1993’te kurulan, 2012’den itibaren parlamentoya girecek kadar kitleselleşen neo-Nazi Altın Şafak Partisi’nin bir suç örgütü olduğu 7 Ekim’deki mahkeme kararıyla tescillendi. Altın Şafak’ın sicilini, dava sürecini ve mahkeme kararının muhtemel siyasi sonuçlarını anti-faşist aktivist, Yeni Sol Akım (NAR) üyesi Thania Vezou’dan dinliyoruz.
7 Ekim’deki duruşmada, mahkeme neo-Nazi Altın Şafak Partisi’ni suç örgütü olarak tanımladı. Mahkeme partinin ırkçı lideri Nikos Mihaloliakos ve altı parti üyesinin, Ilias Kasidiaris, Yiannis Lagos, Giorgos Germenis, Ilias Panagiotaros, Panagiotis Iliopoulos ve Nikos Papas’ın suç örgütünü yönettiğine, diğer 18 sanığın ise suç örgütüne üye olduğuna hükmetti. Bu karar Yunanistan’daki ırkçı gruplar açısından ne tür sonuçlar yaratacak?
Thania Vezou: Her şeyden önce, 7 Ekim 2020’nin anti-faşist mücadele açısından tarihi bir gün olduğunu söylemeliyim. Elbette mahkemenin verdiği kararla ırkçılık veya ırkçı grupların varlığı sorunu hallolmuş değil. Ama mahkeme kararı, yeni bir mücadelenin başlangıcı açısından elimizi çok güçlendirdi. Sadece Altın Şafak değil, diğer faşist gruplar da bu karardan sonra artık eskisi gibi rahat olamayacak. Diğer yandan, bu karar anti-faşist grupların söylemlerinin, mücadelelerinin toplum içinde daha rahat yayılmasını, anti-faşistlerin daha da cesaretlenmesini sağlayacak. 7 Ekim’den itibaren anti-faşist mücadelede daha hızlı ilerleyip daha güzel sonuçlar alacağımızı tahmin ediyorum.
Duruşma nasıl bir atmosferde geçti? Altın Şafak yöneticilerinin savunması ne yöndeydi?
Mahkeme Altın Şafak’ın eski milletvekillerinin, yöneticilerinin cezalandırılmasına hükmetti. Hapis cezası kararları ayrıca verilecek. Fakat esas önemli olan, daha önce ırkçı argümanlarını yüksek sesle dillendiren bütün sanıkların, eski milletvekillerinin mahkeme salonunda Altın Şafak’ı, ırkçılığı savunmaktan geri durmalarıydı. Salonda ağlayarak, yalvararak, her biri aslında ne kadar iyi insan olduğunu söylemeye çalıştı. Bahanelere sığındılar, saldırgan mazilerini sahiplenmediler. Sanık milletvekilleri partilerini savunmadılar ve bireysel olarak yakayı kurtarma telaşına düştüler. Sadece mahkeme salonundaki bu vaziyetleri bile Altın Şafak’ın temelinde çok büyük bir çöküntü anlamına geliyor. Altın Şafak parlamentodaydı, milletvekilleri basına rahatça ırkçı beyanatlar veriyordu. Televizyon kanallarına çıkıp ırkçı söylemlerini bütün topluma ulaştırma olanaklarına sahiptiler. Fakat artık bunun da önü kapandı. Televizyon kanalları artık bunları konuk alamayacak, medya bunlara mikrofon uzatamayacak ve zaten onlar da mahkeme kararından sonra çıkıp ırkçı, saldırgan, faşist argümanları söylemeye kolay kolay cesaret edemeyecek.
Altın Şafak parlamentodaydı, milletvekilleri rahatça ırkçı beyanatlar veriyordu. Televizyona çıkıp ırkçı söylemlerini bütün topluma ulaştırma olanaklarına sahiptiler. Fakat artık bunun önü kapandı. Zaten onlar da mahkeme kararından sonra çıkıp ırkçı, saldırgan, faşist argümanları söylemeye kolay kolay cesaret edemeyecek.
Şu anda Yunanistan’da Altın Şafak dışında aktif ve güçlü başka ırkçı yapılar da var mı?
