YILDÖNÜMÜNDE 6 ŞUBAT DEPREMLERİ – VIII: MALATYA-ÖREN’DE YEREL ÖRGÜTLENME

Söyleşi: Bekir Avcı
20 Şubat 2024
İlüstrasyon: Geoff McFetridge
SATIRBAŞLARI

Malatya Valiliği 6 Şubat depremlerinin yıldönümünde anma etkinliklerine yasak getirdi. Valiliğin anma yasağını nasıl yorumluyorsunuz?

Karaca Karakuzu: İnsanlar 6 Şubat’ı yas olarak görüyor. O yüzden yasa karşı bir yasak bu. Hükümetin deprem sürecindeki vurdumduymazlığının, ilgisizliğinin, organizasyonsuzluğunun bir devamı. O günkü politikalar neyse bugünküler de onun devamı. Yasak kararını dikkate almadık tabii. Ören’de de anmamızı yaptık.

Depremlerin altıncı ayında Malatya-Ören’deki enkazlar hâlâ kaldırılmamıştı. Elektrik ve su gibi temel ihtiyaçlara bile erişilemiyordu. Bir yılın ardından Ören’de durum ne?

Hasan Yener: Yaz sonuna kadar çok ciddi problemler yaşandı. Elektrik ve su yoktu. Şimdi o sıkıntılar azaldı. Elektrik arada bir gidip geliyor, ama su var. Enkazlar da kaldırıldı. Fakat bir yılın sonunda yaşam şartları çok zor. İmkânı olanlar şehir dışına, akrabasının, eşinin dostunun yanına gitti. Ama imkânı olmayanlar burada, konteynerlerde yaşıyor.

Soldan sağa: Karaca Karakuzu, Muharrem Kınık, Yılmaz Hasar

Kalınan konteynerler nasıl yerler?

Konteyner 21 metrekarelik bir alan. Beş-altı kişi üst üste kalıyor. Banyo, lavabo, yatak odası, mutfak, hepsi bu 21 metrekarenin içinde. Dışarısı eksi 6 derece, geceleri eksi 10’lara kadar düşüyor. Kış zor geçiyor. Elektrikle ısınılıyor, ama konteynerin içinde nefes almakta bile zorlanıyor insan. Bazı konteynerlerin çatısı damlatıyor. Ören’in yüzde 80’inin yıkıldığı söyleniyor, ama burası dümdüz, hiçbir şey kalmadı. Depremde yaşanan yıkımların dışında, hasarlı olup sonradan yıkılanlarla beraber belki de yüzde 90’ı yok oldu Ören’in. Maalesef burada kimse sağlıklı değil, ne fiziksel ne psikolojik olarak. Herkes travma yaşıyor.

Psikolojik destek adına bir şey yapıldı mı bu zamana dek?

Devlete bağlı kuruluşlardan gelen olmadı, ama gönüllü gelenler oldu. Özellikle kadın ve çocuklarla çalışmalar yaptı bu kişiler.

Ören’de kaç kişi yaşamını yitirdi?

Esas yıkım ve ölüm, bize daha yakın olan Elbistan merkezli ikinci depremde oldu. İlk depremde Ören’de insanlar kendini sokağa attı. Ama bu ilk depremden kurtulup Ören’e kaçan da çok oldu. Bu gelenler evlerine sığındı. Çünkü o gün hava şartları çok kötüydü, soğuktu, kar vardı. İkinci depremde bu insanların çoğu bu yüzden yaşamını yitirdi. Köyde 13 kişi öldü. Ama köylü olup da depremin etkilediği diğer şehirlerde yaşamını yitirenlerle beraber toplam can kaybı 26.

Süreç bize gösterdi ki, bizim bizden başka dostumuz yok. Bizim gibi düşünen insanların dayanışma ve yardımlaşmasından başka bir şey görmedik. Bizi ayakta tutan bu oldu. Devlet kurum olarak hiç gelmedi. AFAD’mış, bakanlıklarmış, kaymakammış, belediyeymiş, hiçbiri yoktu.

Profesyonel arama-kurtarma ekiplerinin, devlete bağlı kurumların bölgeye gelişi ne zaman oldu?

