EURO 2020 –VI: E GRUBU

Bora İşyar
7 Haziran 2021
SATIRBAŞLARI
E Grubu İspanya, İsveç, Polonya, Slovakya mücadelesinin sahnesi. İspanya 2010’daki kalibresini kazanmaya çabalıyor, ama henüz o kıvamda değil. Olabilmesi için Real Madrid ve Barça’nın krizden çıkması gerekiyor. Polonya dendi mi akla hemen gol makinesi Lewandowski geliyor, ama asıl ülkedeki anti-demokrasi günümüz dünyasına dair çok şey söylüyor. 
Robert Lewandowski, Martin Dúbravka, Ansu Fati

İspanya çıktığı on eleme maçının sekizini kazanıp kalesinde sadece beş gol görerek turnuvaya katılmayı başardı. Aynı grupta yer alan İsveç de liderin beş puan gerisinde, ikinci sırada yer alarak kaptı EURO 2020 biletini. Polonya her elemede olduğu gibi, yine harika bir performans sergiledi ve on maçta sekiz galibiyet alarak en yakın rakibi Avusturya’nın altı puan önünde, lider tamamladı G Grubu’nu. Slovakya ise Uluslar Ligi Play-Off’larında İrlanda adasının hem güney hem de kuzey temsilcisini mağlup ederek turnuvaya katılma hakkını kazandı.

İstikbalin İspanya’sı

İspanya futbolunu meşgul eden tek soru var: Kızılların tekrar zirveye çıkması mümkün mü? Euro 2020’de zirveye çıkmaları zor, ancak onlar için ilginç ve geleceklerini şekillendirecek bir turnuva olması kuvvetle muhtemel. Şöyle ki:

İspanyol milli takım kadrosu üç gruba ayrılıyor. Birincisi, milli takıma veda zamanı gelen ya da en azından uzun vadeli planlarda yer alamayacak oyuncular. Bunların arasında İspanya’nın Dünya Kupası’nda zafere ulaşmasını sağlayan Sergio Ramos (Real Madrid), Sergio Busquets (Barcelona), Jordi Alba (Barcelona), Jesús Navas (Sevilla) gibi isimler var ve onların yerini alacak oyuncular İspanyol futbolunun yakın gelecekte nerede olacağını belirleyecekler.

İkinci grupta, kendilerinden uzun zamandan beri çok şey beklenen, ancak şu veya bu nedenden ötürü bir türlü potansiyellerini tam olarak sahaya geçiremeyen isimler var. Koke (Atlético Madrid), Thiago (Liverpool), Rodrigo (Leeds United), Dani Ceballos (Real Madrid) ve hatta Héctor Bellerín (Arsenal) gibi oyuncular için bu turnuva belki de son şans olacak.

İspanya futbolunun milli takımlar seviyesinde neler başarabileceği, Kızıllar adlı kitabın yazarı Jimmy Burns’ün de belirttiği üzere, Real Madrid ve Barcelona’nın kulüp olarak neler başardıklarıyla doğru orantılı.

Son grupta ise geleceğin İspanya’sında kendilerine yer edinmek için hünerlerini sergileyecek gençler var. Eric García (Manchester City), Pedri (Barcelona), Fernan Torres (Manchester City) ve belki de bütün bu isimler içinde en önemlisi, 18 yaşındaki Barça forveti Ansu Fati.

İspanya’nın tekrardan zirveye çıkabilmesi için bu üç grubun birbirleriyle uyumlu ve del Bosque’nin “Kızıllar Ruhu” diye tabir ettiği birliktelik içinde mücadele etmeleri gerekiyor. Almanya’yı 6-0 mağlup ettikleri maçta bu ruhu uzun bir aradan sonra görme şansı bulduk. Belki bu turnuva tepeye geri çıkmaları için çok erken, ancak yakın zamanda zirveyi zorlama şansı bulabilirler.

Ansu Fati

Devlerin krizi

Yalnız, şunu da belirtmekte fayda var: İspanya futbolunun milli takımlar seviyesinde neler başarabileceği, Kızıllar adlı kitabı önümüzdeki günlerde Türkçe olarak yayınlanacak (İthaki Yayınları) Jimmy Burns’un de belirttiği üzere, Real Madrid ve Barcelona’nın kulüp olarak neler başardıklarıyla doğru orantılı.

Her ülkede birkaç kulüp ülke futbolunu şekillendirmede başrol oynar tabii ki, ancak İspanya’da durum biraz farklı. Bu iki dev iyi yönetildiğinde ülke futbolu da iyi yönetiliyor. Bu iki dev Avrupa’da başarılı olduğunda milli takımın uluslararası arenada başarılı olma şansı artıyor. Sorun şu ki, bu iki kulüp son yıllarda ciddi anlamda çok kötü idare ediliyor.

