VALİDEBAĞ GÖNÜLLÜLERİ'NİN DİRENİŞİ

Söyleşi: Tuğba Özer
2 Şubat 2022
SATIRBAŞLARI

Validebağ Korusu’nun tarihine ilişkin elimizdeki bilgiler neler?

Arif Belgin: III. Selim annesi Mihrişah Sultan için Çamlıca eteklerinde bir bağ evi yaptırır. Sultan Abdülmecid tahta geçtiğinde o yapıyı kendi annesi Bezmiâlem Valide Sultan’a hediye eder. Bezmialem Valide Sultan bağ evinin çevresini yurt içinden ve dışından getirilen bitkilerle süsler. Valide Sultan’ın ölümünden sonra Validebağ arazisi Altunizade ailesinin mülkiyetine geçer. Altunizade İsmail Zühtü Paşa Validebağ’a bir köşk yaptırır. Bu köşkün güzelliğini duyan Sultan Abdülaziz İsmail Zühtü Paşa’yı huzuruna çağırır ve “Sen sultanlara layık bir köşk yaptırmışsın, öyle mi?” diye sorar. İsmail Zühtü Paşa yanıt olarak “Bu köşk size hediyemdir” diyerek köşkü padişaha armağan eder. Ancak padişah, köşkün halk arasında “İsmail Paşa Köşkü” diye anılmasından rahatsız olup köşkü yıktırır, yerine günümüze kadar gelen kasrı yaptırır ve annesi Pertevniyal Valide Sultan’a armağan eder. Daha sonra bu köşk Adile Sultan’a yazlık saray olarak verilir. Koru içinde yer alan ve Adile Sultan Kasrı olarak bilinen yer işte burasıdır.

Validebağ gönüllüleri (soldan sağa): Nihal Uslu Çelik, Arif Belgin ve Mualla Erdem

1850’li, 60’lı yıllarda Validebağ, Osmanlı Hanedanı tarafından sayfiye amaçlı kullanıldı. Aynı zamanda padişahların avlanmak için kullandığı bir yerdi.  Sultan Abdülaziz kendisine bir av köşkü yaptırmış. Şu anda Abdülaziz Av Köşkü olarak bilinen yer de orası.

Hâlâ varlıklarını sürdüren bu yapılar 1. derece koruma altında. Av Köşkü’nün hemen ilerisinde Güvercinlik Köşkü dediğimiz bir yer daha var. O da geçtiğimiz yıllarda restore edildi diğer binalar gibi. Burası aynı zamanda bir su terazisi –suyun basıncını düşürerek şehre verebilmek için kullanılan bir yapı. Su terazileri İstanbul’un birçok yerinde var, ama bunun gibi çok amaçlı olan belki bir ya da iki tane daha vardır.

1998’in ekim ayında bir haber gördük gazetede, korunun 50 dönümü Marmara Üniversitesi’ne hastane yapılmak üzere tahsis edilmişti. Bu haber infial yarattı. Hemen her gün koruda toplanmaya başladık. Burası nasıl korunur diye düşünürken sit alanı olması için başvurmaya karar verdik. Altı binden fazla imza toplayarak Koruma Kurulu’na başvurduk. Ve Validebağ Temmuz 1999’da 1. derece doğal sit alanı ilan edildi.

Hanedanın yurt içi ve dışından pek çok yerden meyve ağacı getirerek dikmesiyle burası bir koruya dönüşüyor. O ağaçlar zamanla korunun doğal ağacı haline gelmiş, buraya uyum sağlamışlar. Ama buranın gerçekten doğal, yerel ağacı hangisi derseniz, meşe ve çam sakızıdır. Anıt ağaçlarının çoğu da bunlar, yalnız bir tane erguvan ağacı var.

“Validebağ” ismi Bezmiâlem Valide Sultan’dan mı geliyor?

Evet. 1800’lerde buraya üzüm asmaları da getirilmiş, bağ adını da oradan alıyor. Bu bölgenin adının Validebağ olduğu uzun yıllar unutulmuş. Validebağ adını biz yaygınlaştırdık. Öncesinde bu isim kullanılmıyordu. Bizim çocukluğumuzda Öğretmenevi Bahçesi olarak geçerdi. Halbuki bir öğretmen evinin bahçesinden çok öte bir yer burası.

Koru cumhuriyet döneminde nasıl kullanılmış?

