KRİTİK MUHABBET: HOWARD ZINN - THOM YORKE

24 Ağustos 2022
Radiohead, "Hail To The Thief", 2003
SATIRBAŞLARI

Pablo Picasso, “sanat, gerçekleri fark etmemiz için söylenmiş bir yalandır” demiş. Sanatçının görevini dünyanın nasıl olması gerektiğini göstermek ve bu yöndeki değişimi teşvik etmek olarak tanımladığı bu sözünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Howard Zinn: Bir anlamda doğru, ama dünyanın nasıl olması gerektiğini anlattığınızda, aslında gerçeği değil de, bir düşü anlatıyorsunuzdur. Geleceği, ütopik bir şeyi, tahayyül edilen bir şeyi anlatıyorsunuzdur. O yüzden, bir anlamda, söyledikleriniz gerçeğin ortaya çıkmasında çok önemli bir rolü olan bir yalandır. Mesele sanatçıların bir tür yalan olarak kabul edilebilecek geleceği ya da gelecekte hayatın nasıl olabileceğini anlatması değildir. Kurmacanın her türlüsü bir tür yalandır neticede; gerçek olmayan hikâyeler anlatıyorsunuzdur, ama bir şekilde tüm bu yalanlar, tüm anlatılanlar bir araya gelir ve çok önemli bir gerçeği oluştururlar.

Thom Yorke: Fox News televizyonu bir yalandır. (gülüyor) Birinin doğruyu söylemesi lâzım, ama bu da benim işim olmamalı. O yüzden herhalde ben yalan söyleyen tarafta yer alırım. Bence hiç­ bir sanatçı gerçeğe ya da herhangi bir olayın aslına vakıf olduğunu söyleyemez. Ama elbette ki sanatçıların ellerinde azıcık da olsa daha iyi imkânlar var, ne hakkında yazmaya çalışıyorlarsa onlara güç veren bir sanatları var, müzikleri var.

Zinn: Doğru. Kurmaca bir hikâye anlatsalar da, yeni bir şey yaratıyor olsalar da, gerçek, sanatçıların elinde, çok güçlü bir hal alır. Çünkü sa­ natçıların yaptığı iş ödünç vermektir; tutku ve duyguyu ödünç olarak verirler –bir tür ruhani unsur katarlar gerçekliğe, bu da olanları, gerçekleri birbiri ardına sıralayarak kuru kuruya anlatmakla asla ulaşılamayacak bir yoğunluk kazandırır gerçeğe, güçlendirir onu.

Kâr söz konusu olduğunda tekelci medya, epey kırılgan. Michael Moore’un kitabını yayınlıyorlar, çünkü onlara para kazandırıyor. Dixie Chicks, Pearl Jam, Springsteen para getirdiği sürece kapitalist sistem onları yok etmez.

Yorke: Bu da neyin daha büyük bir tehlike oluşturduğuna kadar gider. TV’de birtakım siyasi programlar varsa ve buna rağmen siyasi tartışmaları alevlendirmek bir sanatçıya düşüyorsa, bu durum tekelci medya kanallarının, sağcı ve önyargılı medyadaki siyasi tartışmaların ne denli ürkütücü bir düzeyde olduğunu gösterir. Burada enteresan olan şeylerden biri, geleceği şekillendirmesi gereken kişilerin politikacılar olması. Ama politik yapı öylesine ölü, öylesine kapalı ki, insanlar başka kaynaklara yöneliyorlar, mesela sanatçılara. Sanat ve müzik belirli özgürlükler tanıyor insanlara. Elbette sanatçıların Picasso’nun dediği gibi bir görevi var, ama Howard Zinn gibi birinin sanatçıları “görenler” olarak adlandırması, değişimi teşvik edecek insanlar olarak idealleştirmesi, aslında siyasi sistemin suçlanması anlamına da gelir. Bence sanatçıların böyle bir bilinçle hareket etmesi harika olurdu, ama kanımca insanların sanatçılardan medet ummasının sebebi, başka hiçbir yerde bir hareketin olmaması, kimsenin bir şeyleri değiştirmek için kılını kıpırdatmıyor olması.