Ben deprem olduğunda Çanakkale’deydim, ulaşım falan yoktu. Önce İstanbul’a gittim, sonra araba kiralayarak bir şekilde Malatya’ya ulaştım. Ama belediye başkanı bir hafta sonra geldi. İlçe belediye başkanlığıyla (Akçadağ) Ören’in arası sadece 10 kilometre olmasına rağmen.

Karakuzu: Süreç bize gösterdi ki, bizim bizden başka dostumuz yok. Yurtiçinde ve yurtdışında, bizim gibi düşünen insanların dayanışma ve yardımlaşmasından başka bir şey görmedik. Bizi ayakta tutan bu yardımlaşma ve dayanışma oldu. Devlet kurum olarak hiç gelmedi. AFAD’mış, bakanlıklarmış, kaymakammış, belediyeymiş, hiçbiri yoktu. Gelen daha sonra arsa almaya geldi. Aylarca burada ulaşım sağlanamadı. İnsanlar kendi imkânlarıyla bunları sağladı. Fırınlar yıkılmıştı. Dışarıdan gelen ekmeklerle insanlar karnını doyurabildi. Ancak depremden 15 gün sonra devlet kurumları buraya uğradı. O da sadece görüntü vermek için. Başka bir şey yapmadılar.

İlk günlerde devlet dışı yardımlar nasıl ulaştı bölgeye?

Yener: İlk el uzatan ODTÜ Mezunları Derneği oldu. Bizim burada ODTÜ mezunu öğrenciler, arkadaşlar var. Yardımı organize edenler onlardı. İnsanlar depremden kaçmış, üstlerinde mont yok, ayaklarında ayakkabı yok, perişan haldeler. Gelenler bütün bu ihtiyaçları karşıladı. Onlara çok teşekkür ediyoruz. Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu’na, yine Almanya’da yaşayan Örenlilere, çevre köylerin oradaki yardım kuruluşlarına da teşekkür ediyoruz. Bu duyarlı insanların yardımlarıyla ayakta durmaya çalıştık. Devletin ne katkısı ne organizasyonu vardı.

Karakuzu: Dışarıdan gelen bu yardımlarla geçimini sağlamaya çalıştı insanlar. Yardımlaşma duygusuyla harekete geçen toplumsal kesimler olmasaydı durum daha da felâket olacaktı. Cenazeler günlerce sokakta kaldı zaten. İnsanlar cenazelerini kendi çabalarıyla gömdü.

Bir süre sonra bazı yerlerde bu yardımlaşmanın da engellenmeye çalışıldığı görüldü. Ören’de de böyle bir şey oldu mu?

Yılmaz Hasar: Burası tam organize olmuşken devlet burada da farklı bir yöntem geliştirdi. Örneğin, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin binası yardımlar için ana depo olarak kullanılıyordu. Gelip “Binayı yıkın, burası tehlikeli, terk edin” dediler. Bina yıkılacak diye bir tereddüt başlatıldı böylece. Kaymakam gelip kafasına göre seçtiği bazı köylülere “Sen konteynerden sorumlusun, sen dağıtımdan mesulsün” gibi kayyumvari atamalar yaptı. Atadıkları bu kişiler aracılığıyla “Burası kokuşmak üzere, malları dağıtalım, yeni depo bulalım” gibi şaibeler ürettiler. Buradaki oturmuş sistemi bozdular. Biliyorsunuz, Pazarcık’ta malzemelere el konmuştu. Ama buradaki gençlerin, EMEP ve HDP’nin tutumuyla bu engellendi. Devlet de bir gövde gösterisi yapamadı, buna cesaret edemedi. AFAD ve jandarma aracılığıyla yoklamalar çekilse de buradaki direngenliği gördüler. Hatta “Biz bu köyü önemsiyoruz, kültür merkezini, cemevini de buraya yapacağız” demeye başladılar.

Ören nasıl bir coğrafyada yer alıyor?

Hasar: “Malatya çanağı” denen yerin içinde Ören. Bu çanağın doğusunda Güneydoğu Torosları uzanır, sonunda Beydağı vardır, batısındaysa Nurhak Dağları. Biz Nurhak Dağları’nın hemen önünde, düz bir ovada yer alıyoruz. Birbirine paralel birkaç akarsuyun yer aldığı dereli tepeli araziler bulunur ovada. Daha önce kuru fasulye ve şeker pancarı üretimi vardı, ama şimdi kayısı üretimi yapılıyor. Doğanşehir ilçesi Sürgü yerleşkesinde bulunan Sürgü Barajı’yla sulanır arazilerimiz.

