesaplamadığınızda bir süre sonra batma riski büyük. Kadın kooperatiflerinin yarısı belediye yönetimleri değiştiğinde verilen yer geri alındığı için zorluk yaşıyor. Üretim ve tüketim kooperatifiysen, piyasanın belirli verilerini dikkate almadan yapamazsın.

Bayraktar: Keçe Kadın Kooperatifi’ne Hamamözü’nde bir yer verdiler. Orada hem üretim yaptılar, hem sattılar. Proje bitince, binayı geri aldı belediye. Mekâna bağlı olarak düşünmüşlerdi. Başka türlü bir tür özgüç yaratmak gerekiyor.

Bir belediye neden mimari hizmetleri mimarlar kooperatifinden, yazılım hizmetlerini yazılım kooperatiflerinden almasın? Piyasa fiyatlarının ortalamasının altında, nitelikli hizmet alacak. Kooperatiflerden aldığı hizmetleri de bağımsız kooperatiflere denetlettirecek ve sonuçları açıklayacak.

Peki, yerel yönetimler kooperatifleri nasıl destekleyecek?

Karabıyık: Kooperatifi özgücünle kuracaksın, yetersiz kaldığında ilerde karşılığını ödemek üzere destek isteyeceksin. “Ben size destek olacağım, gidin kooperatif kurun” diyen anlayış kooperatiflerin batmasına yol açıyor. Belediyelerin yapması gereken, kooperatif kurma iklimini yaratmak ve destek talebinin kooperatiften gelmesini sağlamak. Bunun için teknik destek sunabilir, danışmanlık hizmeti verebilir, finansal kaynaklara ulaşım sağlayabilir, hizmetleri kooperatiften satın alabilir. Şu anda belediyeler, kadınların yemek yapma, dikiş dikme gibi yeniden üretim süreçlerini destekliyor. Aslında toplumsal cinsiyet açısından kötü bir şey yapıyor. Onun yerine neden sosyal hizmet kooperatiflerinden yaşlı bakım hizmeti almıyor? Neden mimari hizmetleri mimarlar kooperatifinden, yazılım hizmetlerini yazılım kooperatiflerinden almıyor? Piyasa fiyatlarının ortalamasının altında, nitelikli alacak. Kooperatiflerden aldığı hizmetleri de bağımsız kooperatiflere denetlettirecek ve sonuçları açıklayacak. İzmir Belediyesi Tire Süt Kooperatifi’ni kayırıyor. Neden on yıldır Tire Süt Kooperatifi’nden süt alıyorsun? Başka birçok kooperatif var. Ayrıca belediyeler kooperatiflerden hizmet alırken bağımlılık ilişkisi yaratmayacak.

Dünyada çeşitli örneklerde, Barcelona’da, Preston’da, Bologna’da kamu patronaj ilişkisi kurmadan kooperatifleri destekliyor, yönetsel süreçlere katılmıyor, kooperatiflerin sayısı kamu desteğiyle hızla artıyor. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Karabıyık: Kamu desteği almak göçmenlerle, sosyal meseleler konusunda hizmet veren sosyal kooperatiflerle olabilir. O kadar detaylı bilmiyorum. Sivil topluma destek konusunda bağımsız, ölçülebilir kriterler olduğu sürece bu mümkün. Zaten kamu destek vermiyor, kamu bir fon açıklıyor, siz gidip destek talep ediyorsunuz. Türkiye’de belediye gidip Türgev’e, Okçular Vakfı’na para ve arsa veriyor. Mesela İstanbul belediyesi sivil topluma aktarılacak bir bütçe açıklasa, Okçular Vakfı dahil İstanbul’daki birçok sivil toplum kuruluşu adil değerlendirme süreciyle o bütçeye talip olsa, bu olabilir. Ama o mekanizma yok. Kamu bir kayırmacılık politikası kuruyor ve tercih ettiği kooperatifler, sivil toplum kuruluşları oluyor.

Siz yerel yönetici olsaydınız kooperatiflere nasıl destek olurdunuz?

Karabıyık: Kooperatifçilik iklimini değiştirmeye çalışır, kooperatifleri güçlü kılacak destekler verirdim. Analiz yaptırır, kooperatiflerin hangi alanda daha iyi çalışabileceklerini saptardım. Yerel yönetim hizmetlerinin kooperatifler tarafından sağlanmasına dair pozitif ayrımcılık yapardım. Adil, uygun fiyatta, uygun nitelikte hizmetleri kooperatiflerden alırdım.

Dayanışma ekonomisi sadece kooperatifleri kapsamıyor, alternatif finans, planlama, kamu mülkiyeti gibi birçok alana uzanıyor. Kooperatifçiliği dayanışma ekonomisi içinde nereye koyuyorsunuz?

Karabıyık: Biz fikir üreten ve ürettiği fikrin peşinde koşan bir emek kooperatifiyiz. Doğrudan dayanışma ekonomisi modellerine girmiyoruz. Başkalarının kooperatif işine girebilmesi için deneyimimizi paylaşıyoruz. Özellikle gençlerin, bilgisayar mühendislerinin, mimarların, sosyologların, psikologların, sosyal hizmet uzmanlarının, doktorların, topluma mal ve hizmet üretmek isteyenlerin kooperatif örgütlenmesi üzerinden ucuz, kaliteli ve sürekli hizmet verebilecekleri modeller geliştirmek istiyoruz. Bir tür kooperatifçilik okulu işlevi görmek istiyoruz. Bir arkadaşımız Arjantin’e gitti, eğitimlere katıldı. Bir diğer arkadaşımız adım adım kooperatif nasıl kurulur üzerine iki tane rehber hazırladı. Bir diğer gönüllümüz 200 yıllık kooperatif zaman çizelgesi hazırlıyor. Bir sürü şey yapıyoruz, ama birbirinden biraz kopuk, belli bir program dahilinde değiller. Bunun için zaman, emek ve para harcamak lâzım. Bir taraftan hayatımızı kazanmak, öte yandan da gönüllüleri harekete geçirmek istiyoruz.

Aynı alanda çok fazla araştırma, eğitim faaliyeti yürüten kurum ve kuruluş var. Bu alanda rekabet yerine dayanışma sağlanamaz mı?

Karabıyık: Sivil toplum kuruluşlarında herkes kendine bir av alanı yaratıyor, bu alana kimseyi sokmuyor. O zaman da sivil toplum örgütü olmaktan çıkıyor. Dayanışma olmadan sivil toplum olmaz. Biz dayanışmayı, güçlü oldukları işleri yapan arkadaşların daha güçsüz oldukları alanlardaki işleri sivil toplumdan hizmet alması olarak anlıyoruz. Örneğin, Hayata Destek Derneği insani yardım konusunda çok değerli şeyler yapıyor, ama neden gelip araştırma hizmetini benden almıyor? Birbirinden hizmet alarak pastayı büyütmek birinci boyut. İkincisi, ortak program ve projeler yürütmek, anlaştığımız konularda beraber iş yapabilmek.

^