I. Dünya Savaşı yıllarında Darüleytam olarak kullanılıyor. Yani savaşta yetim düşen çocukların barındırıldığı bir yer. Cumhuriyetle birlikte bu özelliğinden daha çok, veremle savaş için kullanılmasına karar veriliyor. Gerek Abdülaziz Av Köşkü gerek Adile Sultan Kasrı’nın da yer aldığı binalar hem veremin önlenmesi için prevantoryum hem de tedavi için sanatoryum şeklinde iki işlevli olarak kullanılıyor. Veremle savaş için burası seçilmiş, çünkü her taraf ağaç. Avlanmaya gelecek kadar yabani hayvanları da olan yemyeşil bir yer.

Veremle savaş için kullanıldığı dönemde koru halka açık bir alan mıydı?

Mualla Erdem: Hayır, verem hastaları burada kaldığı için yasaklı bölgeydi. Ben ortaokul çağlarındayken, prevantoryumda iki kardeşim tedavi görüyordu. Sadece ziyaret günlerinde, salı ve perşembe, ailecek girer, onları ziyaret ederdik. Kolay kolay izin verilmediği için bakir ve çok daha yeşildi. Ne böyle bir kalabalık ne tahribat ne top sahası… Bu bölgede orta halli aileler otururdu. Çocukları yazın iyi beslensin, hava alsın, kendine gelsin diye prevantoryuma verilirdi. Yalnızca verem olanları değil, bütün zayıf çocukları Milli Eğitim buraya verirdi.

1998’de Koruma Kurulu’na yaptığımız başvuruyla ortaya çıktı Validebağ Gönülleri. Her hafta 200, 300 kişi heyecanlı bir şekilde toplanıyorduk. Yaşlı, genç mahalleliydik. O tarihte kendimize Validebağ Yurttaş İnisiyatifi diyorduk. 2001’de derneğimizi kurduk.

Belgin: Benim de amcamın oğlunda verem başlangıcı olduğu için buraya yatırılmıştı. Yıl 1971. Annem koruya girmemi yasaklamıştı. “Orada veremli hastalar var, verem olursun” deyince, korkudan hiç gelmedim koruya o dönem.

Koruda asıl tahribat 1990’ların sonunda başlıyor galiba…

1998’in ekim ayında bir haber gördük gazetede, korunun 50 dönümlük bölümü Marmara Üniversitesi’ne hastane yapılmak üzere tahsis edilmişti. Bu haber mahalle sakinlerinde infial yarattı, çünkü etrafımızda zaten 14 tane hastane varken 15’incisine gerek yoktu. Üstelik Validebağ gibi bir hazineye yapılması çok saçmaydı. Hepimiz, herhangi bir çağrı olmaksızın, resmen ayaklandık ve hemen her gün koruda toplanmaya başladık. Şunu da belirtmek istiyorum parantez içinde: Biz bunu ‘98’de duyuyoruz, ama burası aslında 1984’te üniversiteye tahsis edilmiş. O haber yayınlanmasa hiç bilmeyecektik.

Validebağ ne zaman doğal sit alanı oldu? Bu kararda sizin mücadeleniz etkili oldu mu?

1998’de toplandık ve burası nasıl korunur diye düşünürken sit alanı olması için başvurmaya karar verdik. Altı binden fazla imza toplayarak Koruma Kurulu’na başvurduk. Ve Validebağ Korusu 16 Temmuz 1999’da 1. derece doğal sit alanı ilan edildi. Koruma Kurulu 1999’un şubat ayında “burada sit alanı çalışmaları başlatılacak” diye bir ilanda bulundu. Bunun anlamı “sakın dokunmayın” olması gerekirken dönemin Milli Eğitim Bakanlığı şubat-temmuz arasındaki sürede, korudaki tarihi yapıları yıkıp yerlerine hızlıca yeni binalar yaptı. Öyle bir süratle yaptılar ki, hepimiz şaşırdık.

Sit alanı ilanından sonra da korudaki bir alana futbol sahası yapıldı. ‘99’daki depremde insanlar koru içine çadırlar kurmuştu. Bunu bahane ederek “Buraya toprak saha yapacağız, yine deprem olursa buraya çadır kurarlar. Biz burayı düz alan yapalım, sonra da futbol oynanır” dediler. Çimleri biçtiler. Kısa bir süre kullanıldı bu saha, sonra kimse gelmedi futbol oynamaya. Ölü bir alan olarak kaldı.

Korunun mülkiyeti kimde?

