BÜYÜKADA TARIMSAL KALKINMA KOOPERATİFİ

Söyleşi: Siren İdemen
6 Ekim 2018
SATIRBAŞLARI

İstanbul’un tarihî ve çok değerli son tarım alanları hunharca yok edilirken kentin bir başka köşesinde bu sefer tersten bir hareket doğuyor. Tarımın ve her nevi üretimin epeydir unutulduğu, bir zamanlar kendisine yetecek üretimin yapıldığı Adalar’da bir kolektif yüzünü tekrar toprağa dönüyor, yüzyıl öncesinin tarımsal faaliyetini canlandırıyor. Eşit, özgür, adil, doğaya saygılı üretimle sağlıklı, iyi, şifalı ürünleri kullanıcıya ucuza ulaştırma gayesiyle bir yıl önce Büyükada Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’ni kuran Semih Aygün ve Taylan Kırteke’den bu sürede ortaya çıkardıkları ürünleri, edindikleri tecrübeyi, bundan sonrası için hedeflerini dinliyoruz.

 

Taylan Kırteke

Tarım kooperatifi fikri ne zaman, nasıl doğdu?

Taylan Kırteke: Çok uzun bir tarihimiz yok. Bir yılı biraz geçti kooperatifi kuralı. Arıcılık fikriyle başladık. Halk Eğitim’de bir arıcılık kursu açtırdık. İlçe Tarım’dan gelen çok donanımlı Meral Kara hocadan arıcılık kursu aldık. Öğrendiklerimizi hayata nasıl geçiririz diye düşünürken Semih arkadaşımız “niye kooperatifleşmiyoruz?” diye ortaya attı.

Arıcılık nereden aklınıza gelmişti?

Epeydir tarımsal üretim yapma arzumuz vardı. Burada dört tarafımız denizle çevrili, ama artık balık yok. Adanın müthiş bir florası var, değerlendiren yok. Toprağımız kıt… Bu şartlarda, en uygun faaliyet arıcılık gibi gözüktü. Büyük bir ekipman ve sermaye de istemediği için yapabileceğimizi düşündük. Semih öncülük etti, tek tek konuşarak, ikna ederek yirmi kişiyi topladı, kursu açtırdı. Ama kooperatif fikrine altı-yedi kişi sıcak baktık.

Semih Aygün

Semih Aygün: Meral hoca ziraat fakültesinde arıcılık bölümünü bitirmiş. Bize hem geleneksel hem de modern arıcılığı anlattı.

Ada çam ormanlarıyla kaplı olduğu için arıcılığa uygun herhalde…

Taylan: Tabii. Burada sadece çam ormanı da yok. Türkiye’nin hiçbir yerinde olmayan bir flora, dolayısıyla Türkiye’nin hiçbir yerinde olmayan bir bal var. Balın kalitesini belirleyen şey bölgenin florası.

Semih: Çam buradaki floranın sadece yüzde on beşi.

Taylan: Mimozadan akasyaya, menengiçten iğdeye çeşitli ağaçlar, çiçekler, kekik, karabaş otu dediğimiz lavanta türleri… Çok zengin bir flora, ama binlerce kovan arıyı kaldıracak kadar da geniş değil.

Semih: On bir ay nektar var adada. Biz yapıp yapamayacağımızı görmek için on kovanla başladık. İstanbul Arıcılar Birliği ile görüştük. On binlerce kovanı takip eden bir kurum. Bize bu floranın benzerinin sadece Artvin’de çok küçük bir bölgede olduğunu anlattılar. “Üç-sıfır önde başlıyorsunuz” dediler. Alacağımız arının türünden sayısına, kovanı kuracağımız yerden bakımına bizi bilgilendirdiler. Bakımı da kimyasal kullanmadan, kendi ürettiğimiz ilaçlarla yapıyoruz. Su olarak içme suyu kullanıyoruz. Doğal, katkısız, organik üretim deniyor ya… Adada etrafta sanayi yok, taşıt kirliliği yok, ilaçlama yok, toprak yüz yıllardır gübrelenmemiş… Balın organik olması için beslendiği çiçeğin organik toprakta yetişmesi lâzım. Bu anlamda ada çok uygun. Kursa katılanlardan bizim haricimizde üç-dört kişi daha başladı arıcılığa. Altı-yedi kişi kooperatifleşme fikriyle devam ettik.

Niye kooperatif?

Güçleri birleştirmek istedik, deneyimi birleştirmek, ortak bir yer almak, ortak kovanlar almak, ortak üretmek… Kooperatif kurmak için yedi kişinin bir araya gelmesi gerekiyor. Yedi kişi başladık, kısa sürede yirmi kişiye ulaştık. Arıcılık bize bir basamak oldu. Kooperatifte bir araya gelenlerin ortak paydası Adalar’a özgü bir üretim faaliyetinde bulunmaktı. Bundan yüz yıl önce burada ciddi bir tarım faaliyeti varmış. Bağlar, zeytinler, ekin…

Taylan: Çiçekçilik…

Semih: Bugünse burada üretilen hiçbir şey yok. Sadece restoran, pansiyon, büfe, fayton turu… “Adada tarım yapılabiliyormuş demek ki, biz neden yeniden canlandırmayalım?” dedik.

Taylan: En başından beri arzumuz burada tarım yapmaktı. Günlerce konuştuğumuz, hayalini kurduğumuz şey buydu. Adada vaktiyle yapılmış üretimi devam ettirmek…

İlk çiçekçilik üretim ve satış kooperatifini (1945) ve çiçek mezatını kuran Sadık Güzelosman da Heybeliadalı; gül bahçeleri vardı…

Taylan: Meşhur çiçekçi Sabuncakis’ler falan hep adadan çıkmış. Seralar halen duruyor. Bahçıvanlar buradan Yalova’ya götürmüş çiçekçiliği. Adalar, Marmara’nın ortasında, kendine özgü bir mikroklima. Akdeniz iklimine daha yakın. Burada portakal, turunç da yetişiyor, Antep fıstığı, hurma da… Ama bunların hiçbiri mesela Kartal’da olmuyor. Buna karşılık, ekilebilir, dikilebilir alan çok az. Dolayısıyla, bu çok kıymet verilmesi, sıkı sıkıya korunması gereken bir alan.

