Salgın öncesinde de sorunları çoktu, ama en azından kendi yağlarıyla kavruluyorlardı. Şimdiyse ayakta kalmaları pamuk ipliğine bağlı. Yasal düzenleme yapılmazsa yaşamaları mümkün görünmüyor. Peki, bağımsız tiyatrolar neler talep ediyor, ödeneksiz tiyatro nedir, niçin sahip çıkılmalı? Moda Sahnesi’nden yönetmen Kemal Aydoğan’ı dinliyoruz.
Kurucularından olduğunuz Moda Sahnesi’yle başlayalım…
Kemal Aydoğan: 2013’te, 12 kişi bir araya gelip, kolektif bir anlayışla Moda Sahnesi’ni kurduk. Kuruluşunda gişecisinden tasarımcısına, oyuncusundan yönetmenine, tiyatronun her dalından insan vardı. Hem bir sanat mekânı kurup sanatın değişik alanlarının ürünlerinin sergilenmesini sağlamak, hem de üretmek vardı aklımızda. Sonra buna seminerler eklendi. Ciddi bir seminer dizisi oluşturduk; sanat ve felsefe seminerleri yaptık. Bir de sinema salonumuz vardı. Orası da Başka Sinema’nın salonu olarak işledi. Yani Kadıköy’de bir kültür-sanat mekânı, kamusal akılla işleyen, muhalif akılla hareket eden, tiyatrodan örnekleri de buralardan seçen, çağdaş dans tiyatrosu ve çocuk tiyatrosu gibi alanlarda ürünler veren bir yapı oldu Moda Sahnesi.
Pandemi öncesinde mali açıdan kendinizi döndürebiliyor muydunuz, nasıldı durumunuz?
Pandemi öncesinde de krizler vardı. Bizim gibi yapılar ticarethane olarak değerlendiriliyor. Devlet katında burası bir bakkaldan farksız. Vergi dairesine kayıtlıyız, yoksa faaliyet yürütmemizin imkânı yok. O tacirliğin dezavantajlarını yaşıyorduk zaten. Mesela kamu kaynaklarından faydalanamıyorduk. Yüksek bir vergi oranına tabiydik, yüzde 38-40 gibi. Bu oran, devletin buraya yatırım yapmadan büyük ortak olması gibi bir şey aslında. Biz de diğer tiyatrolar gibi, sadece gişeden elde ettiğimiz gelirle bu emek-yoğun süreci sürdürmekte zorlanıyorduk tabii. Bunu defalarca dile getirdik, yapısal değişikliğe ihtiyacımız olduğunu, ticarethane olmaktan çıkarılıp yasal çerçevede sanat kuruluşu statüsüne geçmemiz gerektiğini hep söyledik. Fakat tiyatrocular da pek itibar etmedi buna. Çünkü problemi büyük bir yoğunlukla yaşamıyorlardı, aciliyetini de hissetmiyorlardı. Ama pandemi buna da vesile oldu; içinde bulunduğumuz koşulların tiyatro yapmaya uygun olmadığı gerçeğiyle iyiden iyiye yüzleşildi. “Devlet emeğimizi sömürüyor, bu durum kamusal varlık olmamızı engelliyormuş. Toplumsal bir unsur değilmişiz; devletin ya da yerel yönetimlerin hakkımızda bir fikri yokmuş” deniyor artık.
54 Devlet Tiyatrosu, 10-15 de Şehir Tiyatrosu sahnesi var. “Ödeneksiz tiyatro” demeyi tercih ettiğimiz tiyatrolar ise 500 civarında. Özel Tiyatrolara Devlet Desteği diye bir fon var, her yıl bu 500 tiyatronun sadece 100 kadarı oradan destekleniyor. Devlet tiyatrolarının geçen yılki bütçesi 290 milyon lira, Özel Tiyatrolara Devlet Desteği ile 100 tiyatroya dağıtılan 6 milyon lira.
Yani salgın tiyatro camiasında bir farkındalığa mı vesile oldu?
Çok hem de. Bu da beraber hareket etmeyi, kolektif tavır almayı kuvvetlendirdi. “Bir musibet bin nasihatten iyidir”. Çünkü özel tiyatroların ya da bir arkadaşımızın bulduğu kavramla “ödeneksiz tiyatrolar”ın içler acısı durumu salgın sürecinde iyice belirginleşti.
