İsrail’in Gazze şeridini vurmaya başlamasıyla birlikte dünya genelinde İsrail karşıtı eylemler de başladı. Ancak, ABD özelinde eylemler öğrencilerin Columbia Üniversitesi’nde Filistin’le dayanışma kampı kurmasıyla birlikte farklı bir hal aldı. Dayanışma eylemleri kırkın üzerinde ABD üniversitesine yayıldı. Bazı üniversitelerde yer yer işgal eylemine dönüştü. Polisin saldırılarında şu âna kadar ülke genelinde 2200 öğrenci ve akademisyen gözaltına alındı, işten atılan akademisyenler oldu. İsrail’in yürüttüğü soykırıma karşı protestolar artarken kamp eylemleri 25 Nisan’da ABD’nin en büyük devlet üniversitesi olan New York Şehir Üniversitesi’ne sıçradı.
Eylemler yayıldıkça üniversite yönetimleri “dışarıdan gelen kışkırtıcılar” ve “antisemitizm” suçlamalarıyla eylemleri kriminalize etmeye girişti. New York polisi Columbia Üniversitesi’nde 17 Nisan’da, New York Şehir Üniversitesi’nde (CUNY) 25 Nisan’da başlayan kamp eylemlerine 30 Nisan gecesi saldırdı. Ardından, 3 Mayıs sabahı New York merkezindeki New York Üniversitesi (NYU) ve New School’a müdahale etti. Polisin şiddetli saldırıları sürerken Başkan Joe Biden eylemlerin “kaosa neden olduğu” ve “düzenin sağlanması gerektiği” yönünde bir açıklama yaptı. Ancak, eylemleri kriminalize etme çabalarına ve polis saldırılarına rağmen eylemler hız kesmemiş durumda. Hem ABD genelinde hem New York’ta birçok üniversitede kamp eylemleri, kent merkezlerinde ise protesto yürüyüşleri devam ediyor.
“30 Nisan gecesi, New York Şehir Üniversitesi yönetiminin talimatıyla, kampüs polisi ana kapıları kapattı, giriş-çıkışı engelledi. Ardından, kamp alanındaki öğrencilere biber gazı sıkarak saldırdılar, gözaltına aldılar. Sonrasında, New York polisi geldi. Kampüsün dışında öğrencilere destek için toplanan protestoculara da saldırdı, onları da gözaltına almaya başladı.”
Polisin NYU ve New School’daki kamp eylemlerine 3 Mayıs sabahı yaptığı saldırının ardından, aynı gün öğleden sonra New York merkezinde öğrenciler, akademisyenler, sivil toplum kuruluşları ve çeşitli örgütlerin düzenlediği kalabalık bir protesto düzenlendi. NYU önünde toplanan yüzlerce eylemci yakınlarda bulunan New School binasına doğru yürüyüşe geçti.
New School ve NYU’ya yapılan saldırılardan önce, asıl büyük polis saldırı 30 Nisan gecesi Columbia Üniversitesi’nde ve CUNY’de oldu. Eylemlere katılan öğrenci ve akademisyenler polisin adeta savaştaki bir ordu gibi saldırdığını, bazı öğrencilerin vücutlarında kırıklar olduğunu, Columbia Üniversitesi’nden bir öğrencinin hastaneye kaldırıldığını bildiriyor.
Saldırı gecesinin ertesi günü, birçok eylemci Manhattan’daki polis merkezinin önünde gözaltına alınan arkadaşları için kamp kurmuş. CUNY kampüsü içindeki kamp eylemi Manhattan’a taşınmış görünüyor. Çadırlar kurulmuş, yiyecek-içecek standı açılmış, etrafta sloganlar içeren pankart ve dövizler var. Eylemcilerde şiddetli polis saldırısının etkisi belirgin. Eylemcilerin birçoğu fotoğraflarda yüzünün görünmesini istemiyor. Basına ise sadece kendi aralarından belirledikleri temsilciler demeç veriyor.
30 Nisan gecesi ve sonrası
Manhattan polis merkezinin önünde bekleyenlerden, CUNY Hukuk Fakültesi öğrencisi Nusayban Hammad kamp dayanışması eyleminin nasıl başladığını ve 30 Nisan gecesi CUNY yönetiminin kampüs polisini öğrencilerin üzerine sürmesiyle başlayan olayları şöyle anlatıyor:
“25 Nisan’da, CUNY’nin 25 kampüsünden biri olan New York’un Harlem semtindeki City College’da, kampüs içindeki ana çimlik alanda kamp eylemi başlatılmıştı. Tıpkı ülke genelinde birçok kampüste olduğu gibi, hatta dünya genelinde birçok üniversitede olduğu gibi.