Zinn: Doğru, siyasi güç şirket sahibi elitlerin elinde ve sanat da bir tür gerilla savaşı için zemin yaratıyor, gerillaların totaliter şartların hâkim olduğu zamanlarda etkili olabilecekleri, yapının içine sızmalarını sağlayacak bir delik ve fırsatlar araması anlamında söylüyorum bunu. Despotlar devrildiğinde –faşist İspanya’da ve Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi– değişim önce kültürde başlar, çünkü kültür insanlara özgürlük tanınan tek alandır. Edebiyatla, şiirle, müzikle başlar, çünkü bunların hiçbiri düzene doğrudan tehdit yaratmazlar. Göze batmayan ve dolaylı tehditlerdir, bu nedenle de düzen tüm bunların ciddi birer tehdit oluşturmayacağını düşünerek bir kumar oynar ve genellikle de kaybeder bu kumarı.

1982’de, apartheid döneminde Güney Afrika’daydım. Ufak tefek kültürel muhalif hareketler vardı, mesela Johannesburg’daki Market Theater’da siyah ve beyazların beraber rol aldığı oyunlar sahneleniyordu. Bu tür şeylerin etkisini ölçmek güçtür, çünkü yavaş ve derinden ilerlerler, rüzgârın ve denizin kayaları aşındırması gibi geniş zamanlara yayılırlar. Sanatçıların gücünü abartmak gibi bir niyetim yok, ama sanatçıların siyasi iktidarın dışında kalan insanlara temas eden, onlar üzerinde etkili olan özel güce sahip oldukları da gerçek.

Howard Zinn ve oyuncu Viggo Mortensen 2008’de bir panelde

Radiohead geniş kitlelerce tanınmaya başlandığı zamanlarda bir gün böyle bir güce, değişimi teşvik etme gücüne sahip olabileceğiniz gelmiş miydi aklınıza?

Yorke: Değişime önayak olduğumuzu, bunu teşvik ettiğimizi iddia etmek çok zor bence. Belki tekelci medyaya ulaşmak çok güç olduğundan ve insanların medyanın dilini tam olarak anlamıyor olmasından dolayı, onlara kısmen de olsa politik sözleri olan, siyasi dertleri anlaşılması kolay bir şekilde dile getiren şarkılar sunduğunuzda bir kısmını alıyor insanlar içinden ve bunları kullanıyorlar, sonra da özümseyip geri tükürüyorlar. Sürekli kendini yenileyen bir süreç bu. Genel olarak konuşursak, Zinn’in de söylediği gibi, eğer insanlar kafalarını iktidar çukurundan çıkarmaya, etraflarında olup bitene dikkat etmeye hazırlarsa bu tip şarkılar onların düşünmesini sağlıyor. Yani bana, yaptıklarımız bir şeyleri değiştiriyormuş gibi gelmiyor. Bence yaptığımızşey şu: Dili ve müziği, tamamıyla sağcı olan siyasi yapıya ve onun ticari çıkarlarına sadık tekelci medyaya karşı savaşmakta bir silah olarak kullanmak. Ama plaklarımız satıldığı için bu böyle, yoksa kimsenin umurunda olmazdı şarkılarımız. İşin sanat kısmı, plaklarımız satıldığı ve müziğimiz güçlü olduğu için konuşuluyor. Eğer Picasso da böylesine iyi bir sanatçı olmasaydı, Guernica gibi bir tablo yaptığında, asla bu tablo bu kadar etkili olmazdı. Sanatçıların medyanın gücünün ötesine geçtiğini, onun kontrol alanı dışına çıktığını ve kendi işlerini yaptıklarını düşünmek fazlasıyla idealistlik olur. Kendi işimizi, yapmak istediğimiz müziği yapabiliyoruz, çünkü plaklarımız satılıyor ve şirketlerin de tek istediği para.

