AHMET TULGAR'LA CEZAYİR SOKAĞI MÜCADELESİ

Söyleşi: Yücel Göktürk
28 Ekim 2022
SATIRBAŞLARI

Cezayir Sokağı’ndaki alicengiz oyununu ne zaman, nasıl farkettin?

Ahmet Tulgar: Buralarda çok dolaşıyorum. Bir şeyler olduğunun ayırdına varmıştım. Hatta girip çıkıyordum restorasyon yapılırken. İşin başında olan adamın da ehliyetli olduğunu düşünmüyorum. Öyle çok şey duydum ki onunla ilgili.

Kim o adam?

Mehmet Taşdiken, Ali Müfit Gürtuna’nın danışmanlığını yapmış biri. Beyoğlu’ndaki Limonlu Bahçe ve civarındaki birkaç kafenin sahibi. Restorasyon çalışmalarına rastlayıp “burada ne oluyor?” diye sorduğumda, Paris Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden bir fon bulunup bu sokağın Fransız Sokağı yapılacağını söylediler.

Taşdiken şimdi ne iş yapıyor?

Reklam ajansı – mimarlık bürosu arası bir kuruluşu var.

Peki şehrin bir sokağı üzerinde nasıl oluyor da söz sahibi olabiliyor?

Gürtuna ile ilişkileri sayesinde.

Fransız Sokağı’nın resmi kılıfı ne?

Zaten problem orada. İşin hukuki tarafını kısmen araştırdım. Bir komite var burada. Ve bu komite İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden ve valilikten aldıkları “kültürel etkinlik” başlığı altında bir yazıyla bu işe girişmişler. Ondan sonra da başvurular yapılmış. Bu sokaktaki binaları bir Fransız mimar yapmış zamanında. Oradan yola çıkarak “Fransız Sokağı Projesi”ne girişmişler.

Peki biz bu sokağı mesela “Ortancaparmakkapı” veya “Zapatista” sokağı yapabilir miyiz?

(gülüyor) Zaten problem oradan kaynaklanıyor. 15-20 gün önce fiili bir açılış yaptılar. O gün sokaktaki işletmecilerden tanıdıklarım, dert yandılar, sokağın sakinlerini kastederek “bazılarını çıkaramadık, hâlâ orada oturuyorlar” dediler. Ben de espri yaptım, “ne güzel işte, size dekor olmuş onlar da” diye. Bir hafta sonra resmi açılışın olduğu gün uğradım. Bana “çantanızı açın” dediler. “Ne çanta açması” dedim, baktım orada elektronik kontrol kapısı var. “Burası bir sokak, niye aranıyoruz” dedim, “hayır, burası artık böyle, giriş çıkışlar böyle olacak” dediler. Hemen arkasından da oranın güvenlik şefi geldi, emekli bir subay, “biz valilikten, belediyeden izin aldık” dedi. Ben yine geçmek istedim, bu sefer güvenlikçiler geldi ve bir tanesi beni sırtımdan tutup sarsmaya başladı, araya girenler oldu, engellediler… Bunun üzerine belediye başkanını aradım. “Hemen dönecekler size” dediler, beş dakika sonra Kadir Topbaş aradı. “Siz izin vermişsiniz, nasıl oluyor da burada insanları arıyorlar” dedim. “Hayır, o sokağın İstanbul şehir planında diğer sokaklardan hiçbir farkı yok, hiçbir özel kişiliği yok, yaptıkları şey yasadışı” dedi. Ondan sonra Topbaş’ın yardımcısı onları aradı ve uygun bir dille orada güvenlik araması yapamayacaklarını ve kaldırmaları gerektiğini söyledi. Ama kaldırılmadı tabii.

İşletmecilerden tanıdıklarım, sokak sakinlerini kastederek “bazılarını çıkaramadık, hâlâ oturuyorlar” dediler. Ben de espri yaptım: “Ne güzel işte, size dekor olmuş onlar da!”

