ABD İran Nükleer Anlaşması’ndan niçin çekildi, jeopolitik hesapların yanısıra, ne gibi iktisadi hedefleri var? İran, Çin ve Rusya bu hamleye nasıl bir karşılık verecek, AB nasıl bir rol oynayacak? Önümüzdeki dönem bölgesel ve küresel düzlemde hangi gelişmelere gebe? Buyurun Sam Amca’nın İran-Rusya-Çin üçgeniyle imtihanına…
2016’da başkanlık koltuğuna oturan Donald Trump, ABD dış politikasında ve küresel siyasette derin kırılmaları beraberinde getirdi. Küresel ekonomide Çin’in yeni bir özne olarak yükselmesi ve buna dönük tedbirler, ABD’nin İsrail büyükelçiliğini Kudüs’e taşınması gibi BM ve diğer kurumlara kulak tıkayan eylemler iki yıllık bakiyenin dikkat çekenleri arasında yer aldı. Bununla beraber Trump yönetiminin müttefiklerinin uyarılarına aldırmayarak pratiğe döktüğü kırılmaların başında 8 Mayıs 2018’de İran Nükleer Anlaşması’ndan tek taraflı olarak çekildiğini ilan etmesi geliyor.
BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi (ABD, Rusya, Fransa, Çin, İngiltere) ve Avrupa Birliği adına Almanya ile İran uzun yıllara yayılan görüşmeler sonrasında İran Nükleer Anlaşması’nı, teknik adıyla JCOPA’yı (Joint Comprehensive Plan of Action) 14 Temmuz 2015’te imzaladı. Söz konusu müzakereler boyunca anlaşmanın süresi, BM yaptırımlarını kaldırma usûlü ve Tahran’ın anlaşmadan çekilmesi durumunda ne olacağı konusunda tıkanmalar yaşanmıştı. Ancak İran’ın çağrısıyla Rusya ve Çin’in kolaylaştırıcılık rolü üstlenmesiyle nihai anlaşmaya ulaşılmıştı. BM Güvenlik Konseyi 20 Temmuz 2015’te resmen anlaşmayı onayladı. Bu anlaşmayla beraber İran’ın 2006’dan beri maruz kaldığı BM yaptırımları aşamalı olarak kalkmaya başladı.
Anlaşma, nükleer silah yapımı için gerekli olan uranyum ve plütonyum oranlarına ve kullanıma dönük yasaklar içeriyor. İran’ın taahhütlerini yerine getirip getirmediğinin denetimi Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) sorumluğunda ve İran IAEA uzmanlarına yardımcı olmakla yükümlü.
Trump yönetiminin İran Nükleer Anlaşması’ndan çekilmesi ABD’nin bölgesel ve küresel hedefleriyle yakından ilişkili. İran’ın sınırlandırılması hem ABD’nin bölgedeki müttefikleriyle aradaki ilişkilerini sıklaştırmasını hem de en büyük tehdit olarak gördüğü Çin’in ve onun ortağı Rusya’nın Ortadoğu’daki etkinliğini yok etmeyi, hiç değilse sınırlandırmayı önceliyor.
Trump henüz başkan adayıyken selefi Obama’yı İran Nükleer Anlaşması’nı imzaladığı için eleştiriyordu. Ancak Trump’ın İran’ı doğrudan hedef alan açıklaması için Ekim 2017’yi beklemek gerekecekti. İran’ın bölgedeki faaliyetlerinden rahatsız olduklarını ifade eden Trump, İran Nükleer Anlaşması’ndan çekilme ihtimalleri olduğunu ilk defa ekim ayında kesin biçimde ifade etti. Trump’ın aynı konuşmada, aşina olunan Basra Körfezi (Persian Gulf) terimi yerine Arap Körfezi (Arabian Gulf) terimini kullanması ABD’nin Ortadoğu’da İsrail ve Sünni Arap Blokuna yaslanmayı öngören politikasının sembollerinden oldu.
Bu gerilim devam ederken Trump’ın Suriye’de rejimin kimyasal silah kullandığına dair iddiasıyla 14 Nisan’da Suriye’ye havadan sınırlı bir operasyon gerçekleştirildi. Müdahale sırasında Trump Twitter’dan İran’ı da hedef almaktan çekinmedi.
Nihayetinde 8 Mayıs’ta ABD çekildiğini duyurdu. ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesinin görünen sebepleri olduğu gibi, bu karara stratejik gözle ve geniş bir perspektifle bakıldığında kendini gösteren nedenleri de mevcut.
ABD nükleer anlaşmadan niçin çekildi?
