İstanbul’a birçok kere geldiniz, burada kendinizi evinizde hissediyor musunuz?
Georges Moustaki: Evet, İstanbul’a defalarca geldim. Ama şarkı söylemek için bu üçüncü gelişim: Bir kere Galatasaray Lisesi için, iki kere de Rumelihisarı için. Birçok nedenle burada kendimi evimde hissediyorum. Bir kere burası Akdeniz; sonra, Ortadoğu, İslâmiyet –İslâmi bir ortamda büyüdüm ben–, Osmanlı İmparatorluğu… Dedelerim, ninelerim Osmanlı İmparatorluğu yurttaşıymış.
Akdeniz, Akdenizlilik şarkılarınızda da çok hâkim bir tema. “Güneş, deniz klişesi”nin ötesinde Akdenizli olmak, Akdeniz kimliği sizin için ne anlam ifade ediyor?
Akdenizlilik bir yaşam tarzıdır, bir düşünme tarzıdır, bir duyarlılıktır, aynı zamanda bir zenginliktir. Tarihsel ve gündelik anlamda…
İstanbul belki Akdeniz değil, ama onun uzantısı. Buradaki teknelerin biçimleri, hava, sesler, gürültüler… Bütün bunlar bana çok şey anlatıyor.
Bu sözünü ettiğiniz zenginlik, farklı milliyetlerin ve dinlerin yan yana yaşayışından gelen bir zenginlik mi?
Bu bölgede farklı topluluklar arasındaki ilişkilerin yoğunluğu, günlük hayattaki zenginliğin en önemli nedenlerinden biri. Akdeniz’i Akdeniz yapan bütün bu ilişkiler. İmparatorluklar kuruldu, imparatorluklar çöktü… Bunları, izlerini her yerde görüyorsunuz, burada da hissediyorum… Hem çok büyük bir bütünlük, hem de çok büyük bir çeşitlilik, Akdeniz bu.
Braudel’in Akdeniz’ini okudunuz mu?
Fazla didaktik. Ben Panait Istrati’nin Akdeniz’ini, başka insanların, daha lirik insanların Akdeniz’ini tercih ediyorum. Ama belki de iyi bir okuyucu olmadığım içindir.
Çocukluğunuzun İskenderiyesi nasıldı?
Benim İskenderiyem hep aynı, tek fark, şimdi sokaklarda daha fazla insan var. Oranın çok neşeli, sıcak, canlı bir yanı var. Aynı zamanda, bir hafiflik de var, bu aptalca bir hafiflik değil: İnsanların mizah anlayışları var, alaycılıkları var, misafirperverler, güleryüzlüler… Orada kavga edilebilir, şiddet de var… Akdeniz’de şiddet de, bilgelik de var, ikisi de…
Peki çocukluğunuz nasıl bir ortamda geçti?
Babam kitapçıydı. Bir burjuvaydı, büyük burjuva değil, küçük burjuva da değil. Annem çok iyi bir kadındı. Fransız okuluna gidiyordum. Bir bisikletim vardı, zengin değildim, ama yoksul da değildim. Bir küçük kayığım vardı, denizde gezinmek için. Onun için burada gördüğüm her şey bana çok yakın geliyor, seyahat ettiğimde burada aynı şeyleri buluyorum. Şimdi buradayız, bu bir şans, burası belki Akdeniz değil, ama onun uzantısı. Buradaki teknelerin biçimleri, hava, sesler, gürültüler… Bütün bunlar bana çok şey anlatıyor.
Mutlu bir çocuktunuz yani…
Çok mutlu. Çocukluğuma müteşekkirim. Çünkü daha sonra maddi açıdan zor bir dönem geçirdim. 17 yaşından 24 yaşına kadar, kendimi ararken: Neyim ben, ne yapacağım… Zor ekonomik şartlarda… Ama ekonomik durumun dışında, gerisi iyiydi. Zor derken, o kadar acılı değildi, kararsızlıklar, belirsizlikler vardı, ama hayat böyle zaten…
Sizi Mısır’dan ayrılmaya iten neydi?
