BİRTEK-SEN İLE ANTEP’TE İŞÇİ EYLEMLERİ

Söyleşi: Suzan Demir
1 Mayıs 2022
SATIRBAŞLARI

Birleşik Tekstil, Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası (Birtek-Sen) hem Türkiye genelinde hem de Antep’te işçilerin eylemlere çıktığı, iş bıraktığı bir dönemde kuruldu. Birtek-Sen’in kuruluşuna gelmeden önce, ocak ayından beri Antep’te neler yaşanıyor?

Mehmet Türkmen: Ocak başından itibaren, İstanbul başta olmak üzere, pek çok yerde açıklanan zam oranlarıyla ücretlerin geçinmeye yetecek düzeyde olmaması, enflasyondaki artışla ücretlerin erimesi tepkileri açığa çıkardı. Antep’te de bunun yansıması oldu tabii. Antep’te direnişlerin tamamı, birkaç fabrika dışında, tekstil ve dokumadaydı. Yalnız, buralarda maaşlar asgari ücretin üzerinde; tekstil ve iplik fabrikalarında asgari ücretin yüzde 25 daha fazlası. Asgari ücret 2.800 lirayken burada işçilerin net ücreti ortalama 3.500 lira civarındaydı. Daha vasıflı işçilerin çalıştığı dokumada biraz daha yüksekti. Asgari ücrete yüzde 50 zam gelince, buradaki ücretler asgari ücretin üzerinde olduğu için, işçiler arasında şöyle bir tartışma başladı: Yüzde 50 zam asgari ücretin üzerindeki ücretlere de aynı şekilde yansıtılacak mı? Ocak başında elektrik, doğalgaz, yakıt ve pek çok temel tüketim maddesine zam gelmesi üzerine, asgari ücretteki yüzde 50’lik artışın ücretlere yansıtılsa bile yeterli olmayacağı görüşü hâkim olmaya başladı. Ocak sonunda zamlı faturaların evlere gelmeye başlamasıyla bu görüş sağlamlaştı.

Bir de ocakta Antep’te kar yağışı sorunu yaşandı, günlerce, haftalarca yollar kapandı ve Başpınar Organize Sanayi Bölgesi’nde işçiler günlerce işten eve gidemedi, 16-20 saat fabrikalarda zorla çalıştırıldılar. İşçi servisleri kar nedeniyle yola çıkamadığından birçok işçi fabrikalara ulaşmak için kilometrelerce yol yürümek zorunda kaldı. İşe gidemedikleri günler ücretlerden kesildi ve bütün bunların öfkesi birleşti. Aslında, fabrikaların çoğu yüzde 50 zammı verdi, yüzde 50’nin altında zam açıklayan yer olmadı, ama gerçek enflasyon yüzde 120’leri bulmuşken ve diğer saydığım etmenler de buna eklenince bir tepki açığa çıktı.

Mehmet Türkmen

Eylemler nasıl gelişti, ilk nerede başladı?

2 Şubat’ta, ilk zamlı aylığın açıklandığı Zafer Tekstil’de başladı. Daha sonra Şireci Tekstil, Melike Tekstil, GürTeks gibi en büyük iplik fabrikaları başta olmak üzere, giderek halı dokuma fabrikalarında, hatta gıda ve petro-kimya gibi işkollarında, toplamda 33 fabrikada bir ay boyunca iş bırakmalar oldu. İş bırakma eylemlerini karakterize eden kimi özgünlükler var. Örneğin, Antep’te en son 2012’de, beş-altı bin işçinin altı fabrikada on gün süren grevi olmuştu, o tarihten sonra Antep’te yaşanmış en yaygın ve en kitlesel işçi eylemleriydi bunlar. Ama şöyle bir zayıflığı vardı: Eylemler tamamen kendiliğinden, sendikasız ve bir öfke patlamasıyla başladı. Hem talepleri netleştirme konusunda hem de grevlere ya da eylemlere başlarken bunları örgütlü bir şekilde sürdürmeye dönük hazırlığın olmadığı, dağınık bir görüntü vardı.

