GUSTAVE FLAUBERT’DEN MEKTUPLAR VIII / I

Kerem Eksen, Emre Ayvaz
23 Temmuz 2022
SATIRBAŞLARI

e

/p>

George Sand’dan Gustave Falubert’e, 

Nohant, 18-19 Aralık 1875 

Nihayet kavuştum beni onca üzüntüye ve endişeye gark eden ihtiyar ozanıma. İşte ayağa kalkmışsın, dışarıda olup bitenlerin doğal akışına umutla bakıyor ve başa gelen her şeyi çalışarak bertaraf etme gücünü bir kere daha kendinde buluyorsun.

(…)

Demek yeniden kazma küreğe sarılıyorsun? Ben de öyle, zira son kitabım Flamarande’dan bu yana kendimi oyalamaktan başka bir şey yapmadım. Bütün yaz fena halde hastaydım. Neyse ki tuhaf, tuhaf olduğu kadar da mümtaz dostum Favre beni harika bir şekilde tedavi etti de hayatla sözleşmemin süresini uzatabildim.

Peki ne yapacağız biz? Tabii ki senin işin kederlendirmek olacak, benim işimse teselli etmek. Yazgılarımızın kaynağında ne var bilmiyorum. Sen insanların gelip geçişini seyrediyor, onları analiz ediyor, ama edebiyatında onları yargılamaktan kaçınıyorsun. Onları resmetmekle yetiniyor, şahsi duygularını büyük bir itinayla ve sistemli bir şekilde saklıyorsun. Ne var ki duyguların yazdıklarında ayan beyan görünüyor ve bu da okurlarını daha da üzmene yol açıyor. Bense onların bedbahtlıklarını bir nebze olsun azaltmak istiyorum. Umutsuzluk karşısındaki kişisel zaferimin bizzat kendi irademin eseri olduğunu ve bunu ancak bir zamanlarki anlama biçimimin tamamen zıddını benimsemem sayesinde yapabildiğimi gözardı edemiyorum.  

George Sand

Senin edebiyatta şahsi tutumların devreye girmesine karşı olduğunu biliyorum. Haklı olduğundan emin misin? Sakın bu bir estetik ilkeden ziyade kesin kanaatlere sahip olmamanın sonucu olmasın? İnsanın ruhunda taşıdığı felsefesi her neyse, er geç gün ışığına çıkar. Sana edebiyatla ilgili tavsiyelerde bulunmam söz konusu olamaz, bana sözünü ettiğin yazar dostlarınla ilgili herhangi bir yargıda da bulunmayacağım. Haklarında düşündüklerimi Goncourtlar’a bizzat söyledim. Diğerlerine gelince, onların benden teknik açıdan daha hünerli ve daha yetenekli olduklarına yürekten inanıyorum. Ama bence onlarda –ve özellikle de sende- geniş ve açık bir hayat görüşü eksik. Sanat resmetmekten ya da tasvirden ibaret değildir. Zaten gerçek resim de, fırçayı hareket ettiren o ruhla doludur. Sanat eleştiri ve hicivden ibaret de değildir. Eleştiri ve hiciv hakikatin sadece tek bir veçhesini resmeder. Ben insanı olduğu haliyle görmek istiyorum. İnsan iyi ya da kötü değildir; hem iyi, hem kötüdür. Fakat insan bundan başka bir şeydir aynı zamanda: nüanstır, ve nüans benim için sanatın amacıdır. İnsan hem iyi hem de kötü olduğundan, içinde onu ya çok kötü ve az iyi ya da çok iyi ve az kötü olmaya iten bir güç taşır.   

Bana öyle geliyor ki senin ekolünden yazarlar şeylerin derinliğine inmeyi dert etmek yerine yüzeyde kalmaya eğilimli. Biçimin peşine düştüğü için içeriği boşveriyor. Okumuş kesime hitap ediyor. Oysa gerçek anlamda okumuş kesim diye bir şey yoktur. Her şeyden önce insanız biz. Ve bütün hikâyelerin ve olup biten her şeyin temelinde insanı bulmak isteriz.