Elbette, başta üniversitelerde olmak üzere, başka birtakım ırkçı gruplar var. Altın Şafak örgütünün çeperinde olan ve üniversitelerde öğrenci örgütlenmesine giden bu yapılar mahkeme kararıyla buhar olup uçmayacak. Fakat hiçbir ırkçı yapı, Altın Şafak kadar büyüyüp parlamentoya milletvekili sokacak, yüzde 4-5 civarında oy alacak bir siyasi organizasyon değil. Ayrıca, Altın Şafak maddi olarak da çok büyük bir güce erişmişti. Parlamentoya girdiği için parasal olarak muazzam bir devlet desteği alıyordu. Zaten onları güçlendiren, yayılmalarını sağlayan da bu parasal destekti. Şimdi bunun da önüne geçilmiş oldu. Altın Şafak dışındaki yapıların böyle bir maddi gücü yok. Elbette zaman zaman gerek söylemsel düzeyde, gerekse yapacakları saldırılarla varlıklarını hissettirecekler, ama bizim de mücadelemiz sürecek. Hem de 7 Ekim öncesinden çok daha güçlü bir biçimde. Çünkü artık Altın Şafak diye bir parti hukuken yok ve onlar bir suç örgütü. Bu örgütün kurucuları, eski milletvekilleri hapse girecek.
Altın Şafak davası Eylül 2013’te anti-faşist rapçi Pavlos Fyssas’ın bu çetenin üyeleri tarafından bıçaklanarak öldürülmesi üzerine başlamıştı. Altın Şafak ve çetelerinin Yunanistan’da buna benzer saldırıları olmuş muydu?
Elbette birçok profesyonel saldırı yaptılar. Mesela, Ocak 2013’te, 27 yaşındaki Pakistanlı bir genç sabahleyin işe bisikletle giderken “bisikletiyle artistik hareketler yaptığı için”, son derece işlek bir caddede, on yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Bu genç pazarda çalışan yoksul bir işçiydi. İki saldırgandan biri itfaiye eriydi, ikisi de tutuklandı. Altın Şafak parlamentoya girdikten sonra daha da saldırganlaştı. Son yıllarda yüzlerce insan ırkçı saldırılara uğradı ve yaralandı. Mültecilerin yaşadıkları bölgelere gidip sistematik saldırılar yaptılar. Pazar yerlerine gidip mültecileri tehdit ettiler, saldırdılar. Mülteci kamplarına yönelik eylemler, saldırılar gerçekleştirdiler. Bu tür aleni, uluorta saldırılar ne kadar cüret kazandıklarını gösteriyordu.
Esas olarak mültecilere mi saldırıyorlardı?
Hayır, aynı zamanda komünistlere, anarşistlere karşı da onlarca saldırı gerçekleştirdiler. Yunanistan Komünist Partisi (KKE), LGBTİ+’lar da Altın Şafak saldırılarının hedefindeydi ve bu çetelerden çok şiddet gördüler.
1993’te, kendisine “führer” denmesini isteyen neo-Nazi Nikolaos Michaloliakos tarafından kurulan Altın Şafak, 1996 seçimlerinde 4500 civarında oy alırken, 2009’da oylarını yaklaşık 20 bine çıkardı. 2012’de ise 440 bin oy alarak parlamentoya girdi. 2015 yılına kadar da, dört seçim boyunca parlamentoya girmeyi başardı. 2015’te 379 bin olan oyları 2019 seçimlerinde 165 bine düştü ve parlamento dışı kaldı. Altın Şafak’ın Yunan toplumunda kalıcı bir desteği var mı hâlâ? Yoksa yükselişi ve düşüşü konjonktürel miydi?
Daha önce özellikle medyadaki görünürlükleri sayesinde geniş kitlelere ırkçı söylemleri taşıyabiliyorlardı. Aynı zamanda çeşitli medya kuruluşlarında onları destekleyen, argümanlarını aktaran gazeteciler de vardı. Öte yandan, elbette toplum içinde de ırkçılığı destekleyen, bu argümanları söylemsel düzeye taşıyanları destekleyen kesimler var ve bundan sonra da var olacaklar. Kapitalist sömürü düzeni sürdüğü müddetçe, bu düzenin bir uzantısı olan ırkçı ideolojiler de fırsat buldukları anda yeniden toplum içinde ortaya çıkacak. Midilli’deki mülteci kamplarını istemeyen, mülteciler hakkında akıl almaz bir nefret duygusunu barındıran faşistler, mahkemenin Altın Şafak’ı suç örgütü olarak kabul etmesiyle bir anda barışçıl olmayacaklar. Bunların yayılmasını ancak anti-faşist güçlerin mücadelesi engelleyebilir. Mahkemenin verdiği kararla elimize yasal bir dayanak geçti, ama bu mücadelenin sonu değil, başlangıcı olmalı. Neo-Nazi söyleminin karşılık bulduğu halk kesimlerine anti-faşist, anti-ırkçı söylemi taşımamız, sorunların kaynağının mülteciler, azınlıklar, farklı siyasal gruplar değil, bizatihi mevcut kapitalist sistem olduğunu anlatmamız gerekiyor. Anti-faşist mücadele rehavete kapıldığında veya engellendiğinde, onun karşısına Nazizmin güçlenerek çıktığını ve çıkacağını unutmamalıyız.