Bölgede birçok baraj var, değil mi?

Evet. Aynı çanak içinde Kömürhan Köprüsü var, Elazığ sınırında. Onun kuzeydoğusunda Keban Barajı, aşağı kısmında Karakaya Barajı yer alıyor. Bu baraj Malatya çanağında kocaman bir gölet oluşturdu. Yani kıymetli bir arazide duruyor Ören. Batıya ve güneye doğru gelişen şehir merkezine de çok yakın. Zaten artık köyümüzden Organize Sanayi Bölgesi ile şehrin ışıkları çok rahat görünüyor. Ayrıca bitişiğimizdeki Polat kasabasının bir baraj olma potansiyeli de var. Turgut Özal zamanından beri oranın taşınması konuşuluyor, ama yöre halkı karşı duruyor.

Hasan Yener

Madencilik faaliyetleri de yoğun mu bölgede?

Yener: Komşu köylerde özellikle mermer ocakları var. Fosfat çıkarılmaya çalışılan yerler var. Dağları taşları tarumar ettiler bu yüzden. Depremden sonra da taş ocağı açmaya çalışıyorlar. Demir madeni çıkarılmak istenen Dedeyazı köyü buna karşı mücadele veriyor. Özellikle Dedeyazı köyünü başka bir yere taşımanın hesaplarını yapıyorlar. Ama başaramadılar. Taş ocağı olarak düşünülen Bölüklü köyü var, hemen yanı başımızda, orada da madene karşı mücadele yürütülüyor. Bizim kendi sahamızda maden yok. Ama buralara doğru genişleyebilir önü alınamazsa.

Ören’in ekonomisinin tarıma, özellikle kayısıya dayalı olduğunu belirttiniz. Ekonominiz nasıl etkilendi depremden?

Malatya Ticaret Odası’nın rakamlarına göre, geçen yıl Malatya’ya kayısının girdisi 450 milyon dolar. İhracat geliri bu. En iyi, en kaliteli kayısı bizim bölgede yetişir. Ama geçen yıl depremden sonra kayısı tutmadı. Yarın ne olacağını bilmiyoruz. Bu yıl da üründen verim alınamayacağından bahsediliyor. Çünkü sulama kanallarıyla sulanır buradaki kayısı bahçeleri, ama suyun geldiği Sürgü Barajı depremde zarar gördü ve sulama gecikti.

Kanallardaki, sulama sistemindeki zararın bu kadar uzun süre giderilmemesi normal mi?

Hasar: Köyümüz ovalık, düzlük, ancak sulama kanallarının geldiği bölge dağlık. Bu yüzden su tünelleri depremde büyük hasar aldı. Depremin ardından bunların inşaatlarına başlandı. Ama çok yavaş ilerledi. Kanal inşaatları tabii ki yandaş bir müteahhide verildi. “Beton bulamıyoruz” gibi yalanlarla acil işler sınıfında olan bu konuyu savsakladılar. İnşaat bir durdu, bir başladı. Lakaytlık her aşamada olduğu gibi bu konuda da sürdü. Buna karşı tepki oluştu. Çünkü insanlar ekinlerini, en önemlisi de yıllarca yetiştirdikleri kayısı bahçelerini sulayamaz oldu. Tepkiler karşılık bulmayınca bir basın açıklaması yaptık. O basın açıklamasına Tüm Üretici Köylüler Sendikası (Tüm Köy-Sen) kurucu üyesi, Tüm Köy-Sen Malatya Şube Başkanı Ali Gürel de katılmıştı. Maalesef kendisini 20 Eylül’de, depremde ağır hasar alan evini tamir ederken beton altında kalması sonucu kaybettik. Tüm bu tepkilerin ardından kanal inşaatları hızlandı. Arazilerimiz gelecek yaz meyve az verecek olsa da 30-40 yıllık ağaçlarımız kurtulabildi.

Muharrem Kınık: Yılmaz’ın (Hasar) dediği gibi, 30-40 yıl emek verilmiş bahçeler susuzluktan ötürü kuruma noktasına geldi. Tam kurumadan yetiştirildi su. Ama bu sene domur yetiştirmede zayıf olabilir. O tereddüt ve korku var. Önümüzdeki sezonda bunun etkisini göreceğiz.