Ödenekli tiyatro, “ödeneksiz” tiyatro ayrımını biraz açar mısınız?
Ödenekli tiyatrolar şu an devlet ya da şehir tiyatrosu olarak teşekkül etmiş yapılar. Yani, devletten bütçesi gelen, mekânlarını ve teknik tertibatını devletin sağladığı, biletini devletin ucuza sattığı tiyatro yapıları bunlar. Avantajları var. Vergi mükellefiyetleri yok mesela. Devlet tiyatrosuna bir seyircinin maliyeti 200 lira, ama devlet tiyatrosu 15 liraya bilet satıyor. Dolayısıyla, seyircinin aldığı biletin 185 lirasını devlet destekliyor. Şehir tiyatrolarında da benzer oranlar geçerli. Yaklaşık 54 Devlet Tiyatrosu, 10-15 de Şehir Tiyatrosu sahnesi, yani 70 civarında ödenekli tiyatro var. “Özel tiyatro” olarak tanımlanan, bizim “ödeneksiz tiyatro” demeyi tercih ettiğimiz tiyatrolar ise yaklaşık 500 civarında. Ödenekli tiyatroların yaklaşık beş-altı katı kadar. Özel Tiyatrolara Devlet Desteği diye bir fon var, her yıl bu 500 kadar tiyatronun sadece 100 kadarı oradan destekleniyor. Devlet tiyatrolarının geçen yılki bütçesi 290 milyon lira, Özel Tiyatrolara Devlet Desteği ile 100 tiyatroya dağıtılan 6 milyon lira. Yani pek bir ödenek yok, dolayısıyla biz de “ödeneksiz tiyatro” demeyi tercih ediyoruz.
Özel tiyatro alanı son 20-30 yılda büyüdü ve çeşitlendi. Şimdi dans tiyatrosundan performansa, ticari tiyatrodan kamusal ya da politik tiyatroya kadar yoğun bir çeşitlilik var. Bunun da göz önünde bulundurulması gerekiyor artık. Yani, kamusal amaçlı tiyatro yapanların hem tiyatro yapma biçimleri hem de çalışanların emeğinin ve özlük haklarının değerlendirilmesi ile özel tiyatro çemberinde duran, ama ticari tiyatro yapanların değerlendirilişinin birbirinden ayrılması gerekiyor.
Pandemi sürecinde devlet ve yerel yönetimler özel tiyatrolara herhangi bir destekte bulunmadı mı?
Ufak tefek şeyler oldu. Özel Tiyatrolara Devlet Desteği yönetmeliğinde bir değişiklik yapıldı. Geçen yıl, yardım alanların 25 oyun oynaması şartı vardı. Yardımın “hak edilişi” bu şarta bağlıydı. Bu yükümlülük kaldırıldı. Bir de KDV indirimi yaptılar, tabii eğlence sektörünün bir sürü dalıyla birlikte. Fakat bizim bilet satamadığımız bir dönemde bu indirim yapıldı. Ekimde sezon açılırsa, belki ekim-kasım-aralıkta bundan faydalanacağız, ama aralık sonunda bitecek bir hak bu. Zamanlamayı öyle belirlediler, ama tiyatro sezonu haziranda bitiyor. En azından hazirana kadar sürseydi, tiyatroyu da düşündüklerini anlardık. Bu kararı turizm için aldılar, arada biz de onların yüzü suyu hürmetine faydalandık diye düşünüyoruz. Tam faydalanma da değil ya. Acaba birkaç yıllık bileti aralık ayına kadarki dönemde satsak mı, diye de düşünmüyor değiliz. Seyirci 10-15 bilet alsın, önümüzdeki yıllarda gelip izlesin. Devlete fake atalım diyoruz, ama bunu da burnumuzdan getirir, bedelini ödetirler kesin. (gülüyor) Bir de Dijital Kütüphane diye bir şey yaptılar. Her başvuran tiyatrodan birer tane dijital oyun satın alındı. Yani bir oyun karşılığında bazı tiyatrolara KDV dahil 25 bin lira, bazılarına da KDV dahil 15 bin lira vermeyi taahhüt ettiler. Mayısta uygulamaya kondu bu, ama ağustos ayındayız, henüz hiçbir tiyatro para alabilmiş değil. Yani bu da sadece kâğıt üstünde.
Özel tiyatrolara devletin doğru düzgün ödenek ayırmamasının nedeni ne sizce?