(…)

Seni seven ihtiyar ozanın,

George Sand

——

George Sand’a

Paris, Aralık sonu, 1875

Değerli Üstat,

18’inde gönderdiğiniz, adeta anne şefkatiyle kaleme alınmış o güzel mektup üzerine çok düşündüm. En az on kez okumuşumdur ve itiraf edeyim ki dediklerinizi anladığımdan hâlâ emin değilim. Sonuç olarak ne yapmam gerektiğini düşünüyorsunuz? Sözlerinize açıklık getirir misiniz?

Zihnimin hudutlarını genişletmek için sürekli olarak elimden geleni yapıyor ve yüreğimin bütün samimiyetiyle çalışıyorum. Gerisi benim elimde değil.

Ben zevk olsun diye “kederlendirmiyorum” insanları! Lütfen inanın bana! Fakat gözlerimi de değiştiremem ki! Bendeki “kesin kanaat eksikliğine” gelince… Zihnimi dolduran bütün o kanaatler nefessiz bırakıyor beni. Dışavurmadığım öfke ve kızgınlıklardan patlayacak gibi oluyorum. Fakat benim Sanat idealime göre insanın bunların hiçbirini göstermemesi gerekir ve Tanrı doğada ne kadar görünüyorsa Sanatçı da eserinde o kadar görünmelidir. İnsan hiçbir şeydir, eser ise her şey! Pekala yanlış bir bakış açısının sonucu olabilecek olan bu disiplin anlayışının gereğini yapmak kolay değil. En azından benim için bir anlamda durmadan Estetik Beğeni uğruna fedakarlıklar yapmak demek bu. Ne düşündüğümü söylemek ve Gustave Flaubert Efendi’nin gönlünü cümlelerle ferah tutmak pek hoş olurdu. İyi de bu beyefendinin ne önemi var ki?

Gustave Flaubert

Ben de tıpkı sizin gibi düşünüyorum üstadım: Sanat sadece eleştiri ve hiciv değildir. Ben de bu yüzden hiçbir zaman bunlardan birini ya da diğerini yapmaya bilinçli olarak girişmedim. Hep şeylerin ruhuna nüfuz etmeye ve evrensel hakikatleri vurgulamaya gayret ettim. Ve bilerek tesadüfi ve dramatik olandan uzak durdum. Ne canavarlar, ne de kahramanlar!

(…)

Dostlarımdan söz ederken onların benim “ekol”üm olduğunu söylüyorsunuz. Oysa ben bir ekole dahil olmamak için kendimi paralayıp duruyorum. Bütün ekolleri en baştan reddediyorum. Sık sık görüştüğüm ve sizin de bahsettiğiniz o yazarlar benim tiksindiğim ne varsa onların peşindeler ve bana sancılar çektiren şeyleri pek az dert ediyorlar. Teknik ayrıntı, olgulara dair bilgi, tarihsel hakikat ve meselelerin tam doğru resmedilip resmedilmediği benim için fazlasıyla tali. Ben her şeyden çok Güzellik’i arıyorum, etrafımdakilerse pek az dert ediyor onu.  

(…)

Bende “geniş ve açık bir hayat görüşü”nün eksik olduğunu söylüyorsunuz. O kadar haklısınız ki! Peki ama başka türlü olması mümkün mü? Soruyorum size. Benim karanlıklarımı Metafizik’le aydınlatamazsınız, ne benimkileri ne de başkalarınınkileri. Din veya Katoliklik gibi kelimeler de, İlerleme, Kardeşlik, Demokrasi gibileri de yaşadığımız zamanın manevi ihtiyaçlarını karşılamıyor. Radikalizmin göklere çıkardığı şu yepyeni Eşitlik dogması da Fizyoloji ve Tarih tarafından yalanlanmış bulunuyor. Ben bugün yeni bir İlke’nin ortaya konmasını mümkün görmüyorum, tıpkı eski ilkelere saygı duymayı mümkün görmediğim gibi. Bu nedenle de, diğer her şeye kaynaklık edecek o Düşünce’yi arıyor, bulamasam da arayışımı sürdürüyorum.

^