Zinn: Evet, ironik ama, tekelci medya kâr söz konusu olduğunda son derece kırılgan. Harper-Collins adlı dev yayınevi Michael Moore’un kitabını yayınlıyor, çünkü onlara para kazandıracağını biliyor. Benim Amerikatop lumunu anlatan, radikal sayılabilecek People’s History (Halkın Tarihi) adlı kitabımı da basacaklar, çünkü o da onlara para kazandıracak. Yani Dixie Chicks, Pearl Jam, Bruce Springsteen para getirdiği sürece kapitalist sistemin onları bastırması, yok etmesi çok zor. Dalton Trumbo Johnny Got His Gun’ı yazdığında, o romanda anlatılanlar kurmacaydı. Bildiğimiz kadarıyla, kitabın ana karakteri, gerçek hayatta yaşamamıştı. II. Dünya Savaşı sırasında kollarını, bacaklarını, gözünü ve burnunu kaybetmiş olarak bulunmuştu cephede, bir tek gövdesi, beyni ve atan bir kalbi vardı. Bu gerçek değildi, kurmacaydı, bir yalandı. Ama romanda, kahramanın düşündükleri öyle bir yansıtılıyordu ki, savaş hakkındaki gerçekleri anlatıyordu. Sanatın yaptığı budur, gerçek olmayan bir şeyi alır, yaratılmış bir şeyi alır ve onun aracılığıyla sizin gerçek hakkında düşünmenizi sağlar. Gerçekler kurmaca olmayan bir şekilde, yalın olarak sunulduğunda asla bu kadar güçlü olamazlar. İkisinin gücü mukayese bile edilemez.

Bir kitap, bir sanat eseri ya da bir şarkı var mı, kendi kendinize keşfedemediğimiz devrimci bir şeyi keşfetmenize yol açan herhangi bir şey?..

Yorke: John Lennon’ın 70’lerde uğruna başını derde soktuğu her şey. War Is Over” (Savaş bitti) fikri. Üniversitedeyken bu antagonistik sloganla kafayı bozmuştum. Müzik dışında yaptığı en etkileyici şey buydu Lennon’ın. İnanılmaz cesurca bir şey diye düşünmüşümdür hep, çünkü hedefi tam 12’den vuruyordu. O zamanlar yapılan müzik de öyle, dönemin protest şarkıları, Vietnam döneminin yarattığı tehlikeyi anlatan şarkılar… 1970’lerde gözü açılan herkes, o kuşak “bi dakka ya, bu doğru değil” diyordu. Şimdi aynısı olur mu bilmem, çünkü o zaman medya hazırlıksız yakalanmıştı ve bir süreliğine de olsa bu olanlar medyanın para kazanmasını sağlamıştı. Şimdi medya çok daha sıkı kontrol ediliyor; böylesine bir müdahaleye göz yummazlar artık. Eğer Lennon o zamanlar yaptıklarını bugün yapsa, büyük olasılıkla alıp bir yerlere kapatırlardı onu. Benim için de geçerli bu, ben de benzer şeyler yapmaya kalksam, sonum aynı olur. Bu kadar cesur muyum, bilmem. Artık birini yok etmenin çok daha kurnaz pek çok yolu var. Müzikle hiç alâkası olmayan bir noktaya geliyorsunuz. Müzikle bir alâkası kalmıyor yaptığınızın ve medya çarkının bir dişlisi haline dönüşüyor tüm yapılanlar.

Zinn: Şimdilerde sanatçıların isyan etmesi, başkaldırması, Bob Dylan’ın, Beatles’ın zamanında olduğundan çok daha zor, medyanın hükümetlerce kontrol ediliyor olmasından –özellikle halihazırdaki Bush iktidarında– ötürü daha zor bu artık. Daha zor, ama imkânsız da değil. Mesela Bruce Springsteen, Eddie Vedder, Ani DiFranco ve Dixie Chicks otoriteye karşı çıktılar ve savaşa karşı olduklarını söylediler açık açık.

Thom Yorke

O zaman politik kaygıları olan, doğrudan politik olan sanatçılar ve apolitik olan sanatçılar için de yer var mı diyorsunuz yani? Peki sizce her iki grup sanatçının da olmasının önemi ne?