Her şey. Bir şeyin olabilmesi için bilinçli ve bilinçsiz birçok unsurun bir araya gelmesi gerekiyor. Seyahat etme arzusu, Fransa’yı tanıma arzusu, Fransız kızlarla aşk yapma arzusu, aileden uzaklaşma arzusu, Paris’te olma arzusu, insana önemli perspektifler kazandıran Paris ortamında bulunma arzusu… Çocukluğumdan beri Fransızca konuşuyordum… Bütün bunlar. Düşünüp taşınarak verilmiş bir karar değildi. Öyle bir hamleydi. Bir kadınla tanışmıştım. Ablam Paris’te yaşıyordu. Tatilde onun yanına gitmiştim. Sonra babama gitmek istiyorum dedim. “Hayır” diyeceğine emindim. Ama “evet” dedi.
Ya “hayır” deseydi?
O zaman altı ay beklemem gerekecekti.
Niçin altı ay?
Okulu bitirmek için.
Peki Fransa’ya gittiğinizde yabancılığı yaşadınız mı, yabancı düşmanlığına hiç maruz kaldınız mı?
Hayır, ben şahsen maruz kalmadım, ama yabancı düşmanlığının, antisemitizmin, düşmanlığın olduğunu gördüm. Gündelik hayattaki ırkçılığın, devletin Cezayirlilere karşı, Araplara karşı ırkçılığının varlığını gördüm. Ama ben maruz kalmadım, “Le Métèque”i ıstırapla değil, gülümseyerek yazdım. Onu yazdığımda zaten tanınmıştım.
Siz kendiniz “métèque” değildiniz yani…
Yoo, ben hep “métèque”im, hâlâ. Kültürel açıdan Fransa’yı temsil ediyorum, ama Fransız değilim. Fransa’yı çok seviyorum, ülkeyi seviyorum, çok güzel özellikleri, değerleri olan bir ülke, ama… Sonradan Parisli olunabilir, ama Fransız olunamaz.
Hızlı bir geçiş olacak ama, Georges Brassens’e gelsek. Brassens’in hayatınızdaki yeri neydi?
Onun kesinlikle çok çok büyük bir rolü oldu hayatımda. Ama o bilmiyordu. Brassens’i seyirci olarak dinlediğimde, hayatımın en büyük empresyonlarından birini yaşadım. Güzel şeyler söyleyen bir adam, onları çok iyi yazıyor, çok iyi söylüyor… Tamamen kendine özgü, bir geleneğin parçası, ama kendine özgü, kimse gibi değil, kendisi. Çok güçlü, çok yumuşak, sevecen. Yolundan gidilmesi gereken, örnek alınması gereken bir adamdı benim için. Ve şarkı yazmaya başladığımda, öyle şarkılar yazmaya çalıştım.
Madonna’nın şarkılarının da bir anlamda toplumsal bir içeriği var. Herkes farklı bir lirizmle, farklı ilişkilerle farklı konumlardan anlatıyor. Şarkı hayatta olanları, gündelik hayatı anlatmak için bir ifade biçimi. Hayatta, aşk var, seks var, siyaset var, sevinç var, her şey.
Tesadüfen onunla tanıştım. Tamamen tesadüf de sayılmaz. Bir ortak dost bana onu dinleyip dinlemediğimi sordu, ben de çok beğendiğimi söyledim, beni tanıştırmasını rica ettim. Gittik, birçok kişi vardı. Sonra, şarkılarımı dinledi, hoşuna gitti. Beni cesaretlendirdi, teşvik etti. Bir süre onunla sık görüştük. Sonraları, çok önemli birisi oldu, etrafındaki başını ağrıtan insanlardan biri olmak istemedim. Senede bir, iki sene de bir, bir yerlerde şarkı söylediğinde onu görmeye gidiyordum. Rastlaştığımızda konuşuyorduk. Hiçbir zaman kapısına dayanmadım. Onu o kadar zamandır dinleyebilmiş olmak, bana iyi yüreklilik göstermiş olması yetiyordu. Kendi kendime şöyle diyordum: Başka ne isteyebilirim, onu dinliyorum, bütün yazdıkları, bütün söyledikleri, hepsi çok güzel. Bir de gidip onunla bir kadeh şarap mı içeceğim? Onu rahat bırakmak en iyisi. Rastlaştığımızda çok sıcak davranıyordu, evine gitseydim de öyle davranırdı, ama ben rahatsız etmek istemiyordum, bana bu kadarı yetiyordu.