Eylemlere yön veren neredeyse tek şey “bu ücretle geçinemiyoruz” hissiyatı ve öfkesiydi. Taleplerini gerçek anlamda elde edecek kadar kararlı bir örgütlülükten yoksundu. O nedenle genelde eylemler kısa sürdü. Bazıları kısa sürede sonuç aldığı için, ama en uzun süren üç-dört gündü. Birkaç saat süren direnişler de oldu. Dağınık ve erken çözülen, bölünen, iş bırakma katılımının zayıf kaldığı yerler sonuç elde edemeden bitirdi. Üç-dört fabrikada işten atmalar da oldu. Onun dışında, direnişlerin çoğunluğunda işçiler belli bir oranda kazanım elde etti.

Toplamda 33 fabrikada bir ay boyunca iş bırakmalar oldu. Ama eylemler tamamen kendiliğinden, sendikasız ve bir öfke patlamasıyla başladı. Hem talepleri netleştirme konusunda hem de eylemleri örgütlü bir şekilde sürdürmeye dönük hazırlığın olmadığı, dağınık bir görüntü vardı.

Nasıl oranlarda kazanımlar elde edildi?

Zamlı ücret 5.200 lira olarak açıklandığında, eylem sonucunda ücretler bazı yerlerde 300, 500 artırılarak 5.500-5.700 liraya çıkarıldı. Bazı yerlerde sadece 100 liralık bir artış sağlandı. Başpınar OSB genelinde de ücretlerin belli bir miktar daha artırılması sonucunu doğurdu. Pek çok fabrikada işçiler birliğini bozmadan, dağılmadan, çözülmeden, taleplerini bir ölçüde elde ederek içeri girmeyi başardı, ciddi bir işçi kıyımı da yaşanmadı.

Eylemler bundan sonrasına ne bıraktı?

En önemli sonuçlardan biri şu: Uzunca bir süredir Başpınar OSB’de bu yaygınlıkta işçi mücadeleleri olmamıştı. Bunlar çok sayıda genç işçinin ilk kez katıldığı eylemlerdi. İşçiler talepleri için birleştiklerinde, birlikte hareket ettiklerinde bir güçleri olduğunun farkına vardı. Nasıl sonuç alındığını gördü işçiler. İşçiye güven ve cesaret veren bir rol oynadı eylemler.

Eylemlerin işçilerin sendikalaşması bakımından nasıl bir etkisi oldu?

Sadece Antep’te değil, diğer bölgelerde de işçi eylemlerinin neredeyse tamamında işçilerin sendikasız olduğunu, hatta birçoğunun sendikalara rağmen yapılan eylemler olduğunu görüyoruz. Bu tablo şunu anlatıyor: İşçilerin büyük çoğunluğu sendikasız. İkincisi, işçiler mücadeleye çıktıktan sonra bile bunu bir sendikayla sürdürmekten uzak duruyor. Bu, dönemin en önemli eğilimi. Böyle olmasının sebepleri iyi okunmalı. Sendikal yapıların bundan sonuçlar çıkarması gerekiyor. Bunların en önemlisi şu: Sendikal bürokrasinin geldiği aşamada, talepleri için harekete geçen, örgütlenmek isteyen işçilerin sendika çatısı altında örgütlenmeye dair güven duygusu önemli ölçüde zedelenmiş. İşçilerin mücadelesinde sendikalar bir mücadele merkezi veya aracı olma niteliğini yitirdi.

Hem sosyal medya hesaplarınızda hem de basına yansıyan açıklamalarınızda işçilerin sizi eyleme çağırdığını çok kez belirttiniz. Ama çizdiğiniz tabloda sendikalara güvenmeyen bir işçi profili var. Sizi çağırıyorlar, ama sendikaya üye olmuyorlar. Neden?