Güçleri birleştirmek istedik, deneyimi birleştirmek, ortak üretmek… Kooperatifte bir araya gelenlerin ortak paydası Adalar’a özgü bir üretim faaliyetinde bulunmak. Bundan yüz yıl önce burada ciddi bir tarım faaliyeti varmış. Bugünse burada üretilen hiçbir şey yok. Sadece restoran, pansiyon, büfe, fayton turu…

Arıcılık basamak oldu dediniz, sonra nereye doğru genişlediniz?

Semih: Kooperatif kurma sürecinde uzun süre yapabileceklerimizi, hayallerimizi, hedeflerimizi konuştuk… Tarım için her şeyden önce arazi gerekiyor tabii.

Taylan: Eski başbakanlardan Fethi Okyar’ın Büyükada’da yüz dönüme yakın bir arazisi var. Torun Fethi Okyar da arkadaşımız, akademisyen. Onunla konuştuk. Tarım yapma, kooperatifleşme hevesimizi, niyetimizi anlattık. O da çok sıcak baktı. Ve Büyük Tur yolundaki 100 dönümlük arazisini bu işe açtı. Araziye gittiğimizde yabani zeytin ağaçlarıyla karşılaştık. Adada yabani zeytin ağacı olduğunu biliyorduk, ama bir arada 900 zeytin ağacı görmek şaşırttı. 900 tane yüz küsur yıllık, kimse tarafından dikilmemiş, yabani zeytin ağacımız var.

Semih: Bir arada bu kadar yabani zeytin ağacı Türkiye’deki en büyük koloni. Genelde hep dağınıktır.

Taylan: İzmir Zeytin Araştırma Enstitüsü bu konuda Türkiye’nin en üst düzey kurumlarından biri. Onlara müracaat ettik. Üç defa mühendislerini gönderdiler. Marmara Birlik’ten de uzmanlar çağırdık.

Semih: Bütün ağaçlarımızı incelediler, değerlerini ölçtüler. Hepsini tescil ettirdik. Nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konusunda danıştık, bilgi aldık.

Taylan: Devletin de propagandasını yaparak yaygınlaştırdığı yanlış bir anlayış var: “Yabani zeytinleri aşılayın, verimi artırın!” Cezayir’den İspanya’ya, İsrail’e tüm Akdeniz çevresinde zeytin var. Ama bunun gibisi yok. Yabani zeytinle kimse uğraşmıyor. Uğraşılmamasının sebepleri var. Bir, doğa içerisinde dağınık olması; iki, tanelerin küçük olması. Aşılanmış zeytinden dört-beş kilo sıkıyorsunuz, bir litre yağ elde ediyorsunuz, bundan 25-30 kilo sıkıyorsunuz bir litre için. Ama, “yabani zeytin bir değer” dedik, aşılamamaya karar verdik.

Zeytinin tadıyla, kalitesiyle ilgili bir sorun var mı?

Semih: Tadı ve kalitesi çok yüksek. Altın değerinde.

Taylan: Mükemmel ötesi. Binlerce yıldır insanlar doğada topladıkları zeytini sıkar, yarasına beresine sürer, hastalandığında çeşitli bitkilerle karıştırır içer, tüm ilacı budur. Anadolu’da geleneksel eczacılığın hammaddesi zeytinyağı. Yabani zeytinin değerleri çok yüksek, oksitlenme oranı çok düşük. Dolayısıyla, aşılama fikrine kesinlikle yanaşmadık. Bunun hem ekonomik bir değer olduğunu, hem insan sağlığı için çok önemli bir hammadde olduğunu anlatmak, tanıtmak gerekiyor. Sonuçta, zeytinleri topladık, sıkımını yaptık, şişeledik, ortaya bu yağ çıktı.

 

Ücretli çalışanınız var mı?

Semih: Üretim, toplama, sıkım, her şeyi kooperatif olarak kendimiz yapıyoruz.

Zeytinle ilgili de kurs gördünüz mü?

Semih: Hayır. Ama, uzmanlardan destek aldık. İzmir’den kalkıp geldiler, burada birkaç gün kaldılar, zeytinlerimizden numuneler aldılar.

Bazı kurumlar hâlâ yaşıyor yani…

Taylan: Nasıl kalmışlar bilmiyorum ama, hâlâ çok değerli insanlar var, özellikle tarım birimlerinde. Bize çok destek oldular.

Semih: Zeytinimizi Marmara Birlik tesislerinde sıktık. Çok özel bir zeytin olduğu için makineyi bizim için tamamen temizlediler.

Taylan: Hem İzmir hem Marmara Birlik’ten gelip ağaçlarımızın tescilini yapan ekipler arazimizde beş ayrı tür yabani zeytin tespit ettiler.

Biri çıkıp da bu ağaçları siz dikmediniz ki, onlardan ben yararlanmak istiyorum derse…

Semih: Arazi özel mülk.

Taylan: Orman yabani zeytin ağacı dolu. Keşke başkaları da toplasa.

Semih: Biz teşvik ediyoruz, “Ormanda çok ağaç var, gidin toplayın” diyoruz. Bizde dokuz yüz ağaç var, ormanda iki bin beş yüz yabani zeytin ağacı vardır. Diğer adalarda da var.

Taylan: Bir dönem burada ağaç dikmeye büyük bir ilgi varmış, çeşitli kıtalardan çok çeşitli ağaçlar dikilmiş. Sakız ağacı da var mesela burada. Belediye fidanlığının önündeki ağaç sakız ağacı. Çok az bulunur halbuki.