Son yıllarda yüzlerce insan ırkçı saldırılara uğradı ve yaralandı. Mültecilerin yaşadıkları bölgelere gidip sistematik saldırılar yaptılar. Bu tür aleni, uluorta saldırılar ne kadar cüret kazandıklarını gösteriyordu.
Altın Şafak davası 2015’te, yani beş yıl önce başladı. Yargı sürecinin bu kadar uzamasını neye bağlıyorsunuz?
Ne yazık ki sürecin bu kadar ağırdan işlemesinde Radikal Sol Koalisyon Syriza hükümetinin çok büyük payı var. Çünkü Syriza hükümeti yargı sürecinin geniş kamuoyunda tartışılmasına, sürekli gündemde tutulmasına fırsat vermedi. Bunun yerine parlamentonun kaloriferlerinin yanmadığı gibi tamamen suni gündemler yarattılar. Sadece kamuoyu nazarında değil, parlamentoda da Altın Şafak’la ilgili yargı sürecinin tartışılmasının yolunu açmadılar. Sürecin uzamasındaki en önemli etkenlerden biri olarak bunu görüyorum.
7 Ekim’deki duruşma sırasında mahkeme önünde binlerce kişi vardı ve siz de o kalabalığın içindeydiniz. Oradaki genel atmosfer, hissiyat nasıldı?
Korona salgınına rağmen muazzam bir kalabalık vardı. Demokratik muhalefetin salgın döneminde yaptığı hiçbir gösteri bu kadar kitlesel olamadı. Bizim mahalledeki kozmetikçi bile dükkânını kapatıp mahkeme önüne geldi. Öğrenciler, yaşlılar, demokrasi, adalet ve eşitlik isteyen herkes oradaydı. Mahkeme önündeki insanların iki motivasyon kaynağı vardı. İlki, Altın Şafak’ın bir neo-Nazi örgütü olduğunun kabul edilmesi ve yöneticilerinin hapse atılması talebiydi. İkinci motivasyon kaynağımız ise Pavlos Fyssas’ın annesi Magda’yla güçlü bir dayanışma göstermekti. Magda zaten hepimizin annesi konumundaydı.
Mahkeme kararından sonra Yunanistan kamuoyunda, basınında nasıl bir tartışma yürütülüyor?
Yunanistan da pek çok ülke gibi, korona salgını nedeniyle çok zor bir dönem yaşıyor. Devlet ne okullarda ne de hastanelerde yeterli, gerekli tedbirleri alıyor. Örneğin, ders verdiğim okuldaki sınıfımda geçen sene 22 öğrenci vardı, bu yıl sayı 25’e çıktı. Dolayısıyla, hükümet salgınla mücadeledeki başarısızlığının tartışılmasını engellemek için sürekli Türkiye’yle yaşanan gerilimi gündemde tutmak istiyor. Türkiye-Yunanistan gerilimi, hükümetin içerideki sıkışmışlığının bir kaçış limanı olarak kullanılıyor. Biz de Yeni Sol Akım (NAR) olarak bu gerilime karşı Yunan, Türk, Kürt halkları olarak barışı savunduğumuzu göstermek üzere yeni bir savaş karşıtı kampanya başlattık.
Faşistler mahkemenin Altın Şafak’ı suç örgütü olarak kabul etmesiyle bir anda barışçıl olmayacaklar. Bunların yayılmasını ancak anti-faşist güçlerin mücadelesi engelleyebilir. Mahkemenin verdiği kararla elimize yasal bir dayanak geçti, ama bu mücadelenin sonu değil, başlangıcı olmalı.
Türkiye-Yunanistan arasında Doğu Akdeniz’de devam eden gerilim Atina’ya nasıl yansıyor?
Hem hükümet hem de medya anti-Türkiye söyleme ağırlık vermiş durumda. Bu, polisin demokratik eylemlere yönelik müdahale biçimine de yansıyor. Öyle ki, Türkiye bağlamlı hiçbir gösteriye müsamaha gösterilmiyor. Geçtiğimiz günlerde, Atina’da HDP’lilerin, Kürt gençlerinin yaptığı bir gösteri polisin sert müdahalesiyle karşılaştı. Oysa daha önce Türkiyelilerin burada yürüttükleri mücadeleye karşı böyle bir tutum söz konusu değildi. Hükümet anti-Türk söylem üzerinden yeni bir milliyetçi dalgayı kışkırtıyor.
Bu milliyetçi dalga Altın Şafak gibi ırkçı suç örgütleri açısından yeniden elverişli bir ortam yaratmıyor mu?
Kesinlikle öyle! Zaten iktidardaki Néa Dimokratía (Yeni Demokrasi) sağcı bir parti, Kiriakos Miçotakis sağcı bir siyasetçi ve Altın Şafak’ın tabanını oluşturan kesimler artık Yeni Demokrasi’ye doğru kaymaya başladı.