Megalomanyak iş insanı Florentino Pérez’in ve 2014-2020 arasında Katalan ekibinin başkanlık koltuğunda oturan, adı vergi kaçırma ve finansal usulsüzlüklere karışan Josep Maria Bartomeu’nun bu iki dev kulübe verdikleri zarar onarılmadan, yani İspanya’nın evine çekidüzen vermeden zirveye tekrar oturması zor.   

Yaşlı kurtlar

Kötü bir 2020 geçiren takımlardan biri de İsveç. Açıkçası onların bu turnuvada başarısız olacaklarını düşünmemiz için birçok geçerli neden var.

Birincisi, İsveç kendisinden daha üst düzey ekiplere ve kadrosunda ayağı top yapabilen, yetenekli oyuncuların olduğu takımlara karşı çok zorlanıyor. Bu yüzden de Gürcistan, Estonya gibi takımları çok rahat alt ederken, defalarca gördüğümüz üzere, Almanya, Fransa, Portekiz gibi takımlar karşısında hiçbir varlık gösteremiyor. Bu da İspanya ve Polonya karşısında işlerinin çok zor olacağına işaret ediyor.

Katalan şarkıcı Llach’ın Franco’ya karşı yazdığı L’estaca’dan esinlenen ve Solidarność’un marşı haline gelen, 2020’de de Lukaşenko karşıtı göstericilerin doldurduğu meydanlarda yankılanan Mury’yi dinleyelim: “Yıkmalıyız, yıkmalıyız, yıkmalıyız duvarları / Gömmeliyiz bu eski dünyayı!”

İkincisi, İsveç’in kadrosu böyle bir turnuvayı kaldıramayacak derecede yaşlı. Daha doğrusu, takımın belkemiğini oluşturan kilit isimler hayli ilerlemiş yaşlarda: Mikael Lustig (AIK) 34, Andreas Granqvist (Helsingborgs) 36, Sebastian Larsson (AIK) 35, Albin Ekdal (Sampdoria) 31, Markus Berg (Krasnodar) 34 yaşında. Zayıf takımlara karşı bu bir sorun yaratmıyor, ancak onlardan daha güçlü takımlar karşısında, özellikle de tempo yükselince çaresiz kalmalarına yol açıyor bu durum.

İsveç futbolunun son dönemdeki en büyük başarısı 1994 Dünya Kupası üçüncülüğüydü. Çok genç ve yetenekli isimlerden oluşuyordu ABD’de bronz madalya ulaşan takım: En tecrübeli ismi 30 yaşındaki hafif-deli kaleci Thomas Ravelli, ilerleyen yıllarda Bayern Münih forması giyen Patrik Andersson, Napoli ve Roma’da başarılı sezonlar geçiren Jonas Thern, kupa öncesi ve esnasında sergiledikleri performansla dikkatleri çeken, ancak ilerleyen yıllarda hayal kırıklığı yaşayan/yaşatan forvet ikilisi Martin Dahlin ve Tomas Brolin ve tabii ki belki de İsveç tarihin en özel oyuncularından biri olan Henrik Larrson. 

Bu kadar yetenekli oyuncunun takım oyunu ve disiplininden kopmadan, imece usulü çalışmalarıydı onlara bu başarıyı getiren. İsveç o günlere dönmek istiyorsa, ciddi bir gençleşme ve İbrahimović-sonrası takım kültürünü inşa etmeye başlamak zorunda. 

Robert Lewandowski

Lewandowski ve gençlik aşısı

Polonya açıkçası İsveç’ten daha iyi durumda, ancak onların da şöyle bir sorunu var: Elemelerde harikalar yaratıyor, ancak turnuva sahnesine çıkınca elleri ayakları dolanıyor ve bir türlü kendilerinden beklentileri karşılayamıyorlar. Aslında bu kupada ne yapacakları Robert Lewandowski’nin neler yapacağına bağlı. Golcü oyuncu o kadar formda ki, takımını tek başına ikinci tura çıkartacak bir performans sergilese kimse şaşırmaz.

İsveç’ten daha iyi durumda olmalarının iki nedeni var. Birincisi, takımda Lewandowski’ye ayak uydurup çok iyi performans sergileyebilecek oyuncuların varlığı. Kamil Grosicki (WBA), Piotr Zieliński (Napoli), Arkadiusz Milik (Marsilya) ve Krzysztof Piątek (Hertha Berlin) bunların en önemlileri.

İkincisi, Polonya’nın ciddi bir gençleşme hamlesini çoktan başlatmış olması. Sebastian Szymański (Dinamo Moskova), Jakub Moder (Brighton Hove & Albion), ve Przemysław Płecheta (Norwich City) bu bağlamda özellikle dikkat edilmesi gereken oyuncular.

Beyaz Rusya-Belarus başkenti Minsk’te,”Duvarlar”ın Beyaz Rusça versiyonunun söylendiği Lukaşenko karşıtı gösterilerden

Holokost yasası

Saha dışına çıkarsak, Polonya da dünyanın başına son yıllarda yeniden musallat olan aşırı sağ psikozu ile uğraşıyor. 2001’de kurulan, 2015’ten beri tek başına iktidarda olan ve George Orwell’in Okyanusya’sında görmeye alışkın olduğumuz bir çift-düşüne örnek teşkil eden Hukuk ve Adalet Partisi’nin her geçen gün daha da sağa kaydığını gözlemliyoruz.