Zinn: Pek çok farklı sanatçı var. Sosyal bilinci olmayan sanatçılar, sanatla hayat arasında, sanatçıyı etrafında olana bitene, dünyaya bakmaya zorlayan, yanlışı görmesini ve bunu düzeltmek, değiştirmek için sanatını kullanmaya zorlayan bir bağ olduğunun farkında olmayan sanatçılar var. Sadece eğlendiren sanatçılar var. Sadece eğlendirmeyi amaçlayan sanatın ortadan kaldırılması gerektiği gibi bir düşüncemiz olmadığına göre, sanatın her türlüsünün mutlaka politik, devrimci, dönüştürücü olması gerektiğinde ısrar etmediğimize göre, eğlenceye de faydalı bir şey olarak bakabiliriz. Zira komediye, müziğe ve hatta sirklere de yer var, insanları eğlendirmenin ve bir tür din görevi görmenin dışında toplum üzerinde korkunç etkileri olmayan şeylere de yer var. Marx’ın “kitlelerin afyonu” dediği şey de budur, insanların ihtiyacı olan şey. Kafalarını dağıtmaya ihtiyaçları var insanların. Yani bu bahsettiklerimin hepsi bir amaca hizmet ediyor. Ama eğer sanatçıların yaptıkları bunlardan ibaret olursa, aradığınız eğlence daimi olur, insanların yaşadığı sefil koşullar, yaşadıkları savaşlar daimi olur. Dünya üzerinde sınırlı imkânlarla yaşayan, kıstırılmış hayatlar süren milyonlarca insan var. Tam bir sefalet içinde yaşıyorlar, hastalıklarla uğraşıp şiddete maruz kalıyorlar. İşte bu gidişatı değiştirmek için bunun farkında olan, sanatını toplumu dönüştürecek şekilde kullanacak sanatçılara ihtiyaç var. Çok kesin, nihai bir çözüm değildir belki bu, ama şiirsel bir etkisi olacağı da aşikârdır.

Sanat dolaylı olmak zorunda değil, direkt olabilir, örtük de olabilir, üstü kapalı da olabilir. Ama nasıl olursa olsun, insanlığın durumu hakkında bir şeyler söyleyerek insanların bilinci üzerinde etkili olur.

Yorke: Eyvallah, ben bizim tam olarak politik bir yanımız olduğunu sanmıyorum. Galiba bunun, bu kürsü olayının fazlasıyla farkındayım, yani çıkıp bir otoriteymiş gibi fikirlerini beyan etmenin… Politik sanat yapmak çok güç. Eğer sanatçının tek yaptığı siyasi tartışmaların alanında varolmaksa, sadece o dili kullanıyorsa –ki bu dil genellikle kötü bir dildir– çok cansız bir şey bu, kesinlikle güzel değil. Bir parça bulaşıyorsak politikaya, müzik  satın almamızın diğer sebepleri gibi, bu da bu mevzuların özümseniyor olmasından, hayatımıza dahil olmasından ötürüdür. Bunlar hayatınızı kuşatan şeylerdir. Eğer oturup sadece bu amaçla bir şeyler yapmayı, onunla bunu, bununla onu yapmayı denerseniz, asla işe yaramaz. Kanımca müziğin en önemli yanı yarattığı kaçış duygusudur. Ama kaçmanın da farklı yolları vardır. Bana kalırsa, kaçış denen şey on binlerce başka insanın olduğu bir konsere gelmek ve o âna dahil olmak, o âna tepki vermektir. O ânı paylaşmaktır kaçmak. Müziğin aslında nereden geldiği, o an olanın yanında ikinci plandadır. Müziğin seni başka başka yerlere götürmesidir önemli olan, neyi anlattığı ve nereden geldiğinden çok.

Zinn: Politik dilin çirkin olduğu doğrudur. Politik yazan ve güzel bir dille yazan yazarların, mesela Arundhati Roy’un, Barbara Kingsolver’ın, mizahi bir dille yazan yazarların, mesela Michael Moore’un üzerine titremeliyiz. Bu tür bir çirkinliğe, müziğin açıkça politik olmaması gerektiğini, çünkü güzelliğini kaybedeceğini söyleyerek tepki vermek mümkün. Ama her zaman böyle olmak zorunda değil. Alın size Dylan: Son derece politik, ama bir o kadar da şiirsel.