“Bu kamp eylemiyle üniversitemizin soykırımı finanse etmeyi durdurmasını, İsrail’deki apartheid ve yerleşimci sömürgeciliğe yaptığı yatırımlarını iptal etmesini, İsrail sömürgeciliğine katkı sağlayan ve sürdüren İsrail akademik kuruluşlarıyla işbirliği yapmamasını, Filistin sivil toplumunun çağrısı olan akademik boykota saygı göstermesini talep ediyoruz.”
30 Nisan gecesi, CUNY yönetiminin talimatıyla, kampüs polisi ana kapıları kapattı, kampüsü ablukaya aldı ve giriş-çıkışı engelledi. Ardından, kamp alanındaki öğrencilere biber gazı sıkarak saldırdılar ve gözaltına aldılar. Bir öğrencinin dişlerini kırdılar, birkaç öğrencinin ayak bileklerini ve bacaklarını yaraladılar. 30 Nisan gecesi olan buydu. Ve bu henüz sadece kampüs polisiydi. New York polisi (NYPD) daha gelmemişti. Yani ilk olarak kampüs polisi bu saydıklarımı yaptı.
Sonrasında, üniversite yönetimi New York polisini (NYPD) öğrencilere müdahale etmesi için okula çağırdı. NYPD çok büyük bir güçle, hatta ordu gibi bir güçle geldi. Kampüsün dışında öğrencilere destek için toplanan protestoculara da saldırdılar, onları da gözaltına almaya başladılar. En az bir kişinin beyin sarsıntısı geçirdiği biliniyor. Gözaltına alınanların tedavi hakkına erişimi engellendi ve sekiz saatten fazla tutuldular. İnsanların vücutlarında morluklar, kesikler oluştu.”
CUNY ve Columbia’dan 300’ün üzerinde eylemcinin gözaltına alındığını, gözaltına alınanlar arasında akademisyenlerin de bulunduğunu söyleyen Hammad, yoğun polis şiddetine rağmen eylemlere devam etmekte kararlı olduklarını vurguluyor:
“CUNY ve Columbia’daki kampları dağıttılar, ama ertesi gün, öğleden sonra Fordham Üniversitesi’nde başka bir kamp kuruldu. Korkmuyoruz. Soykırım sona erene, Filistinliler özgürlüklerine kavuşana dek durmayacağız. Taleplerimiz için mücadeleye devam edeceğiz.”
“Sömürgeci kapitalist devlet öğrenci isyanını hedef alıyor. Çünkü bu isyanın Filistin’in özgürlüğüne destek konusunda ne kadar kararlı olduğunu görüyor. Eylemciler soykırımın dehşetini ve bu soykırımda ABD yönetiminin rolünü dile getiriyor. ABD emperyalizmi vergilerimizi Filistin halkına karşı yürütülen bu şiddeti desteklemek, hatta doğrudan uygulamak için kullanıyor. Buna isyanımız büyüyor.”
Hammad eylemcilerin taleplerini şöyle sıralıyor:
“Bu kamp eylemiyle üniversitemizin soykırımı finanse etmeyi durdurmasını, İsrail’deki apartheid ve yerleşimci sömürgeciliğe yaptığı yatırımları açıklamasını, bu yatırımlarını iptal etmesini talep ediyoruz. CUNY’nin İsrail sömürgeciliğine katkı sağlayan ve sürdüren İsrail akademik kuruluşlarıyla işbirliği yapmamasını, Filistin sivil toplumunun çağrısı olan akademik boykota saygı göstermesini talep ediyoruz.
Üçüncü talebimiz, Filistin’in özgürlüğü için çaba gösteren öğrencilere, çalışanlara ve öğretim üyelerine destek ve dayanışma göstermeleri. Dördüncü talebimiz, CUNY’nin polisten arındırılması. Bu, tüm üniversitelerdeki kolluk güçlerinin geri çekilmesi talebini de içeriyor.”
“İnsanlık için ayaktayız”
Eylemcilerin Manhattan polis merkezi önünde bekleyişi sürerken şehrin başka bir tarafındaki CUNY kampüsü önünde, 1 Mayıs’ta akşam üzeri geniş katılımlı bir basın açıklaması ve protesto yapılıyor. Burada polis şiddetine maruz kalan öğrenci ve akademisyenler neler yaşandığını anlatıyor. Columbia Üniversitesi öğrencisi ve Barış için Yahudilerin Sesi (JVP) üyesi Cameron Jones ilk sözü alıyor ve 17 Nisan’dan itibaren Columbia Üniversitesi’nde olanların kronolojisini aktarıyor:
“Soykırımın 207. gününde, Filistin yanlısı öğrenciler Columbia Üniversitesi’nin İsrail’in Filistinlilere zalim saldırısındaki ortaklığını sürdürmek için şiddet kullanmasını ifşa ettiler. Hepimizin Columbia kampüsünde tanık olduğu polis şiddeti, öğrencilerin üniversitenin güç kullanma kararına karşı eylemleri yükseltme kararının ardından gerçekleşti.
