KORONA DERSLERİ

Nicholas Bell
2 Haziran 2020
SATIRBAŞLARI

Ormanların endüstriyel tarım adına yok edilişiyle zoonoz hastalıkların çığ gibi artışı arasındaki somut bağlar neler? Endüstriyel hayvancılık salgın hastalıkları hare hare nasıl yayıyor? Geleceğe dair asıl mücadele hangi taraflar arasında verilecek? Longo Maï Kooperatifi’nden Nicholas Bell’in kılavuzluğunda kapitalosen çağda ufuk turuna çıkıyoruz.  
Kolaj: Adrian Kenyon

Yaşadığımız küresel sağlık krizinin nadir olumlu sonuçlarından biri uzun süredir ekosisteme yönelik yıkıcı tavrımızın sonuçlarına dikkat etmemize yol açması ihtimali olabilir. Doğaya karşı takındığımız tavır daha önce benzeri görülmemiş büyüklükte sağlık felaketleri doğuruyor. Doğal Yaşam Tarihi Müzesi (MNHN) laboratuvarı müdürü ve ekolog Philippe Grandcolas şöyle diyor: “Bugün yaşananların sadece tıbbi bir sorun olmadığını biliyoruz. Bulaşıcı hastalıklar doğal ortamlara gittikçe artan müdahalemizden dolayı ortaya çıkıyor. Ormanları yok ediyoruz, doğal yaşam alanlarını yitiren yabanıl hayvanların kentsel bölgelere yakın, dengesizleşmiş ekosistemlerde evcil hayvanlarla temas etmelerine yol açıyoruz. Bulaşıcı etkenler böylece yeni bulaşma zincirleri ve yolları buluyor. Bu konudaki sessizlik ise sağır edici.”

Gündelik lügate yerleşen bir kelime: Zoonoz

Birden gündelik lügatimize giriverdi zoonoz terimi. Hayvanlardan insanlara bir patojen etkenin bulaşmasıyla ortaya çıkan hastalık anlamına geliyor. Araştırmacıların ve ekolojistlerin yıllardır alarm zillerini çaldığını fark ettik aniden. Londra’daki University College’da ekoloji ve biyoçeşitlilik alanında çalışmalarını sürdüren Kate Jones Biyoçeşitlilikteki Bozulma Yeni Hastalıkları Tetikliyor başlıklı yazısında, 1940 ve 2004 arasında ortaya çıkan 335 bulaşıcı hastalığın yüzde 60’ının zoonoz olduğunu tespit etti. Bu hastalıklar arasında Ebola, SARS, Marburg, AIDS, Mers-Cov sayılabilir. 2018’de Dünya Sağlık Örgütü “uluslararası bir tehdide neden olabilecek patolojiler” listesine meçhul bir “X hastalığı” dahil etti. Örgüt aynen şöyle diyordu: “X hastalığı hızlı ve sessizce yayılacak, insanların seyahat ve ticaret ağlarından yararlanarak birçok ülkeye ulaşacak ve kontrol altına alınması zorlaşacak.”

Nipah virüsü Malezya’nın kuzeyindeki yarasalarda bulunuyordu. Bölgede endüstriyel domuz çiftlikleri kuruldu. Palmiye yağı endüstrisi yüzünden ormanlardan sürülen yarasalar meyve ağaçlarına yerleşti. Yarasaların kemirdiği meyveleri domuzlar yedi. Virüs bir çiftlikten diğerine yayıldı ve nihayetinde insanlara bulaştı.

Adeta çöl ıssızlığındaki bir ortamda sesini yükselten kurumlardan biri olan Hükümetlerarası Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Riskleri Platformu’nun (IPBES) biyoçeşitlilikteki erozyonun sistematik olarak bulaşıcı hastalıklarda artışa yol açtığını hatırlatan uyarısına kulak verelim. Veya Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) şu saptamasını okuyalım: “Bulaşıcı hastalıklardaki artış son yıllarda tropik ormanların yok oluşundaki artışla çakışıyor. 40 yılda 250 milyon hektardan fazla orman alanı yok oldu. Tropikal ormanlar özellikle biyolojik çeşitliliklerinden dolayı mikroorganizmalar açısından çok zengindir.” Philippe Grandcolas’ya göre ekosistem araştırmaları bilim ve biyolojinin en zayıf halkası ve Avrupa’daki fonların sadece yüzde 0.6’sı bu alanlara ayrılıyor.