Bu olumsuzlukların yakın gelecekte bölge ekonomisine, üreticiye yansıması ne olur?

Bu bölgenin ekonomisi kayısıya dayalı. Malatya’da kayısının olmaması demek, ikinci bir deprem demek. Kayısının tarım girdisi çok yüksek. Üreticileri devlet sübvanse etmedi. Çiftçiler devasa bir borç batağına girdi. Önümüzdeki yıl da kayısı tutmazsa birçok ekonomik travma göreceğiz.

Aradan geçen bir yılın ardından devletin yöreye yaklaşımı nasıl? Ne yapılıyor şimdi?

Karakuzu: Bir yıl sonra devletin yöre halkıyla ilişkisi sadece konut temelinde. O da vatandaşın, depremzedenin yararına değil, rant temelli. Yöre halkını, depremde zarar gören insanları borçlandırmaya çalışıyorlar. Başka bir ilişki yok. Devlet kurumlarını başka bir şekilde görmüyoruz.

Ören’de yardımlar Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’ne bağlı cemevinden depremzedelere dağıtıldı

Halk nasıl borçlandırılıyor?

Üç buçuk milyon lira bir eve biçilen fiyat. O da bugünün şartlarında yapılan hesaplamayla. Yarın anahtar teslim edildiğinde, o günün şartlarıyla tekrar fiyat tespiti yapılacak ve bu konut fiyatına da yansıyacak. İki yıl ödemesiz, 18 yıl vadeyle ödenecek deniyor. Buradaki insanların birçoğunun altından kalkamayacağı rakamlar bunlar.  Emekli bir vatandaş 18 yılda bu rakamları nasıl ödeyecek? Mümkün değil.

Birkaç ay önce, bir TV programında Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı Mehmet Özhaseki’yle bir röportaj vardı. Sunucu “Emekli bir insan bu evin fiyatını nasıl karşılayabilir?” diye sordu, bakan “Ödeyebildiği kadar” dedi. Sunucunun “Ne zamana kadar?” sorusuna yanıtıysa “Ölene kadar” oldu. “Peki, öldükten sonra ne olacak?” sorusuna da sırıtarak şu karşılığı verdi: “Devlete kalacak.” Bu da bize gösteriyor ki, ödeyemediğin zaman devlet o evlere koyacak. O güne dek vatandaşın gırtlağından kıstığı emeği gidecek. Durum bunu gösteriyor. Çok mağduriyet yaşanacak.

Yener: Bakanlık buradaki konutları Dünya Bankası’nın finansmanıyla yapıyor üstelik. Konut talebi 700’ün üzerinde ama eylül ayıyla beraber 287’sinin yapımına başlandı. Biz yapılacak konutların tamamının hibe edileceğini düşünmüştük önce, ama sonra işin öyle olmadığını gördük. İnsanları borçlandırarak konut sahibi yapıyorlar.

Devletin yöre halkıyla ilişkisi sadece konut temelinde. O da vatandaşın, depremzedenin yararına değil, rant temelli. Depremde zarar gören insanları borçlandırmaya çalışıyorlar. Başka bir ilişki yok.

Konutların yapımına eylülde başlandığını söylediniz. Yani depremden altı-yedi ay sonra. Bu gecikmenin nedeni ne?

Karakuzu: Ören’de konut sorununun çevremize kıyasla biraz yavaş ve geride olmasının nedeni, yer tespiti konusunda devletin yanıltıcı olmasıydı. Merkez yerleşim bölgelerinin konuta elverişli olmadığı söylendi. Bizi başka alanlara yönlendirmeye çalıştılar. Ama girişimlerimizle Ören’in merkezi yerleşkesinin pek sıkıntılı olmadığını gördük. Bu süreç konut yapımını geciktirdi.

Sizi köy merkezinden nereye sürmek istediler?