Pazartesi günü (29 Nisan) protestocular üniversitenin yönetim binasını şiddete başvurmadan işgal etti. Columbia yönetiminin verdiği cevap kampüsümüzü savaş alanına çevirmek oldu. Üniversite yönetimi silahlı kampüs polisleriyle yetinmeyerek New York polisini (NYPD) kampüs içine çağırdı. Polis 100’den fazla öğrenciyi sert bir saldırıyla gözaltına aldı. Öğrencilerin birçoğu yaralandı. Protestoculara yapılan saldırının ardından, NYPD kampüs içindeki barışçıl kampımızı, 13 gündür protesto yaptığımız alanı dağıttı, eşyalarımızı tahrip etti. Columbia Üniversitesi yönetiminin yaptıkları sadece bizim kararlılığımızı güçlendirir. İşimiz henüz bitmedi. Öğrenci önderliğindeki hareketin dünya çapında durdurulamaz bir ivme kazanmasının nedeni budur. Çünkü tarihin doğru tarafındayız. İnsanlık için ayaktayız ve Filistin özgür olana kadar durmayacağız.”
“Şu anda ABD’de en az kırk yüksek öğretim kurumunda öğrenciler kampüsleri içinde kamp kuruyor. Protesto eylemleri yayılıyor. İnsanlar terörizm ve antisemitizm etrafında dönen yanıltıcı retoriği görmekten bıktı. Eylemler bu soykırım devam ettiği sürece yayılmaya devam edecek.”
“Sömürgeci kapitalist devlet, siyonizm, ABD emperyalizmi…”
Basın açıklamasında, polis şiddetine maruz kalıp gözaltına alınan CUNY’de akademisyen ve CUNY4Palestine üyesi olan Corrina Mullin de şunları söylüyor:
“Sömürgeci kapitalist devlet öğrenci isyanını hedef alıyor. Çünkü bu isyanın ne kadar başarılı, ne kadar ilkeli ve Filistin özgürlüğüne destek konusunda ne kadar kararlı olduğunu görüyor. Eylemciler soykırımın dehşetini ve bu soykırımda ABD yönetiminin rolünü dile getiriyor. ABD emperyalizmi vergilerimizi Filistin halkına karşı yürütülen bu şiddeti desteklemek, hatta doğrudan uygulamak için kullanıyor.
Buna isyanımızı büyüyor ve siyonizme, ABD emperyalizmine bir tehdit oluşturuyor. Öğrenciler kendi kurumlarının Filistin’de 75 yıldan fazla süren sömürgeci şiddet ve gaspla işbirliği içinde olduğunu görmekten bıktı. Devletin, sermayenin ve imparatorluğun tehdit olarak gördüğü şey öğrencilerin netliği, inancı ve kararlılığı. Öğrencileri dize getiremediklerini gördükleri için öfkeliler. Bu öğrencilerin cesareti, bugün bizimle birlikte olan ve bir haftadır kamp alanında yer alan birçok CUNY öğretim üyesine ilham verdi. CUNY öğretim üyeleri ve personeli, diğer destekçilerle birlikte, kampa katıldı, dayanışma içinde oldu.”
30 Nisan gecesi, CUNY’nin rektör yardımcısıyla polis saldırısının durdurulması için telefon görüşmesi yaptığını, ancak sonuç alamadığını söyleyen Mullin, CUNY’deki saldırı ânına ilişkin şunları anlatıyor:
“Gazze dayanışması için kamp alanında bulunan, çoğunluğu siyah olan öğrencilerimize ve işçilerimize karşı inanılmaz düzeyde polis şiddeti uygulandı. Bu şiddet, günün erken saatlerinde New York polisi (NYPD) tarafından değil, ‘kamu güvenliği’ adı altındaki, aslında güvenlik sağlamayan sözde ‘kamu güvenliği’ memurları tarafından gerçekleştirildi. Bu nedenle, onları ve NYPD’yi kampüslerimizden çıkarmamız gerekiyor.
New York polisi SRG (terörle mücadele timi) ile birlikte kampüse girdi. Öğretim üyeleri ve öğrenciler omuz omuzaydı. Her taraftan yüzlerce polis tarafından çevrildik. Dehşet verici bir durumdu, askeri işgal gibiydi. Bazı öğrencilerde kimyasal yanıklar, bazılarının vücudunda kırıklar oluştu. Sadece öğrenciler ve işçiler değil, basın da hedef alındı. Korkunçtu.
