Covid-19 pandemisiyle birinci basamak sağlık hizmetlerinin önemi bir kez daha dank etti. Nüfusumuzun üç katı kadar, tam 270 milyon doz aşı için anlaşma yapıldığının müjdesi verilirken aşılamada ne durumda olduğumuzu, ölüm saçan salgın yönetimini, aşılamanın ve hasta takibinin yükünü çeken aile hekimlerinin çalışma koşullarını Türk Tabipler Birliği Aile Hekimliği Kolu Başkanı ve İstanbul-Ümraniye Aile Sağlık Merkezi’nde Aile Hekimi olarak çalışan Dr. Emrah Kırımlı’dan dinliyoruz…
Geçtiğimiz hafta (20 Mayıs) Bilim Kurulu toplantısına katılan BioNTech laboratuarının kurucu ortağı Uğur Şahin 30 milyonu haziran sonuna kadar olmak üzere, eylül sonuna kadar Türkiye’ye toplam 120 milyon doz aşı vereceklerini açıkladı. Sağlık Bakanı da “100 milyon doz Sinovac, 120 milyon doz BioNTech, 50 milyon doz Sputnik, toplam 270 milyon doz, nüfusumuzun üç katından fazla aşı için anlaşmamız var” dedi. Vaatleri şüpheyle karşılayanlar sosyal medyada “aşı nerede” diye sormaya devam ediyor. Aşılamada mevcut durum nedir?
Emrah Kırımlı: Ocakta 10 milyon, martta 50 milyon, nisanda 100 milyon aşı gelecekti, gelmedi. Şimdi yeni tarih ve miktarlar açıklanıyor. Doğal olarak, kimse inanmıyor ve soruyor, “aşılar nerede?” diye. Bu kez açıklamayı Uğur Şahin yaptığı için aşının geleceğine dair umut daha fazla. Bakanlığın aşı planlamasıyla, geçen dört ayda günde ortalama 150-200 bin kişiye aşı yapabildik. 83 milyonun üzerindeki nüfusun sadece 11 milyon küsuru çift doz aşılandı. Zamanında ve yaygın aşılama yapmadığınız takdirde toplumsal bağışıklık sağlanamaz. 21 Mayıs itibarıyla 27 milyon civarında yapılmış olan tek doz aşı bağışıklığı göstermez. Öte yandan, salgın yayıldıkça aşılı olmasına rağmen hastalananların sayısı da artıyor. Mutasyonlu virüs varyantlarının yayılımı endişe verici.
10-17 Mayıs arasında ikinci doz aşılarını olması gereken 1 milyon 200 bine yakın kişinin 750 binden fazlası aşılanamadı, aşıları bir hafta ertelendi. Bu, 750 bin kişinin binden fazlasının hastalanma ve elliye yakınının da ölme ihtimali demek. Bir hafta ertelemenin gerçek hesabı budur. Aşı geciktiği için insanlar ölüyor.
Zamanında ve yaygın aşılamanın yapılamamasının bir bedeli var. Altını çizerek söylemek gerek, bugün açıklanan aşı bağlantıları dört-beş ay önce kurulsaydı, bağışıklama ve salgının seyri açısından sonuçlar çok farklı olurdu. Örneğin ikinci dozların 28 günde yapılması yerine kapanma dönemlerine özel 14 günde bir yapılabilirdi. Etkinlik olarak hiçbir farkı yok. Salgınla mücadelede 14 gün kazanmış, daha fazla kişiyi daha kısa sürede aşılamış olurduk ve günde 300’den fazla kişinin ölümünü görmezdik. Salgın sürerken, aşı yokken Azerbaycan’a, Libya’ya buradan aşı gitti. Libya’ya gönderilen 150 bin doz aşı 75 bin kişinin çift doz aşılanması demek. Virüsle ilgili verilere göre, aşılanmayan 75 bin kişinin en iyimser tahminle yüzde 10’u, yani 7 bin 500 kişi hastalanacak, 83 kişi de ölecek demek, sadece Libya’ya gönderilen aşılar nedeniyle. Bunu göze alarak gönderdiler. Dert etmiyorlar. Günü kurtarmak derdindeler. Günde 150-200 bin aşı yaparak “mış” gibi yapmaya devam edilirse bu yılın sonuna kadar bitmez aşılama. Bugüne kadar günlük aşılamada en çok 600-800 bin bandına çıkabildik, onlar da sağlık çalışanlarıydı ve bir arada bulunuyor, sağlık hizmeti sunulan mekânlarda çalışıyorlardı. Hep söylüyoruz, herkese test yapmamız, herkesi hızla aşılamamız gerek. Bu da ciddi ve şeffaf salgın yönetimiyle mümkün. Bırakın etkin salgın yönetimini, bayram tatili süresince aşılamanın nasıl yapılacağını bile düşünmediler, olan aşıyı da yapamadık.