Siz biraz da Brassens’le arkadan gelen kuşaklar arasında köprü gibi oldunuz, öyle değil mi?
Sadece ben değil. Belki benim popüler başarımın bunda büyük katkısı oldu. Yoksa Brassens’den beslenmiş başka çok kişi vardı. Benim yaptıklarımla Brassens’inkiler arasında büyük farklar da var. Ama o bana büyük bir enerji verdi, güven verdi, arzu verdi, titizlik verdi. Yeni bir Brassens olmak yerine, Brassens’in eserinin izinden gitmek önemli. 16-17 yaşındayken Maxime Le Forestier beni görmeye geldiğinde, söz konusu olan Brassens değildi, beni görmeye gelmişti. Ben Brassens’le başladım, ama tamamen ona bağlı kalmadım. “Georges’un Dostları”nı (Les amis de Georges) ona bağlılıkla yazdım, ama onun devamı değilim ben.
Hiçbir zaman dünyayı değiştirmeyi düşünmedim. Kendi dünyamın şarkısını söylemeyi istedim ben. Dünyayı değiştirmek değil, dünya değiştirmek. Benimki biraz böyle bir şey. Kendim bir dünya kurmaya çalışıyorum. İçinde varolabileceğim, mutlu olabileceğim bir dünya…
Peki o tür şanson geleneği hâlâ devam ediyor mu?
O tür şanson derken, angaje şansonları kastediyorsanız, angaje şanson, toplumsal şanson demek. O da her zaman varolacaktır. Ne bileyim, Madonna’nın şarkılarının da bir anlamda toplumsal bir içeriği var. Herkes farklı bir lirizmle, farklı ilişkilerle farklı konumlardan anlatıyor. Şarkı hayatta olanları, gündelik hayatı anlatmak için bir ifade biçimi. Hayatta, aşk var, seks var, siyaset var, sevinç var, her şey.
Şarkı yazmak sizin için ne anlam ifade ediyor, bir ihtiyaç mı?
Yazmadan da yapabilirim herhalde, ama kendiliğinden geliyor, dolaşırken, seyahat ederken, çalarken, başkalarıyla sohbet ederken… Ama hiçbir zaman masa başında değil. Masanın başına oturduğumda artık şarkı şekillenmiş, çok ilerlemiş durumdadır.
Sizin tembel bir adam olduğunuzu okumuştuk…
(gülüyor) Benim tembelliğim ideolojik bir tembellik. Ben tembel değilim, herkes gibiyim, sabahları zorunlu olarak belli bir saatte kalkmayı, yorgunken çalışmayı sevmiyorum, bütün bunlar çok normal. Yalnız, ben bunu söyleyebilme ve ona göre davranabilme lüksüne sahibim. Ama çoğu zaman çok çalışıyorum. Ve çalışmayı çok seviyorum. Her gün iki-üç saat müzisyenlerle çalışıyoruz. Çok enderdir, son anda gelip de öylece sahneye çıkıp söyleyen şarkıcılar. Benim akşam sahneye çıkıp söylemem için öğleden sonra müzisyenlerle beraber olmam, onlarla birlikte çalıp söylemem lâzım. Bu da çalışma ve büyük emek, çaba, gayret demek. Çaba harcıyorum, ama bu hoşuma gidiyor, piyano öğreniyorum, çünkü bundan zevk alıyorum.
Şarkılarınızda hep özgürlüğü anlattınız, anlatıyorsunuz. Sürekli devrim dediniz, tarihin akışını değiştirmekten, başka bir dünya kurmaktan söz ettiniz. Bunlar 60’larda, 70’lerde çok geniş kabul görüyordu, slogan haline gelmişti. Şimdi bunları geçmiş zamanda söylüyorsunuz, karamsarlık, şahsi olmasa da başarısızlık, yenilgiye uğramışlık hissi duyuyor musunuz?