Baskında, birçok kişinin yere yatırılarak polisler tarafından zalimce dövüldüğünü bizzat gördüm. Kendim de yüzlerce kişiyle birlikte gözaltına alındım. Ayrıca, NYPD sokakları kapatıp insanların olup bitenleri görmesini engelledi. Protestoculara karşı şiddet son derece yoğundu. Kampüs dışındaki protestocular da ablukaya alındı.
“Protestolar sivil hakların da taleplere dahil edildiği bir toplumsal harekete dönüştü. Herkes Filistin’le dayanışma çatısı altında kendi talebi için de mücadele ediyor. ABD’ye yayılan bu toplumsal hareket sadece Filistin meselesiyle sınırlı değil. Filistin buna vesile oldu.”
Polisin bariyerlerle göstericileri kuşatması 2020’de yasaklanmıştı. Ancak, NYPD protestocuları kaldırımlarda sıkıştırdı ve coplarla saldırdı. Protestocuların boyunlarına ve göğüslerine coplarla şiddet uyguladılar. Nefes almakta zorlanan protestocular oldu. Üniversitenin içinde ve dışında sert müdahalelerle gözaltılar yapıldı.
Gözaltı merkezinde ise protestocuların elleri arkadan kelepçelendi. Bu kasıtlı olarak yapıldı. Birçok kişinin kelepçelerin gevşetilmesini istediğini, ancak polisin bunu reddettiğini gördüm. Tıbbi yardıma ihtiyacı olanlar bundan mahrum bırakıldı. Bazıları bayıldı. İnsanlar saatlerce soğukta bekletildi. Bununla birlikte insanlar dayanışma içinde polise direnirken ‘Nehirden Denize, Filistin Özgür Olacak’ sloganını atıyordu.”
CUNY yönetiminin kamp eylemini “üniversite dışından gelen provokatörlerin” düzenlediği iddiasının tamamen uydurma olduğunu, eylemcilerin öğrenci, akademisyen, üniversite çalışanları ve destekçilerden oluştuğunu belirten Mullin sözlerine şunları ekliyor:
“Asıl dışarıdan gelen provokatör CUNY yönetimidir. Onlar bu harika topluluğu temsil etmiyor. Burada, sadece Filistin’in özgürlük mücadelesiyle dayanışmayı değil, tüm ezilen halkların özgürlük mücadelesiyle dayanışmayı ifade eden özgürleşmiş ve özgürleştirici bir alan yaratıldı. Bu sadece başlangıç. Öğrenciler bize zaten gelmekte olan başka bir dünyanın mümkün olduğunu hatırlattı. Bu topluluğun üyesi olmaktan gurur duyuyorum.”
Basın açıklaması Columbia ve CUNY’den öğrencilerin konuşmalarıyla devam etti. Öğrenciler Filistin’de soykırım son bulana dek eylemlerine devam edeceklerini vurguladı.
“Bu örgütlenme, merkezi olmaktan ziyade, birçok farklı oluşumun koalisyonu. Eylemler ağırlıkla CUNY4Palestine tarafından organize edildi, ama Yahudi bir öğrenci grubu olan SJP (Filistin’de Adalet İçin Öğrenciler) ve PSC (Eğitim Emekçileri Sendikası) gibi başka oluşumlar da var bu koalisyonda.”
Eylemlerin toplumsal harekete dönüşmesi
Eylemcilerin talepleri ve bu talepler etrafındaki mücadele yoğun bir şekilde devam ediyor. Polis bir üniversitedeki kampı zorla dağıtınca başka bir üniversitede yeni bir kamp eylemi başlıyor. CUNY’deki kamp da şimdilik dağıtılmış durumda, ama 30 Nisan saldırısının sonrasında eylemciler daha kalabalık olarak üniversite kapısında toplandı. Columbia Üniversitesi ve CUNY’ye yönelik polis saldırısından sadece birkaç gün önce, CUNY’de Gazze Dayanışma Kampı’nı ziyaret edip eylemlerin katılımcılarıyla ve örgütleyicileriyle eylemlerin nasıl başladığına, bileşimine ve amaçlarına dair görüşmüştüm. O görüşmelerde yaptığım kayıtların bir kısmı aşağıdaki gibi…
CUNY’deki kamp eyleminin örgütleyicilerinden lisansüstü öğrencisi Nick Rodrigo üniversitenin mütevelli heyetinin Filistin halkına karşı İsrail’le suç ortaklığı içinde olduğunu anlatıyor ve şöyle devam ediyor:
“Öğrenciler ve akademisyenler olarak CUNY’nin, ülkenin en büyük şehir üniversitesinin, İsrail’in Filistin halkına karşı yürüttüğü soykırımda suç ortaklığını protesto ediyoruz. Bu, 7 Ekim’den bu yana devam eden, 15 bini çocuk, 40 bin Filistinlinin ölümüne neden olan bir soykırımdır. Yatırımlardaki suç ortaklığını, akademik işbirliklerindeki suç ortaklığını, mütevelli heyetinin yaptığı yatırımları ve bu soykırımda suç ortaklığı olan İsrail üniversiteleriyle kurulan ‘iyi ilişkilerle’ işleyen suç ortaklığını protesto ediyoruz.”