Mülkiyeti geçmişten beri Hazine’deydi, hâlâ da öyle. 1927’de efsane dediğimiz bir Milli Eğitim Bakanı vardı, Mustafa Necati Bey. Koruda büstü bulunuyor zaten. 34 gibi genç bir yaşta ölüyor, ama Harf Devrimi gibi önemli işler onun bakanlığı esnasında oluyor.

Mustafa Necati Bey korunun MEB’e tahsisini sağlayan kişi. Onun zamanında Atatürk korunun tahsisini bakanlığa veriyor. 1957’de de korunun MEB’e tahsisli olduğu tapu kaydına geçiyor. Onu hâlâ değiştirmediler. Ama 2014’te burası peyzaj projesi yapılmak üzere İBB’ye tahsis edildi. Ancak, bu proje yapılmadı. 2016’da tahsis düştü ve tekrar MEB’e geçti. Korunun bir bölümü de Sağlık Bakanlığı’na tahsisli. 2020’ye geldiğimizde de Üsküdar Belediyesi’ne bakım ve onarım gerekçesiyle iki yıllığına tahsis edildi. Bu tahsis iki ay sonra dolacak. Burası şu an tapu kaydına göre 354 bin 76 metrekare.

Validebağ Gönüllüleri oluşumu ne zaman ortaya çıktı, dernekleşme süreci nasıl yürütüldü?

1998’de Koruma Kurulu’na yaptığımız başvuruyla ortaya çıktı Validebağ Gönülleri oluşumu. Her hafta 200, 300 kişi heyecanlı bir şekilde toplanıyorduk. Yaşlı, genç mahalleliydik. O tarihte kendimize Validebağ Yurttaş İnisiyatifi diyorduk. 2001’de derneğimizi kurduk. Derneği kurma amacımız davalar açabilmek ve resmi yazışmaları yapabilmekti. Derneğin etrafında örgütlenelim diye bir amacımız hiç olmadı. Tam tersi, dernek hiyerarşisinin bize bulaşmasına müsaade etmeyelim dedik. Bizde yatay bir örgütlenme modeli var. Başkan, lider yok. Derneğin mecburen bir başkanı oluyor, ama hareketi o götürmüyor. Derneğimizi dernekçilik yapmak için kurmadık özetle.

Korudaki biyo-çeşitlilikten bahsedelim biraz. Kaç farklı hayvan ve bitki türü var?

Erdem: Bu korunun çok özel bir eko-sistemi var. Validebağ göçmen kuşların uğrak yeri, logomuzdaki leylek gibi örneğin. Korunun içinde bir deremiz var, kuşların su içebilmesi ve ağaçlardan meyve yiyebilmesi için güzel bir ortamdı. Ancak son yıllarda etrafımızda artan inşaatlar, insan kalabalığı göçmen kuşları da etkiledi. Dört-beş yıldır daha az görüyoruz onları. Tüm Türkiye’de yaklaşık 500 kuş türü var, bunun 145’i, yani neredeyse dörtte biri Validebağ’da. Ayrıca, otuz küsur kelebek türü var. Sincap, kaplumbağa, kertenkele… 125 adet de bitki türü bulunuyor. 1. derece doğal sit alanı olan Validebağ’daki bu eko-sistemi dışarıdan gelecek zararlardan korumak zorundayız. Bizim mücadelemizin bir parçası da bu canlar.

Sloganınız “Validebağ korudur, koru kalacak”. Neden park değil de koru? Koru olarak kalmasındaki ısrarınızın nedeni ne?

Bahsettiğim canlıların yaşaması için bir ortam var burada. Bu ortama insan eliyle yapılan müdahalelerde canlıların yaşamı bozuluyor. Bu koru Anadolu Yakası’nda, Karacaahmet Mezarlığı’ndan sonra ikinci büyük yeşil alan. Park olmasına karşı olmamızın nedeni şu: Bakir bir alanı yeşillendirip park yapabilirsiniz, ama doğalında yeşil bir koruyu kesip biçip yapılaşmaya açamazsınız.

Validebağ’ın 1. derece doğal sit alanı olması neden bu kadar kritik? Sit alanı özelliğini kaybederse ne olur?