Hayır. Bir şarkımda “ben neşeli bir karamsarım” diyordum. Ben her zaman bir anlamda karamsardım, ama bu öyle umutsuz bir karamsarlık değil. 60’lı, 70’li yıllar farklıydı, hayatı algılayışımız farklıydı. Önemli olan yaşam tarzınız, göze aldıklarınız, hayatı sırtlanmanız. Şu anda burada olmak, denizi, gidip gelen vapurları seyretmek en güzel hediyelerden biri; başka ne isteyebilirim şimdi?
Karamsarım, çünkü gazeteleri açtığımda dehşetten başka bir şey yok. Ama bütün bunlar yeni değil. Binlerce yıldır bu böyle devam ediyor, çok hoş değil, ama çok feci de değil. Maalesef değişmiyor. Neyse ki, her şeyin sonu değil.
Yani dünyayı değiştirme isteğinden vazgeçmek anlamına mı geliyor bu?
Ben hiçbir zaman dünyayı değiştirmeyi düşünmedim. Ben kendi dünyamın şarkısını söylemeyi istedim. Dünyayı değiştirmek değil, dünya değiştirmek. Benimki biraz böyle bir şey. Bana uyan, bana tekabül eden bir dünyaya kendimi yerleştiriyorum. Kendim bir dünya oluşturmaya, kurmaya çalışıyorum. İçinde varolabileceğim, mutlu olabileceğim bir dünya… Ben ideolog değilim, siyasetçi değilim, profesyonel hümanist değilim, birikimi çok kısıtlı bir adamım. Ama hayatı tanıyorum, her gün onunla yüz yüze geliyorum. Şarkılarımda dile getirdiklerim çok küçük bir katkı. Çok küçük bir katkı, ama şarkılar çok önemlidir, onlar değiştirebilirler. Ama böyle bir etkileri olması onlara sınırsız bir güç de vermiyor.
Jacques Higelin’in vaktiyle size gitarda eşlik ettiği doğru mu?
Galiba. Hayal meyal hatırlıyorum. Çok uzun zaman önceydi. Onun müzikte yaptıklarından hoşlanmıyorum. Ben tanıdığımda daha ergenlik çağındaydı. Müziğinin belli bir niteliği var, ama onun “rocker” kılığına girmesini sevmiyorum. Bunun için Amerikalı ve genç olmak gerekiyor. O ise ne Amerikalı ne de artık genç. Kendisi olmasını isterdim. Şansonda aldatmaca, hile yaparsan bu görülür. Ben onun hile yaptığını söylemiyorum ama… Brassens’de hayranlık duyduğum kendi olmasıydı, o bütünlüğü, tutarlılığı… Ferré bile çok abartılıydı. Brassens benim ustamdı. Piaf sevgilim.
Siz de kendinizde Brassens’deki o bütünlüğü, o iç uyumu buluyor musunuz?
Benim daha dağınık, daha maceracı bir mizacım var. Bu nedenle de benim yapıtımda gedikler var, birbirine uymayan tarzlar da var. Mesela Brezilya’ya gittim, Piazzola’yla çaldım söyledim. Brezilya yaşamak için çok iyi güzel de, oranın müziğini yapmak için bu yeterli değil. Ben tango, bossa nova bestecisi olamam ki…
Brassens’in derinliğine sahip olduğumu sanmıyorum. Ama şarkılarımı seviyorum. Onları büyük bir zevkle yazdım, büyük bir zevkle söyledim, söylüyorum, dinlemek de hoşuma gidiyor. Dinlediğimde, çalarken ve söylerken yaptığım hataları, eksikleri kusurları da görüyorum, ama bana büyük bir zevk yaşatıyorlar.