Trump yönetiminin anlaşmadan çekilirken ifade ettiği gerekçe, anlaşmanın nükleerle sınırlı kalması ve İran’ın balistik füze kullanımının ve terörist gruplarla ilişkilerinin göz ardı edilmesiydi. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Nisan 2018’de Riyad’daki basın toplantısında, İran Nükleer Anlaşması yapıldığından bu yana İran’ın Yemen’de Husilere silah, mühimmat ve eğitim vermesinden, Suriye’de Esad rejimini desteklemesinden ve Hizbullah ile yakın işbirliğinden duyulan rahatsızlığı vurgulamıştı. Pompeo’nun bu vurgusu İran’a yönelik adımın nükleerden ziyade bölgesel ve küresel bir dinamiğin üzerine oturduğuna, dahası bu kararın Trump’a değil, ABD devletine ait olduğuna işaret ediyordu.
Aralık 2017’de yayınlanan ve ABD’nin küresel perspektifini ortaya koyan Ulusal Güvenlik Stratejisi ele alındığında, anlaşmadan çekilme gerekçesinin aynısı bu belgede yer alıyor. ABD birebir Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni hayata geçirmiyor, ancak verilen mesajlar ve sorun olarak görülen unsurları işaret etmesi açısından önemli. (Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde, İran’ın Nükleer Anlaşmanın amaçlarına uymadığı, ABD ve bölgesel müttefiklerinin güvenliğini tehdit eden terör gruplarına destek verdiği ileri sürülüyor.
İran, Nükleer Anlaşma’nın ardından Rusya ile beraber Suriye’de aktif öznelerden biri haline geldi. Dahası, anlaşma sonrasında Çin ve Rusya’nın İran’a yatırımları perçinlendi. Bu manzara ABD’nin çekilmesinde itici unsur oldu. İran’ın bölgede artan varlığı, üstelik bunun Rusya ve Çin’le eşgüdümlü gitmesi bu ülkeyi tekrar ABD’nin hedef tahtasına koydu.
Söz konusu belge dikkatli incelendiğinde, ABD’nin Ortadoğu’daki konumlanışının, Suriye politikasının, İran’ı hedef gösteren söylemlerinin bir yanının bölgesel, bir yanının küresel rekabet ve stratejiye dayandığı görülüyor.
İran, Nükleer Anlaşma’nın ardından Rusya ile beraber Suriye’de aktif öznelerden biri haline geldi. Dahası, anlaşma sonrasında Çin ve Rusya’nın İran’a yatırımları perçinlendi. Bu manzara ABD’nin Ortadoğu’daki varlığını zayıflatırken, iki rakibinin güçlenmesi anlaşmadan çekilmede itici unsur oldu. Dolayısıyla, İran’ın bölgede artan varlığı, üstelik bunun Rusya ve Çin’le eşgüdümlü bir biçimde gitmesi dolayısıyla bu ülkeyi tekrar ABD’nin hedef tahtasına koydu.
ABD, Ortadoğu’da etki alanını korumaya çalışıyor. Ancak bunun için bölgesel müttefiklere ihtiyaç duyuyor. İşte bu noktada Nükleer Anlaşma’dan çekilme hem yeni müttefikleri hem de ABD’nin bölgesel politikasına dönük önemli bir dinamiği temsil ediyor. Washington, anlaşmadan çekilerek Sünni bloku ve İsrail’in İran’a dönük rahatsızlığını dikkate aldığını ve onların müttefiki olduğunu hatırlattı. Bu adımla aynı zamanda bölgede İran’a nefes aldırmayacak özneler de belirlendi. İran Nükleer Anlaşması’ndan rahatsızlık duyan Suudi Arabistan liderliğindeki Sünni blok ve İsrail’in kritik müttefikler olacağı görülüyor.
İsrail açısından İran’ın Suriye’de sınırlandırılması, Suudi Arabistan ve müttefikleri için de Yemen ve Lübnan gibi ülkelerdeki etkinliğinin daraltılması hayati önemde. Müttefiklerinin bu “hassasiyetini” de kullanmak isteyen ABD, bu sayede bölgede gücünü ve statüsünü yeniden güçlendirmeyi hedefliyor.
Jeopolitik hesapların yanısıra ABD’nin bu kararla ekonomik bir ceza/ödül mekanizmasıyla varlığını güçlendirmeye çalıştığı görülüyor. Gerek Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinden, gerekse Trump’ın açıklamalarından anlaşıldığı üzere, ABD’nin hegemonik statüsünü korumasının yolu öncelikle Çin’i sınırlandırmak.
