DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ MÜNASEBETİYLE: “OYUNLARLA YAŞAMAK”

Söyleşi: Tuba Çameli
27 Mart 2020
SATIRBAŞLARI


Godot’yu Beklerken
Dünya Tiyatrolar Günü’nün 59 yıllık tarihinde ilk kez bütün perdeler kapalı. Express’in korona günleri öncesinde baskıya giren bahar sayısı, 27 Mart’ı şöyle karşılamıştı: “1961’den beri kutlanan Dünya Tiyatrolar Günü, her yıl olduğu gibi, bu yıl da tiyatro üzerine tefekkürün işaret fişeği. Tiyatrosuz bir dünya, tiyatrosuz bir hayat olamayacağına göre, geçmişten bugüne hangi tiyatro, nasıl tiyatro diye düşünmenin vesilesi. Birçok durumda olduğu gibi, en sağlam başlangıç uzun zamana yayılmış faal tecrübeye ve tanıklığa başvurmak. ODTÜ Oyuncuları yönetmeni, Tiyatrolokomotif’in kurucusu, Yeditepe Üniversitesi hocası, Kadıköy Tiyatrolar Platformu üyesi Ahmet Bülent Acar’ı dinliyoruz.” Express’in bahar sayısından naklen…

 

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü ne anlama geliyor sizin için?

Ahmet Bülent Acar: Tiyatrocular için bir prömiyer günüdür. Tiyatroların seyircilerine farklı mecralarda ulaşmaya çalıştığı, sanat, toplum, siyaset bağlamında tiyatro hakkında bildirilerin yayınlandığı bir kutlama günüdür. İlk bildiri 1962’de Jean Cocteau tarafından kaleme alınmış. Geçen seneki bildiride özgür sanat yapma talebi ve ülkenin antidemokratik iklimi dile getirilmişti. Kadıköy Tiyatrolar Platformu’nun bir üyesi olarak ben de bu yılki etkinliğe katılmayı düşünüyorum. Öğrencilerimizle birlikte Orwell’in 1984’ünün bir sahne uyarlamasını çalışıyoruz. Distopya edebiyatının bu klasik eserine bugünlerde çok sık referans veriliyor. Toplumun tek bir merkezden yönetilişini anlatan bu bilimkurgu eserdeki siyasi sisteme eskisinden daha yakınız.

Notos dergisinin “100 yılın oyunları soruşturması”nda Türkçe oyunların ilk üçü şöyle: Keşanlı Ali Destanı, Mikado’nun Çöpleri ve Lüküs Hayat… Bu sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz, siz nasıl bir sıralama yaparsınız?

Hemen bir sıralama yapamam. (gülüyor) Lüküs Hayat malûm, klasikleşmiş bir müzikal. Neredeyse yarım yüzyıldır seyircinin itibar ettiği bir oyun. Mikado’nun Çöpleri absürt tiyatroya da göz kırpan çok iyi yazılmış bir oyun. Keşanlı Ali Destanı iyi bir halk tiyatrosu örneği, Brechtyen bir oyun. Göstermeci tavrıyla, dramatik aksiyon içinde şarkıların kullanımıyla, yabancılaştırma ögeleriyle, oyun karakterlerinin sınıfsal konumuna yaptığı vurguyla özgün ve yerli bir epik tiyatro örneği.

Şu sıralar Kadıköy’de tiyatro nüfusu çok yoğun, bu nedenle Türkiye’nin tiyatro başkenti olmayı hak ediyor. Üç yıldır varlığını sürdüren Kadıköy Tiyatrolar Platformu’nda birçok topluluk var. Tiyatro mekânı olan topluluklar da var, mekânı olmayan daha küçük topluluklar da. Önemli bir girişim daha var: Tiyatro Kooperatifi.

Dünya tiyatrosunda sizin ilk üçünüze hangi oyunlar girer?

Shakespeare’in tiyatro serüveninin bir son deyişi olarak değerlendirilen Fırtına, Beckett’ın Godot’yu Beklerken’i ve Tom Stoppard’ın Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler’i hemen söyleyebileceklerim. Shakespeare ve Beckett dünyaya mâlolmuş oyun yazarları. Tom Stoppard’ın Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler’i oyun içinde oyunlarla yoğrulan bir Hamlet parodisi. Shakespeare’in eserinden bildiğimiz iki önemsiz karakterin Hamlet oyunu içindeki varoluş mücadelesini ve yok oluşlarını anlatır. Modern sonrası tiyatro edebiyatının önemli bir eseri.