Ertesi gün tekrar gittim. Yine bunlar “geçemezsin” dediler, nitekim geçemedim de. Bu sefer elinde dosyalarla güvenlik şirketinin yönetim kurulu başkanı geldi. Bu daha kıdemli bir emekli subaydı. Dosyalara baktım. Dosyalara göre, bir dilekçe vermişler. Yeni Özel Güvenlik Şirketleri Kararnamesi’ne göre –Meclis’ten çıkan yeni ka­nun– sadece kısa süreli olmak üzere bir konser veya etkinlik süresince sokaklarda özel güvenlik şirketleri görevlendirilebiliyor. Dilekçeyi buna dayandırmışlar. Ama, kanuna göre, sokaklarda kalıcı bir güvenlik tertibatı kurulamıyor. Ki, buna rağmen de, yani bu geçici süre içinde de, güvenlik kontrolü kapısı koyma yetkisini valilik vermemiş. Ellerinde özel bir izinleri de yokmuş. Bunun üzerine tekrar onlarla “bu kapıyı kaldıracaksınız” diye tartışmaya başladım, bu defa da güvenlik şirketinin görevlisi “ya Ahmet bey, biz bunları daha yeni gümrükten çektik, çok para ödedik, biz batarız, yeni bir şirketiz” gibi laflar etti. Bu sırada oradaki mekânlardan birileri çıkıp diyor ki, “görmüyor musunuz, her yerde bombalar patlıyor”. Ben de “tam tersine, bu kapıyı koymakla bu sokağı hedef gösteriyorsunuz” dedim. Sonra da gazetedeki yazıyı yazdım.

Okumamış olanlar için anlatır mısın, ne dedin yazıda?

İstanbul’un içinde bulunmanın psikolojisi içinde yokuşların özelliği nedir gibi bir giriş yapıp olayı anlattım. “Sokağın ortasında nasıl oluyor da bizi arayabilirler, böyle bir yetkileri yok” dedim. Oradaki yasadışı uygulamaları işin teknik boyutlarına girmeden yazdım. Ve “devam edeceğim buradaki protestolarıma” dedim. Ertesi günü, Ahmet Hakan bir yazı yazdı. Ben de o iki noktaya takılmıştım, bir arama, bir de Cezayir Sokağı’nın isminin Fransız Sokağı’na çevrilmesini hoş bulmadığımı yazdım. Ahmet Hakan da aynı şeyi söylüyor ve sonunda da diyordu ki, “gerekirse ben de Ahmet Tulgar gibi gidip orada eylem yapacağım”. Sonra da Hıncal Uluç bir yazı yazdı. Uluç da Ahmet Hakan’a cevap veriyor ve diyordu ki, “orası bir alışveriş merkezi”, gidip görmemiş açıkçası. Devamla şunları söylüyor: “Nasıl ki Akmerkez’e girerken rahatsız olmuyorsam, oraya girerken de rahatsız olmuyorum. Siz burayı hedef gösteriyorsunuz.”

Ama bu bir sokak…

Büyük ihtimalle onu zaten bilmiyor…

İsim değişikliğine ne diyor? Bin yıllık Cezayir Sokağı niye Fransız Sokağı oluyor?

Onunla ilgili de bir yasal girişimde bulunmamışlar. Oraya kendileri asıyorlar Fransız Sokağı tabelasını…

Fransızlardan çok mu para almışlar?

Çok aldıkları söyleniyor. O parayla ilgili de denetim yok. Nerelere harcandığıyla ilişkili hiçbir bilgi yok. Parayı Paris Belediyesi ile İstanbul Belediyesi veriyor. Bir de tabii orada kendileri de dükkânları kiraladılar, yatırımlar yaptılar. Cuma günü (9 Temmuz) geldiğimde dükkân sahipleri bana seslenip “Hıncal Uluç’u okudun mu?” diyorlar. Ben de “zaten ondan farklı bir şey beklemiyordum, ama siz de diğer yazıları okuyor musunuz?” dedim. Dün akşam (10 Temmuz) güvenlik kapısı kaldırılmış.