Bazı tiyatrocu arkadaşlarımız devletin parasının olmadığını düşünüyor, ben öyle düşünmüyorum. Devlet parayı bir yerlere harcıyor ve bu bütçeyi nasıl kullandığı tabii ki ideolojik bir tercih. İnşaat firmasından yana, ama sanattan yana değil, sanatın ayakta kalmasını istemiyor. Çünkü kültür-sanat ortamının bitmesini istiyor. Seküler hayatın unsurlarıyla kavgalılar zaten. Ama topu sadece bu iktidara atmayayım. Geçmişte diğer yönetimlerde de temelden bir şey yapılmadı. Mesela Tiyatro Yasası diye bir mevzu var, yılan hikâyesine döndü, ‘80’lerin ortasından beri konuşulur.
Eğlence sektörü içinde, pavyon ile aynı sırada sayılıyoruz. Küçümsediğim için değil, ama lokanta, kafe, pavyon, tiyatro diye sıralanıyor. Tiyatronun başka türlü bir oluşum olduğu yasa tarafından tespit edilmeli.
Bu yasa talebiniz şu anda da geçerli. Nedir Tiyatro Yasası?
Ödenekli tiyatroların dışındaki ödeneksiz ya da özel tiyatroların konumu tanımlanmalı. Nasıl destekler alabilecekleri belirlenmeli. Bu şu anda tanımsız. Biz eğlence sektörü içinde, pavyon ile aynı kategorideyiz. Küçümsediğim için değil, ama lokanta, kafe, pavyon, tiyatro diye sıralanıyor. Oysa tiyatronun başka türlü bir oluşum olduğu yasayla tespit edilmeli. Çalışanların, emek sarf edenlerin tanımları da yok. Yani oyuncu, yönetmen, tasarımcı ne tip haklara sahiptir, video tasarımcısının hakları nedir, bunlar belirsiz. Bazı tanımlar yapılıyor, ama tüm alan tanımlanmış değil. Hem mesleğin hem sanatın hem de çalışanların konumları ve hakları konusunda bir yasa gerekiyor. Devlet Tiyatrosu çalışanları 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu kapsamında sayılıyorlar, oysa oyuncu onlar, oyunculuk haklarından faydalanıyor olmaları gerekir. Bu alan bomboş. Haklar söz konusu olduğunda muhatabın kim olduğu tamamen belirsiz. Özel tiyatrolar belediyeden destek alır mı, alırsa neden, hangi çerçevede alır, nasıl varlıklardır, devlet ya da yerel yönetim bunu nasıl görüyor, bunun halkla ilişkisi ve toplumsal bağlamı nedir? Yasa üzerinden bütün bunları tanımlayabiliriz. Aksi takdirde, bir yerel ya da merkezi yönetici geliyor ve onun “sütüne” kalıyor her şey. Diyelim ki çocukken iyi tiyatrocularla ya da tiyatroyla karşılaşmışsa, tiyatroyu da seviyorsa, bizimle pozitif ilişki kuruyor. Fakat mahallesinde kötü bir tiyatroyla karşılaşmışsa, tiyatroya ısınamamışsa, bizimle ilişki kurmuyor. Biz özel tiyatroların toplumsal olanın içinde tanımlanmasını istiyoruz. Şu anda İstanbul’da binin üzerinde korsan çocuk tiyatrosu var. Korsan çocuk tiyatrosu yapmanın bir emek sömürüsü olduğuna, bunu legal bir biçimde yapanların emeğinin sömürüldüğüne, çocuklara bu ehliyetsiz tiyatroların ve kişilerin tiyatro yaparak zarar verdiği sonucuna da yine bu yasalar üzerinden varabiliriz. Şu an hiçbir kurumu, yetkiliyi harekete geçiremiyoruz. Çünkü iki kişi bir araya geliyor, bir tiyatro kuruyor, yasal bir mevzuata dahil olmak gibi bir zorunluluk da hissetmiyor, gidip kreşlerde oyun oynuyor ve para kazanıyor.
Eğer bu yasa olsaydı, pandemi sürecinde de bu denli zora düşmeyecek, dilenci gibi taleplerde bulunmayacaktık, devlet zaten yükümlülüğünü biliyor olacaktı. Biz hep maddi, nakdi bir talepte bulunuyormuşuz gibi duruyor, ama değil. Mesela, burada kira ödüyoruz. Mal sahibimizle bizim aramıza devletin ya da yerel yönetimin girip bu ilişkiyi düzenlemesi gerekirdi. Mal sahibine, “kapalı olduğu sürece tiyatrodan kira isteyemezsin” denmeliydi. Salonu olan özel tiyatrolar Türkiye’de toplasan 50’yi geçmez. Bu ilişkiyi devlet korumalı.