Antep’te, özellikle de tekstil iş kolundaki sendikaların yarattığı bir güvensizlik var. Bizi ne kadar bilse, tanısa, güvense de yaratılan tahribatı bir anda aşmak kolay değil. Temkinli ve tereddütlüler. Bu yüzden, direnişler sendikada örgütlenmeye dönüşmedi, ama bir birikim bıraktı. Bu direnişlerin sonucunda, özellikle ilerici işçiler şunu gördü: Bir yerde örgütlenmeden, bir sendika çatısı altında istikrarlı ve kalıcı bir örgütlülük kurulmadan, sadece öfkeyle ortaya çıkan eylemlerde kalıcı kazanımlar elde etmek mümkün değil.

Birtek-Sen olarak eylemlere nasıl dahil oldunuz?

Birtek-Sen tam da bu süreçte kuruluş aşamasındaydı. Her direnişte vardık, önüne gitmediğimiz fabrika, destek olmadığımız eylem yoktu. Hatta ilk bir haftadan sonra direnişe çıkan her yer önce bizi arıyordu, “bize de destek verin, yanımızda olun” diye. Ama bu, dediğim gibi, sendika çatısı altında birleşmeye, kalıcı bir örgütlenmeye dönüşmüyor. Çoğunluğu sendikalı olan, eylemini sendikal bir örgütlülükle sürdüren iki-üç örnek var. İstanbul’da da bağımsız ya da bağımsız olmasa bile mücadeleci bazı sendikalarla birlikte hareket etme eğilimi var. Sendikanın desteğini önemsiyor, onunla birlikte hareket ediyor, ama üye olma, kalıcı bir şekilde örgütlenme konusunda tereddüt var.

Birtek-Sen olarak direnişlerin son iki haftasına kadar üye bile yapamıyorduk teknik olarak. Kuruluş dilekçemizi vermiştik, bütün eksiklerimizi tamamlamıştık, ama bakanlıktaki işlemler sonuçlanmadığı için e-devlet sistemine girmemişti sendikamız. O nedenle, bu 33 fabrikanın yarısından fazlasının direnişinde sendika “fiilen” vardı. Hepsine gittik, işçilerle bağ kurduk, ama üye yapamıyorduk. Üye yapabilir duruma geldikten sonra da direnişlerdeki ileri, bizi önceden de tanıyan, mücadeleye öncülük eden işçiler üye oldu, onlar dışındakiler uzak durdu. Her işyerinde işçilerle bunu tartıştık, konuştuk. En azından öncü işçilerin pek çoğuyla kalıcı bağlar kurduk.

Patronun kolluk güçleriyle koordineli örgütlülüğü söz konusuydu. Antep’teki birçok eyleme polis TOMA’larla geldi, siz de defalarca gözaltına alındınız. Bu baskı “rutin” miydi, yoksa daha sert bir süreç mi işletildi?

İlk iki hafta yirmiye yakın fabrikada yaşandı eylemler, bu fabrikaların çoğuna polisin ciddi bir müdahalesi olmadı. En fazla birkaç ekip geliyordu, birkaç işçiyi sözlü uyarıyorlardı, ama işçiler kararlı devam edince bunun ötesine geçmiyorlardı. Sonrasında, iş bırakmalar ve eylemler devam ederken, Süleyman Soylu Antep’e geldi, hatta patronların çağrısı üzerine geldi. Organize Sanayi Müdürlüğü’nde patronlarla bir toplantı yaptı. Bu toplantıdan hemen sonra polisin tutumu tamamen değişti.