Neden?
Bayram öncesi iki buçuk günü bayram tatiliyle birleştirme kararı verildi. 10-17 Mayıs arasında ikinci doz aşılarını olması gereken 1 milyon 200 bine yakın kişinin 750 binden fazlası aşılanamadı, aşıları bir hafta ertelendi. Vaka ve ölüm oranlarına bakınca, bu 750 bin kişinin binden fazlasının hastalanma ve elliye yakının da ölme ihtimali demek. Bir hafta ertelemenin gerçek hesabı budur. Bu düşünülmüyor. Salgın yönetiminin her aşaması böyle. Böylesi önemli bir konunun yükünü bizim omuzlarımıza yıkmaya kalktılar. “Tatilde aile hekimleri aşılamaya devam etsin” dediler. Aile hekimleri olarak eylem kararı aldık. Eylemin sözü bile bakanlığı durdurmaya yetti. Hemen bir genelge çıkardılar. Bu kez de “izninizi kullanın, aşı planınızı da kendiniz yapın” dediler. Salgında aşılamayı ertelemek bizim kaldırabileceğimiz bir yük değil. Aşı geciktiği için insanlar ölüyor. Bu durumda hastalarımız oldu. Bunun hem vicdani hem de hekimlik yükü var. Sonuçta, aile hekimlerinin bir kısmı tatilde ASM’leri (Aile Sağlık Merkezleri) açıp aşılama yaptı, ama hepsine ulaşılmadı tabii.
Bu arada, Sputnik V aşısının aracı bulunmadığı için gelemediği doğru mu?
Bir ihale daha… Akan sudan para almadan geçmeyen bir yönetim biçimimiz var. Şeffaf bir aşı yönetimi olmadığı için maalesef biz bu bilgilere erişemiyoruz, bunlar “ticari sır” perdesi arkasına gizleniyor. Biz çocuklara da çocukluk aşılarını yapıyoruz. Onların 24 saat soğuk zinciri var. Soğuk zincir bir nedenle, mesela elektrik kesildiği için kırılır ve aşı bozulursa, ceza olarak aşının parasını bizden alıyorlar. Bu artık bir rutin. Bir kutu Sinovac aşısının soğuk zinciri kırılmış, on kadar aşı bir gün dışarıda kalmış. Bize ceza yazıp parasını alacaklar. Ama belgeye aşının fiyatını yazamadıkları için cezayı kesemiyorlar. Ticari sır ya…
Soğuk zincir bir nedenle kırılır ve aşı bozulursa, ceza olarak aşının parasını bizden alıyorlar. Bir kutu Sinovac aşısının soğuk zinciri kırılmış, on kadar aşı bir gün dışarıda kalmış. Bize ceza yazıp parasını alacaklar. Ama belgeye aşının fiyatını yazamadıkları için cezayı kesemiyorlar. Ticari sır ya…
Aşıların yan etkileri de pek çok kişide endişe yaratıyor, siz bu konuda sorularla sık karşılaşıyor musunuz?
Yeterli aşı olsa bu tartışmalar olmazdı. Aşı kampanyalarına yabancı değiliz ki, on yıllardır aşı yapıyoruz. Aşı kampanyasında sokağa çıkarsınız, herkese aşı yaparsınız. Ama şimdi, bireysel sağlık hizmeti gibi siz talep edeceksiniz, randevunuzu alacaksınız, gidip aşılanacaksınız. Virüs nasıl çat diye geliyorsa, aşı da çat diye gelecek, yapılacak. Kampanya öyle olur.