Grandcolas 1998’de Malezya’da ortaya çıkan Nipah virüsü sürecinde yaşananları adım adım anlatıyor: “Virüs, ülkenin kuzeyinde yaşayan meyve yiyen yarasalarda bulunuyordu. Aynı dönemde bölgede endüstriyel domuz çiftlikleri kuruldu. Köylüler ikinci bir gelir kaynağı sağlamak için mango ve başka meyve ağaçları dikti. Palmiye yağı endüstrisi yüzünden ormanlardan sürülen yarasalar bu ağaçlara yerleşti. Yarasaların kemirdiği meyveler, yarasa tükürükleri ve dışkıları her yere saçıldı. Domuzlar bunları yedi. Virüs bir domuzdan öbürüne, bir çiftlikten diğerine yayıldı ve nihayetinde insanlara bulaştı. O süreçte bir milyondan fazla domuz katledildi.

Domuz çiftliği çalışanları 1999’da Malezya’da canlı domuzları büyük bir mezara itiyor. Salgını durdurmak için Malezya hükümeti neredeyse 1 milyon domuz itlaf etti

Katarina Zimmer, National Geographic dergisinde 22 Kasım 2019’da (yani salgından kısa süre önce) yayınlanan bir makalesinde, Endonezya’da Nipah virüsünü neyin tetiklemiş olabileceğini belirtiyor: “1997’de Endonezya’nın tropikal ormanlarının üzeri dumanla kaplanmıştı. Tarım alanı açmak için Pennsylvania büyüklüğünde (110 bin kilometrekare) orman alanı yakılmış ve kuraklıkla beraber yangınlar şiddetlenmişti. Dumandan boğulan ağaçlar meyve üretemedi, meyveyle beslenen yarasalara yiyecek bulmak için göç etmekten, giderken ölümcül hastalıklarını da taşımaktan başka seçenek kalmamıştı.” CNN’de Nick Paton Walsh ve Vasco Cotovio’nun dedikleri gibiyarasalar uçabilen yegâne memelilerdir, bu da onların geniş bir alana yayılmalarını mümkün kılıyor.” Göklerde uçabilen bir tek onlar değil elbette. Günümüzde uçakla bir gün Afrika ormanlarında ertesi gün Londra’nın merkezinde olmak mümkün.

Zimmer daha iyi bilinen ve çok daha ölümcül virüs kaynaklı bir hastalık olan sıtmayı hatırlatarak “sivrisineklerin yaydığı parazitlerin neden olduğu enfeksiyonun her yıl bir milyondan fazla insanı öldürmesinin ormanların yok edilmesiyle birebir ilişkili olduğu uzun zamandır düşünülüyor” diyor ve ekliyor: “Brezilya’da yüzyıl başında, Amazon havzasında yılda 600 binden fazla vaka görülüyordu; orman arazilerinin yok edilmesiyle hastalığın Amazon’daki en önemli vektörü olan Anopheles darlingi sivrisineğinin çoğalması için orman çeperinde ideal bir yaşam alanı oluşmuş gibi görünüyor. Bir çalışmaya göre, 1600 kilometrekare kesilmiş orman alanı –300 bin futbol sahasına eşdeğer– sıtma vakalarında 10 binden fazla bir artışa tekabül ediyordu.” Amazon’u son bir yılda tahrip eden yangınların yaratacağı etkilerden korkmak için yeterince sebebimiz var.