Süleyman Soylu gittikten sonra ilk direniş yaşanan yer Boyar Kimya’ydı. Bu fabrika Öz İplik-İş’in yetkili olduğu bir işyeri, ama sendika ortada yok. İşçiler bize ulaştılar, çağırdılar, destek vermek için gittik. Çevik kuvvet TOMA’larla yığınak yaptı. Emniyet görevlisi beni de yanına çağırarak bu tür eylemlere izin vermeyeceklerini, kesin talimat aldıklarını, işçiler dağılmazsa ya da içeri girmezse müdahale edeceklerini söyleyerek tehdit etti. Bunun yasadışı olduğunu, işçilerin demokratik ve anayasal haklarını kullandığını söyleyerek itiraz ettim. Gözaltına alındım. İfadem alınacak diye karakolda iki saate yakın tutuldum, o süreçte işçiler ikna edildi ve içeri sokuldu, direniş bitirildi. O günden sonra hangi fabrikanın önüne gittiysek aynı şey devam etti.

İşçi eylemlerinin neredeyse tamamında sendikasız işçiler olduğunu, hatta birçoğunun sendikalara rağmen yapıldığını görüyoruz. Bu tablo şunu anlatıyor: İşçilerin büyük çoğunluğu sendikasız. İkincisi, işçiler mücadeleye çıktıktan sonra bile sendikadan uzak duruyor. Sendikal yapıların buradan sonuçlar çıkarması gerekiyor.

Ertesi gün, Özkaplan fabrikasının önünde yine çevik kuvvetle, yine TOMA’larla işçiler tehdit edildi ve işçilerle buluşmamız engellenmek istendi. Yine aynı şekilde ifade gerekçesiyle zorla karakola götürüldüm, yine iki saatten uzun tutuldum, işçiler içeri girsin, direniş bitsin diye. Bu defa işçiler ben gözaltındayken içeri girmedi. Karakoldan çıkar çıkmaz yine fabrikanın önüne gittim. Patron işçilere 300 lira daha zam yapmak zorunda kaldı. Sonra altı fabrikada daha aynı şey oldu. Ama bu sefer, zorla almak yerine telefonla çağırmaya başladılar. Yedi fabrikanın patronunun şikâyetiyle, yedi gün üst üste karakolda ifade vermek zorunda kaldım.

Şöyle bir kırılma da oldu, ilk direnişe çıkan yerlerden biri Antep’in en büyük tekstil fabrikalarından Şireci Tekstil’di, patronu mafyavari ilişkileriyle bilinen biri. Patronun kirli işlerini yapmakla bilinen mafyatik biri tarafından tehdit edildim. Bu mafyavari baskılar da işin içine girince bir çağrı yaptık. Buradaki sendikalar, baro, emek örgütleri ve siyasi partilerden yirmiye yakın kurum ortak açıklama yaptı. Bu ulusal basına da yansıdı, sonrasında polisin tutumu biraz yumuşadı. Yine de her direniş alanında, polisin patronun zam teklifine işçileri ikna etmek için çalıştığına, işçilerin koluna girip zorla fabrikaya sokmaya çalıştığına şahidiz. Her fabrikada işçileri provoke etmeye çalıştılar. Ama işçiler bu tür baskıları püskürttü. Önceki yıllarda polis müdahalelerinin işçileri korkutmak, sindirmek bakımından daha etkili olduğunu görüyorduk. Bu sefer neredeyse hiç etkili olmadı. Bu sefer işçilerin tepkisi, öfkesi ve kararlılığı bunları püskürtecek düzeydeydi. Bir süre sonra polis ısrar etmekten vazgeçti.

Öfkeyle, tepkiyle ortaya çıkan bu örgütsüz eylemler burada bitecek mi? Enflasyon, hayat pahalılığı artmaya devam ediyor, ücretlere zamlar eridi. Bahar aylarında beklenen ikinci dalga eylemler var. Sizce direniş nasıl evrilecek?

Direnişlerin ilk dalgası devam ediyor, artçılar oluyor. Hâlâ zammı açıklamayan, “piyasa ve işçilerin tepkisi belli olsun, öbür ay açıklarız” diyerek zam açıklama dönemini erteleyen fabrikalar var. Buralarda da benzer tepkiler ortaya çıkacaktır. Bu dalganın sonucunda alınan zamlar bile enflasyonun yüksekliği ve temel ihtiyaç maddelerinde artan fiyatlar düşünüldüğünde, işçilerin derdine derman olmayacak. Yaz döneminde yine ek zam talebiyle bu tür tepkiler açığa çıkacaktır.