Hasar: Aslında bizleri bu araziden gönderme planı uzun zamandır var. Ören “Malatya çanağı” tabir edilen yerin içinde, kıymetli bir arazi üzerinde. Turgut Özal zamanından beri, “Burası bir çanak, bütün bu çanağı baraja çevirelim” denir. Depremden önce de yıllarca meralar üzerinden oyunlar oynandı. Ören’de binlerce küçük ve büyükbaş hayvan olsa da olmadığı ileri sürülerek, mera vasfını yitirtmek için yeterli hayvan sayısı azaltıldı ve meralar satışa sunuldu. Usulsüzlüklerle araziler şirketlere peşkeş çekildi. Bunlara da karşı çıktık. Yani geçmişten bu yana arazilere göz dikilmiş durumda. Depremden sonra da bu devam etti. Köy yerleşiminden uzakta, Terzi Koca adında bir ziyaret yerimiz var, onun üst tarafına yollamak istediler bizi. Baştan beri tavır koymasaydık hem yerimizden olacaktık hem bu kıymetli arazi TOKİ’ye gidecekti. Devlet bu tür yerlerde acımasız davranıyor.

Üç buçuk milyon lira bir eve biçilen fiyat. O da bugünün şartlarında yapılan hesaplamayla. Anahtar teslim edildiğinde, o günün şartlarıyla tekrar fiyat tespiti yapılacak ve bu konut fiyatına da yansıyacak. İki yıl ödemesiz, 18 yıl vadeyle ödenecek deniyor. Emekli bir vatandaş 18 yılda bu rakamları nasıl ödeyecek?

Depremin ardından sizi “Ören’i Yeniden İnşa, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği”ni kurmaya götüren süreç de böyle mi başladı?

Evet. Depremden sonra, mart sonunda EMEP’in görevlendirdiği iki avukat geldi Ören’e. Hak kayıplarına ilişkin bilgilendirme yaptılar. “Dikkatli olunsun, mümkün olduğunca her konuya ilişkin kayıtlı dilekçeler alınsın ki hak kaybı olmasın” dediler. Sonra da Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin ülke genelinde örgütlediği, onun organizasyonuna dahil gönüllü avukatlardan oluşan bir heyet geldi. Broşürler hazırlamışlardı. Hangi yasanın aleyhimize olduğuna, hangisinin lehimize geliştirilebileceğine dair bilgilendirme toplantısı yaptılar 1 Nisan’da. Köylülerin geniş katılımının olduğu, verimli, sonuç alıcı bir toplantı oldu.

Bugelen avukatlar, tapulu olmasına rağmen Malatya şehir merkezinde tek katlı, bahçeli yerlerdeki mülk sahiplerinin “Devletin uygun gördüğü yer şurası, oraya gideceksiniz” denerek sürülmek istendiğini anlattılar. Kıymetli gecekondu bölgelerinin boşaltıldığını, devletin belirlediği rezerv alanlarına yönlendirildiğini söylediler. Diyelim ki, iki komşu anlaşmazlık yaşıyor ve biri, “Benim arsam şuradan geçiyordu ama” diye itiraz ediyor. AFAD bütün bu tartışmaları bir tarafa bırakıp, konuyu kapatıp, istediği konut rezerv bölgesine insanları yönlendirebiliyor. Bu bizim de aleyhimize tabii. Avukatların bu konularda uyarıları oldu. Haksız değillerdi. Çünkü bir süre sonra köyde de bu konuda yoklamalar başladı. Eski köy evlerinin yetmediği, arsaların ihtiyacı karşılamadığı gibi şeyler üzerinden imar sorunları gündeme getirildi.

Ören’in de içinde olduğu “Malatya Çanağı” ve civarı

Köye gelen devlet yetkilileri konutlara, yer belirleme meselesine dair ne diyordu?

Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı yetkilileriyle AFAD Kalıcı Konutlar Yer Belirleme Komisyonu’ndan birileri gelip köyü arazisinden uzaklaştıran birtakım planları, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün (MTA) raporlarını göstermişler muhtara. Ellerinde elektronik bir cihaz, rastgele, “Burası sulu zemin, burası oynak zemin” deyip durmuşlar. Oysa ortada zemin etüdü falan yok. Jeoloji mühendisleriyle görüştük. “Zeminin ne olduğunu gösteren böyle bir cihaz yok, inanmayın” dediler.

Muhtarlık “Bir an önce olsun, devlet ne diyorsa o” diyordu. Derneği daha kurmamıştık. Bir komisyonla başladık işe. Oluşturduğumuz komisyonla birkaç görüşme yapmak istedik, ama dikkate alınmadık. Böyle olunca dernekle ilerlemeye karar verdik. “Ören’i Yeniden İnşa, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ni bütün bu nedenlerle nisan ayında kurduk.