Keşanlı Ali Destanı’nın Brechtyen bir oyun olduğunu söylediniz. Brecht’in hangi oyunları sizin için öne çıkıyor?

Birçok önemli oyun… Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi’nde Nazi’lerin sermaye çevreleriyle yürüttüğü ilişkilerle rakiplerini tasfiye ederek iktidarı ele geçirmesini Chicagolu bir mafya çetesi üzerinden anlatışı. Bir Fin halk masalından ilham alarak yazdığı Bay Puntilla ve Uşağı Matti’de bir toprak ağası ile kâhyası arasındaki sınıfsal ilişkiyi ele alışı. Eski bir Çin halk masalından yola çıkarak yazdığı Kafkas Tebeşir Dairesi’nde, bir çocuğun velayeti belirlenirken analık hakkının kan bağına mı, yoksa çocuk büyütülürken verilen emeğe mi itibar etmemiz gerektiğini tartışması. Çoğu oyununda halk masallarından, tarihsel olaylardan, daha önce yazılmış oyunlardan faydalanmış, onları yeniden yorumlamıştır. Ayrıca, geliştirdiği tiyatro kuramının somutlanması olarak değerlendirilen oyun metinleri önemlidir. 

Bahar Noktası

Aristocu dramatik tiyatro anlayışının karşısında, diyalektik materyalist dünya görüşünün tiyatro anlayışı olduğunu ileri sürdüğü epik tiyatroyu kuramsallaştırmıştır. Epik tiyatro seyirci ile oyun arasına belirli bir mesafe koyarak seyircinin oyunla özdeşleşmesini kesintiye uğratan, engelleyen göstermeci tiyatronun ögelerini kullanmayı önerir. Birçok geleneksel halk tiyatrosundaki –özellikle Uzakdoğu tiyatrosunu vurgulayarak– şarkı, koro, anlatıcı gibi göstermeci unsurları bilinçli şekilde kullanarak “yabancılaştırma” etkisi yaratılması gerektiğinden söz eder. Brecht’in oyunlarını sahnelerken onun yaptığına benzer biçimde, o oyunları yazıldıkları dönemin kültürel bağlamından soyarak günümüzün sorunları üzerinden yeniden yorumlamak, yazmak –yapıbozuma uğratmak,– böylelikle kültürel ve dönemsel mesafeyi aşabilmek Brechtyen bir tavır olarak görünmüştür bana.

Son zamanlarda tiyatroda yükselen bir dip dalgası olduğu söyleniyor, siz de gözlemliyor musunuz?

Dikkat çekici bir hareketlilik gözlemlemek mümkün. Ankara’da, İstanbul’da irili ufaklı birçok tiyatro topluluğu oyunlar sahneliyor, mekânlar açıyor, seyircileri var. Bu da ‘90’lara göre daha ciddi bir üretim ortamı oluştuğunu gösteriyor. Fakültelerden mezun birçok genç oyuncu var. Ayrıca dizi sektörünün yarattığı ekonomi, dizi oyuncularının para ve şöhret kazanması bu kadar çok oyunun üretilmesinin, topluluğun doğmasının nedenlerinden biri. Ancak, bu kadar çok özel tiyatronun veya topluluğun muhalif kültür yaratıp yaratmadığını 10-15 sene sonra değerlendirmek mümkün olabilir. Türkiye’de benzer bir hareketliliğin ’60’larda, ’70’lerde yaşandığını biliyoruz. Ama o dönemde muhalif bir kültürün oluşmasını sağlayan toplumsal bir dip dalga vardı. Tiyatro alanında da cesur, öncü denemelerin yapıldığı, yeni tekstlerin üretildiği, çağdaş olanla yerel olanın sentezlenmeye çalışıldığı bir ortam oluşmuştu. O dönemde üretilen birçok oyun metni, kuramsal tartışma varlığını koruyor. Ve hâlâ o dönemin ruhundan ve yapıtlarından ilham alıyoruz. 

AST’ın 1963’te açılış oyununun “Godot’yu Beklerken” olması, devrimci bir tiyatronun absürt tiyatronun başyapıtıyla açılması, AST’ın kuruluş felsefesinde avangard eserlerin sahnelenmesi ilkesinin ne kadar ağırlıklı olduğunu gösterir. ‘60’larda, ‘70’lerde devrimci olan ile avangard olan bugünkü gibi farklı algılanmıyordu.

Mesela?