Başka bir lisansüstü öğrencisi Chris Harding ise şunları söylüyor: “Eyleme CUNY kampüsünde 25 Nisan sabah saat 9’da başladık. Amacımız üniversite içinde bir alan işgal etmekti. Böylece taleplerimiz için üniversite yönetimine baskı uygulayabilecektik… Şu anda ABD’de en az kırk yüksek öğretim kurumunda öğrenciler kampüsleri içinde kamp kuruyor. Yani protesto eylemleri yayılıyor. 7 Ekim’den beri insanlar çok etkili bir şekilde örgütleniyor. Ve insanlar terörizm ve antisemitizm etrafında dönen yanıltıcı retoriği görmekten bıktı. Bence eylemler bu soykırım devam ettiği sürece yayılmaya devam edecek.”
CUNY kimya bölümünün lisansüstü öğrencisi, Türkiyeli Beyza Yılmaz eylemcilerin taleplerinin Filistin meselesiyle sınırlı olmadığına dikkat çekiyor: “Buradaki protestolar sivil hakların da taleplere dahil edildiği bir toplumsal harekete dönüştü. Aslında burada herkes Filistin’le dayanışma çatısı altında kendi talebi için de mücadele ediyor. Siyahlar sivil hakları için, Porto Rikolular kendi toprakları için, Güney Asyalı göçmenler ülkeleri daha önce işgal edilmiş ve sömürülmüş olduğu için… Yani, ABD’ye yayılan bu toplumsal hareket sadece Filistin meselesiyle sınırlı değil. Filistin buna vesile oldu.”
Nitekim, Nick Rodrigo da eylemcilerin taleplerini sıralarken, “CUNY’nin İsrail kurumlarıyla işbirliğine son vermesi”ni vurguladıktan sonra şöyle devam ediyor:
“CUNY’nin demilitarizasyonunu, yani üniversitenin ABD emperyal savaş makinesiyle bağlarını iptal etmesini ve üniversitedeki polis varlığının son bulmasını talep ediyoruz. Ve halkın herhangi bir harç ödemeden erişebileceği bir üniversiteyi, yani halkın CUNY’sini talep ediyoruz. Bu şehirde bunu yapmaya yetecek kadar para var. Wall Street’e giden dolarları yeterince vergilendirirsek halkın erişimine açık ücretsiz bir CUNY yaratabiliriz.”
Chris Harding de “CUNY’nin İsrail’de 8,5 milyon dolarlık bir yatırımın olduğunu öğrendik. Ancak, bu miktarın gerçekte daha yüksek olduğuna eminiz. Üniversitenin bu yatırımlardan çekilmesini istiyoruz” dedikten sonra, sözü şuraya getiriyor:
“CUNY’nin ücretsiz olmasını istiyoruz. 1970’ler, CUNY’nin tüm öğrenciler için ücretsiz olduğu zamanlardı, üniversitemizin yeniden ücretsiz olmasını istiyoruz. Ayrıca, CUNY personelinin düzgün şekilde ücretlendirilmesini istiyoruz. Bu eylemler üniversite personelinin düşük ücretler almasıyla da ilgili bir işçi hareketi. CUNY’de personel düşük ücret alıyor ve üzerlerinde çok iş yükü var.”
Örgütler koalisyonu
Eylemler her ne kadar kendiliğinden başlamış gibi görünse de geçmişteki eylem ve örgütlenme süreçlerinin şu an yaşanan protesto dalgasında büyük etkisi var. CUNY’de öğretim üyesi ve PSC (CUNY Eğitim Emekçileri Sendikası) üyesi Holden Taylor eylemlerin nasıl bir örgütlülüğün ürünü olduğuna ve eylemlerin nasıl başladığına ilişkin şunları anlatıyor:
“Eylemler örgütlü bir sürecin sonucu olarak ortaya çıktı. CUNY’deki kamp eylemi, diğer üniversitelerdeki kamp eylemlerinden esinlendi, ama CUNY4Palestine üyelerinin aylarca süren özverili örgütlenmesinin de bir ürünü. Ayrıca, New York’taki çeşitli özel üniversitelerde bir hafta boyunca kamplar kurulduğunu biliyoruz. Bunlar dışarıdan girişe kapalıydı. Örneğin, Columbia’ya, New York Üniversitesi’ne giremezsiniz. CUNY’deki ise ilk açık kamp. Bu yüzden çok ilgi çekti. Herkes destek verip dahil olabiliyor.”