“Ben yerli aşı olmak istiyorum” diye müracaatlar aldık. Yerli aşı korkarım bir oyalamaca, 2022’nin sonunu bulur. Bizler ocakta aşı olduk, tekrar aşı olmamız gerekiyor. Neyse ki Sinovac yine de etkili çıktı, tamamen fos çıkabilirdi de.
Diğer yandan, aşıların etkisi konusunda tartışma açıldığında Sağlık Bakanlığı önce sessiz kaldı. Sonra, bilmediğimiz nedenlerle Sinovac tercihi yapılınca, yeni nesil aşılara karşı kara propaganda yapıldı. Sonra ne oldu? Sinovac aşıları bitti, BioNTech aldılar. Millet bu aşıya güvenmiyor, olmak istemiyor. Yine millete kızdılar. Hastaların randevularını aldığım için biliyorum. Geliyorlar, “BioNTech’i olayım mı?” diye soruyorlar. “Hemen ol” diyorum, tereddütte kalmasın diye de en yakın hastaneden randevusunu alıyorum. Çünkü bu insanların çoğunun ne HES ne de randevunun internet üzerinden alınacağına dair bilgisi ne de bunlara erişim imkânları var. Böyle aşı kampanyası olur mu?
ASM’lerde çalışan kaç sağlık emekçisi Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirdi? Nasıl sorunlar yaşadınız?
En son Sivas’ta hamile bir hemşire meslektaşımız hayatını kaybetti. 24 bini aşkın aile hekimi var, 15 aile hekimi Covid nedeniyle öldü. Dört ASM’den üçünde Covid-19 geçiren bir sağlık çalışanı var. Ocak verilerine göre, aile hekimlerinin yüzde 15’i Covid-19 geçirmiş.
Salgının başından beri herkes birinci basamak sağlık hizmetinin öneminden bahsediyor. Salgın birinci basamakta karşılanır. Salgın sonuçta bir mahallede gerçekleşiyor. Mahalledeki sağlık birimi ASM’ler, salgının takibi, müdahalesi, hastalığın tedavisi buralarda yapılmalı. Hangi evde kim yaşıyor, ne var ne yok biz biliyoruz. Salgının başında “hastaları hastanelerde tedavi edeceğiz” dediler ve birinci basamağı, bizleri sürecin dışında bıraktılar. Etkinliği gösterilmemiş, ciddi yan etkileri olan ilaçlar uzun süre kullanıldı, halen de kullanmaya devam ediyoruz. Bu esnada bize koruyucu malzeme verilmedi. Kendi paramızla aldık. 50’li maske 250 liraydı. Eşim bana doğum günü hediyesi olarak bir kutu maske aldı.
Bilmediğimiz nedenlerle Sinovac tercihi yapılınca, yeni nesil aşılara karşı kara propaganda yapıldı. Sonra ne oldu? Sinovac aşıları bitti, BioNTech aldılar. Millet bu aşıya güvenmiyor, olmak istemiyor.
Aile hekimlerine pandemide ek ödeme yapıldı mı?
ASM’lere, kayıtlı nüfus üzerinden sabit bir ödeme yapılıyor. Ayrıca, cari gider karşılığı bir para veriliyor. Ama salgında iş karıştı; maske, eldiven, temizlik malzemesi, mekânın salgın şartlarına göre organizasyonu gibi ek harcamaların hepsini bu kalem üzerinden yapmak zorunda kaldık. Aile hekimliğinin geliri dört kişilik ailenin yoksulluk sınırının üzerinde, ama hemşire ve ebelerin geliri yoksulluk sınırının altında. Asgari ücretin altında maaşı olan ebe ve hemşire arkadaşlarımız var. Sistem hekimi parayla denetliyor. Çok ince işlenmiş bir kapitalist sömürme biçimi bu. Pandemide ek ödeme gündeme geldi, hastanelerdeki arkadaşlara verildi, bize ek ödeme de koruyucu malzeme de verilmedi.
Yaklaşık 8 bin ASM’de kaç kişi çalışıyor?