Ormanların yok edilmesiyle sıtmanın Amazon’daki en önemli vektörü olan Anopheles darlingi sivrisineği için orman çeperinde ideal bir yaşam alanı oluşmuştu. Bir çalışmaya göre, 1600 kilometrekare kesilmiş orman alanı sıtma vakalarında 10 binden fazla artışa tekabül ediyor.

Katarina Zimmer’in verdiği başka bir örnek: “Liberya’da, palmiye yağı ekim alanlarının kurulmasına bağlı olarak, orman faresi orduları ekim alanlarına ve evlerin etrafında da bol miktarda bulunan palmiye meyvelerine akın ediyor.” Sonuç: Bulaştığı kişilerin yüzde 36’sını öldüren Lassa virüsü yayılıyor. Bu tür süreçler tropikal hastalıklarla da sınırlı değil. Santa Barbara’daki California Üniversitesi’nden ekolog MacDonald’ın araştırmaları ABD’nin kuzeydoğusunda ormansızlaşma ve Lyme hastalığı arasında ilginç bir ilişki bulunduğunu ortaya koydu.

Tayland merkezli CNRS-CIRAD adlı tarım araştırmaları enstitüsünde çalışan ekolog Serge Morand’a göre, “vahşi yaşam ve içinde yer alan patojenler arasındaki etkileşimleri derinden değiştirme ve ekosistemlerin virüslerin dolaşımını düşük seviyede tutan özdüzenlemelerini yok etme sürecindeyiz.” Kate Jones’a göre “zengin ekosistemlerde birçok tür, bir virüsle karşılaştığında, onu yok edebilir veya çoğalmasını engeller. Bir tür epidemiyolojik çıkmaz sokak veya duvar rolü oynadıkları söylenebilir.” Katarina Zimmer “birçok virüs ormanlarda konukçu hayvanlarıyla birlikte evrimleşip zararsız bir şekilde varolur. Ancak, insanlar ormanlara girdiğinde veya orman ortamlarını değiştirdiklerinde, farkında olmadan patojenlerin konukçuları haline gelebilirler” diyor. 

Amazon…

Endüstriyel hayvancılığın vahim sonuçları

Endüstriyel tarım ve hayvancılık türlerin genetik olarak basitleştirilmesine ve standardizasyonuna yol açıyor. Küçük çiftçileri korumaya yönelik çalışan bir dernek olan Grain 2 Nisan 2020’de yayınlanan basın açıklamasında şöyle diyor: “Yeni araştırmalar Covid-19’un kökeninde, taze ürün pazarlarının değil, endüstriyel hayvancılığın olabileceğini gösteriyor. Wuhan çevresindeki bölge endüstriyel domuz yetiştiriciliğinin merkez üssü konumunda ve bölgede hâlâ sadece bir yıl önce ortaya çıkan başka bir ölümcül virüse bağlı olarak domuzların kitlesel ölümüyle başa çıkmaya çalışılıyor.

Big Farms Make Big Flu (Büyük Çiftlikler Büyük Gribe Neden Olur, 2016) kitabının yazarı biyolog Rob Wallace şu tespitte bulunuyor: “Endüstriyel hayvancılık –domuz, kümes hayvanları ve diğerleri– ormana yayıldıkça yaban ortamdan gıda temin edenler ormanın içlerine doğru ilerlemek zorunda kalır, bu da patojenler için yeni ara yüzler ve daha fazla yayılma imkânı anlamına gelir.” Bu, Covid-19’un da olası kaynaklarından biridir. Spillover: Animal Infections and the Next Human Pandemic (Taşma: Hayvan Hastalıkları ve Bir Sonraki Pandemi, 2012) kitabının yazarı David Quammen başka bir neden daha belirtiyor: “Söz konusu kaynaklar arasında vahşi hayvanların gıda olarak tüketilmesi de var. Bu tüketim Asya, Afrika, daha az miktarda ABD ve başka coğrafyaları kapsayan tehlikeli bir tedarik zinciri aracılığıyla gerçekleşir. Çin’de bu ticaret SARS sırasında geçici olarak yasaklandı, ancak ardından tekrar başladı.