Semih: Menengiç çok mesela bizim arazide. Onu aşıladığınızda antepfıstığı oluyor. Orman menengiç dolu. Biz menengiçleri de toplayacağız. Menengiç yağı, menengiç kahvesi var…

Adalar, Marmara’nın ortasında, kendine özgü bir mikroklima. Akdeniz iklimine yakın. Portakal, turunç da yetişiyor, Antep fıstığı, hurma da… Ama bunların hiçbiri mesela Kartal’da olmuyor. Buna karşılık, ekilebilir, dikilebilir alan çok az. Dolayısıyla, çok kıymet verilmesi, sıkı sıkıya korunması gereken bir alan bu.

Arıcılık ve zeytincilikten sonra, faaliyet alanınız genişledi mi?

Semih: Adada en büyük sorun su. Çok su isteyen üretimlere büyük ölçekte giremezsiniz. Domatesti, fasulyeydi, sadece kendi evinizin ihtiyacını karşılayacak kadar üretebilirsiniz. Zaten o yüzden burada vaktiyle bağcılık, zeytincilik gibi pek su istemeyen alanlara yönelmişler.

Taylan: Bizim arazide yedi kuyu var, vaktiyle açılmış. O kuyuların ıslahı zor ve maliyetli bir iş. Ama yine de yapılmalı. Programımızda bu da var. O kuyuları tekrar faaliyete geçireceğiz.

Semih: Bu arada, yapabilirlik açısından bize çok uygun geldiği için istiridye mantarı yetiştiriciliğine yöneldik.

Taylan: İstiridye mantarı bir çadır içinde yetiştirilebiliyor, havadaki nemle büyüyor, çok az su istiyor. En önemlisi, iyi bir protein kaynağı. Diğer mantarlar küfte, çamurda yetişirken, istiridye mantarı tamamen steril ortamda gelişiyor. Kompost dediğimiz büyüme alanı steril olmak zorunda. Saman saatlerce kaynayacak, içinde bir gram bakteri, mikrop olmayacak…

Semih: Diğer mantarlar bakteriyle ürüyor, istiridye mantarı bakteriyi kabul etmiyor. Tamamen nemle büyüyor.

Taylan: Ağaçtan glikoz alıyor. Başka yerlerde yetiştirilenle bizim mantar arasında tat bakımından dağlar kadar fark var, bizimki çok lezzetli, çünkü burada denizden ötürü havada tuzlu bir nem var.

Adalarda bol miktarda yabani Kanlıca mantarı da var…

Semih: Kanlıca mantarının kültürü yok, sadece doğadan toplayabilirsiniz. Bizim arazimizde de Kanlıca mantarı var. Biz Kanlıca mantarına yönelmedik, çünkü maksadımız üretim yapmak, toplayıp satmak değil. Kanlıca mantarını satmak ticaret olur. Adalılar zaten topluyor Kanlıca mantarını. Bizim arazimizde de çok var, gelip oradan da topluyorlar.

Taylan: İstiridye mantarının üretiminin kesintisiz olabilmesi için iki-üç çadıra ihtiyaç var, çünkü bir parti üretimi aldıktan sonra, yirmi gün beklemeniz gerekiyor. Geçenlerde, işsiz kalmış iki gazeteci arkadaş geldi, “Biz de mantar üretsek, nasıl yapacağız” diye danıştılar… Biz de onlara “Buyurun mantar çadırı burada, isterseniz bizimle birlikte başlayın” dedik. “Bir çadır kurmak için 50-60 bin lira harcayacağınıza, iki ayrı çadır kurmak yerine, gelin bu çadırı ikiye bölelim”. Anadolu’da yüzlerce, belki binlerce çadır tek üretim yapıldığı için atıl duruyor. Çadırı ikiye bölme işini başarırsak, Anadolu’ya da örnek olacağız.

Bu iki gazeteci arkadaş da kooperatife üye mi?

Taylan: Kooperatifin üyeleri tabii. Fiili olarak da çalışıyorlar. Habertürk kapanınca işini kaybeden gazeteciler… Böyle bir dayanışma ağı örülmesi için kapımız açık.

Semih: Mantarda da, arıcılıkta da bizim hedeflerimizden biri de herkesin balcılığı, arıcılığı öğrenmesi. Üretim faaliyetini yaygınlaştırmak. Herkes kovanını kursun, kendi balını yapsın. Öğrenmek isteyenlere öğretmeye çalışıyoruz. Uzun yıllardır adada yaşayanların bile bazıları “adada zeytin mi vardı” diye şaşırıyor. Geçenlerde biri “Benim bahçemde de var, ben de toplayacağım seneye” dedi. Ne güzel. Bizim amacımız bu.

Taylan: Böylece, arıcılık ve zeytinciliğe mantar eklendi. Bunlara lavanta eklemeyi düşünüyoruz.

Yine aynı arazide mi?

Taylan: Evet, kovanların arasında. Hem arılara yem olacak, hem de lavantanın yağını elde edeceğiz. Lavanta yağı çok önemli, çok kıymetli. Lavantayla birleştireceğimiz başka kokular da var. Bir karışım denemesi yaptık. (gösteriyorlar) Bunun içinde lavanta, azıcık karanfil, menengiç, defne yaprağı var… Alkolle yağlar süzüldü, kendi zeytinyağımızdan da biraz ekledik. Bunu sürdüğünüzde, sivrisinek, sinek gelmiyor. Doğal kokular, sinek kovucuları, parfümler üretebiliriz… Lavantayı tercih etmemizin sebebi, su istemiyor, çalı bitkisi. Katma değeri çok yüksek. Lavantanın karabaş otu denen, yabani bir cinsi zaten burada var. Dolayısıyla, burada yetişeceğinden kuşkumuz yok. Ama damıtmak için tesis lâzım. Tesis için yer lâzım. Her sene biçilmesi lâzım… Yoksa arıya yedirdiğinizle kalırsınız. Yapacağınız yatırımla vereceğiniz emeği, elde edeceğiniz ürünü dengelemek lâzım. Her şeyi ince ince hesaplayıp hareket etmek gerek. Şu anda arazi belli, hangi lavanta cinsini ekeceğimiz belli, nereden, kaça alacağımız belli. Ön çalışmayı bitirdik.

Kendinizin üretmeyip de satışını yaptığınız ürünler için nasıl kriterleriniz var?