Avrupa’da pandemi sürecinde nasıl bir uygulamaya gidildi?
Mesela Belçika’da, pandemiyle birlikte tiyatrolar kapanınca, devlet seyirciye “satın aldığınız biletleri iade edemezsiniz” dedi. Tiyatrolara bu hak verildi. Seyircilere biletlerini ileride kullanmaları söylendi. “Eğer biletlerinizi iade ederseniz tiyatrolar ekonomik anlamda zor duruma düşecek” dendi. Devlet yasal bir hak olarak bunu koydu. Biz 15 Mart ile nisan sonu arasında bir buçuk aylık bilet satmıştık. Hepsinin bedelini iade ettik. Bazı seyirciler birkaç günlük gecikmelerimiz olunca, iade taleplerini hemen karşılayamadığımız için, hırsızlıkla bile suçladı bizi. Bir seyirci “anlamıştık zaten böyle yapacağınızı” dedi. Üçkâğıtçı pozisyonuna sokulduk. Fakat Belçika’da dediğim gibi oldu, Almanya’da da devlet 600 milyar avro ayırdı tüm sektörleri ayakta tutabilmek için, bunun içinden 50 milyar avroyu kültür-sanat ortamına tahsis etti. İngiltere yakın zamanda vergileri çok düşürdü. Ekim ayı itibariyle altı-altı buçuk aylık bir kapanma olmuş olacak. Tek kuruş elde etmeden yaşamak mümkün değil. Çalışanların hemen hepsi Kısa Çalışma Ödeneği’nden yararlandılar, bir işe yaradı, ama oyuncular, tasarımcılar, yönetmenler beş buçuk aydır beş kuruş para alamadan yaşamaya çalışıyor.
Tiyatro denince akla ilk gelen oyuncular oluyor, ama sizin de sıraladığınız üzere, sahne arkasında geniş bir ekip var. Bu da işsiz ya da zor durumda kalanların hiç de az sayıda olmadığını gösteriyor. Tiyatro emekçileri salgında yaşamlarını nasıl idame ettiriyor?
Seyircinin temasta olduğu kesim oyuncular, bu yüzden en çok akla gelenler de onlar. Bu dönemde dezavantaj yaşıyor olsalar da daha avantajlılar. Dizi, film gibi alanlarda para kazanma ihtimalleri var. Fakat bir video tasarımcısı, bir müzisyen, bir dramaturg, yönetmen, sahne ve ışık tasarımcısı için durum aynı değil. Oyuncunun üzerinde tüm emek görünüyor olsa da, bütün bu insanların iş birliğinin sonunda oluşan bir sanat tiyatro. Onun için emek-yoğun diyoruz. Hemen hemen hepsi bir yere bağlı olmadan çalışan insanlar, devam eden bir maaşları yok. Onun için bu kesim en büyük mağduriyeti yaşadı. Devletin ya da yerel yönetimlerin bir ödenek, fon ya da destek vermesi söz konusu olmadı.
Şu anda herkes boşta. Küçük küçük dayanışma halleri var, herkes elinden geldiğince küçük destekler sunuyor. Ama bir kısım arkadaşımız İstanbul’u terk edip anne ve babasının yanına taşındı bile, bir kısmı da gerçekten aç bîilaç yaşıyor. En çok da genç oyuncuların işi zor. Şu an başka yerlerde iş bulacak durumda değillerse –ki büyük çoğunluğu öyle– gerçekten çaresizlik içinde kıvranıyorlar. Bazı arkadaşlar Susuyoruz eylemleri yapıyor, tam da bunu duyurmak için.
Küçük küçük dayanışma halleri var, herkes elinden geldiğince küçük destekler sunuyor. Ama bir kısım arkadaşımız İstanbul’u terk edip anne ve babasının yanına taşındı bile, bir kısmı da gerçekten aç bîilaç yaşıyor. En çok da genç oyuncuların işi zor.
Neden “Susuyoruz”?