Özel koruma hedefleri ekosistemde az çok aynı rolü yerine getiren türlerin hayatta kalması ihtimali adına başka türlerin yok edilmesine yol açabilir. Çevre, insanlara sağladığı hizmetlerin toplamına indirgenebilir mi?

Kapitalosen hastalıklar

Philippe Grandcolas’nın hatırlattığı gibi, ekosistemlerin istikrarsızlaştırılması tropikal ve uzak ülkelerle sınırlı bir olgu değil: “Fransa’da her yıl yüz binlerce tilki öldürüyoruz. Oysa tilkiler ısırıklarıyla Lyme hastalığını yayan keneleri taşıyan kemirgenlerin avcılarıdır.” Ortaçağ tarihi uzmanı Jérôme Baschet Covid-19’un bir antroposen hastalığı ya da daha gerçek bir tanımla kapitalosen hastalığı olduğunu ileri sürüyor. Baschet’ye göre Covid-19 “genel olarak insan türlerinin değil, belirli bir tarihsel sistemin gerçeği. Virüs canlılar vasıtasıyla neden olduğumuz azabın faturasını sunmaya geldi.”

Philippe Grandcolas’nın sözleriyle “Ne yazık ki, yaşadığımız dramatik dönem insanî Maniheizmi şiddetlendirebilir ve kimilerini tüm biyolojik çeşitlilikten kurtulma düşüncesine itebilir. Çevremizdeki tüm mikroorganizmaları temizleyemeyiz, onlara kesinlikle ihtiyacımız var. (…) Vahşi doğada melek ya da şeytan yoktur, türler aynı anda her iki tarafta da yer alabilir. Yarasa sadece bir virüs haznesi değil, aynı zamanda bazı bitkilerin tozlaştırıcısı ve böcek avcısıdır.” Walsh ve Cotovio yarasaların önemini şöyle ortaya koyuyor: “Yarasaların bu patojenlerle nasıl başa çıktığını öğrendiğimizde, aynı patojenlerin insanlar arasında yayılması halinde onlarla nasıl savaşacağımızı da görebiliriz.

Doğayı tek bir eksene dayalı, bizim için faydalı olup olmadığına göre değerlendirme eğilimi oldukça eskiye gidiyor. Gazeteci Stéphane Foucart uzmanların çevreyi korumak için yeni bir çerçeve görüşmek üzere Şubat ayı başlarında Brüksel’de toplanmasının ardında doğanın değil, sağladığı hizmetlerin korunmasına dayalı “özel koruma hedefleri” yaklaşımının benimsendiğini belirtiyor ve soruyor: “Bu tür hedefler, ekosistemde az çok aynı rolü yerine getiren (örneğin bitkilerin tozlaşmasını sağlayan) türlerin hayatta kalması ihtimali adına başka türlerin yok edilmesine yol açabilir. Çevre, insanlara sağladığı hizmetlerin toplamına indirgenebilir mi? Yaşayan bir türün ihtiyaç fazlası olduğunu ilan edebilir miyiz? Bazı türlerin yok edilmesi, bir faaliyetin hatalı sonucu değil de öngörülebilir ve operasyonel çözüme yönelik bir adım olarak kabul edilebilir mi? Bu soruları Brüksel’deki toplantı odalarında, kapalı kapılar ardında cevaplamak uzmanlara mı düşer?

Endonezya, 1997. Tropikal ormanlarının üzeri dumanla kaplanmıştı. Tarım alanı açmak için 110 bin kilometrekare orman alanı yakılmış ve kuraklıkla beraber yangınlar şiddetlenmişti. Dumandan boğulan ağaçlar meyve üretemedi, meyveyle beslenen yarasalara yiyecek bulmak için göç etmekten, giderken ölümcül hastalıklarını da taşımaktan başka seçenek kalmamıştı