Howard Zinn

Yorke: Gerçekten politik ve aynı zamanda iyi olan sanatın çok olmadığı iddiasındayım. Önemli olan önce iyi olması ve eğer iyiyse, işte o zaman bir kaçış duygusu vardır. Ama ben önyargılıyım. Kaçmak için illâ da sunulan şeyin kolay hazmedilir bir şey olması gerektiğine inanmıyorum. Hiçbir zaman pop müziğin insana unutturan, gündelik hayatın gerçeklerinden kaçmasına imkân veren bir saçmalık olduğunu düşünmedim. İçinde her zaman bir karanlık yan vardır, en mükemmel pop müzikte bile. Mesela Donna Summer’ın “I Feel Love”ına bakarsanız eğer, sözlerde ve melodide, kaçmaya çok imkân sağlayan bir

hali vardır, ama aynı zamanda da sound’un, Summer’ın söyleyiş tarzının devasa bir karanlık yanı da var. Bu kaçışın ardında etrafınızda olan bitenin ne olduğunun tasviri var. Eğer her yere aynı tabloyu çizerseniz, etrafınızda olan bitenlerin tablosunu, tüm bunlardan kurtulma diye bir durum söz konusu olamaz, çünkü bir kimlik olmaz ortada o zaman. Saçmalıktan ibaret olur yapılan, sadece yapmış olmak için yapılan bir şey haline gelir, tıpkı tekelci medyanın politik dili gibi. Kendine özgü bir dili var medyanın, ama temel referansı “boş ver, siktir et”ten başka bir şey değil.

Zinn: Kaçışçılığın ya da safi eğlence diyebileceğimiz, hiçbir politik kaygısı olmayan eğlence türünün yanlış bir tarafı yok. Buna da ihtiyacımız var, tüm hayatımıza yayılmasa da politika ve yaşanan korkunç savaşları düşünmek zorunda olmadığımız bir dünya sunması, bir nefes almamızı sağlaması için bu tür eğlenceye de ihtiyaç var.

Hâlâ savaşlar var, hâlâ sınıf kavramı, sömürü ve ırkçılık var. Bunlar varolmaya devam ettiği sürece sanatın biçimi ve içeriği değişmeyecektir, aynı kalacaktır.

Daha direkt ya da daha etkili olan tek bir sanat dalı var mı?

Zinn: Tabii ki insanların bilincini dönüştürecek farklı imkânlara sahip farklı sanat dalları var. Bunların içinde edebiyat daha fazla direkt olanı. Şiir biraz daha örtük bir sanat olarak adlandırılabilir bu anlamda. Müzik, savaş karşıtı şarkılar kadar direkt ya da örtük olabilir. Resimler çok politik olabilirler, Napolyon savaşları sırasında savaşın dehşet dolu yüzünü anlatan Goya’nın resimleri mesela. Sanat dolaylı olmak zorunda değil, direkt olabilir, örtük de olabilir, üstü kapalı da olabilir. Ama nasıl olursa olsun, insanlığın durumu hakkında bir şeyler söyleyerek insanların bilinci üzerinde etkili olur.

Yorke: Edebiyatta direkt olmak daha kolaydır, çünkü sözcükleri silah olarak kullanırsınız. Müzikte daha zordur –politik bir grup adı söyleyin mesela. Dead Kennedys? Dead Kennedys politik bir gruptur, ama daha ziyade eğlencelidir. Bu da bahsettikleri şeylerin, anlattıkları dertlerin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamıştır. Hayatınızda duyduğunuz en nahoş şey hakkında bir şarkı söyleyebilirler, ama eğlencelidir bu şarkı ve işte bu yüzden de hedefe ulaşır, işe yarar.