1. derece doğal sit alanı demek, küçük orman demek. Orman demek eko-sistemin içinde bir bütün. Burası bir nefes alma yeri, insanların yeşil alanda dinlenebildiği tek yer. Sit alanı olma özelliği buradaki en büyük kazanımımız. Bu kalkarsa koru her türlü yapılaşmaya açılır. Sit alanı olması burayı özel yapan şey. Biz de bunu korumaya kararlıyız.

Belgin: Sit alanı olma özelliği giderse, gerisi onlar için kolay.

Bu korunun çok özel bir eko-sistemi var. Validebağ göçmen kuşların uğrak yeri. Tüm Türkiye’de yaklaşık 500 kuş türü var, bunun 145’i, yani neredeyse dörtte biri Validebağ’da. Ayrıca, otuz küsur kelebek türü var. 125 adet de bitki türü bulunuyor. Validebağ’daki bu eko-sistemi dışarıdan gelecek zararlardan korumak zorundayız

Koru önce Millet Bahçesi yapılmak istendi. Sonra Üsküdar Belediyesi’nin rehabilitasyon projesi çıktı ortaya. Neydi bu projeler?

2018’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İBB’ye Millet Bahçesi Projesi çizdirdi. Bu, Koruma Kurulu’nca da kabul edildi. Biz de bu kararlarına karşı idare mahkemesine dava açtık. Yürütmeyi durdurma kararımız var, ama dava sürüyor. Çok iyi bir bilirkişi raporu çıktı bu davada. Bilirkişi burasının neden Millet Bahçesi olamayacağını anlatıyor. Koru 2020’de Üsküdar Belediyesi’ne tahsis edildi. Rehabilitasyon projesi de 2021’de çıktı. Hepsi aslında iç içe geçmiş projeler. 

Erdem: Belediyenin projesinde koruya otopark, yazlık sinema, aydınlatma direği, yapay çim gibi şeyler yapmak vardı. Doğal koruya yapay çim! Hepsi 1. derece sit alanına aykırı şeyler.

Üsküdar Belediyesi sizin algı operasyonu yaptığınızı söylüyor…

Belgin: Belediye olayları çarpıtıyor ve çok kolay bir şekilde yalan söylüyor. Üstelik de bunu halkın menfaatine yaptığını söylüyor. Biz, buna engel olanlar da, onlara göre, “teröristler”, “çapulcular”, “elitistler”…

Üsküdar Belediyesi’nin projesine karşı direnişiniz 200 günü aştı. Belediye geçen yaz bir sabaha karşı gelip koruya moloz döktü, çimler biçildi. Koru bu süreçte ne gibi bir zarara uğratıldı?

Yalnızca bu süreçte zarar verilmedi, daha öncesi var. Üsküdar Belediyesi 2020’nin aralık ayında koruya girmiş ve önceden İBB tarafından tespit edilen 118 kurumuş ağacı budayıp kesmişti. Bu ağaçların arasında anıt ağaçlar da vardı. Biz hastalıklı bile olsalar anıt ağaçların kesilmemesini, tedavi edilmesini istiyorduk. Züccaciye dükkânına girmiş fil gibi ortalığı kasıp kavurmanın hiç anlamı yoktu.

Erdem: Geçen yıl, 21 Haziran sabahı yüzlerce belediye zabıtası, çevik kuvvet eşliğinde, birkaç kapıdan koruya baskın yaptı. Biz burada nöbet tutuyoruz, ayrıca koruda sürekli hayvan besleyenler, yürüyüş, spor yapanlar var. Buradaki en ufak hareketten bilgi sahibi oluyoruz. Bu baskın haberiyle koruya fırladık. “Temizlik yapacağız” dediler. Biz de onlara nezaret ettik. 15 gün böyle sürdü. Tabii ki korktuk, çöp topluyorlar, ama ağaç da kesebilirler. Güvenimiz sıfır çünkü. Gün sayımı da o gün başladı. Sonra 10 Ağustos’ta, Türkiye yangınlarla boğuşurken gelip otları biçtiler. Otlar biçilirken kirpiler yaralandı, kertenkelelerin kaçışlarını gördük. Eko-sistemimize acayip zarar verdiler. O gün sadece koru değil, biz de zarar gördük, darp edildik. 21 Eylül’de de molozları getirip döktüler.

Doğal tohumla yeşermiş fidanlardan, çimenlerden, koru hayvanlarından, böceklerden bahsediyorsunuz. Koru ile aranızda nasıl bir bağ var? Koruyu ve içinde yaşayanları bu kadar sahiplenmeniz neden?