“100 yılın oyunu soruşturması”nda da ilk üçe giren Keşanlı Ali Destanı ve Mikado’nun Çöpleri mesela. Sözünü ettiğim dip dalgayı besleyen görece özgür bir siyasal ortam vardı o dönemde. Türkiye’de politik tiyatronun en önemli temsilcisi kabul edilen Ankara Sanat Tiyatrosu’nun kuruluşu da bu döneme denk gelir. AST’ın 1963’te açılış oyununun Godot’yu Beklerken olması bana her zaman heyecan vermiştir. AST gibi devrimci bir tiyatronun, absürt tiyatronun başyapıtı olarak değerlendirilen bir oyunla açılması, AST’ın kuruluş felsefesinde avangard eserlerin sahnelenmesi ilkesinin ne kadar ağırlıklı olduğunu gösterir. Sanırım ‘60’larda, ‘70’lerde devrimci olan ile avangard olan bugünkü gibi farklı algılanmıyordu. Belki de sonraki yıllarda kaybedilen şeylerden biri de bu. Düşünsel olarak üretken bir dönemin sonlarıymış meğer. ‘80’lerde ise tiyatro açısından ölü sayabileceğimiz bir dönem yaşandı. ‘60’ların, ‘70’lerin ne anlama geldiği ‘80’lerin sonlarına doğru kavranabildi.

Fırtına

“Kadıköy Tiyatrolar Birliği’ne üyeyim” dediniz. Böyle bir platformun varlığı tiyatro ortamına dair ne söylüyor?

Şu sıralar Kadıköy’de tiyatro nüfusu çok yoğun, bu nedenle Türkiye’nin tiyatro başkenti olmayı hak ediyor. Üç yıldır varlığını sürdüren Kadıköy Tiyatrolar Platformu’nda birçok topluluk var. Moda Sahnesi, DasDas gibi tiyatro mekânı olan topluluklar da var, mekânı olmayan daha küçük topluluklar da. Önemli bir girişim daha var: Tiyatro Kooperatifi. Ekonomik olarak toplulukların dayanışmasını sağlayacak bir örgütlenme. Aslında bu örgütlenmeler yan yana gelişlerin önemli bir aşamada olduğunu gösteriyor.

Gişe geliri bir tiyatroyu ayakta tutar mı?

Tiyatro kurmak restoran açmak gibi değerlendiriliyor. Türk Ticaret Kanunu’na göre özel tiyatro sahipleri tacir sayılıyor, dünyanın aksine. Gişe gelirleri ve bağışların dışında başkaca bir kaynağı yok özel tiyatroların. Gişe gelirleriyle yaşam zorlaşıyor. Tiyatro dergi çıkarmak gibidir, süreklilik ister. Süreklilik yaratılamazsa ekip de, seyirci de kaybolur. O yüzden özel tiyatrolar, topluluklar perdelerini açmak için büyük bir mücadele veriyor. 

Tiyatro kurmak restoran açmak gibi değerlendiriliyor. Türk Ticaret Kanunu’na göre özel tiyatro sahipleri tacir sayılıyor, dünyanın aksine. Gişe gelirleri ve bağışların dışında başkaca bir kaynağı yok özel tiyatroların. Tiyatro dergi çıkarmak gibidir, süreklilik ister. Süreklilik yaratılamazsa ekip de, seyirci de kaybolur.

Sizin de bir grubunuz vardı…

Evet, Tiyatrolokomotif. Ankara’da ve İstanbul’da Yaban Çocuk, Kare, Müfettiş gibi oyunları sahneledik. Bazen mekân bulamamak, geçim derdi ve kent değiştirme gibi sebeplerle, kimi oyuncuların tiyatrodan vazgeçmeleriyle istediğimiz kadar uzun soluklu olamadı.

Siyasal iktidarların tiyatroyla ilişkisi neden hep gerilimli?