Chris Harding ise eylemlerin başını CUNY4Palestine’ın çektiği bir “koalisyon” tarafından organize edildiğini belirtiyor:
“Elbette belirli bir düzeyde örgütlenme vardı, ama harekete geçmemiz aniden oldu. 17 Nisan’da başlayan kamp eylemini o ânın birkaç gün öncesinde organize ettik, çünkü daha uzun bekleseydik gecikmiş olabilirdik. Evet, 17 Nisan öncesinde bir örgütlenme vardı, ancak bu örgütlenme merkezi olmaktan ziyade, birçok farklı oluşumun koalisyonu. Eylemler ağırlıkla CUNY4Palestine tarafından organize edildi, ama Yahudi bir öğrenci grubu olan SJP (Filistin’de Adalet İçin Öğrenciler) ve PSC (Eğitim Emekçileri Sendikası) gibi başka oluşumlar da var bu koalisyonda.”
CUNY’nin mücadele geleneği
Eylemlerin yayılma süreci ve CUNY’e sıçramasıyla ilgili olarak Nick Rodrigo şunları söylüyor:
“Eylemler Columbia Üniversitesi’nde başladı. Sonrasında New School’da, NYU’da işgaller yapıldı. Eylemler daha sonra diğer eyaletlerdeki üniversitelere, Yale, Harvard, MIT’ye yayıldı. Teksas’ta gösteriler oldu. Şu anda işgal eylemlerinin yapıldığı onlarca üniversite var. İlk kıvılcımı Columbia Üniversitesi çaktı ve birçok üniversiteye, bu üniversitelerin her birinde kendilerine has bir tarzda yayıldı. CUNY daha çok işçi sınıfının, siyahların, hispaniklerin, göçmenlerin üniversitesi. Bu yüzden bizde Columbia’dan daha farklı bir süreç işliyor.”
Rodrigo sosyal mücadeleler tarihinde CUNY’nin özel bir yeri olduğunu vurguluyor:
“Baskıya karşı mücadele geleneğinin 120 yıllık bir tarihi olan CUNY’nin öğrencileri geçmişte İspanya iç savaşında faşistlere karşı savaşmak için Abraham Lincoln Tugayları’na katıldı. Bu üniversitenin öğrencileri etnik eşitlik talebi için Kara Panterler’e ve Young Lords’a katıldı. Assata Shakur’dan June Jordan’a birçok radikal politik kişilik bu okuldandır. CUNY’den çıkan siyasi figürler militarist ve emperyalist şiddete karşı gösterilerde hep en ön saflarda olmuştur. Yani bu kültür CUNY’nin bir parçasıdır. Dolayısıyla, bu eylemi bastırmaya çalışmak CUNY’nin kendisini bastırmak anlamına gelir. Ve bu abesle iştigaldir.”
1968’in ruhu geri mi geldi?
Eylemlerin hızla birçok üniversiteye ve üniversiteler üzerinden kitleselleşerek ülke sathına yayılması eylemlerin niteliği hakkında tartışmaları da başlattı. Bu tartışmalarda öne çıkan boyutlardan biri, yaşanan eylem dalgasının Vietnam Savaşı dönemindekine benzediği, 1968 ruhunun dirildiği yolundaki yorumlar.
Eylemlerin bu nitelikte olup olmadığı konusunda farklı görüşler var. CUNY Eğitim Emekçileri Sendikası üyesi Holden Taylor’ın değerlendirmesi şöyle:
“Bir yönüyle, evet, bu eylemler 1968’in canlanması gibi. Ancak, 2020’deki eylemlerin[1] bir devamı olarak da yorumlanabilir. Çünkü işgal eylemlerinde, 2020’de olduğu gibi, üniversiteden polislerin çıkarılması çağrısı yapılıyor. Yine 2020’de ortaya çıkan ‘Stop Cop City!’[2] eylemleriyle de bir devamlılık içinde. 2020’deki eylemler sırasında tanıştığım birçok insanı burada görüyorum. Bir sosyal süreklilik de var.”
Eylemleri 1968 ruhunun dirilişi olarak görmek konusunda Nick Rodrigo daha temkinli:
“Bunu söylemek zor. Eylemlerin o nitelikte bir hal alması için daha kat etmemiz gereken uzun bir yol var. Eylemleri daha da büyütmemiz gerekiyor. Ancak rüzgâr bizden yana.”