Sonra ne yaptınız?

Ortaya çıkardık ki, köyümüzün mevcut yeri mermer zeminli, bizi bilinçli olarak yönlendirdikleri yerse alüvyon tabanlı bölge.

Neresi orası?

Bitişik ilçemiz olan Doğanşehir’deki Karaterzi sınırı. Bizi oraya sürmek istiyorlardı.

Şehircilik Bakanlığı yetkilileriyle AFAD’dan birileri gelip köyü arazisinden uzaklaştıran birtakım planları, MTA raporlarını göstermişler muhtara. Ellerinde elektronik bir cihaz, rastgele, “Burası sulu zemin, burası oynak zemin” deyip durmuşlar. Oysa ortada zemin etüdü falan yok. Jeoloji mühendisleriyle görüştük. “Zeminin ne olduğunu gösteren böyle bir cihaz yok, inanmayın” dediler.

Orasının alüvyon tabanlı olduğunu nasıl öğrendiniz?

Hasan (Yener) abi harita teknikeri. Onun mesleği vasıtasıyla bilgiler edindik. MTA’da çalışan bazı tanıdıklara da danıştık. Ayrıca, köylülerimizin o mıntıkada arazileri var. Bu arazilere sulama yaparken karşılaştıkları olumsuzlukları da dikkatimize sundular.

Siz MTA raporlarını gördünüz mü, o raporlar ne diyordu?

Yener: MTA’da çalışan bir arkadaşımıza durumu izah edip bizi sürmek istedikleri yer hakkında bilgi istedim. Arkadaş da bana haritaları gönderdi. Gördük ki, bakanlığın bize gösterdiği yer (Karaterzi sınırı) alüvyonlu toprak, bizim talep ettiğimiz yerse (Şavlu mıntıkası) granit ve mermer olarak geçiyor MTA raporunda. Bunu kaymakam ve yetkili kurumlara ilettiğimizde geri adım atmak zorunda kaldılar. Daha önce bize “Bunlar MTA haritaları” dediklerinde, itiraz etme şansımız olmadığını sanıyorduk. Ama biz MTA’dan haritaları aldıktan sonra karşı tarafın şansı kalmadı. Bizim dediğimiz yeri kabul etmek zorunda kaldılar.

6 Şubat depremlerinin ardından Ören… / Fotoğraflar: @yasarustaportal, Twitter

“Sağlam yer” olduğunu söyledikleri alüvyonlu bölgeyi nasıl savunmuşlardı?

Hasar: Dernekten önce kurduğumuz ilk komisyon dikkate alınmamıştı. Derneği kurduktan sonra ikinci bir komisyon oluşturduk. Bu kez içinde muhtar, eski belediye başkanları, inşaat mühendisleri, kooperatif, köyde itibarı olan yaşlı insanlar da vardı. Yedi kişilik bu yeni komisyonla temmuz-ağustos aylarında toplantılar yaptık. Malatya’daki AFAD İl Müdürlüğü ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’ne gittik. Taleplerimizi ilettik. Ama bize aba altından sopa gösteriyorlardı. “Bunlar MTA raporları, haritalar orada, buyurun bakın, 85 milyon insanın gözünün önünde sunulmuş raporlar bunlar, değişmez” diyorlardı. Fakat bunları söylerken bile kendi aralarında çelişkiye düşüyorlardı.

Nasıl?

Yer Belirleme Komisyonu’ndan biri, “709 konut cebinizde, beğenmezseniz başka yeri gösteririz” derken, Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı’nın temsilcisi “Ne diyorsun, öyle şey olur mu, ben 1,5-2 milyona mal olacak evleri yapacağım, vatandaş beğenmeyecek, öyle mi, öyle bir şey yok” diyordu. Yani “devlet neresi derse orası” psikolojisini oturtmaya çalışıyorlardı. Yere, zemin etüdüne ilişkin bizim alternatif bir rapor alıp alamayacağımızı sorduğumuzdaysa, “Tabii alabilirsiniz, ama sonuçta onu da MTA onaylayacak, 85 milyona sunulmuş bu rapordan sonra alternatif bir rapor kâle alınmaz” diyorlardı. Biz de gerekirse bunu mahkeme kararıyla sağlayacağımızı söyledik. Bu görüşmenin ardından Ören’e geldik, köylülerle toplandık. Çelişkileri bir bir anlattık. “Bize yetki verirseniz dava açıp, alternatif rapor alıp, zemin etüdünü bir daha yaptırmayı düşünüyoruz” dedik. Köylü bir daha yetki verdi bize. Dernek üzerinden “Köy yerinde kalsın” başlıklı bir imza kampanyası başlattık.