İktidarlar kendi seslerini yankılayan araçlara ihtiyaç duyar. Bugün tiyatro bu işlevi yerine getirmekte zayıf kalan bir aygıt. Çünkü artık iktidarın kitlelere daha rahat ulaşabileceği televizyon var. Birtakım politik mesajların diziler üzerinden verildiğini bilmeyen yok. Bu kadar kitlesel olmaması tiyatroya görece bir serbestlik alanı sağlayabiliyor. Tiyatroda eninde sonunda bir taşlama çıkarabilir, müesses nizam bu riski sevmez haliyle. Batı’da da tiyatronun tarihi böyle. Baskı dönemlerinde yeni ifade yolları buldu tiyatro. Pantomim Roma İmparatorluğu’nun baskıcılığına bir direnme biçimi olarak ortaya çıkmış. Kukla tiyatrosunun siyasi taşlama için kullanıldığını biliyoruz. Gölge oyunu, bizdeki Karagöz geleneği de böyle bir taşlama, siyasi hicivden yola çıkmış. Ezel Akay’ın filmini hatırlayın, nasıl bitiyordu: “Onlar öldü, gölgeleri konuşmayı sürdürüyor.” Ama müesses nizam onları da ehlileştirmenin bir yolunu buluyor, “Ramazan eğlencesi” yapıveriyor Karagöz’ü. Peter Brook yeniden keşfetmemiz gerektiğini söylediği Shakespeare Tiyatrosu’nun kendi döneminde müesses nizamı rahatsız eden öncü bir işlev üstlendiğini ifade eder. Bugün de oynanması yasaklanan oyunlar, cezalandırılan oyuncular, KHK ile kapatılan tiyatrolar var. İlk aklıma gelenler: Macbeth, Martı, Barış Atay’ın oynadığı Sadece Diktatör ve KHK ile kapatılan İzmir Yenikapı Tiyatrosu’ndaki bir oyuncuya oynadığı rol nedeniyle verilen ceza.

Dava

Hocalık da yapıyorsunuz. Yeni kuşakların tiyatroyla ilişkisi nasıl?

Dokuz senedir Yeditepe Üniversitesi’nde oyun çalışma dersi veriyorum ve her sene en az bir oyun sahneye koyuyoruz. Okuma-yazmayla ilişkileri daha zayıf bizim gençliğimize göre. Geçen yıl Kafka’nın Dava’sından uyarlanan bir oyun sahneledik, romanın tümünü okuyanlar sınıfın yarısından fazla değildi. Unutmayalım, bizimkine göre daha acımasız, ahlâksız ve rekabetçi bir dünyanın içine doğuyorlar, olanakları daha fazla olmasına karşın zihni iğdiş edici bir eğitim sisteminin içinden geçmek zorundalar.

Dava’yı seçmenizin sebebi neydi? 

Yargı sisteminin geldiği durum etkili oldu. Siyasi otoritenin yargı sistemini muhalefeti cezalandırma yöntemi olarak kullanması, uyduruk delillerle yapılan tutuklamalar, senelerce süren tutukluluk, yargı bürokrasisinin hantallığı Kafka’nın Dava’da tarif ettiği distopik dünya ile büyük benzerlikler taşıyor. Aynı zamanda öğrenciler bir edebiyat klasiğiyle tanışmış olacaklardı ve klasiklerin gökten zembille inmiş, geçmişte kalan insani durumları anlatmadığı, bugün de yaşamsallığını sürdüren kurmacalar olduğu anlaşılacaktı.

Peter Brook yeniden keşfetmemiz gerektiğini söylediği Shakespeare Tiyatrosu’nun kendi döneminde müesses nizamı rahatsız eden öncü bir işlev üstlendiğini ifade eder. Bugün de oynanması yasaklanan oyunlar, cezalandırılan oyuncular, KHK ile kapatılan tiyatrolar var.

Yönettiğiniz ilk oyun hangisi?

1987’de, ODTÜ Oyuncuları’ndaki arkadaşlarımın okuyup beğendiği ve “bunu sen yönetirsin” diye önüme koydukları Hasan Sabbah’tı. Ben de oyunu beğendim, böylelikle yönetmenliğe “itilmiş” oldum. Hasan Sabbah, Güngör Dilmen’in sahnelenmemiş bir oyunuydu. Yükselmekte olan siyasal İslâm’a işaret ediyordu. O günlerde siyasal İslâm’ı tehlikeli bulmamıza karşın başı örtülü kadın öğrencilerin üniversitelere alınmaması konusunda kendilerine haksızlık edildiğini düşünüyorduk. Fakat sonraki yıllarda ODTÜ’deki İslâmcı öğrenciler ODTÜ Oyuncuları’na tehdit mektupları göndermek, tiyatro topluluğunun bulunduğu amfinin camlarını kırmak gibi yollara başvurdular. Hasan Sabbah’tan sonra Bahar Noktası, Godot’yu Beklerken, Yaban Çocuk’u çalıştım. 2012’ye kadar ODTÜ Oyuncuları’nda sahnelenen tüm oyunlarda az çok tuzum var.