Roll, sayı 23, Eylül 1998
Le métèque
kıro suratımla / avare yahudi, yunan çoban kılığımla / ve yedi iklim her yana savrulan saçlarımla / bana hayal kuruyormuşum havası veren / ağarmış gözlerimle / ben ki artık pek hayal kurmuyorum / onca bahçeyi soyup soğana çeviren / arakçı, müzisyen / ve aylak ellerimle / hiçbir zaman asla açlığını gidermeden / içmiş, öpmüş / ve ısırmış ağzımla / kıro suratımla / avare yahudi, yunan çoban / hırsız ve serseri kılığımla / bütün yazların güneşine / ve bütün kadınlara / sürtünmüş tenimle / hiç mesele yapmadan / acı çektiği kadar / çektirmeyi de becermiş kalbimle / arafta acı çekmekten kurtulmak için / artık en ufak bir selamet şansı olmayan / ruhumla / kıro suratımla / avare yahudi yunan çoban kılığımla / ve yedi iklim her yana savrulan saçlarımla / geleceğim ben, benim tatlı kulkölem / ruhkardeşim canevim candamarım / senin yirmi yaşını içmeye geleceğim / ve asil prens / hayalperest ya da yeniyetme olacağım / hangisini istersen seç / ve her günü / ebedi bir aşka çevireceğiz / ölesiye yaşayacağımız / ve her günü / ebedi bir aşka çevireceğiz / ölesiye yaşayacağımız
II faut voyager
yolculuğa çıkmalı / basıp gitmeli / kimsenin olmadığı yere / kimsenin hiçbir şey bilmediği yere / bir başka dil konuşmalı / başka gürültüler duymalı / başka meyveleri tatmalı / başka söylenceleri yaşamalı / yolculuğa çıkmalı / basıp gitmeli / kimsenin olmadığı yere / kimsenin hiçbir şey bilmediği yere / bir başka dil konuşmalı / başka gürültüler duymalı / başka meyveleri tatmalı / başka söylenceleri yaşamalı / yolculuğa çıkmalı / basıp gitmeli / dünyanın ucunda kaybolmalı / ve kendini tek başına bulmalı / başka dostlar aramalı / başka yollarda yürümeli / başka yataklarda uyumalı / meçhul kollar arasında / yolculuğa çıkmalı / basıp gitmeli / yeryüzü yollarında / deniz yollarında / saat ve gün değiştirmeli / başka ıtırlar koklamalı / başka şaraplarla esrimeli / başka aşkları sevmeli / yolculuğa çıkmalı / basıp gitmeli / kimselerin olmadığı yere / kimsenin bir şey bilmediği yere / yolculuğa çıkmalı / basıp gitmeli / kendine hoşçakal demeli / ne idiysek ona / hoşçakal demeli / ve belki de geri dönmeli / yorgun bitkin / ölmek ya da yeniden doğmak için / ayrıldığımız yere / ayrıldığımız, ayrıldığımız
La ruelle
küçük sokakta / bulmak istediğinizi bulursunuz / dişi kaplanları, dişi kurtları / solmuş bakireleri / mart kedilerini / vitrinlerinde miyavlayan / tuhaf öğrencileri / göğüslerini gösteren / gecenin kızları / bir günün güzelleri / sıkıntı kızları / aşk güzelleri / küçük sokakta / bira ve ardıç rakısı bulursunuz / ve rüya tacirlerini / sizi esriten dumanı / birkaç kırmızı fener / bozuk bir juke-box / ve kımıldayan gölgeler / tekdüze topuk sesleri / gecenin kızları / bir günün güzelleri / sıkıntı kızları / aşk güzelleri / Haydi, çal Bobby bütün gece buradayız! / küçük sokakta / ölümü ve çılgınlığı bulursunuz / Jülyet’i ve Ofelya’yı / kovuktaki yataklarında / küçük sokakta / bulacağınızı umduğunuz şeyi bulursunuz / bizi düşlere sürükleyen / dişi kurtları, prensesleri / gecenin kızları / bir günün güzelleri / sıkıntı kızları / aşk güzelleri / Haydi, selam Bobby, yarın görüşürüz.
Çeviren: Emre Çağatay