ABD, İran Nükleer Anlaşması’ndan çekilerek, ekonomik yaptırımlar üzerinden Çin’i kendi pazarına da mahkûm etmek istiyor. Bu yüzden ABD bir yandan jeopolitik olarak İran’ı zayıflatmaya çalışırken Çin’in de ekonomik öncelikleri konusunda karar vermesini istiyor. Zira Çin İran pazarında olacaksa, ABD piyasalarındaki varlığı tehlikeye girecek.
Benzer bir yöntem, Avrupalı müttefiklerine dönük de izlendi. Nitekim Alman ve Fransız şirketleri de Çin ile İran’dan vazgeçip ABD pazarını tercih etmeye zorlandı. Dolayısıyla Trump’ın Nükleer Anlaşma’dan çekilmesinin nedenlerinden biri de, Avrupalı müttefikleri tercihe zorlayarak zayıflatma, Çin’le işbirliğini sınırlandırma ve İran’ın modernizasyonunu yavaşlatma hedefine dayanıyor.
Jeopolitik hesapların yanısıra, ABD’nin ekonomik bir ceza/ödül mekanizmasıyla varlığını güçlendirmeye çalıştığı görülüyor. Gerek Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinden gerekse Trump’ın açıklamalarından anlaşıldığı üzere, ABD’nin hegemonik statüsünü korumasının yolu öncelikle Çin’i sınırlandırmak.
ABD’nin çekilme kararına tepkiler
İran Nükleer Anlaşması, Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi, AB’yi temsilen Almanya’nın da olduğu çok taraflı bir anlaşma. Dolayısıyla bir devletin anlaşmadan çekilmesi anlaşmayı sonlandırmaya yetmiyor. Bununla beraber diğer tarafların tutumu anlaşmayı fiilen geçersiz kılabilir. Bu bağlamda tarafların tutumuna bakmak yerinde olacak.
Almanya, İngiltere ve Fransa söz konusu anlaşmaya bağlı olduklarını ve anlaşmanın hâlâ geçerli olduğunu duyurdu. AB de, benzer bir biçimde, 9 Mayıs’ta İran Nükleer Anlaşması’nın barış ve istikrar açısından önemli olduğunu ve anlaşmanın sürmesinden yana olduklarını ifade etti. Güvenlik Konseyi’nin diğer iki daimi üyesi Rusya ve Çin, anlaşmanın çok taraflı olduğunu, ABD’nin çekilme kararının anlaşmanın iptali anlamına gelmediğini ilan etti.
Anlaşmanın tarafları arasında yer almamasına karşın hem NATO üyesi hem İran’la ciddi enerji ilişkilerine sahip olan hem de Astana Süreci’nde Rusya ve İran’la ortaklık yapan Türkiye’nin tutumu da önemli. Türkiye adına gerek Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın, gerek Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi “ABD Dış Ticaret Bakanlığı’nın aldığı kararlar bizi bağlamaz. Birleşmiş Milletler’in almış olduğu kararlar, yaptırımlar varsa bizi bağlar. Onun dışında sadece kendi menfaatimize bakarız” açıklamasını yaptı. Bu açıklama Türkiye’nin şimdilik bir BM kararı olmadığı sürece İran’la ekonomik ve siyasi ilişkilerini sınırlandırmayacağını gösteriyor.
İran’ı kara günler mi bekliyor?
ABD’nin çekilme kararının doğrudan muhatabı, ekonomik ve politik olarak süreçten etkilenen İran. Washington’un bu kararı Tahran’ı ekonomik ve siyasi olarak zorlayacak.
Ekonomik olarak özellikle Avrupalı firmaların İran’dan çekilme kararı vermesi durumunda İran ekonomisinde modernleşmenin yavaşlayabileceği söylenebilir. Ancak bu tamamen karanlık bir tablo demek değil. Bunun en önemli nedeni ise İran’ın BM’nin değil, bir ülkenin yaptırımına uğraması. BM ambargosu, petrolden finansal akışına, her kalemin kısıtlandığı bir süreçti. Dahası, BM devletler arası kapsayıcı bir örgüt olduğu için Güvenlik Konseyi’nin aldığı yaptırım kararları bütün BM üyelerini bağlıyordu. Oysa bu defa İran, ABD’li şirketlere ve ABD pazarına iş yapan diğer ülkelerin ABD’yi tercih etmesi durumunda onlarla iş yapamama durumuyla karşı karşıya. Örneğin, 2017’de British Airways ve Lufthansa İran’a doğrudan uçak seferlerine başlamışlardı. Bu şirketlerin ABD’ye doğrudan uçmak için İran pazarından çekilmesi gerekiyor.