Taylan: İlla organik olması gibi bir şartımız yok. Organik sertifikası herkesin alabileceği bir şey değil. Mesela, bu kuru kayısıları babam üretiyor. Bizim bahçenin ürünü. Nasıl ürettiğini biliyorum. Ama sertifikası yok. Organik kriterlerini zaten gerçekten yerine getirebilecek çok çok az yer var. Bir kere, uluslararası kriterleri tespit eden belli ajanslar var, onlara ödeme yapmanız gerekiyor… Pek çok kriter var… Bizim için sattığımız ürünün organik sertifikalı olması bir kural değil.

Semih: Üreticiyi tanımamız, bilmemiz daha önemli. Nasıl üretim yapıldığına, nasıl bir anlayışla, yöntemle yapıldığına bakıyoruz.

Taylan: Eski bir gazeteci arkadaşımız var, Datça’da bal üretiyor, zeytinyağı üretiyor. Nasıl bir üretim yaptığını biliyoruz. Gönül rahatlığıyla satıyoruz ürününü burada. Salçaları Antep’te bir ablamız evinde üretiyor. Kadın nasıl organik sertifikası alsın?

Semih: Doğrudan üreticiden almak gibi bir prensibimiz var. Sattığımız organik ürünleri de üreticisinden alıyoruz.

Üretmediğiniz ürünleri satmaktaki temel gayeniz adada yaşayanlara sağlıklı ürün ulaştırmak mı, nispeten ucuz gıda temin etmek mi, üreticilere destek olmak mı?

Taylan: Hepsi. Sağlıklı ürünün ucuza da satılabildiğini göstermek istiyoruz. Bugün organik denen ürünlerin istismarını yapan da çok. İnsanlar, temiz, iyi, sağlıklı, organik ürünlere ucuza ulaşabileceklerini de görecek. Bu da üreticiye yansıyacak. Üretici senin talep ettiğini üretiyor. Dün dükkâna gelen bir adam bizim kayısılar için “tadı güzel ama, çok buruşuk” dedi.

Semih: Şişirilmiş, merdaneden geçirilmiş, bir örnek hale getirilmiş kayısılara alışmışlar.

Taylan: Parlak gözüksün diye üzerlerine adi yağlar sürülüyor. Maalesef insanlar kötüye çok alışmış. Düz, pürüzsüz, parlak, canlı renkli… Böyle olunca iyi sanılıyor.

Kadın üreticilere öncelik vermek gibi bir prensibiniz var mı?

Taylan: Öyle bir prensibimiz var tabii. Adadan, bizim mahalleden bazı kadınlar kooperatiften haberdar olmuş, “Biz tarhana ve reçel ürettik, sizin orada satabilir miyiz?” diye çekinerek geldiler. Adanın kabak reçeli vardır, damla sakızlı kabak reçeli. Eskiden Giritli Rumlar yaparmış. Çok güzel bir tat. Kadınlar bundan üretmişler. Onların üretimleri de bizim önceliğimiz arasında. Burası zaten böyle bir amaçla açıldı.

Semih: Kaliteli gıdayı uygun fiyata satmak gibi bir maksadımız var. Kendi ürettiğimiz balın kalite olarak piyasa fiyatı en az 200 lira, biz 100 liraya satıyoruz. İnternette bakın, litresi 1100 liradan aşağı delice zeytinyağı bulamazsınız. Biz kendimiz üretiyoruz, 500 liraya satıyoruz. Ne kadar kâr beklediğinize bağlı…

Büyükşehir belediyesi bir ara dükkânınızı kapatmaya kalkmış. Sonra yürütmeyi durdurma kararı çıkmış… Yerel belediyeyle ve büyük şehirle aranız nasıl?

Taylan: Yerel belediye bize çok destek oldu.

Satış yaptığınız bu mekân belediyeye ait, değil mi?

Taylan: Evet. Adalar Belediyesi’yle bir işbirliği protokolü imzaladık.

Sizden kira alıyorlar mı?

Alıyorlar tabii.

Rayiç üzerinden mi, yoksa kooperatif fikrini desteklemek için bir indirim yapıyorlar mı?

Buraya başka talipler de vardı. Başkasına daha yükseğe verebilirlerdi. Bize çok daha düşük bir fiyata verdiler.

Semih: Kendi kârlarından vazgeçerek bize verdiler. Haklarını yemeyelim. Kooperatif fikrinin başından beri destekleri var.

İBB sizi niye buradan çıkartmak istedi?

Taylan: Yıllardan beri İBB bütün bu caddenin ana arter olduğunu iddia ediyor. Halbuki burası yayalaştırılmış bir alan. Mahkeme de buranın ana arter olmadığını tespit etmiş. Bizim burayı ilk devrilecek yer olarak görüyorlardı bence, burayı aldıktan sonra, tüm sahile fiili olarak el koyacaklardı. Bu küçücük dükkâna büyük bir operasyon yaptılar. Emniyet müdürü, 70 polis, çevik kuvvet, zabıta…

Semih: Çıkartma gemisiyle geldiler.

Taylan:Kapıyı biz açmayız” dedik, “ne yaparsanız yapın”. Kırıp açtılar.

Semih: Öncesinde 18 defa baskın yedik, 18 defa geldiler. Bu anlattığımız olay 19. gelişleri. Kapının önünde belediye başkanı, emniyet müdürü, cumhuriyet savcısı, kaymakamlık görevlileri, hepsi buradaydı. Yandaki restoranları kapatmaya kalksa büyük bir tepki alacağını biliyor, onun için bizim burayı kapatıp örnek göstermek istiyorlar. Açıkça ifade etmek gerekirse, AKP ilçe başkanı bu alanı bankamatiğe satmış. Biz de tam o arada buraya girmiş olduk. Bizim böyle karşı koyacağımızı beklemiyordu. Çıkartamadı bizi.

Taylan: Zabıtayı görünce herkes el pençe divan.