Bahar Noktası gibi bir klasiği tercih etmenizin sebebi neydi?

Klasikleri romantik dönemdeki bakış açısından kurtarma, günümüzün estetik anlayışı üzerinden yeniden sahneleme iddiasındaydık ve bir ilke belirlemiştik: Dünya klasiklerini bugün üzerinden yeniden okuma ve hesaplaşma. Hamlet böyle bir anlayışla ele almaya çalıştığımız ilk denemeydi. Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası, Can Yücel’in Türkçesiyle Bahar Noktası bu ilkemizle örtüşüyordu. Can Yücel’in çevirisi eseri sınıfsal bir bakış açısı üzerine oturtmuştur. Bunu daha belirgin kılmak ve günümüze taşıyabilmek için Atina Kralı’nı, maiyetini ve çocuklarını sonradan görme mafyatik zenginler, Atina kentinin korusundaki doğaüstü yaratıkları kenar mahalledeki bir reklam panosundan canlanan rock ve punk yıldızları ve son olarak, Atina Kralı’nın düğünü için tiyatro oyunu hazırlığı yapan esnaf grubunu da proleterler olarak yorumladık. Can Yücel’in zengin alaturka dili de oyunun coğrafyamız üzerinden algılanmasını sağladı. 

Müfettiş

Sonra neden absürt oyunlara yöneldiniz?

ODTÜ’de, özellikle yönetmenlik yaptığım dönemde, herkes Brecht yer içer, Brecht konuşurdu. Kantarın topuzu da kaçardı bu tartışmalarda ve üretilen işlerde. ODTÜ Oyuncuları içinde bu tartışmalara katılmış biri olarak absürt tiyatronun –Beckett’ın örneğin– repertuarda yer almasında etkim olmuştur. Tiyatroda dilin bir iletişimsizlik aracı olarak kullanımı ilgimi çekiyor. Tiyatroyla ilgilendiğim ilk yıllarda Godot’yu Beklerken’i “ne rezalet oyun” diyerek kaldırıp atmıştım. Yıllar sonra yeniden baktığımda, karşılıklı kısa diyalogların sahnede ne anlama gelebileceğini gördüm. Godot’yu Beklerken o anda sahnede olma durumunu Brechtyen bir tiyatroya göre daha güçlü bir biçimde ortaya çıkarıyor ve seyirciyi kışkırtabiliyordu. Godot’yu Beklerken’i anlamak için Harold Pinter’ın Git Gel Dolap oyunuyla uğraşmış olmam gerekiyordu sanırım.

Neden?

Çünkü Git Gel Dolap bana Godot’yu Beklerken’den yola çıkmış, daha somutlaştırılmış ve sinematografik imgelerle kurulmuş bir esinlenme gibi gelir. İki oyunun da günlük dille, karşılıklı kısa diyaloglar üzerinden yazılmış olması tek benzerlik değildir. Godot’yu Beklerken’deki kır yolu Git Gel Dolap’ta bir bodrum katıdır. Vladimir ve Estragon iki müzikhol komedyeni gibidir, fakat Ben ve Gus bir karafilmden çıkmış iki kiralık katildir. Godot’yu Beklerken’de artık gelmeyeceğini bildiğimiz, iyice soyutlaşan çiftlik sahibi Godot, Git Gel Dolap’ta üst kattan direktifler gönderen teşkilatın reisi Wilson’a dönüşmüştür. 1989’da, bir grup tiyatrocu bir kafe-tiyatro kurduk. Üst katı kafe, alt katı oyun sergilenen bir mekândı. Adı da Sahne oldu. Git Gel Dolap bir restoranın bodrum katında geçer. Sahne’nin alt katında kurduğumuz oyun mekânı bu oyunu sahnelemek için uygundu. Mekânın olanaklarını kullanarak sahnelenmiş olduğu için etkileyici bir oyun çıktı ortaya. Sahne girişimi 1991’de sona erdi maalesef.

Klasikleri romantik dönemdeki bakış açısından kurtarma, günümüzün estetik anlayışı üzerinden yeniden sahneleme iddiasındaydık ve bir ilke belirlemiştik: Dünya klasiklerini bugün üzerinden yeniden okuma ve hesaplaşma. Hamlet böyle bir anlayışla ele almaya çalıştığımız ilk denemeydi. Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası, Can Yücel’in Türkçesiyle Bahar Noktası bu ilkemizle örtüşüyordu. Can Yücel’in çevirisi eseri sınıfsal bir bakış açısı üzerine oturtmuştur.