17 Nisan’dan beri olanlar ’68 ruhunun canlanması ya da 2020’nin devamı, belki ikisi de değil, ama eylemlerin büyüme eğiliminde olduğu açık. Filistin yanlısı açıklamaları nedeniyle işinden atılan akademisyen Danny Shaw da eylemlerin daha da yayılacağı kanısında:
“Columbia Üniversitesi’ndeki protestolarla eylemlerin patlama yaptığına şahit olduk. Columbia eylemlerin merkezi olmaya devam ediyor. Geçen çarşambadan (17 Nisan) beri her gece orada uyuyorum. Columbia ABD’nin en iyi sekiz üniversitesine, Brown, Princeton, Yale ve Harvard gibi üniversitelerine ilham verdi. Ve sonra eylemler ülke çapında bir üniversite eylemliliğine dönüştü. Devamında, eylemler Atlanta’daki Emory Üniversitesi’ne, Teksas Üniversitesi’ne, California Üniversitesi’ne sıçradı. Şu anda bu eylemlere dahil olan yüzlerce kampüsümüz var ve herkes bu anti-kolonyal hareket için bir arada, soykırıma karşı bir yaşam hareketi için bir arada. Filistin hiçbir zaman dini bir sorun olmadı, her zaman bir kolonyal sorun oldu.”
“Küresel Filistin ailesi”
Eylemlerin yayılmasıyla birlikte güvenlik güçlerinin uyguladığı şiddetin de dozu artıyor. 17 Nisan’da Columbia’da başlayan eylemlerden bu yana, ülke genelinde iki binin üzerinde öğrenci gözaltına alındı.
Nick Rodrigo’ya göre, bu gözaltılar “gösteri ve toplanma özgürlüğü gibi anayasal hakların ihlâli anlamına geliyor” ve bu “ABD’nin öğrenci protestolarından korktuğunu, korktuğu için şiddete başvurduğunu gösteriyor.”
Gözaltıların ve polis şiddetinin artarak devam edeceği yaygın bir kanaat. Danny Shaw da böyle düşünüyor ve bu sertleşmeyi siyonizmin girdiği çıkmaza bağlıyor:
“Baskının artacağını düşünüyorum, çünkü siyonizm köşeye sıkıştı ve izole olmuş durumda. İnsanlığın çoğunluğu küresel Filistin ailesini oluşturuyor. Her yerde ezilen insanlar, dezavantajlı kesimler, Haitililer, Dominikliler, Meksikalılar, Güney Amerikalılar, Karayipliler, Kürtler, yerli halklar, Lübnanlılar, Cezayirliler, Nijeryalılar, Vietnamlılar, tüm sömürgeleştirilmiş halklar kendilerini Filistin halkıyla özdeşleştiriyor.
Siyonizmin sahip olduğu tek şey Batı’nın kolonyal desteği. Batı dünyasında ve ABD’de bile insanların çoğunluğu bu soykırıma son verilmesini istiyor. Bu yüzden siyonizm çürüme ve yok olma ânında. Siyonizm işten attırabilecekleri herkesi, okuldan uzaklaştırabilecekleri tüm öğrencileri hedef alıyor. Ama siyonizme karşı dünya çapında cesur bir şekilde ayağa kalkmış bir hareket var. Ve burada Yahudi kardeşlerimizi siyonizme karşı yürürken görüyoruz. Her zaman en ön saftalar. Siyonistler işte bu yüzden bu kadar köşeye sıkışmış durumda.”
Her ne kadar devlet baskısının artacağı yolundaki işaretler çoğalsa da protestolara katılan toplumsal kesimlerin bileşimi genişleme eğiliminde. Öğrenci ve akademisyenler dışında da eylemlere destek veren kesimler var. Siyonizme Karşı Yahudiler bu kesimlerden biri. Siyonizme Karşı Yahudiler üyesi Haham Dovid Weiss eylemleri destekleme gerekçesini şöyle açıklıyor:
“Biz Yahudiyiz. Dinimize bağlıyız, Yahudiliğin gereklerini yerine getiriyoruz. Ve benim Yahudiliğim Gazze’deki insanları katletmek ve işgale karşı çıkan herkesi antisemit diye yaftalayıp susturmak için araç olarak kullanılıyor. Bu yüzden ayaklanmalı, sesimizi duyurmalıyız. Yahudiliğin üç bin yıllık bir din, İsrail devletindeki siyonizmin ise 75 yıllık bir hareket olduğunu ve düpedüz dinimizi kullandıklarını dünyaya anlatmalıyız.”