Semih: Kaymakamı arayan, zabıtayı günde üç kere başımıza gönderen, emniyeti kapımıza diken, 25 çevik kuvvetle yolları kesen AKP ilçe başkanı, daha doğrusu eski ilçe başkanı, sonra görevden alındı. Kâğıt üzerindeki gerekçeleri 2009’da aldıkları UKOME (Ulaşım Koordinasyon Müdürlüğü) kararı. Hem idare mahkemesinden hem bölge idare mahkemesinden hem de Danıştay’dan kararın hukuka uygun olmadığını tescil ettirdik. Pirince giderken bulgurdan oldular. Burayı almaya çalışırken bütün caddeyi hukuken kaybettiler. Ama üç gün önce, yine gelip taciz ettiler bizi. O 18 defa baskın sürecinde bayağı bir itişme kakışma oldu.

Bizim için sattığımız ürünün organik sertifikalı olması bir kural değil. Üreticiyi tanımamız, bilmemiz daha önemli. Nasıl üretim yapıldığına, nasıl bir anlayışla, yöntemle yapıldığına bakıyoruz.

Bunlar yaşanırken size destek olan kurumlar, başka kooperatifler oldu mu?

Taylan: Olmaz mı? Kadıköy, Acıbadem, Koşuyolu, Beşiktaş, Şişli kooperatifleri… Hepsi sağ olsunlar, destek oldular. Adalar Belediyesi…

Semih: Bizzat gelerek bu işin burada kavgasını verdiler. Bir İBB-Adalar Belediyesi çatışması da oldu. Adalar Belediye başkanı destek oldu. Büyükada halkı büyük destek oldu.

Taylan: Adalardaki yerel bir örgütlenme olan Arka Güverte hariç, buradaki sivil toplum örgütlerinin bir desteği olmadı. Mesela Kent Konseyi’nden ne gelen ne soran…

Semih: Kent Konseyi’nin Çevre Grubu var. Tarımsal faaliyet ve organik üretim üzerine söyleşiler düzenliyorlar; burada tarım yapıyoruz, bizi davet etmiyorlar. Tamam, bilirkişi değiliz, ama deneyimimizi, niyetimizi, sorunlarımızı, onları nasıl çözdüğümüzü anlatabiliriz.

Taylan: Bu konuda biraz tuhaflık var açıkçası. Halen biz yokmuşuz gibi davranıyorlar.

Üretim faaliyetine bilfiil katkıda bulunmak dışında kooperatife üye olmanın başka koşulları var mı?

Semih: Kooperatifi kurarken, hiçbir siyasi görüş ayrımı gözetmeden herkese açık çağrı yaptık. Tüm örgütlerden bu işe gönül verebileceğine inandığımız kişileri kooperatife davet ettik.

Taylan: Kriterimiz üretime katkıda bulunmak, “Etiket sahibi olayım, hobi yapayım” değil. İsteyen hobi olarak da tarım yapabilir. Ama o ayrı bir şey. Hobi için bize üye olman gerekmiyor.

Semih: Şu kadar, bu kadar para verip kooperatife gireyim diyen tüccar zihniyetlileri almadık. Kendimiz amelelik yaptık, kazma kürek salladık. Yaz boyu, neredeyse 40 derece sıcakta kazma kürekle çalıştık.

Taylan: Sırf tarımsal üretim faaliyetine katkı olmayabilir. Reklamcılıktan anlıyordur, tanıtıma katkıda bulunur. Tasarımcıdır, o alanda katkısı olur. Farklı alanlarda işin ucundan tutan üyelerimiz var. Sonuçta kriterimiz üretimin bir ucundan tutmak.

Semih: Mesela bir arkadaşımız “ben tarımdan anlamıyorum, ne yapabilirim?” dedi. 900 zeytin ağacına yetecek damlama sulama sistemi aldı. Bir arkadaşımız tanıtım işlerimizi yapıyor. Bir başka arkadaşımız muhasebe kısmına bakıyor. Kendi yağımızla kavruluyoruz. Bedenen çalışma gücüne tabii ki ihtiyacımız var, ama hayata geçebilecek fikirleri olan, bu fikirleri baştan sona alıp uygulayabilecek insanların aramıza katılmasını istiyoruz. Bundan yirmi-otuz yıl sonra, “Adada tarım yoktu, bu adamlar bu işi başlattı” densin; umudumuz o.

Taylan: Ülkede herhalde içinde çiftçi olmayan tek tarım kooperatifi biziz. Selim mimar, ben gazeteciyim. Bir tane çiftçi yok içimizde.

Üyeler arasındaki ilişki, söz hakkı eşit mi? Kararları nasıl alıyorsunuz?

Taylan: Devletin mevzuatına göre, biz tarım bakanlığına bağlı bir kooperatifiz.

Semih: Yılda dört defa denetleniyoruz. Her yıl genel kurul toplamamız gerekiyor.

Taylan: Tarım bakanlığının öngördüğü kuruluş şemasına göre, üç kişilik bir yönetim kurulumuz, üç kişilik denetleme kurulumuz , bunların yedekleri ve bir de divan kurulu var. Ama fiiliyatta, bir karar alınacağı zaman, ne kadar üye varsa, yaygınlaştırıp herkesin fikrini, onayını alarak karar vermeye çalışıyoruz. Öte yandan, diğer kooperatiflerde gördüğümüz gibi, saatlerce, günlerce tartışalım, ondan sonra bir karara varıp harekete geçelim şeklinde davranmıyoruz. Başından beri hem hareket ediyoruz, hem tartışıyoruz.

Semih: Yürürken düşünüyoruz biz.

Taylan: O nedenle de işler bu kadar çabuk oldu. Kooperatif nedir, nasıl olmalıdır diye iki sene tartışmamıza gerek yok. Devletin tanımladığı bir kooperatifçilik var. Entelektüel tartışmaları yine yapalım, varsa zamanımız, birikimimiz… Ama biz kooperatifçilik üzerine uzun uzadıya teorik tartışmalara girmedik. “Kayısı nasıl olur, mantar nasıl yetişir?”le de çok zaman geçirmedik. Nasılını uzmanından öğrenip oluruna olmazına karar verdikten sonra, hemen giriştik işe.