Kampanyanın içeriği neydi?

Özetle, köy yerinde kalsın, eğer ihtiyaç varsa da arsası yetmeyenler yakın yerlere taşınsın diyorduk. Yani köyün dokusu bozulmasın, çarşı köy merkezinde olsun, eski meydan kullanılsın, evler mümkün olduğu kadar yerinde kalsın istiyorduk. Fakat imzalar toplamamıza, “Köy yerinde kalsın”dememize rağmen Ören’in ihale edildiğine, TOKİ inşaatına başlanacağına dair söylentiler dolaşıyordu. Telefonla ulaştığımız yetkililer de “Siz toplansanız da karar değişmez” diyorlardı. Süreci mahkemeye taşımaya niyetliydik. Ama gerek kalmadı. Kırılma anı bir cenazede oldu.

Ne oldu?

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin Ören şubesi başkanı Mazlum Köse’nin babası haziran ayında rahmetli oldu. O cenazeye dönemin kaymakamı Ümit Fırat Böçkün de katılmıştı. Kaymakam, bu konutların yapılacağı arazi konusuna dair bir vatandaşın tepkisi üzerine, Yer Belirleme Komisyonu’nu aradı. “Zemin etüdü yaptınız mı?” diye sordu, aldığı yanıt “Hayır” oldu. “O zaman ekipleri gönderin, köyü ikna edin” dedi. Biz süreci mahkemeye taşımadan o ekibi dağıttılar. Kaymakamlar, ekipler sık sık değişiyor. Mesela o dönemki kaymakamın da yeri ağustos ayında değişti. Yerine başkası geldi. Burada da başka bir idari tasarruf uygulanıyor. Bilinçli yapılıyor. Kaymakamlar, bölgede insanlarla daha çok yüz yüze gelen kaymakam yardımcıları, Yer Belirleme Komisyonu, o komisyonda görevli kişiler sürekli değişiyor. Biri gelip bir şey diyor, öbürü söz veriyor, sonra kayboluyorlar.

Bakanlığın bize gösterdiği yer alüvyonlu toprak, bizim talep ettiğimiz yerse granit ve mermer olarak geçiyor MTA raporunda. Bunu kaymakam ve yetkili kurumlara ilettiğimizde geri adım atmak zorunda kaldılar.

Konutların yapımıyla ilgili son durum ne Ören’de?

Şu ana dek elde ettiğimiz şey olumlu. Eğer bu mücadele olmasa köyün yeri elimizden gitmişti. Dünya Bankası’nın kredisiyle Şavlu mıntıkasında yapımına başlanan inşaatlar iyi ilerliyor. Kar ve dondan ötürü şu an ara verildi. Fakat bir yıl içinde konutların teslim edileceği söyleniyor.

Yener: Şimdiki konutların yapılacağı mera vasfındaki arazi de daha önce bir şirkete peşkeş çekilmişti. Bunun iptali için de çok mücadele edildi. Eğer işgaliye devam etmiş olsaydı bugün konut yapılacak yer olmazdı. Aynı şekilde, depremden sonraki mücadelemiz de olmasa köyün merkezinden uzak bir yere sürülecektik. Şimdiki arazi yanı başımızda. Köyün merkezinden kopmayacağız, bitişik bir vaziyette hayatımız devam edecek. Tabii bütün bu mücadelemizde, kooperatif ve dernek örgütlenmesinde, hakeza Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin örgütlenmesinde, Ören’in geçmişinin, geçmişten devraldığı politik bakiyenin etkisi var.

Gönüllü avukatların katılımıyla Ören’de bilgilendirme toplantıları yapıldı. Onlardan biri. Fotoğraf: Afet Gönüllüleri Ağı, 1 Nisan 2023

Nasıl bir geçmiş bahsettiğiniz?