İran’ın Nükleer Anlaşma sonrası kısaca durumuna bakarak durumu netleştirmek mümkün. İran Ekonomi Bakanlığı 2017 verilerine göre, 2016’de yüzde 1’lik ve 2017’de yüzde 4.8’lik büyüme gerçekleşti. Bunun yanında, petrol ihracatı ciddi bir artış gösterdi. İran ekonomisinde petrolün katkısı yüzde 26, ekonominin büyük bir kısmı ise hizmet sektörüne dayanıyor.
İran Şanghay İşbirliği Örgütü’ne girmek için 2008’de başvuruda bulunmuş, ancak BM ambargoları üyeliğini engellemişti. BM yaptırımlarının kalkması İran’ın yakın dönemde ŞİÖ üyesi olabileceğini gösteriyor. Böylesi bir adım Rusya, İran ve Çin’i stratejik olarak daha da yakınlaştıracak ve İran’ın Avrasya’daki statüsüne olumlu etki edecek.
İran’ın anlaşma sonrası enerji kaynaklarını geliştirmek için yaptığı anlaşmalar bir düzeyde ABD’nin yaptırım kararından etkilenecek, ancak projelerin tamamen durması beklenmiyor. Fransız Total, Çin Ulusal Petrol Şirketi CNPC ve İran ulusal şirketi Petropars’ın ortak olduğu Güney Pars doğalgaz projesi bu anlamda ilk akla gelen örnek. Projenin en büyük ortağı Total, 16 Mayıs’ta ABD yaptırım kararı alması sonrasında şayet kendisine bir istisna getirilmezse Kasım 2018’e kadar projeden çekileceğini ilan etti. Buna karşın Çin çekileceğine dönük bir sinyal vermedi. Total’den boşalan koltuğa Rusya’nın oturması bekleniyor.
Genel olarak ülkenin yabancı yatırım çekme kapasitesine bakıldığında, 2016’da bir önceki döneme göre yüzde 56 artarak 3.37 milyar dolar yabancı yatırım gerçekleşti. İran’a en fazla yabancı yatırım Çin’den geliyor. Çin politik ve ekonomik olarak İran’dan çekilmeyi düşünmüyor. Bu durum Avrupa sermayeli yatırımda düşüş olsa da İran’ın genel olarak yatırım çekmeye devam edeceğini gösteriyor.
Politik olarak duruma bakıldığında, ABD eliyle İran bölgede Sünni bloka karşı bir kez daha yalnızlaştırılmak isteniyor. İran bu siyasal izolasyondan kurtulmak için sadece ekonomik olarak değil, politik ve stratejik olarak da Rusya ve Çin ile yakınlaşacak. İran Şanghay İşbirliği Örgütü’ne girmek için 2008’de başvuruda bulunmuş, ancak BM ambargoları üyeliğini engellemişti. BM yaptırımlarının kalkması İran’ın yakın dönemde ŞİÖ üyesi olabileceğini gösteriyor. Böylesi bir adım Rusya, İran ve Çin’i stratejik olarak da daha yakınlaştıracak ve İran’ın Avrasya’daki statüsüne olumlu etki edecek.
Çin’in İran’dan beklentisi
İran Nükleer Anlaşması’nın imzalanması, Rusya ve Çin için Ortadoğu’da hem ekonomik hem de jeopolitik alanlarını genişletmek için de yeni bir alan ve pazar demek. Ambargonun 2016’da aşamalı olarak kalkmasıyla Çinli şirketler İran pazarında görünür oldu. Halihazırda Çinli şirketlerin İran’a 2.4 milyar dolar doğrudan yatırımı bulunuyor. Ayrıca, İran ulusal bankalarıyla Çinli bankalar arasında para transferinin önü de açıldı. Ayrıca Çin’in “yol ve kuşak projesi” kapsamında 2. 4 milyar dolara mâlolacak, Tahran-Meşhed ve Tahran-Tebriz arasında yapılacak hızlı tren yolu projesi için gerekli finansmanı Çin sağlayacak.
İki ülke arasındaki ticaret hacmini kısaca ele alacak olursak: 2017’de ikili ticari hacim 40 milyar dolara çıktı. Çin İran’la olan ticaret hacmini 2018’de 50 milyar dolara çıkarmayı planlıyor. Nitekim 2016’da yapılan ikili görüşmede ticaret hacminin on yılda toplam 600 milyar dolara çıkması hedeflenmişti. Pekin-Tahran arasındaki bu çabanın ABD’nin kararı sonrası daha da pekişeceği söylenebilir.