Üyelerden biri yeni bir öneri getirdiğinde oylama mı yapıyorsunuz?

Taylan: Bir fikir ortaya atılınca, çoğunluğun kararına göre davranılıyor. Konuya ilgi gösteren, söylemek isteyen herkes fikrini söylüyor. Ciddi bir itiraz yoksa, öneri benimseniyor. Şüpheli noktalar, soru işaretleri varsa, tam içimize sinmiyorsa, ihtiyat payını koyuyoruz, olgunlaşana kadar bekliyoruz. Mesela şimdi solucan gübresi üzerine bir proje geliştiriyoruz. Adaya ilişkin esas büyük projemiz o. Adanın atığının yüzde 60-70’i organik. Organik atığı solucana yedirip çok değerli bir gübre elde edebiliriz. İkincisi, at dışkısı, at pisliği de sürekli bir meseledir burada. Her yıl tonlarca gübre birikiyor, çöpe atılıyor. At gübresi dünyada en kıymetli gübrelerden, özellikle mantarlar için. Dünyada at kalmadığı için pek kullanılamıyor. Avrupa’da belki de atın en yoğun olduğu bölge burası. İki bin at var. Her birinin günde iki-üç kilo dışkısı çıkıyor. Tonlarca gübre. Belediye bundan kurtulmak istiyor. Pislik çünkü.

Semih: Halbuki, bu da bir değer. Değere dönüştürülebilecek bir şey.

Taylan: Bir handikapı var, at gübresinin yakılması zor. Onun mekanizması kurulacak. Evsel organik atık da önemli bir hammadde. Adada belediyenin en büyük gideri çöpün tahliyesi. Çıkarma gemilerine yükleniyor, karşıda çöp dökme alanına gidiyor. Çöpü evlerde ayrıştırdığınızda, yüzde 60-70 çöp yükünüz azalıyor.

Bu kooperatif olarak sizin altından kalkabileceğiniz bir şey değil herhalde…

Taylan: Tek başına altından kalkamayız tabii. Şu anda bunu proje haline getirip belki başka kooperatiflerle ya da kurumlarla birlikte nasıl yapabiliriz diye üzerinde çalışıyoruz. Adalar’a ilişkin esas yapmak istediğimiz, örnek de olabilecek bir tasarı bu. California solucanı denen solucan bir zaman canlı olan her şeyi yiyor. Gübresi de en değerli gübre. Birkaç yıla kadar, organik üretim yapıyorum diyen herkese solucan gübresi kullanmayı zorunlu kılacaklar. Türkiye’de şu anda yeterince üretimi yok. Başka her şeyde olduğu gibi, bu da birtakım güç odaklarının elinde. Bu işin içinde belediyenin olması gerekiyor. İster biz yapalım, ister belediye kendisi yapsın, bu projenin hayata geçmesi gerekiyor. Buranın tonlarca çöpünü alıp karşıya dökme saçmalığından kurtulmak lâzım.  

Sağlıklı ürünün ucuza da satılabildiğini göstermek istiyoruz. Organik denen ürünlerin istismarını yapan çok. İnsanlar, temiz, iyi, sağlıklı, organik ürünlere ucuza ulaşabileceklerini görecek. Bu da üreticiye yansıyacak. Üretici senin talep ettiğini üretiyor.

Külfetin dışında, israf da…

Taylan: Organik atığı ayrıştırmak, diğerlerini de ayrıştırmak demek. Bizim insanımız evde çöpünü ayrıştırmaya üşenir. Buna teşvik etmenin iki yöntemi var, ceza ya da ödül. Ödül sistemi benimsenebilir. Antalya’da Muratpaşa belediyesi buna benzer bir şey yapmış. Ödül ne olabilir? Organik atığı getiren bir puan kazanır. Kazandığı puanla anlaşmalı bir yerden alışveriş yapabilir ya da indirim kazanır. Belediye bunu bütün işletmelerle, dükkânlarla görüşebilir. Hele ada gibi küçük ölçekte çok rahat denetlenebilir, uygulanabilir.

Belediyeyle, çeşitli kurumlarla işbirliği yapıyorsunuz, ama bir yandan da kooperatifin bağımsızlığını koruması sizin için önemli bir ilke mi?

Semih: Kesinlikle. Bize müdahale edilebilecek hiçbir şeyin içinde olmadık, belediyenin ya da hiçbir kurumun da bugüne kadar bize bir dayatması ya da bizden bir talebi olmadı. Aksine, biz onları bu işlerin içine katmak istiyoruz.

Taylan: Mesela belediyeyi bu atık projesine katsak çok mutlu olacağız. Biz kaymakamlığa da gidip bunu anlattık. İl Tarım, İlçe Tarım, hepsiyle görüşürüz… Yeter ki, bu fikirlerin olabilirliği görülsün, bu tür girişimlere teşvik verilsin.

Kurumların önüne önerileri, projeleri getirdikçe, onlar da değişmeye başladı. İlk başta şüpheyle bakanlar, uzak duranlar ilgi göstermeye başladı.

Başka kooperatiflere destek olmak, elde ettiğiniz kaynağın bir kısmını dayanışmaya aktarmak gibi bir niyetiniz var mı? Kooperatifçiliğin gelişmesine, yaygınlaşmasına katkıda bulunmak gibi bir amacınız var mı?

Semih: Şimdiden yaptık bunu. Beşiktaş, Kadıköy gibi birçok tüketim kooperatifiyle ilişki kurduk.

Taylan: Kadıköy kooperatifi bizi ziyarete geldi. Yedi-sekiz ay önce onlara “Biz üretim kooperatifiyiz, ama aynı zamanda tüketim kooperatifiyiz de. Siz de aynı şekilde üretim kooperatifi haline gelin” diye önerdik.

Semih:Gelin, beraber üretelim” dedik.