Bilim insanları hâlâ bilinmeyen ölümcül hastalıkların ormanlarda saklandığından endişe ediyor; bu da ormanlar yok edildikçe hastalıkların daha geniş ölçekte yayılması demek. Bütüncül sağlık alanında faaliyet gösteren Ecohealth Alliance (Eko-sağlık İttifakı) adlı STK’da çalışan ve dünya çapında enfeksiyon hastalıklarını inceleyen Carlos Zambrana-Torrelio hastalıkların yayılmasının hayvanları ve taşıdıkları virüsleri daha önce yaşamadıkları bölgelere göç etmeye zorlayan küresel ısınmayla artabileceğini vurguluyor. Bugün yaşadığımız sağlık krizi nihayet gerçek anlamda bir farkındalığa neden olacak mı? Yoksa hiçbir şey olmamış gibi olağan seyrine mi dönecek her şey?

Savaş çetin geçecek. Tekrar Rob Wallace’a kula verelim: “Virüslerin neden daha tehlikeli hale geldiğini anlamak isteyen herkes endüstriyel tarım modelini ve özelinde hayvancılığı incelemeli. Şu anda buna öncelik veren az sayıda hükümet ve bilim insanı var. Aksine, dünyanın dört bir yanındaki küçük üreticilerin elindeki son birincil ormanları ve tarım arazilerini ele geçirmek için sermaye öncü kuvvet rolü oynuyor. ABD halk sağlığı yetkilileri, H1N1 ve H5N2 salgınları sırasında tarım işletmelerinin ticari kayıplarını karşıladı. Hasar o kadar büyüktü ki, eğer maliyetler şirket bilançolarına yansıtılsaydı, tarım işletmeciliği devam ettirilemezdi...”

Fırsattan istifade

16 Nisan’da Le Monde meseleyi net olarak ortaya koydu: “Yeşil Mutabakat artık Avrupa Komisyonu için bir numaralı öncelik değil. (…) Biyoçeşitlilik ve ekolojik tarımı savunan ya da ormansızlaşma karşıtı çeşitli projeler ertelendi. (…) Kesin olan bir şey var; dünya ekonomisinin durma noktasına gelmesi Yeşil Mutabakat karşıtlarının sesini daha gür çıkarabilmelerine yol açtı.” Lobiler de boş durmadı. 8 Nisan’da plastik endüstrisinin çıkarlarını temsil eden Avrupa Plastik Dönüştürücüleri Birliği (EuPC) tek kullanımlık plastik ürünleri yasaklayan kararın terk edilmesi için kampanya başlattı. ABD’de Trump yönetimi önderliğinde, Amerikan Çevre Koruma Ajansı (EPA) koronavirüs salgını sırasında çevre yasalarının uygulanmasını askıya alıp şirketlere hava veya suyu kirletmeleri halinde ceza kesilmeyeceğini açıkladı.

Bir yanda büyüme takıntısının süregiden yıkımın derinleşmesine hizmet ettiği bir dünya; diğer yanda, halihazırda binlerce yerde filiz veren yeni varoluş yollarının icadı 

Fransa’da ise durum şöyle: “Paris’te hükümet 45 milletvekilinin hazırladığı ve iklim, biyolojik çeşitlilik, dayanışma ve sosyal adalet lehine toplumsal dönüşümü amaçlayan kapsamlı planı reddetti.”. Ulusal Tarım Araştırmaları Enstitüsü’nden (INRA) Jean-François Guégan geri dönüşü olmayan bir noktaya geldiğimiz kanaatinde. Serge Morand ise “Bu sefer artık mağdurlar tavuk veya ördek değil, milyarlarca insan evine kapanmış vaziyette; gerçek bir ekolojik dönüşümü hayata geçirmek, tarımı yeniden merkeze almak, yerel topluluklarla beraber çalışmak zorundayız” diyor.