Söylediğim gibi, Antep’te on yıldan beri ilk kez böyle bir eylemlilik oluyor. Bir sonrakinde aradan bu kadar uzun zaman geçmeyecek. Üç ay sonra da, altı ay sonra da olabilir, ama bir yılı geçmeyeceği kesin. İşçi sınıfındaki öfkenin, tepkinin kısa bir süre sonra yeniden açığa çıkması ve belki daha büyük bir dalga halinde olması muhtemel. İşçilerin bu direnişlerde yaşadığı deneyim, çıkardığı sonuçlar ve öğrendikleriyle bir sonraki eylemi çok daha örgütlü ve güçlü bir şekilde ortaya çıkaracağını düşünüyorum. Dahası, önemli kazanımlar elde ederek sonuçlanacağını söylemek mümkün.

Antep’te en son on yıl önce böyle bir direniş olduğunu söylediniz. Şehrin emek mücadeleleri tarihine baktığımızda, dokuma işçilerinin en büyük eylemi 1996’da Ünaldı bölgesindeki direniş. Sizce yeni bir dalga Ünaldı direnişiyle kıyaslanır mı?

Ünaldı direnişinin bugünden farkı şu: O gün işçiler on binlerce işçinin mücadelesini birleştirecek, birlikte hareket etmelerini sağlayacak bir dernek çatısı altında bunu yapmıştı. Bugün bu direnişlerde gördüğümüz şey bunun eksikliği. İşçilerin öfkesi, düşük ücretlere ve sefalet koşullarına karşı tepkisi böyle bir şeye sebep oldu, ama bunu örgütlü ve birleşik bir şekilde sürdürecek araçlardan yoksunlar. Yarın tekrar benzer bir direniş, patlama dalgası ortaya çıktığında, bunu da aşarak ortaya çıkacak diye düşünüyorum.

Şimdi Birtek-Sen var, Başpınar OSB’de 15’e yakın fabrikadan işçi komitelerinin ve temsilcilerinin birlikte kurduğu bir sendika. Başpınar’daki tekstil ve dokuma işçilerinin bir çatı altında, sorunlarına karşı ortak hareket etmesini, birliğini ve örgütlülüğünü sağlama iddiasıyla kuruldu Birtek-Sen. İşçiler de bunu gördü, tanıdı. O nedenle, belki şöyle söyleyebiliriz: Ünaldı’ya benzer büyük bir işçi mücadelesi, bir işçi dalgası geliyor. Bazı yönleriyle Ünaldı gibi değil, ama bazı yönleriyle belki Ünaldı’yı bile aşacak çapta ve daha büyük etkilere yol açacak düzeyde bir direniş dalgası olacak.

Tarihi Ünaldı direnişinden daha ileriye ve bugünden geriye sarıp 2000’lerin başına gelirsek, Antep’te hem işçilerin koşulları hem de sendikal örgütlenmede neler yaşandı? Sendikalara güvensizliğin kaynağında ne yatıyor?

Tekstil, halı ve gıda sektörünün hızlı büyümesiyle pervasız bir sömürü de hâkim olmaya başladı. Patronlar hem sömürü artırma hem de işçiyi örgütsüz bırakmada siyasal iktidarlardan hep destek gördü. Özellikle 2000’lerin başında, bu destek yandaş sayılabilecek sendikaları işyerlerine getirme şeklinde de oldu.