Bunun bir örneği, 2018’de Senato’dan geçen ve Leh halkının ve Polonya devletinin Holokost’ta ya da Nazilerin işlediği diğer insanlık suçlarında herhangi bir rol oynadığını iddia edenlerin para ya da hapis cezası almalarını öngören Holokost yasası. Nazilerin tek bir Leh işbirlikçilerinin dahi olmadığını öne sürecek kadar gerçekle kopuk bir milliyetçilik tahayyülünün eseri olan bu yasa, bugünkü Polonya sınırları içinde yer alan toplama kamplarına “Polonya ölüm kampları” denmesini de suç kapsamına alıyor.

Şubat ayında Polonya vatandaşı akademisyenler Jan Grabowski ve Barbara Engelking’e söz konusu yasayı ihlâl ettikleri gerekçesiyle dava açıldı ve mahkûmiyet kararı çıktı. İki akademisyen temyiz sonucunu bekliyor, ancak üst mahkemeden çıkacak sonuç ne olursa olsun, ülkenin siyasi gidişatının iyi olmadığı kesin.

Son dönem Polonya edebiyatının en güçlü sesi, aynı zamanda da yorulmadan savaşan bir aktivist ve kamusal entelektüel Olga Tokarczuk. Eserleri 37 dile çevrilen Leh yazar 2018 Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. 

Öte yandan, tarih bize Lehlerin direnmekten asla vazgeçmediklerini gösteriyor. Aralarında Polonya edebiyatının son dönemdeki en güçlü kalemi olan ve bahsi geçen sağ grupların feminist bir eko-terörist olmakla “suçladıkları” Olga Tokarczuk’un da yer aldığı ülkenin önde gelen kültürel figürlerinin etrafında kümeleşen bir direniş hareketi yavaş yavaş da olsa etkisini hissettirmeye başladı bile.

Biz de vedamızı Katalan şarkıcı Lluis Llach’ın Franco’ya karşı yazdığı L’estaca’dan (Kazık) esinlenen ve Solidarność’un (Dayanışma) marşı haline gelen, 2020’de de Beyaz Rusça versiyonu Lukaşenko karşıtı göstericilerin doldurduğu meydanlarda yankılanan Jacek Kaczmarski imzalı Muryyi (Duvarlar) dinleyerek yapalım: “Yıkmalıyız, yıkmalıyız, yıkmalıyız duvarları / Gömmeliyiz bu eski dünyayı!” 

Seyirlik bireysel performanslar

Ve turnuvanın muhtemelen en istikrarsız takımı olan Slovakya. Açıkçası, başarılı bir yaz geçirmeleri çok zayıf ihtimal. Ancak, futbolseverler bazı isimlerin bireysel performanslarını merakla bekleyecek.

Bunlardan ilki Martin Dúbravka. Newcastle United forması giyen Dúbravka kelimenin tam anlamıyla bir libero-kaleci. Jonathan Wilson’ın Yabancı kitabında da belirtiği üzere, modern futbolun en fazla aranan oyuncu tiplerinden olan süpürücü-kaleci, Dúbravka’nın ifadesiyle “Topa, ondan nefret edercesine tekme atmamalı. Aksine onunla oynamalı, ona istediğini yaptırabilmeli.” 

Martin Dúbravka
 

Bu arada belirtelim, Dúbravka kaleci olmaktan pek de memnun değil. Aslında sağ açık pozisyonunu seven ve antrenmanlarda kimi zaman o bölgede oynayan Dúbravka için Guardian’dan Louise Taylor bu yüzden “gönülsüz kaleci” tabirini kullanıyor.

İkinci isim, Nedved’in bir zamanlar Avrupa futboluna on yıl boyunca damga vuracağına inandığı Marek Hamšík. Ne yazık ki o da potansiyelini tam olarak hayata geçiremeyen, son basamağı bir türlü çıkamayan oyuncular kervanına katıldı. Ancak o kadar yetenekli, o kadar harikulâde bir oyun görüşü var ki, onu son kez bir büyük turnuva sahnesinde izleme şansını kaçırmamak şart.

Ve son olarak Róbert Boženík. Feyenoord forması giyen 21 yaşındaki forvet şimdiden Avrupa devlerinin radarında. Turnuva süresince de onlarca scout’un onu izleyeceğine şüphe yok. Boženík için birçokları Slovakya’nın Hamšík’ten sonra çıkardığı en büyük yetenek yorumunu yapıyor. Bakalım o Avrupa futboluna daha büyük bir damga vurabilecek mi? 

Tahmin: İspanya’nın çeyrek finali göreceğine kesin gözüyle bakılabilir. Geri kalanlar için ikinci tur son durak olacaktır.

^