İran petrol ve doğalgaz üreticisi bir ülke, İran petrolünün en büyük alıcısı Çin. Örneğin, 2016-2017 İran-Çin ticaretindeki yüzde 22 artışta petrol aslan payına sahipti. Benzer biçimde enerji üzerinden iki ülkenin en önemli diğer yatırımı, 2018’de taraflar arasındaki görüşmelerde şekillenen Harvana’da 1.3 milyar dolara büyük bir petro-kimya santralinin kurulması.
ABD ve bölgesel müttefiklerince İran’ın köşeye sıkıştırılması, İran’ın savunma sanayii harcamalarının faturasını artırıyor. İran’ın en çok Rusya ve Çin’den silah aldığı görülüyor. Örneğin, İran Cruise füzelerinin neredeyse tamamını Çin’den aldı.
Çin CITIC Bankası, ABD yaptırımlarına karşı İran bankalarına 10 milyar dolara kadar krediyi euro ve yuan üzerinden vereceğini duyurdu. İran’da varlığını korumak Pekin açısından hem Ortadoğu’daki varlığı hem de ekonomik hedefleri için gerekli görülüyor. Ancak ABD ekonomik yaptırımlarının “ya ABD ya İran” söylemi üzerine kurulu olduğu dikkate alındığında, Çin’in ABD pazarındaki gücünün sınırlanacağı açık.
Çin’den farklı olarak Rus şirketler ve Rusya ABD ekonomik yaptırımlarına maruz kaldığı için, İran’a yatırım yapma konusunda daha cesur ve istekli davranacaktır. Rus dış politikasında politik ve stratejik adımların ekonomik getirinin önüne konduğu dikkate alındığında, Rusya’nın Ortadoğu’da gücünü korumak için İran’dan kolayca vazgeçmeyeceği iddia edilebilir.
Rusya’nın İran planı
Bölgesel politika açısından Rusya ve İran özellikle Suriye konusunda beraber hareket ediyor. Rusya da İran gibi Esad rejiminin destekçisi. İran, Rusya ve Türkiye Suriye’nin toprak bütünlüğünü tanıma ve buna dönük atılacak eşgüdümlü adımları içeren Astana Bildirisi’ne Ocak 2017’de imza atıldığından beri Astana Üçlüsü olarak anılıyor.
İran’ı Rusya için önemli kılan bir diğer unsur, Rus silah sanayiinin önemli pazarlarından biri olması. Çin gibi Rusya’nın da İran’a silah satışının bölgesel gerilim paralelinde artması beklenebilir.
Enerji, iki enerji üreticisi ülkeyi yakınlaştıran diğer önemli faktör. Rusya, Rosneft, Gazprom, Novatek, Lukoil gibi şirketlerinin hem petrol hem doğalgaz sektöründen pay almasını hedefliyor. Moskova, İran’a yaklaşık 50 milyar dolarlık enerji yatırımı için hazır olduğunu ifade ediyor.
Çin’den farklı olarak Rus şirketler ve Rusya ABD ekonomik yaptırımlarına maruz kaldığı için, İran’a yatırım yapma konusunda daha cesur ve istekli davranacaktır. Rus dış politikasında politik ve stratejik adımların ekonomik getirinin önüne konduğu dikkate alındığında, Rusya’nın Ortadoğu’da gücünü korumak için İran’dan kolayca vazgeçmeyeceği iddia edilebilir.
Sonuç olarak, Trump yönetiminin İran Nükleer Anlaşması’ndan çekilmesi ABD’nin bölgesel ve küresel hedefleriyle yakından ilişkili. İran’ın sınırlandırılması hem ABD’nin bölgedeki müttefikleriyle aradaki ilişkilerini sıklaştırmasını hem de en büyük tehdit olarak gördüğü Çin’in ve onun ortağı Rusya’nın Ortadoğu’daki etkinliğini yok etmeyi, hiç değilse sınırlandırmayı önceliyor. Avrupalı ortaklarının bu adımda ABD’den ayrılması, bölgedeki fotoğrafta kimin ABD’nin yanında saf tutacağını gösterir. İran, Rusya ve Çin açısındansa ŞİÖ üyeliği gibi adımlarla alternatif bir strateji izlenebileceği, Rusya ve Çin’in İran’da ekonomik ve stratejik yatırımlarını artıracağı görülüyor. Tüm bunlar bölgedeki kamplaşmanın ve tansiyonun yakın vadede düşmeyeceğine işaret ediyor.