Başpınar OSB’de 1150 fabrika var. Sendikalı fabrika sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Sendikalı fabrikalardan biri Konukoğlu ailesinin Sanko’su. Orada Teksif (Türkiye Tekstil, Örme, Giyim ve Deri Sanayii İşçileri Sendikası) örgütlü. Yıllardır değişmeyen şube yönetimini bile patronun belirlediği bir sendika Teksif. Bir de Öz İplik-İş var, Hak-İş’e bağlı. O sendika daha önce dört-beş fabrikadaydı, şu anda iki fabrikada yetkili. Diğer fabrikalarda işçiler bunların sendikal anlayışına tepki olarak çoğunlukla istifa etti. Haliyle işyerinde yetkiyi kaybettiler.

Bugünkü direnişler, bu sendikaların örgütlü olduğu işyerlerinde bile oldu, hem de bu sendikalara rağmen yaşandı. 2000’lerin başında tablo buydu. Bir süre sonra yandaş sendikalara örgütleme de sonuç vermemeye başladı. Çünkü işçiler bu sendikalara güvenmiyordu. 2000’lerin başından itibaren, işçiler daha mücadeleci bir sendikal örgütlenme arayışına girdi, o dönem için tek alternatif DİSK’e bağlı Tekstil-İş’ti.

DİSK Tekstil-İş ne kadar etkili olabildi?

O zaman EMEP’te yöneticiyken görev alanım organize sanayi bölgesinde örgütlenme çalışmalarıydı. Bizim rol oynadığımız en az sekiz-on fabrikada işçiler DİSK Tekstil-İş’te örgütlendi. Sendika yetkiyi alacak çoğunluğu sağladı. Ama bu fabrikaların hemen hepsinde, örgütlenen işçiler işten atıldı, sendika yönetimi işçilerin işten atılmasına engel olacak bir mücadele vermek yerine, dava açmak gibi hukuki tepkilerle sınırlı kaldı. Tek tük toplu sözleşme yetkisi alınan bazı işyerlerinde işçilerin iradesi ve onayı dışında hareket ettiler. İşçilerin güvenini sarstılar. Bunun en son örneği de 2010’daki Çemen Tekstil direnişiydi. Çemen Tekstil sendikal bürokratik yapıyı zorlayacak düzeyde militan bir örgütlenmeydi. Sendikanın mücadeleden kaçan anlayışını da zorlayan 74 günlük direniş ve grev oldu. Bu direniş birçok engelle ve içeride 200 grev kırıcının çalışmasına rağmen, kararlı bir şekilde sürdü ve başarıyla bitti. Patron geri adım attı, sendikayı kabul etti. Tekel direnişiyle aynı döneme denk gelen, biraz Tekel direnişinin gölgesinde kalan, ama ondan çok daha militan bir direnişti Çemen Tekstil direnişi. Belgesellere bile konu oldu. İşçilerin kelimenin tam anlamıyla dişiyle, tırnağıyla direnerek kazandığı böyle bir direnişi valilikte yapılan bir toplantıyla sattılar.

Nasıl?

DİSK Tekstil-İş’in o zamanki genel başkanı Rıdvan Budak, sendikanın genel sekreteri, şube başkanı ve o dönem DİSK genel başkanı olan Süleyman Çelebi’nin içinde bulunduğu bir heyet, valilikte yapılan bir toplantıda, işçilerden habersiz patronla üç aylık bir sözleşme imzaladı. Ben o direniş bittikten hemen sonra DİSK Tekstil-İş’te örgütlenme uzmanı oldum, ama sadece iki-üç hafta görev yaptım. Bu sözleşmeyi öğrendiğimde istifa ettim. İşçiler sendikayı bastı… 2010’daki Çemen Tekstil ihaneti işçilerin sendikalara güveninin son kırıntısını da ortadan kaldıran bir dönüm noktasıydı. O günden sonra, Başpınar OSB’de örgütsüzlük hâkim oldu.

Birtek-Sen Antep ve Urfa’da yüzlerce işçiyle tartışarak ve 15-16 fabrikadan işçi komiteleriyle birlikte sürdürdüğümüz mücadeleyle, onların iradesiyle şekillendi. Antep’te son 26-27 yılda tekstil ve dokuma alanında yaşanmış bütün önemli grevlere, direnişlere, mücadelelere öncülük etmiş işçiler var kurucular arasında.