Peki “Nasılsa bir aşı bulunur” mantığını aşabilecek miyiz? AIDS, SARS-CoV-1 ve Zika’ya karşı hâlâ aşı bulunamadığını hatırlayalım. Veteriner doktor Hélène Soubelet meseleyi net ifade ediyor: “Küçük ölçekli önlemler için çok geç. İhtiyacımız olan şey, gezegeni kullanma biçimimizde bir dönüşüm gerçekleştirmek. (…) Ama, bir süre sonra meseleyi yeniden unutup gideceğimizden korkuyorum. Bilgeliğe ihtiyacımız var. Bunun yolu da kısa vadeli kişisel rahattan vazgeçip toplumun uzun vadeli iyiliği için endişelenmekten geçiyor.

Toplumsal metamorfoz

Zimmer bu minvalde kayda değer bir öneriyi özetliyor: “Ecohealth Alliance’daki araştırmacılar, hastalığın kontrol altına alınmasının yeni bir ekosistem hizmeti olarak görülmesini, yani karbon depolama ve tozlaşmaya benzer, insanların doğal ekosistemlerden ücretsiz olarak elde ettiği bir fayda olarak ele alınmasını öneriyor.” Bu tezi desteklemek için Ecohealth Alliance Malezya’da hastane yataklarından doktorların kullandığı şırıngalara kadar, sıtmanın hasta başına maliyetini belirlemeye çalıştı. Malezya hükümetinin her yeni hastanın tedavisi için yaklaşık 5 bin dolar harcadığını tespit etti. Zaman içinde toplam maliyet ormanların yok edilmesi ile elde edilen kârı fersah fersah aşacaktır.

Gerçek düşmanımız koronavirüs değil. İki alternatifin karşı karşıya geleceği bir savaş bu: Bir yanda büyüme takıntısının süregiden yıkımın derinleşmesine hizmet ettiği bir dünya; diğer yanda, halihazırda binlerce yerde filiz veren yeni varoluş yollarının icadı. 

Londra Zooloji Birliği’nde yaban faunası salgın hastalıkları profesörü Andrew Cunningham ile ekoloji ve biyoçeşitlilik profesörü Kate Jones, endüstriyel toplumun gidişatını değiştirmenin her yeni virüs için pahalı bir aşı geliştirmekten daha basit olacağı konusunda hemfikir. Koronavirüs, belki de endüstriyel toplumun neden olduğu çevresel zararın insanları düşünüldüğünden çok çabuk yok edebileceğinin ilk açık ve tartışılmaz işaretidir.

Filozof Virginie Maris daha ​​küçük ve daha dayanıklı sistemler üzerine kurulu toptan bir toplumsal dönüşümü savunuyor: “Toplumu daha adil hale getirmenin yollarını keşfederken, bölgesel ölçekte gıda ve enerji özerkliğinin örgütlenmesi gerekiyor. Ayrıca, hayattan bulunduğumuz yerde keyif almanın yollarını keşfetmeliyiz. Böylece yaşamlarımız kafamızı boşaltmak için dünyanın bir ucuna gitmeye ya da elde edemediğimiz tüketim mallarının peşinden koşmaya gerek duymayacağımız kadar tatminkâr ve arzulanır hale gelebilir.”

Son sözü yine tarihçi Jérôme Baschet’ye bırakalım: “Önümüzdeki savaşta düşmanımız koronavirüs değil. İki zıt alternatifin karşı karşıya geleceği bir savaş bu: Bir yanda, meta fanatizminin hüküm sürdüğü ve üretime dayalı büyüme takıntısının süregiden yıkımın derinleşmesine hizmet ettiği bir dünya; diğer yanda, şimdiden binlerce yerde filiz veren, herkes için iyi bir yaşamı desteklemek adına ekonominin kategorik buyruklarının zorunluluk olmaktan çıkmasını sağlayacak yeni varoluş biçimlerinin icadı. Niteliksel olanın neşe veren yoğunluğunu imkânsız bir sınırsızlığın sahte vaatlerine tercih etmek müştereklerimize özen, karşılıklı yardımlaşma, dayanışma ile özörgütlenme ve özyönetim kapasitemizi buluşturacaktır.”

Nicholas Bell’in Mediapart’ta 26 Nisan’da yayınlanan yazısından çevrilmiştir. 
Çeviren: Bediz Yılmaz Bayraktar

^