ODTÜ Oyuncuları ile sahnelediğiniz son oyun Handke’nin Kaspar’ından uyarladığınız Yaban Çocuk

Handke tiyatrosunun en önemli metinlerinden biridir Kaspar. Bozkurt Şener’le çalıştık Handke’nin metnini ve hemen hemen yarısını kullandık. O nedenle oyuna Kaspar adını koymadık. Biraz da Truffaut’nun Victor’un eğitimini anlattığı Vahşi Çocuk filmine atıfla Yaban Çocuk dedik. Oyunun birkaç bölümü hariç tümü doğaçlamalarla elde ettiğimiz aksiyonlar üzerine oturtulan sesler ve müziklerden oluşan koreografik bir çalışmaydı. Hareket tiyatrosuna yaklaşan bu özelliği nedeniyle oynadığımız birçok yerde tiyatrocular arasında tartışma yarattı. Kaspar’ın duygusal iç çatışmalarının vurgulanması yerine daha biçimsel ve hareket üzerinden bir anlatıma yönelmiş olmamız hem  eleştirildi hem beğenildi. Handke’nin oyunu tarihsel bir kişilikten alıyor adını. Kaspar Hauser, 1828’de Nürnberg’de ortaya çıkar. 16 yaşındadır ve geçmişi hakkında hiçbir şey bilinmiyordur. 16 yıl boyunca sadece su ve ekmekle beslendiğini ve oyuncak bir tahta ata sahip olduğunu öğreniriz. Bulunduğunda tek tümce kurabilmektedir: “Bir zamanlar babamın olduğu gibi bir süvari olmak istiyorum.” Yürüyemez ve konuşamaz. Bulunduğunda deli zannedilir. Sirk hayvanı gibi sergilenir bir süre. Ünlü bir profesöre emanet edilir ve eğitilir daha sonra. 1830’da anılarını yazmaya karar verdiğinde esrarengiz bir biçimde öldürülür, olay aydınlatılamaz.
Herzog’un 1974 tarihli filmi The Enigma of Kaspar Hauser onun biyografisi üzerine bir filmdir. Ortaya çıkışı, eğitilmesi, kısa sürede kentin ileri gelenleri arasında toplantılara çağrılan bir figür olması ve ölümü anlatılıyor. Oysa Handke’nin oyunu, Kaspar’ın dil öğrenme sürecine odaklanmıştır. Handke Kaspar’da modern toplumlarda üretilen öznenin dil yoluyla kuruluşunun bir tarifini verir. Toplumsal düzene dil aracılığıyla dahil olan Kaspar nesneleri adlandırmaya başlar. Bir yandan da hoparlörlerden gelen mekanik sesler baskının ve şiddetin metaforlarına dönüşür. Bunu “dil işkencesi” olarak tanımlar Handke. Oyunun finalinde kişilik parçalanmasıyla yabancılaşmış modern insan anlatılır. Biz sahnelerken Türkiye’nin AB’ye girme girişimleri üzerinden güncel bir okuma yaptık. Bu oyunla Almanya’ya çağrıldık 2008’de. Hatta Handke’nin ajansı sahnelememize izin vermedi. Bonn Bienali’nin sanat yönetmeni Handke’yi arayarak izin aldı. (gülüyor)

Handke’ye Nobel verilmesi çok tartışıldı…

Yugoslavya’daki iç savaşta Miloseviç’ten yana tavır aldı çünkü. Bence sansasyon peşinde koşan bir sanatçı. Mevzusu provokatif olmak. Seyirciye Sövgü diye bir oyunu var, “siz bir hikâye bekliyorsunuz, nah alacaksınız, buraya neden geldiniz” filan diye seyirciyi aşağılayarak başlıyor. Kaspar da seyirciyi kışkırtmayı hedefler. 

Tiyatro 21. yüzyılın sorunlarından nasıl etkileniyor, nereye gidiyor?

Algı dünyamızın, kavrayışımızın, kavramlarımızın değiştiğini ve yeniden tanımlandığını kabul etmeliyiz. Tiyatro algısı da bundan payını alıyor elbette. Ama canlı icranın değeri daha önemli hale geliyor ve gelecek diye düşünüyorum. Belki de seyirci-oyuncu ilişkisi farklılaşacak; yeniden düşünülmüş seyirci-oyuncu karşılaşmalarını örgütlemek tiyatronun bu yüzyılda yönelmesi gereken yol olabilir.

Express, sayı 172, Bahar 2020

^