Köyümüzün siyasi bir geçmişi var. 1970’lerde, bugün saygıyla andığımız devrim önderlerinin, Deniz Gezmiş’in, Hüseyin İnan’ın, Sinan Cemgil’in geldiği bir yer Ören. THKO önderleri buraya sığınmıştır. İbrahim Kaypakkaya bu bölgeyi mesken tutmuştur, Kürecik’te bulunmuştur. Tabii o dönemler Malatya’da Tekel, Sümerbank gibi fabrikalar var. Yaklaşık 15 bin işçi çalışıyor buralarda. Kentte ciddi bir potansiyel var yani. Behice Boran’ların, Mehmet Ali Aybar’ların olduğu dönemde, TİP bile kongresini bu bölgede yapıyor. 1977’de belediye başkanlığını da kazanmıştık Ören’de. Güzel Hazar belediye başkanı olmuştu. 1980’de yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Bugün Almanya’da yaşıyor. Deprem sürecinde yardım organizasyonunu yapan arkadaşlarımızdan biri. Yani buranın politik bilinci yüksek. Örgütlenmede, kooperatifi, derneği organize etmemizde bunun etkisi var.

Örgütlenmekten başka çare yok. Dernek olur, kooperatif olur, başka bir şey olur, ama örgütlenmek lâzım. Bunu yapmak zorundayız.

Kooperatif deprem sürecinde nasıl bir işlev görüyor?

Tarımsal Kalkınma Kooperatifi 2013’te kuruldu. Kuruluş amacı Ören’deki üreticileri, çiftçileri örgütlemek. Kooperatifi kurarken üreticinin ürettiği ürünü kendisinin pazarlayabilmesini amaç edindik. Üreticilerin gübre, ilaç gibi tarımsal ihtiyaçlarını gidermeyi de hedefledik. Ama maddi imkânsızlıklardan ötürü çok mesafe alamadık. Depremle birlikte başka bir sorumluluk üstlenmek zorunda kaldık.

Ören’de iki bin insan yaşıyor. Çevre köylerle birlikte bu sayı altı bine kadar çıkıyor. Depremde fırınlar yıkıldı, fırın kalmadı. O yüzden fırın çok acil bir ihtiyaç. Bunu ivedilikle yapabilmek, bürokratik engelleri aşabilmek için, tüm arkadaşların konuşması ve tartışmasıyla kooperatifin tüzel kişiliği üzerinden fırın projesini hayata geçirme kararı aldık. Arsayı aldık, projeleri oluşturduk. Alevi birliklerinin bunda çok katkısı var. Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu fırın makinelerinin tümünü finanse edeceğinin sözünü verdi. Almanya’daki yardım kuruluşları inşaatın yapımına katkı sunuyor. Çok kısa sürede fırının yapımına başlanacak, birkaç ay içinde fırını hayata geçireceğiz. İhtiyacı olan insanlara maliyetine ekmek ulaştıracağız, biraz İstanbul’daki Halk Ekmek gibi. Kooperatif olarak üstlendiğimiz misyon şimdilik bu.

Deprem bölgesinde özellikle konut odaklı hak arayışında olanlara bir mesajınız olur mu?

Örgütlenmekten başka çare yok. Dernek olur, kooperatif olur, başka bir şey olur, ama örgütlenmek lâzım. Bunu yapmak zorundayız.

Önümüzde yerel seçimler var. Son sözü onunla bağlasak?

Karakuzu: Yerel yönetimler baştan beri üstüne düşeni yapmış olsaydı deprem bir felâkete dönüşmezdi. İnsanların burada bin bir emekle yaptıkları evler başlarına yıkıldı. Mezar oldu evleri. Yerel yönetimler, devlet kurumları bu konutlar yapılırken vatandaşa ışık tutsaydı, gerek zemin etüdü gerek yer konusunda yardımcı olsaydı, bu kadar can gitmezdi. Baştan beri sorunlara şaşı bir bakış, rant temelli bir bakış var. Devletin bu politikaları yüzünden faturayı ağır bir biçimde biz ödedik. Bu yaşadıklarımızdan dersler, tecrübeler çıkarmalıyız. Önümüzdeki seçim sürecinde bu deneyimlerimiz üzerinden hareket edersek, insanları bunun üzerinden örgütlemeye çalışırsak ilerisi için anlamlı olur. Bu süreci iyi değerlendirmemiz lâzım. Yerel seçimlere de bu perspektifle yaklaşmamız lâzım.

^