Zinn: Temelde sanat ve politikada her zaman yaşanmış olan bir şeyi yaşıyoruz. Tarihte de böyleydi bu. Antik Yunanlılardan günümüze kadar gelen bir gelenek; o zamanlarda da savaşlar vardı ve oyun yazarları yarattıkları karakterler aracılığıyla oyunlarında savaşa karşı durduklarını söylüyorlardı. Günümüze kadar böyle sürdü bu. Yani temel anlamda sanatçının görevi değişmedi, çünkü toplum böylesine kökten, büyük bir değişim yaşamadı. Hâlâ savaşlar var, hâlâ sınıf kavramı, sömürü ve hâlâ ırkçılık var. Ve bunlar varolmaya devam ettiği sürece –ki uzun zamandır varlar– sanatın biçimi ve içeriği değişmeyecektir, hep aynı kalacaktır.

Sanatçılar bir şeyleri değiştirme dürtüleri ve bunu dile getirme biçimleri açısından artık daha direktler, dertlerini, fikirlerini daha net yansıtabiliyorlar diyebilir miyiz?

Zinn: Emin değilim. 19. yüzyılı düşünüyorum, Thoreau’yu, John Brown hakkında yazdıklarını, ne kadar direktti. Ya da Melville, 19. yüzyılın ortalarında adalet ve iktidar hakkındaki fikirlerini son derece açık ve net bir şekilde yazmıştı. Belki bir anlamda bugün artık daha bilinçliyiz, çünkü artık dertler, hakkında yazıp çizilecek dünya sorunları daha büyük; daha büyük savaşlar yaşanıyor, uygulanan şiddet daha vahim. Adaletsizlik gözle görülür şekilde arttı, tabii bu durumda sanatın da çoğalması gerek, toplumsal hayatta daha çok yeri olmalı diyebilirsiniz. Dengeler değişti, ama sanatın niteliği değişmedi. Sanatın toplumu dönüştürmesi için yapması gerekenler hâlâ aynı.

Son albümünüz Hail To The Thief’in adının direkt olarak George Bush’a bir gönderme olduğu söyleniyor. Ama siz Radiohead’in politik bir grup olarak adlandırılmasından kaçınıyorsunuz. Eğer geçmişe dönseniz ve albüme yeniden bir isim verecek olsanız, yine aynı adı koyar mıydınız?

Yorke: Aman tanrım, hayır. Çok korkuttu bu iş bizi. Özellikle ben bayağı endişelenmiştim, verilecek tepkilerden ve tabii ki bunca emeğin, tüm yaptıklarımızın sadece böylesine bir deyime indirgenmesinden korkuyordum. Dışarıdan bakınca son derece politik bir deyim gibi geliyor insana. Ama sonra, tamamdır dedim, çünkü herkes çok beğenmişti albümün adını, herkesin hoşuna gitmişti. Kimse bu ismin nasıl algılanacağını düşünmedi, herkes albümün tam da bunu anlattığını ve adının da bu olması gerektiğini söyledi, Albümün adının bu olmasının gerektiği öylesine aşikârdı ki. Hail To The Thief aşırı derecede yoz bir yönetimin saçma sapan zaferini anlatıyor, albümün adının bu olması gerektiğinde hemfikir olanlar haklıydı.

Zinn: Almaya değer bir riskmiş belli ki. Bush’un bir hırsız olduğu görüşü hâlâ hakim ve her geçen gün halkın gözündeki itibarını yitirdikçe de artacak bu görüşe inananların sayısı. Bu albüm, sanatta, müzikte kafayı kumdan biraz da olsa çıkarıp sanat ve müzik aracılığıyla bir farkındalık yaratmanın, öncülük etmenin iyi bir örneği; siz kafayı kumdan çıkarıp öncülük ederseniz dünya da sizi takip eder görüşünün ispatı.

Albüme verilen tepki tahmin ettiğinizden iyi miydi, yoksa kötü mü?