Ben gözümü açtığımdan beri bu mahallede yaşıyorum, koruyu görüyorum. Hayatımız Validebağ’da geçti, nasıl bırakalım? Kardeşlerim burada tedavi gördü, o nedenle de benim için ayrı bir yeri var. Biz koruyla özdeşlik kurduk. Birkaç gün gelmeyelim, suçluluk duyuyoruz. Ayrıca, çevre hassasiyetim de yüksek. Bir insanın ölümüyle bir ağacın kesilmesi benim için eşdeğer. Türkiye’nin her yerinde çevre katliamı var, görüyoruz. Üsküdar Belediyesi de bu durumdan vazife çıkararak burada bu işlere girişti. Ben tek de kalsam bir ağaç kesildiğinde önüne yatarım. Çevre bilincine sahip olmak bir yurttaşlık görevi bana göre.

2018’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İBB’ye Millet Bahçesi Projesi çizdirdi. Bu Koruma Kurulu’nca da kabul edildi. Biz de idare mahkemesine dava açtık. Yürütmeyi durdurma kararımız var, ama dava sürüyor. Koru 2020’de Üsküdar Belediyesi’ne tahsis edildi. Rehabilitasyon projesi de 2021’de çıktı. Hepsi aslında iç içe geçmiş projeler. 

Nihal Uslu Özçelik: Kaç yaşına gelmiş insanların çocuklukları burada geçti. Kuşakların buraya bağlılığı var. Arif Bey’in çocuğu da burada büyüdü, benim oğlum da. Ve hatta torunlarımız burada büyüyor. Sadece bizim değil, gençlerin de buraya dair hafızaları oluştu. Bu nedenle kendimizi buraya karşı sorumlu hissediyoruz.

Biraz da zaferlerinizden konuşalım. Birçok yürütmeyi durdurma kararı alındı. Son durum nedir hukuki boyutta?

Belgin: Zafer olarak adlandırmıyoruz, kazanım olarak görüyoruz. Zafer denince bitmiş gibi anlaşılıyor. Bitmiş değil, ama iyi bir kazanımımız var. Son olarak Üsküdar Belediyesi rehabilitasyon projesinin sözleşmesini feshetti. Ancak devam eden iki davamız daha var. Yürütmeyi durdurma kararı aldığımız Millet Bahçesi Projesi davası ve Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı (KANİP) davasında da istediğimiz sonuçlar çıkarsa daha önemli kazanımlarımız olacak. Ancak, o zaman da zafer diyemeyiz. Zafer nasıl olur? Burası bakımlı bir halde, rant hevesinden arındırılarak kendi haline bırakılırsa o zaman olur. Örneğin, ağaçların bakımı, köpeklerin rehabilitasyonu yapılırsa, çöpler toplanırsa, burası gerçekten bir cennet olur. Kaçak binalar da yıkılmalı. Yolların tamamı kaldırılmalı. Sadece itfaiyenin girebileceği şekilde toprak yollar yapılmalı. Tarihi binaların dışında hiçbir şey olmamalı. Buranın kurtuluşu ancak ticari rant üzerine çalışan anlayış değiştiği zaman olabilir.

Erdem: Bu mücadele dayanışmanın ürünü. Hepimiz çok eski arkadaşız, mahalleliyiz, komşuyuz, hepimiz burada buluştuk. Direnişimizin ses getirip sonuç alması buradakilerin çok duyarlı insanlar olması sayesinde. Çevre bilinci çok yüksek insanlar arasındayız. Bu insanlar biraz da cüretkâr aynı zamanda. Sivil polisler bizi sürekli kayda alıyor. Hiçbirimizin korkusu yok. Bir kerecik şu koruda oturup keyif çatamadık, pikniğe gelemedik, bir sabah kahvaltı edemedik. Çünkü hep bir görevimiz var burada. Broşürler yaptırıyoruz, dağıtıyoruz, o kadar çok işlem var ki. Bakmayın, burada bir masa açıyoruz ama, bunun arka planı da var. Görünmeyen birçok insan da var. Yaşlananlar, taşınanlar… Ama onlar gidiyor, sürekli yenileri katılıyor. Bu hareketin bu kadar direnişçi olması gerçekten çevreye âşık olmasından kaynaklanıyor. Yeşili muhafaza etmek isteyen direnişçi insanlarız. Hepimiz biraz mimar, hukukçu, ziraat, botanik mühendisi olduk. Bu koru bize neler neler öğretti…

^