Taylan: Üretim ayağını bir kenara bırakırsanız, eninde sonunda tüccara dönüşürsünüz, öyle bir tehlike var. Aldım-sattım meselesine dönüşür. Ama, üç-beş kalem de olsa, ne istiyorsanız, neye ihtiyacınız varsa, neye aklınız yatıyorsa üretirseniz, o zaman iş dönüştürücü olur. Onlara “isterseniz, bizimle de üretebilirsiniz” diye kapımızı açtık. Bu fikre sıcak baktılar. Ama arkadaşların tartışma, danışma süreçleri çok uzun sürüyor. Siz tartışıp bir yere varana kadar hayat bazen başka bir yere evriliyor.

Semih: Biz gündüz çalışıyoruz, akşam sekizden sonra tartışıyoruz.

Edindiğiniz bilgiyi, tecrübeyi kursla, bir tür stajla aktarmak gibi bir planınız var mı?

Taylan: Her tarafta kurs var. Ama isteyen, merak eden gelip bizimle takılabilir. Meraklısı kursa da gitsin. Ama profesyonelleri versin kursu, biz vermeyelim.

Elde ettiğiniz geliri nasıl bölüşüyorsunuz; bir ücret, maaş uygulaması var mı?

Taylan: Şimdiye kadar, kendimiz de dahil, kazanılan hiçbir şeyi ücret, maaş olarak dağıtmadık. Artı değer olarak ürettiğimiz her şeyi başka bir üretime yatırdık. Arıdan aldığımızı mantara verdik, mantardan aldığımızı dükkâna verdik… Bazı ürünleri sattıkça başka ürünler aldık. Üretilen artı değer kooperatifin içinde değer olarak kaldı şu âna kadar hep.

Semih: Bir yıl gibi bir sürede, mantar tesisi kurduk, 200 kovan aldık, iyi-kötü bir dükkân ortaya çıkardık, bir ofisimiz var… Hiç kimseden maddi katkı almadan, kredi kullanmadan yaptık bunu. Bal satıp yağ, yağ satıp sirke, sirke satıp salça alıyoruz… Dükkânı bir yıl çalıştırıp lavanta projesinin bütçesini oluşturacağız. Hedefimiz üç yılın sonunda gelir paylaşabilmek.

Taylan: Önümüzde bir de zeytinleri ıslah etme işi var. Yine yaban zeytini olarak kalacak, ama budanacaklar, kökleri kazınacak, damlama sulama sistemi döşenecek, verimi artırmaya yönelik iyileştirmeler yapılacak. Bunun için 40 bin lira kadar masraf yapmamız gerekecek.

Benzer birçok faaliyette gördüğümüz gibi, günlerce tartışalım, sonra bir karara varıp harekete geçelim şeklinde davranmıyoruz. Yürürken düşünüyoruz. O nedenle de işler çabuk oldu. Kooperatif nedir, nasıl olmalıdır, entelektüel tartışmaları yine yapalım, varsa zamanımız, birikimimiz…

Bağcılıkla uğraşma niyetiniz var mı?

Semih: Adanın orijinal üzümünü yetiştirerek bağcılık yapma amacımız var. İzmir Zeytincilik Araştırma Enstitüsü Büyükada’nın üzümünü bulma konusunda da bize yardımcı oldu. Türkiye’deki bütün zeytin türleri gibi, bütün üzüm türlerinin de envanteri var onlarda.

Taylan: Yine dede Fethi beyin arazisinde, çok eskiden kalma kütükler var… Üç-beş tane kalmış, ama çelik yapıp yüz küsur yıl önceye ait bu kütükleri çoğaltacağız.

Semih: Bizim arazinin adı zaten Fethi Bağları. Biraz ötesi Eskibağ, ondan ilerisi Viranbağ… Adanın o yüzü tamamen bağmış. Onların arasında kendiliğinden zeytin ağaçları çıkmış. Kuşlar ekmiş zeytinleri. Bağ yok olunca zeytinler kalmış.

Kooperatifin kuruluş aşamasında ve sonrasında karşılaştığınız zorluklar neler oldu?

Taylan: Bizim için en büyük zorluk ulaşım. Tarım aletsiz yapılmıyor. Aletleri taşımak bizim için büyük zorluk. Adada olmanın zorluğu bu.

Semih: Bu kadar geniş, eğimli bir arazide kazma ve kürekle, çok kısıtlı aletlerle, üç kişi dört ay kazdık.

Taylan: Zeytini topluyorsunuz, yukarıya sırtınızda çıkarıyorsunuz, araç yok çünkü. Küçük bir traktöre ihtiyacımız var. Kooperatif olduğumuz için bize belki bir ayrıcalık tanınabilir. Arazimizden iskeleye kadar yetiştirdiğimiz ürünü taşımak için de nakliye aracına ihtiyacımız var.

100 dönüm de az buz bir alan değil…

Semih: Evet. Torun Fethi Okyar yıllardır araziyi ranta çevirmek yerine, böyle korunmasını ve yaşatılmasını istiyor. Arazideki sakız ağacını dede Fethi Okyar’ın eşi Galibe hanım dikmiş, üzümü de o dikmiş… Galibe Okyar Çiftliği diyoruz biz. Fethi Okyar’ın ideali orayı böyle yaşatmak.

Taylan: Mimar Sedat Hakkı Eldem’in yaptığı köşk var orada. Atatürk gelmiş, kalmış. Bir tarihsel, kültürel miras. Köşk de olduğu gibi korunmuş.

Üye sayısını çoğaltmak gibi, büyümeye yönelik hedefleriniz var mı?

Semih: Üyelere daha baştan, “kâr paylaşımı için üç yıl bekleyeceğiz, en az üç yıl elde ettiğimiz geliri yatırıma çevireceğiz” dedik. Kooperatifin genişlemesi de belki o tarihten sonra başlayacak. Şu an biri gelir de mesela “lavanta projesinde ben de varım, elimi de taşın altına koyarım” derse, kapımız ona açık tabii. Ama kârdan pay beklentisiyle gelen için şu anda öyle bir gücümüz yok.

Taylan: İlerde genişlemek gibi bir hedefimiz kesinlikle var.