Sağlık Bakanlığı verilerine göre 24 bin 762 doktor, 23 bin 194 ebe-hemşire ve diğer sağlık personeli çalışıyor ASM’lerde. Yedi-sekiz bin de temizlik-destek personeli var. Destek personelinin maaşlarını ve primlerini biz veriyor, SGK’larını ödüyoruz. Tüm sağlık müracaatlarının üçte biri ASM’lere yapılıyor. Bize “ne yapıyorsunuz ki, reçete yazıyorsunuz, bu doktorluk mu” diyenler oluyor. Ama aşılamada ne kadar çalıştığımız ortaya çıktı. ASM olmayan yerlerde aşılama günlük 100 binlere düştü. İnsanlar her sağlık problemini bize danışıyor. Kanser taramaları yapıyoruz. Küçük çocukları aşılıyoruz.
TTB Aile Hekimliği kolu olarak “Birinci basamak sağlık hizmeti verilen binalar Sağlık Bakanlığı tarafından yapılmalı bina donanımı, tamiratıyla bir bütün olarak devletin görev ve sorumluluğunda olmalı” diye bir açıklama yayınladınız. ASM’ler kamu binaları değil mi?
Benim çalıştığım ASM’nin arsasını bir vatandaş sağlık kurumu yapılsın diye bağışlamış, başka bir vatandaş da buraya ASM yapmış. ASM’lerin tamamı devlete kira veriyor. Belediyeler kendi sağlık merkezlerinden kira almıyor. Sağlık Bakanlığı belediyelerden bunların devrini istiyor. Belediyeler de devrediyor. Bunun üzerine bakanlık hemen kira almaya başlıyor. Sağlık Müdürlükleri kiraları döner sermayeye aktarıyor. Kira almasına karşın onarım veya tadilatla ilgilenmiyor. Bakanlık ihtiyaç olmasına karşın yeni ASM yapmadığı gibi, sahibi olduğu binaları da yenilemiyor. İstanbul’da son üç yılda sadece bir ASM yapıldı. Sobayla ısınan ASM’ler var hâlâ. ASM’lerin önemli bir bölümünde mutfak dahi yok. Her hekim için ayrı bir muayene odası olmayan ASM’ler var. Ebe ve hemşireler için ayrı bir oda olan ASM oranı yüzde 23. Yer olmadığı için ASM’lerin yarısında triyaj/izolasyon yapılamıyor. “Aşı yapın” diyorlar, ASM’lerdeki aşı odaları, aşı dolapları, jeneratörler yetersiz. On ASM’den sadece biri yeterli şartlara sahip. Neredeyse tümünün bekleme alanları dar ve havalandırmasız. Aşılanmaya gelenler bu yetersiz koşullar nedeniyle Covid-19’a yakalanabiliyor. Aslına bakarsanız, 2021’in ilk dört ayında şehir hastanelerine verilen kira bedeliyle ülkemizdeki tüm ASM’ler baştan yapılabilirdi.
İstanbul’da son üç yılda sadece bir ASM yapıldı. Sobayla ısınan ASM’ler var hâlâ. On ASM’den sadece biri yeterli şartlara sahip. Neredeyse tümünün bekleme alanları dar ve havalandırmasız. Aşılanmaya gelenler bu yetersiz koşullar nedeniyle Covid-19’a yakalanabiliyor.
Cari giderler için size verilen para yetmediğinde ne yapıyorsunuz?
Cepten harcıyoruz, maskelerde olduğu gibi. Bizler aslında Sağlık Bakanlığı’nın sözleşmeli çalışanıyız. Bir iş güvenliği yasası var mesela değil mi? Mesleki risklerimizin takibi, değerlendirmesi, binaların riskinin değerlendirilmesi gerekiyor, bunların hiçbirini yapmıyorlar. Ama ben kamu dışı sözleşmeli denen bir aile hekimiyim. Yani vali ile bir sözleşme imzalıyorum. Ben kanser oldum ve tedavi olmam gerekiyor, bir yıl içerisinde 180 günden fazla hastalanırsam sözleşmem feshediliyor, işsiz kalıyorum. Benim durumumda binlerce arkadaşımız var. Çalıştığımız ebe arkadaşımız hamileydi. Bir Cumhurbaşkanlığı genelgesi çıktı; 24 haftadan ileri hamileliği olanlar idari izinli sayılacaktı. Bizi kapsamadığından arkadaşımız istifa etmek zorunda kaldı.