Daha sonra DİSK Tekstil-İş Bölge Temsilcisi olduğunuz bir dönem var. O dönemde Urfa’daki Uğur Tekstil işçilerinin atılması ve sizin görevden alınmanız basına yansıdı. Bu da o kırılma örneklerinden biri değil miydi?

2019’da DİSK Tekstil-İş’in yönetiminin de etkisiyle Antep’teki örgütlülük düzeyi iyice sıfırlandı. Ülke çapında baraj sınırına gelmiş, toplu sözleşme yetkisini kaybetmekle yüz yüzeydi DİSK Tekstil-İş. Bu bölge, başta Antep olmak üzere, tekstil sektörünün Türkiye’deki en önemli merkezlerinden biri. Burada artık eski tarzla, yöntemle örgütlenmenin olanağı kalmadığı ve biraz da mecbur kaldıkları için bana görev teklif ettiler.

Teklif geldiğinde, ilk görüşmede tek şartım şu olmuştu: Sendikal anlayışımızın uyuşmadığını, sendikal mücadele anlayışımın işçilerin iradesinden yana olduğunu, sendikal mücadelenin her aşamasında işçi iradesini esas alan sendikacılığı savunduğumu söyledim. Bunu yok sayan, yukarıdan bir müdahaleniz olacaksa birbirimizi hiç yormayalım dedim. Ve güvence istedim. Bu yönetim de önceki yönetimden anlayış olarak farklı değildi, o yüzden güvence istedim. Onlar da güvence verdi ve göreve başladım.

Fakat süreç yine benzer işledi…

Evet, söylenen gibi olmadı. 2019 başından 2021 Kasım’ına kadar görev yaptım DİSK Tekstil-İş Bölge Temsilcisi olarak. Hem Antep hem Urfa’da örgütlenme çalışması yürüttüğümüz bu süre boyunca sendikanın genel merkeziyle, daha çok da genel başkanı Kâzım Doğan’la anlayış farkı yüzünden sert tartışmalar oldu. Örneğin, Antep’te Güven Boya’da, Akın Halı’da, örgütlenme çalışması yürüttüğümüz fabrikalarda işten atılmalara karşı aylarca süren direnişler yaptık. Bu iş kolunda ilk kez bu dönemde işten atmalara karşı böyle direnişler ve kazanımlar oldu. Ama sendika bunlara da sıcak bakmadı.

Urfa’daki Uğur Tekstil’de Temmuz 2021’de örgütlenmeye başladık. Eylül ayında çoğunluğu sağladık ve Bakanlık 9 Eylül 2021’de DİSK Tekstil-İş’e yetki yazısı yolladı. Fakat 3 Ekim 2021’de patron sendikayı tanımadı ve 300 işçiyi Kod-18’le işten çıkarıp fabrikayı kapandı gösterdi. Bu hileli bir kapatmaydı, çünkü bu kod belirli süreli sözleşmeyle ve mevsimlik çalışılan işlerde işin sona ermesiyle uygulanan bir madde. Bunun üzerine 4 Ekim’de fabrika önünde eyleme başladık. Bu süreçte işçilerin kıdem ve ihbar tazminatları ödendiği için sendika genel merkezi “Yapacak bir şey yok” dedi. Buna rağmen biz direnişimize devam ettik. Araya küresel sendika IndustriALL’un ve Uğur Tekstil’in çalıştığı Zara markasının girmesiyle 8 Ekim 2021’de patron geri adım attı. Görüşmeler sonucunda 1 Kasım 2021’de fabrikayı açma sözü verdi. Bu arada patronla sendika başkanı Kâzım Doğan arasında kimi görüşmeler yapıldı ve ne işçi temsilcileri katıldı o görüşmelere, ne de ben dahil edildim. 18 Kasım 2021’e gelindiğinde bu sürece itiraz edince 97 işçi jandarma zoruyla işten atıldı. Bana da o gün işten çıkarıldığım bilgisi verildi, fakat aslında 11 Kasım’da ilişiğimin kesildiğini öğrendim. İşten çıkarıldığımı sendikanın sosyal medya paylaşımından öğrendim. Zaten benim işten atılma sürecim ekim ayında patronun sendikayla görüşmeyi kabul etmesiyle başladı. Patron sendikaya benim görevden alınmam şartıyla görüşme yapacağını söylüyor ta en başında.