Ürettiğiniz her şeyi sadece bu dükkânda mı satıyorsunuz, yoksa sizin ürünlerinizi satan başka yerler var mı?

Taylan: Pazarlara çıktık. Çarşambaları Heybeliada pazarında tezgâh kurduk. Büyükada ve Heybeli pazarlarında mantar satışı olacak.

Semih: Dükkândan önce, adada yaklaşık bir ton mantarı bedava dağıttık. Kamyonete yükledik, tanıtmak için herkese dağıttık. İnsanlar nerden, nasıl alabiliriz diye sormaya başladı sonra. Araziye gelip alanlar oldu. Onun üzerine, pazara çıkma fikri doğdu. Belediye pazarda yer verdi.

Uluslararası düzeyde kooperatiflerle bir ilişkiniz, temasınız oldu mu?

Taylan: Bu yönde bizim çabamızdan çok, bize gelenler oldu. Bu kadar işin gücün arasında henüz o tür ilişkileri kurmaya sıra gelmedi. Fransız parlamentosunda 34 yıldır çalışan bir hanımefendi var, o bizim projelere ilgi gösterdi. Çeşitli kurumlara, kuruluşlara başvurmak üzere ona bir dosya göndereceğiz. Somut bir şey yok şu anda, hepsi niyet düzeyinde. Bizim mantara, zeytinyağına Avrupa’dan talepler de oldu. Ama bizim onları karşılayacak üretimimiz yok.

Semih: Haftada birkaç ton mantar isteyen var. Ayrıca, Türkiye’nin çok bilinen büyük bir kuruluşu, restoran zincirleri olan bir firma, balın ve zeytinin tamamını istedi. “İstediğiniz fiyattan alacağım, çünkü muadili yok” dedi.  

Taylan: Ama satmadık. Niye diye hayret etti.

Semih: Kooperatifin bizim için önemli olduğunu anlattık. Adada yüz dönüm arazi onlar için çok cazip oldu. “Bizim adımıza üretim yapın, giderleri biz karşılayalım” dediler. Kabul etsek, adamların taşeronu olacağız. Bizim istediğimiz o değil ki. Kooperatiflerle işbirliği yapıp beraber üretmek bizim amacımız.

Üretim ayağını bir kenara bırakırsanız, eninde sonunda tüccara dönüşürsünüz, öyle bir tehlike var. Aldım-sattım meselesine dönüşür. Ama, üç-beş kalem de olsa, ne istiyorsanız, neye ihtiyacınız varsa, neye aklınız yatıyorsa üretirseniz, o zaman iş dönüştürücü olur.

Kooperatifçiliği kapitalist işletme modeline bir alternatif olarak mı görüyorsunuz?

Semih: Başlangıçta iskeleti oluştururken “kooperatif kuracağız, ama şirket gibi yöneteceğiz” dedik. Şirketten kastım, küçük yatırımı büyütme, genişletme anlamında…

Taylan: Daha çok üreticiyi ve tüketiciyi hedefleyen… Ama kapitalist kıstaslar içinde değil.

Semih: Bakliyat mesela, Malatya’dan geliyor. Kimin ürettiğini biliyoruz, düzgün üretim yapıyor, ilaçsız üretiyor, bunu ondan aldığımız sürece bu adam bu şekilde üretebilir. Biz ondan almasak, onun üretimini yok edeceğiz. Bu kuru fasulye bitecek. Bu salçayı üreten, kendi yetiştirdiği yerli domateslerle yapıyor.

Taylan: Kapitalizme alternatif diye düşünmek kooperatiflerin üzerine çok büyük bir misyon yüklemek olur. Kooperatifçilikle ilgili bazı arkadaşlarımızın öyle iddiaları var. Kooperatifçilik sanki birçok sorunu çözecek gibi… Yeni bir örgütlenme modeli, yeni bir yaşam modeliymiş gibi… Üretim-tüketim için kooperatif yeni bir model değil, yüzyıldır olan bir model. Ama kooperatifçiliğe yeniden bir dönüş var ve bunun olması güzel. Üreticiler ve tüketiciler kooperatifler çevresinde örgütlenebilir. Ama kapitalizme, kapitalist üretim ilişkilerine alternatif olmak kooperatiflerin boyutunu aşan çok iddialı bir laf olur. Bir kere eninde sonunda bakanlığa bağlısınız. Varlığınız onların iki dudağı arasında. Ama, bir yandan da kooperatifin dönüştürücülüğü de çok açık. İnsanlar bu ilişkilerin içine girdikçe üretim ve tüketim kalıpları, alışkanlıkları değişecektir. Üretim ve tüketim kooperatifleri birbirleriyle etkileştiği sürece birbirlerini de dönüştürüyorlar. Üretici ilaçsız üretime geçmek zorunda kalıyor mesela. Buradaki belediyeye de etkide bulunuyorsunuz. Her köyde, mesela sütçülerin, fasulyecilerin, etçilerin ayrı kooperatifleri olması, bunların birbiriyle ilişkide olması gerekir. Ama kendi alanları dışında büyük misyonlar da yüklememek gerek kooperatiflere. Bunlar büyük politikaları hayata geçirmenin mecraları değil.

Adil, eşit paylaşım, özgür çalışma koşulları gibi hedefleriniz var mı?

Taylan: Başından beri prensibimiz bu. Zaten bunun için kooperatif biçimini tercih ettik. Biz bir model olmak istiyoruz. Biz burada olmayan bir tarıma hayat vermek, olmayan çiftçileri yaratmak, olmayan malı üretip olmayan pazara satmak gibi bir işe kalkıştık. Bizim burada yaptığımız şeyin ilginçliği, her şeyi sıfırdan ve yeni bir bakışla yaratmak. Bu bizim hem avantajımız hem dezavantajımız. Ürettiğimiz herhangi bir ürünün tüm sorumluluğu bize ait. Ada balı diye bir şey yoktu. Yaptık. İyisiyle, kötüsüyle bir Büyükada balı var. Ürünlerin hepsi hem ucuz olacak, hem adil olacak, hem güvenilir olacak… Ve bu bir model olacak.

 

^