Zihnen de çok yorucu bir iş. Çalıştığımız yerlerde salgına karşı korunma tedbirleri yok. Dinlenmek için oturabileceğim tek yer hasta baktığım oda. Çalıştığımız yeri risk olarak görüyoruz. Bir yıldır bu böyle. Kendi haline terk edilmiş yerler ASM’ler. “Çok başarılı filyasyonumuz var” dedikleri şey bizim hastaları aramamız, onların derdine çare bulmaya çalışmamız. O insanlar bizim hastamız, yüzüne baktığımız, gördüğümüz insanlar ölüyor. Bir şey söylediğiniz, eleştirdiğiniz zaman ya terörist ya da hastalarla kötü oluyorsunuz. Sağlık Bakanlığı’nın yapmadığı aşı kampanyasını biz aile hekimleri yaptık. Randevu açtık, hastalar geldi, aşı gönderilmedi. Her şey o kadar berbat gitti ki, bunları kimse bilmiyor.
Bu durum nasıl bir ruh hali doğuruyor?
Meslektaşlarımız arasında yaptığımız ankette tükenmişlik görülüyor. Ankete katılan aile hekimlerinin yüzde 25’i “durup dururken ağlıyorum” diyor. Bir hastamız bize bu şikâyetle gelse, depresyondan şüphe eder, tedavi olmasını, yaşam biçimini değiştirmesini isteriz. Biz bunu bile yapamayız. Gerçi bugünlerde bu şikâyetler azaldı, alıştık sanırım. Biraz da hastalığı öğrendik. Herkes kendi içinde yaşıyor sorunlarını. Çalıştığım ASM’de iki arkadaşımızın küçük çocukları var. Biri dokuz aylık, diğeri yedi yaşında. Okul yok, kreş yok. Hemşire arkadaşımız dokuz aylık çocuğunu köye gönderdi. Bir arkadaşımız çocuğunu kardeşine verdi, onun yanında kalsın diye. Haftada bir gün gidip görüyor öğlen arası bahçede. Devlet on yaş altında çocuğu olana izin verdi, ama bize o da yok. Çocuklar kaldı ortada. “Karı koca sağlık çalışanı iseniz, izinlerinizi parçalı olarak nöbetlerinize gelmeyecek şekilde kullanabilirsiniz” dediler. Sağlık Bakanlığı’nın çözümü bu oldu. Ne vatandaşı düşünüyorlar ne çalışanı. Onlar sadece kendi küçük kliklerini düşünüyor. Diyanet İşleri Başkanı hastalandığında meşhur bir özel hastanede tedavi oluyor. Onlar mutlu mesut. Halbuki bizden hizmet alanların büyük çoğunluğu özel sağlık sigortası olmayan, özel muayeneye gitmeyi aklının ucundan bile geçiremeyen insanlar. Biz kentin ortasındakilerden bahsediyoruz; dağda tepede yaşayan, bu hizmetlere de ulaşamayanlar var. Bu sınıfların hiçbir önemi yok. Ölebilirler. Tıpkı kadın cinayetleri gibi, bunca cinayet işlenirken İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak gibi.
Covid sonrası için ne düşünüyorsunuz, bizi neler bekliyor?
Post-Covid diye bir şey düşünmüyorum. Ancak Covid-Era, yani Covid-Çağı olabilir. Tarihte aşılamayla bir tek çiçek hastalığı bitti. Grip yüz yıldır var, aşısı da var, bitmedi. Kızamık da öyle, aşısı var, bitmedi. 2025’te neyle uğraşacağımızı, şu anda araştırmaları yapan bilim insanları yazıyor. Bu gerçeklik üzerinden toplumcu perspektifle bir sağlık sistemi tasarlanabilir mi? Birçok insan bunun üzerine düşünüyor. Ama kapitalistler de başka şeyler düşünüyor. Çalışma kentleri kurmayı planlıyorlar örneğin. Küçük bir azınlığın dışındakiler oralara kapatılacak, orada çalışacaklar.