Susuyoruz üç oyuncu arkadaşımızın, Cenk Dost Verdi, Deniz Elmas ve Ulaş Kaya’nın, bireysel inisiyatifiyle başladı. Birçok tiyatro örgütü bir dolu bildiri yayınladı, eylemler yaptı, fakat devlet bunları duymadı. “Madem devlet bunları duymadı, biz de susalım ve sesimizi öyle duyuralım” dedi arkadaşlarımız da. Bu yüzden eylemliliğin adı Susuyoruz. 11 gün boyunca Moda Sahnesi’nin önünde oturdular, ardından eylemler farklı sahnelerin önünde devam etti.
Bir haksızlık var. Zaten işleri iyi olan tiyatrolar ve oyuncular işlerini halen yürütüyor, ama o imkânı yakalayamayan genç oyuncular şu an kafelerde falan çalışıyor, bunlar da tabii para getirirse. Cenk Dost Verdi şöyle bir şey söylemişti: Kafede çalışınca sanki çelişkiler de görünmez oluyor. Oysa çalışmamak ve yaşanan sıkıntıyı bedende tüm kuvvetiyle hissediyor olmak mücadeleye de kuvvet getiriyor. Cenk’in açıklaması doğru. Bu baskıyı, bu çaresizliği hafifletecek bazı yollar bulduğumuzda, devleti hoş görmeye başlıyoruz. Oysa biz kendi sektörümüz ya da alanımıza gelen desteklerle ayakta kalmalıydık. Bu da aslında mücadeleyle oluyor. Baştaki soruya dönersek, bu dönem resim çok net göründü, ödeneksiz tiyatrolar nasıl bir hayat yaşıyor, çok net anlaşıldı. Fakat destek talep ederken bir örgütlülük gerektiği ve o örgütlülüğün de güçlü hamlelerinin olması gerektiği henüz tam kavranamadı.
Nasıl bir örgütlülük?
Şu an tiyatro alanında değişik içeriklerde, farklı hareket kabiliyetine sahip örgütlülükler var: Kadıköy Tiyatroları Platformu, Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi, Tiyatro Kooperatifi ve TİYAP. Bunlar kendi çaplarında birtakım hamleler yapıyor, ama anlaşılan o ki, olması gereken şey paradigmanın değişmesi. Yani var olanın içinden bir çözümün çıkmayacağı çok açık. Bu var olanı bir tarafa koyup, yeni bir yaşam ilkesi belirlemek ve bunu da pratiğe dökmek gerekiyor. Eskinin içinden bir şey çıkmayacak, çünkü eskiyi belirleyen biz değiliz, egemenler. Biz, sözü ve eylemi ele almalıyız, neyi, nasıl yaşayacağımıza kendimiz karar vermeliyiz. Örgütlülük bu işe yarar, yoksa eskinin içinden reformist hamlelerle bir şey olmaz. Bu çok net; şu anki egemenler tiyatro ya da sanat alanında bizim yaklaşımımızın geçerli olmasını istemiyorlar.
Özel ya da bağımsız tiyatrolar toplumsal açıdan neden önemli, halk bu oluşumları neden önemsemeli?
Ödenekli tiyatrolar, özellikle son 10-15 yıldır gözlemlediğimiz üzere, yerel yönetimin ya da hükümetin sansürüne uğruyor. Birçok vaka yaşandı. Devlet onları kendi birimi gibi sayıyor. Özerk yapılar değiller, kendi sözlerini, repertuvar anlayışlarını, sanat anlayışlarını kuramıyorlar, egemene iyi gelen bir sanat yapıyorlar. Bağımsız tiyatrolarsa bunun tam aksini yaparak gücünü elde ediyor; kendi repertuvarlarını, metinlerini, sanatsal anlayışlarını ortaya koyuyorlar, kendi seçtikleri yolda yürüyor, kendi biçimlerini doğurmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla, daha özgür bir sanat dünyası var.
Talepleriniz neler?