Yorke: Tahmin ettiğimden iyiydi, bizi şaşırtan da bu oldu zaten. Bu tartışmanın türlü türlü insanlar arasında zaten sürüp gittiğini fark ettik. Bunlar hep konuşuluyordu, yani öyle bir şok etkisi filan yaratmadı albüm. Bir rahatlamaydı aslında, çünkü albümde dile getirdiklerimiz zaten insanların ağzına sakız olmuş, bolca konuşulmuş, bir anlamda geçip gitmiş mevzulardı. Galiba sanatın iyi tarafı da bu: Yorumlanması ve yanlış yorumlanması. Yani bir şey yapıyorsunuz ve işe yarıyor. (gülüyor) Bir sanat öğretmenimin söylediklerine benzedi bu. Yapılanın illâ ki provokatif olduğu anlamına gelmiyor, sadece müziğin sizi içine çektiği ve şarkıların sözlerini daha önce hiç dinlemediğiniz gibi dinleyip düşünmenize yardım ettiği anlamına gelir olsa olsa. Her tür müzik için de geçerli bu durum. Public Enemy mesela. Alın size iyi bir grup işte.

Zinn: Siyasete bulaşan, sanatları aracılığıyla siyasi birtakım dertleri dile getiren, bu riski alan sanatçılar, yaptıklarından emin olamazlar genellikle, bir şüpheleri olur hep. Diğer sanatçıların, sanat dünyası dışındaki halkın onların yaptığına bakıp “bunu yapmalarına hiç gerek yoktu, yapmamalıydılar, savaş hakkında şarkı yapmamalıydılar, sadece eğlendirmeli onlar” gibi şeyler söyleyeceklerini bilirler çünkü. Bu yapmak istediklerini yapmaya engel teşkil etmez kuşkusuz, ama birilerinin de çıkıp yaptıklarının yüzyıllardır büyük sanatçıların hep yaptığı bir şey olduğunu, sanatçının asli görevinin bu olduğunu söylemesi işe yarar. Sanatçılar bu yolla teşvik etmişlerdir toplumsal değişimi. Oyun yazarlarının Yunan dramasını, İbsen’i, Strinberg’i tanıması ve bu yazarların ne tür bir sosyal bilinçle ürün verdiklerini bilmeleri gerekir. Ressamların Picasso’nun politikasını, şarkıcıların, bugünün şarkıcılarının politik müziğin tarihini bilmesi ve bundan ilham alması gerekir diye düşünüyorum.

Sizce sanatçılar, devrimciler olarak adlandırılabilir mi? Ya da, Mark Twain’in dediği gibi, gerçek vatanseverler olarak?

Zinn: Bu iki kavram, “vatanseverlik” ve “devrimcilik” söz konusu olduğunda bir kavram karmaşası yaşanıyor. Benim yapacağım tanım kendi tanımım olabilir ancak. Bence devrimci olarak adlandırılan insan, bir şeyleri alaşağı etmeyi, radikal anlamda değiştirmeyi isteyen kişidir. Bir devrimci kimdir diye düşündüğümde, aklıma halihazırdaki koşulları, insanların sömürüldüğü, ekonominin belirli bir sınıfın elinde olduğu, genç insanların savaşa gönderilmesi gibi kararların bir azınlık, küçük bir grup tarafından verildiği koşulları radikal bir şekilde değiştirmek isteyen kişi geliyor aklıma. Yani bir devrimcinin kökten değişimi sağlaması gerekir; sömürü ve savaşı ortadan kaldırıp gerçek demokrasinin hâkim olduğu bir toplumun inşasına yönelik hareket etmesi gerekir. Ben ve benim gibi bazı insanların çıkıp tarihten, sanat ve toplumsal değişim arasındaki ilişkiden, bu ilişkinin tarihinden bahsetmesi, belki bu anlamda, politik birtakım adımlar atarken yaptıkları, ticari dünyanın kurallarına uymadığı için biraz ürkek, tam olarak emin olamayan sanatçılar için cesaret verici olur. Çünkü düzen, yaptıkları yüzünden üzerlerine gelecektir büyük olasılıkla. Bu sanatçıların alabilecekleri her türlü desteğe, teşviğe ve takviyeye ihtiyaçları var. Biz de, yani sanatın görevi, işlevi hakkında bir şeyler söyleyenler de onlara bunu sağlamaya çalışıyoruz.

Çeviren: Çiğdem Dalay

Roll, sayı 82, Ocak 2004

^