“Siyonizm köşeye sıkıştı. İnsanlığın çoğunluğu küresel Filistin ailesini oluşturuyor. Her yerde ezilen insanlar, tüm sömürgeleştirilmiş halklar kendilerini Filistin halkıyla özdeşleştiriyor. Siyonizme karşı dünya çapında cesur bir şekilde ayağa kalkmış bir hareket var. Yahudi kardeşlerimizi de siyonizme karşı yürürken görüyoruz. Her zaman en ön saftalar. Siyonistler bu yüzden bu kadar köşeye sıkışmış durumda.”
İsrail’in Gazze işgalinin Yahudilikle hiçbir ilgisinin olmadığını söyleyen Weiss şöyle devam ediyor:
“Bu işgal Yahudilik dinine aykırıdır. Dinimiz, Kutsal Tapınak’ın[3] iki bin yıl önce yıkılmasından bu yana, kendi Yahudi devletimizi kurmamıza izin vermez. Bu yasak, söz konusu toprak boş ve yaşanılmaz bir arazi olsa bile geçerlidir. Cinayet, öldürme veya baskı yoluyla bir devlet kurmak kesinlikle yasaktır. Bu yüzden dinimizle tamamen çelişir. İsrail devletinin Filistin topraklarında kurulması için 1947’de Birleşmiş Milletler’e başvuruda bulunulduğunda, Başhaham şöyle demişti: ‘Filistin’in herhangi bir kısmında Yahudi devletinin kurulmasına kesinlikle karşı olduğumuzu ifade etmek istiyoruz.’ Dolayısıyla, bir devlet kurmak ve Filistinlileri öldürmek, yapmamız yasak olan eylemlerdir.”
Eylemcilere baskı uygulayan üniversite yönetimlerini eleştiren Haham Weiss, Gazze’yle dayanışma gösteren öğrencilerin tüm dünyada desteklenmesi gerektiğini söylüyor:
“Dünyanın ve Filistin halkının, Gazze halkının yanında duran öğrencileri takdir etmesini istiyoruz. Üniversite yöneticilerinin ise öğrencilere öncülük edip İsrail işgaline ve Gazze’de yaşananlara karşı seslerini yükseltmeleri gerekir. Üniversite olarak, bir eğitim yuvası olarak, öğrencilere bu durumun yanlış, acımasız ve kabul edilemez olduğunu ilk onların söylemesi gerekir. Öğrencileri antisemit olmakla suçlamak yerine, Gazze’de yaşananlara karşı çıksınlar.”
Weiss’ın bu sözleri bir aklıselim örneği. Ama üniversite yönetimlerinin bu tür sözlere kulak asmadığı, asmayacağı ortada. Biden yönetimi de “demir yumruk”ta kararlı görünüyor. Gelgelelim, “örgütler koalisyonu”nun öncülüğündeki Filistin’le dayanışma eylemleri şiddetli polis saldırılarına rağmen, yayılarak devam ediyor ve bir toplumsal hareket mahiyeti kazanmaya doğru yol alıyor. Polis bir kampüse saldırıp eylemcileri dağıttığında hemen başka bir kampüste yeni bir kamp eylemi başlıyor. Kamp eylemlerine şehir merkezlerinde kalabalık ve dinamik yürüyüşler eşlik ediyor. Eylemciler İsrail’in yürüttüğü soykırım devam ettikçe eylemleri devam ettirmekte kararlı olduklarını her fırsatta beyan ediyor. Yayılan eylemler devlet ve kolluk güçleri tarafından kriminalize edilmeye ve dağıtılmaya çalışılsa da durum, en azından şimdilik, CUNY öğrencisi Nick Rodrigo’nun dediği gibi: “Rüzgâr eylemcilerden yana.”
[1] 2020 eylemleri, 25 Mayıs 2020’de Minneapolis’te siyah ABD yurttaşı George Floyd’un beyaz bir polis olan Derek Chauvin tarafından öldürülmesi üzerine başladı. Polis karşıtı protestolar aylarca süren kitlesel eylemlere dönüştü.
[2] Stop Cop City hareketi, George Floyd’un öldürülmesi sonucu başlayan eylemler sürecinde ortaya çıkan bir taban hareketi. Hareket, Georgia eyaletindeki Atlanta şehrinde Atlanta Polis Vakfı’nın inşa etmeyi planladığı Kamu Güvenliği Eğitim Merkezi’ne karşı mücadele ediyor. Stop Cop City bu merkezin Atlanta’yı bir polis şehrine dönüştüreceği, polisin daha da militarize olmasına yol açacağı ve inşaatın ormanlık alanlara zarar vereceği gerekçeleriyle bu projeye karşı çıkıyor.
[3] MÖ. 900’lü yıllarda Kudüs’te inşa edildiği iddia edilen Yahudi ibadet merkezi.