Bir kere, Moda Sahnesi gibi yerlerin sanat varlıkları olduğu kabul edilmeli. Ödeneksiz tiyatrolar da ikiye ayrılıyor. Bazı tiyatrolar kendilerine ticari tiyatro deyip tiyatrodan para kazanmayı düşünebiliyor. Bunun kamusal destekten faydalanması söz konusu olamaz. Devlet ve yerel yönetimin bunu ayrıştırması gerekiyor. Bazıları tiyatrodan kazandıklarıyla tekne, yat ya da villa alabilir, ama biz böyle yaşamak istemiyoruz. Toplumsal merkezli tiyatro yapmak, insanın ve toplumun kriziyle, bunalımlarıyla uğraşmak istiyoruz. Yeni bir hayatın nasıl bir ilkeyle geleceğini, onun önündeki engelleri gören ve gösteren bir tiyatro yapmak istiyoruz. Yani yeni insanı kuran, eski insanı tanıyan, krizlerini görmeye çalışan, yeni bir insanın peşinde olan bir tiyatro yapmak istiyoruz ve kâr elde etmek de istemiyoruz. Bunun tanımlanması lâzım ve bu da ancak destekle olabilir. Bu da mesela, Kadıköy toplumsal yaşantısının içinde Moda Sahnesi’nin, Baba Sahne’nin, Koma Sahnesi’nin, Emek Sahnesi’nin kamusal ve sanatsal varlıklar olduğunun tespitiyle mümkün. Devlet ya da yerel yönetimin “tamam, anladım, sen sanatsal bir varlıksın, yıllık kiranı, çalışanlarının maaş ve sigortasını ben karşılıyorum, sen de gişenden kazandığın parayla şu şu kalem harcamalarını karşıla” demesi gerek. Yani, “yüzde 70’ini ben, yüzde 30’unu sen karşıla” demeli. “Çünkü, anlıyorum ki sen zengin olmaya çalışmıyorsun, toplumsal bir varlık olmanın peşindesin, ben de yerel yönetim olarak bunun peşindeyim. Daha insanca ilkeleri kurmanın peşindeyiz, burada uyuşuyoruz, onun için de sana destek veriyorum” denmeli. Yani biz, devletin ve yerel yönetimin “sen kamusal bir fayda sağlıyorsun, dolayısıyla sana destek veriyoruz” demesinin peşindeyiz. Bunu tesis etmek istiyoruz, çünkü bize topyekûn “özel tiyatro” deniyor, vergi dairesi ve ticaret odasında kaydımız isteniyor. Böylece Zorlu da Moda Sahnesi de ticari tiyatro varsayılıyor. Bu toptancı bakışı parçalamak gerekiyor.
Bakanlığa yedi maddelik tedbir ve destek paketi iletildi. Bu talepler nelerdi, hangileri hayata geçti?
Tiyatromuz Yaşasın imza kampanyasıyla birlikte bakanlığa yedi maddelik bir paket iletildi. O yedi maddede vergi ve sigorta muafiyeti, salonların kirasının karşılanması, Tiyatro Yasası’nın acilen çıkarılması, çalışmadıkları dönemde çalışanlara bir ödenek ayrılması vardı. Bir de Özel Tiyatrolara Devlet Desteği yönetmeliğinde değişikliğe gidilmesi talebi vardı. Özel Tiyatrolara Devlet Desteği’nde değişikliğe gidildi. Bir de başvurular aralıkta yapılırdı, bunu eylüle aldılar. Fakat burada küçük bir dezavantaj doğurdular. Önce vergi ve sigorta borcu olanların da başvurabileceğini söylemişlerdi, ama temmuz ayı gelip, başvurular alınmaya başladığında, vergi ve sigorta borcu olan tiyatroların başvurusunu alamayacaklarını söylediler. Mesela, Moda Sahnesi bu nedenle başvuramadı. Tiyatro başına yaklaşık 70-80 bin lira gibi destek vereceklerdi. Bu yıl vergi ve sigorta borcumuz olduğu için bu destekten de faydalanamayacağız. Hem bir kuruş gelir yok hem de vergi ve sigorta borcunun olmamasını istiyorlar. Bu haktan da mahrum kaldık. Diğer altı maddede en ufak bir değişiklik yok. KDV indirimi yapıldı, ama bunu bir hak olarak saymıyorum, çünkü geçici, aralık sonuna kadar ve aslında bizi kapsamıyor. Bizim ihtiyaçlarımıza yanıt veren bir şey değil.
Destek kampanyası demeyeyim, bir ürün üretip onu seyirciyle paylaşarak, gelir elde etme planımız var. Fakat bu tabii birkaç aylık bir çözüm. Vakalar artıyor ve ekimde korona nedeniyle tekrar kapanma olur da ocak-şubata kadar sahne açılmazsa, o dört-beş ayda nasıl ayakta kalırız diye düşünüyoruz.