Bu fabrikada, örgütlenmenin başından sonuna kadar, her aşamada bütün kararları işçilerle birlikte alacağımızı, işçilerin onayı olmadan hiçbir görüşmenin ve anlaşmanın olmayacağı sözünü verdim. Bizden habersiz toplu sözleşme pazarlığı yapmaya başlanınca itiraz ettim ve görevden alındım. Daha sonra sendika başkan vekili Mehmet Ali Başak işçilerin fabrikaya karşı açtığı davada patronun şahitliğini yaptı. 18 Kasım’dan önce Uğur Tekstil’de örgütlü 160 üye varken, sendika genel merkezinin davaya yolladığı belgede “İşyerinde 53 üyemiz vardı, 18 Kasım’dan sonra 70’e çıktı” dendi. Oysa biz 160 üyenin belgesini kendilerine yolladık. Sendika tarihinde görülmemiş ihaneti gördük. İşten atılanların üç ay süren mücadeleleri boyunca, sendika işçilerin telefonlarını bile açmadı.

DİSK Tekstil-İş’te görev yaptığım 2019 başından 2021 Kasım’ına kadar Antep ve Urfa’da 1200 civarında üye yapmıştık. Tekstil-İş bizim yaptığımız örgütlenme ve üyeler sayesinde yeniden baraj üstüne çıktı. En önemli kazanımı da şu oldu: Antep’te bu iki yıllık süreçte, pandemi döneminde, Kod 29’a karşı mücadeleler, direnişler yaşandı ve bu sadece kendi işkolumuzda da sınırlı kalmadı. İşkolumuzda olmayan işçilerin sorunları için mücadele eden bir sendika pratiği gördü işçiler. Uzun yıllardır sendikaların itibarının kalmadığı ve büyük bir güvensizlik yarattığı tekstil işkolunda, bu bölgede, işçilerin yeniden sendikalaşmaya güven duymasını sağladık. Ama Uğur Tekstil’de yaşananlarla birlikte sendikalaşmaya güven yine heba oldu.

Birtek-Sen’i kurma fikri böyle mi çıktı?

Evet, bu süreçte bağımsız sendika fikri ortaya çıktı. DİSK Tekstil-İş’te görev yaparken örgütlenme çalışması yürüttüğümüz fabrikalarda ve daha öncesinde işçi mücadelesi içinde kurduğumuz ilişkiler vardı. Bağımsız sendikaların bir kısmı gibi, “daha mücadeleci, daha devrimci” birkaç kadronun ya da politik sendikacının, politik çevrenin kurduğu bağımsız sendikalardan farklı bir örnek Birtek-Sen. Antep ve Urfa’da özellikle yüzlerce işçiyle tartışarak ve 15-16 fabrikadan işçi temsilcileri, önderleri, komiteleriyle birlikte sürdürdüğümüz mücadeleyle, onların iradesi ve eğilimiyle şekillendi. Özellikle Antep’te, 1996’dan bugüne kadar, yani son 26-27 yılda tekstil ve dokuma alanında yaşanmış bütün önemli grevlere, direnişlere, mücadelelere öncülük etmiş işçiler var kurucular arasında. Bu anlamıyla Birtek-Sen, Antep’te dokuma ve tekstil işçilerinin yıllardır bilgi ve birikimini bağrında taşıyarak kuruldu.

1+1 Express, sayı 179, Bahar 2022

^