Mecbur kalırsanız bir dayanışma kampanyası başlatma yoluna gitmeyi düşünür müsünüz?
Ödeneksiz olan birtakım kurumlar bazı çalışmalar yaptı. Geleceğe dönük bilet satanlar oldu, şiir okuyarak çalışanlara destek kampanyası yapanlar oldu. Biz de iyice zor durumda kalırsak bir kampanya yapalım mı diye aramızda konuştuk ve bir sonuca vardık sayılır. Bir destek kampanyası demeyeyim, ama bir ürün üretip onu seyirciyle paylaşarak gelir elde etme gibi bir planımız var. Fakat bu tabii yine birkaç aylık bir çözüm. Salgında vakalar artıyor, eğer ekimde korona nedeniyle tekrar kapanma olur da ocak-şubata kadar sahne açılmazsa, o dört-beş ayda nasıl ayakta kalırız, böyle bir yolla ne kadar sürer diye düşünüyoruz. Ekonomi zaten krizde. Daralmış ve beli bükülmüş insanlardan bir de destek beklemek ahlaki mi, bunu da bilmiyoruz. Can havliyle belki bir şey yapabiliriz, ama yine de kalıcı bir çözüm olmayacaktır. Devletin bize “arkadaşlar, canınızı sıkmayın, 2021 haziran ya da ekimine geldiğinizde bu salon sizin, ben size garanti ediyorum” demesi lâzım. Çalışanlara da “size geçinebileceğiniz bir parayı pandemi kalkana kadar sağlayacağım” demeli. Çünkü bizim sorunumuz, şu an çalışamama sorunu. Çalıştığımızda bunların hiçbiri yoktu. Evet, ekonomik anlamda darboğazdan geçiyorduk, çünkü Türkiye ekonomik krize bugün girmedi, üç-dört yıldır krizde, bunun sonuçlarını da görüyorduk, ama bunu alt etmenin yollarını buluyorduk, biraz daha küçülüyor, masraflarımızı kısıyor, bir şekilde beceriyorduk. Fakat bütünüyle gelirsiz bir ortamda, hele bir de koronada ikinci dalga gelir de tiyatrolar kapanırsa, bunun üstesinden gelmek mümkün değil, kimse için değil.
Manisa’da Vestel işçilerini görüyoruz. Sırf hayatta kalmak için çalışıyorlar, ama çalıştıkları yerde bin kişi koronalı. Bu korkunç bir şey. Manisa’daki işçi benim daha çok problemim. Dönüp bakınca Dardanel işçisi daha çok üzüyor. İyice paraya muhtaç, sadece çalıştıkları zaman geçinebilen bir kesimin üzerine bir sömürgenin yerleşip hastayken bile onları sömürüyor olmasına insan dayanamıyor. Bizimki onlara göre biraz daha “lüks” bir problem gibi kalıyor. Vestel işçisinin de buradaki ödeneksiz tiyatro emekçilerinin de aynı anda hayatta kalmanın yollarını bulması gerekiyor betoncular karşısında. Halkların bir yaşama, hayatta kalma problemi var. İşsizlik artıyor, toplumsal bir felakete doğru gidiyoruz. Biz de onun küçük bir parçasıyız.
Açıldığında Moda Sahnesi’nin programında neler olacak?
İlk prömiyerimiz Babamı Kim Öldürdü oyunuyla 17 Eylül’de olacak. Fransa’nın genç yazarlarından Edouard Louis’nin üçlemesinin son romanı olan Babamı Kim Öldürdü’den oyunlaştırıldı. İşçi sınıfı ailesinde yaşadıklarından yola çıkarak yazdığı romanlarında ırkçılık, sömürü, cinsiyetçilik, ekonomik bunalım, nefret suçu, ayrımcılık temalarını işleyen Louis bu son romanında da benzer temalar üzerinden babasıyla ilişkisine yoğunlaşıyor. Bir işçi olan babasının erkeklik, işçilik, aile gibi olgulara yaklaşımını ve bu yaklaşımındaki açmazların fark edilmesini sağlıyor. Sezonun ikinci yeni oyunu ise Shakespeare’in Türkiye’de Hırçın Kız olarak bilinen, Şirret Evcilleşmesi ismiyle oynayacağımız oyun. Prömiyer tarihi henüz belli değil. Bunların yanı sıra geçtiğimiz sezon oynadığımız oyunlara da devam edeceğiz.