Bir açıklama yapıldı mı?

Hayır, hiçbir açıklama yapılmadı.

Fotoğraf: Ercan Arslan

Cezayir Sokağı’na Fransız Sokağı demelerinin nedeni ne?

Daha şık duruyor. Daha “beyaz” geliyor Fransız.

Sokağın sakinleri kendi yaşam alanlarına yapılan bu müdahaleyi nasıl karşılıyor? Mesela çocuklar burada top oynayabilecekler mi?

Hayır, artık burada oynayamayacaklar. Geçen gün otoparkçıyla konuştum, normalde otoparkçılar bu tür önlemlerden hoşnut olur, ama onlar bile rahatsızdı. Bakın size bir afiş: “Mehmet Taşdiken, Fransız Sokağı Yönetim Kurulu Başkanı ve Mimarı: Şampiyon Beyoğlu Yeni Çarşı’ya yeni sezonda başarılar dileriz.

Fransız Sokağı Yönetim Kurulu nedir, kimdir?

Teknik detayını bilmiyorum, ama en fazla bunu bir dernek niteliğinde yapabilirler. Yani bir tüzel kişilik kazanıp dernekleşmeyle. Tayfun Akgüner de bu grubun içinde.

Kimdi o?

Eski TRT Genel Müdürü. Aynı zamanda Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin eski dekanı. Emin Çölaşan’ın “Bizanslı Tayfun” diye tabir ettiği kişi. Nükhet Güz grubun içinde, o da eski İstanbul MİT başkanının kızı.

Aralandaki ilişki ne?

Arkadaş. Yıllardır her yerde beraberler. Mesela Tayfun Akgüner Marmara Üniversitesi’ndeyse Nükhet Güz de oradadır, Akgüner TRT’ye gitmişse Nükhet Güz de oraya geçer.

Bu arkadaşlığın ötesinde bir şey, bir ekip çalışması…

Evet, ekip çalışması. (gülüyor) Yaşamını biliyorum, Beyoğlu ile Tayfun Akgüner’in uzaktan yakından ilişkisi yok, evi Şişli tarafında.

Ekipte başka kimler var?

Bildiğim başkaları da var ama, kamuoyunun tanıdığı kimseler değil.

Önemli değil tanınıp tanınmamala, vasıfla ne?

Mimar var, reklamcı var, medyayla da bağlantılı olanlar var. Mesela Mehmet Taşdiken’in danışmanı, bir dönem Abdullah Gül’ün danışmanlığını yapmış olan, eski bir gazetecinin kuzeni… Medyayla da böyle kuvvetli bağlantıları var…

Siyasetçi, mafya, medya, MİT dörtleği diyebilir miyiz?…

Mafya kısmını bilmiyorum, ama diğerleri var. Siyaset-MİT-Medya üçgeni… Ülkenin sahibi gibi görüyorlar kendilerini, “her şeyi yaparız” diyorlar. Ama Beyoğlu öyle bir yer değil. Beyoğlu, Türkiye demokrasisinin nabzının attığı bir yer. Bütün sivil toplum kuruluşları, halk kültür kuruluşları, bunların tümü Beyoğlu’nda var. Beyoğlu’nda böyle dayatmacı şeyler yapılması hoş değil. (kafe-bar isimlerini okuyor) Le Café, La Chance, bunlar Etiler terminolojisi. (gülüyor)

Etiler Beyoğlu’nu işgale hazırlanıyor denebilir mi?

Onu yapmaya çalışıyorlar işte.

Harekât Tünel’den başladı galiba…

Evet, Tünel’de, Tepebaşı’nda, şimdi de burası. Çok büyük paraların döndüğü kesin. Bildiğim kadarıyla Kadir Topbaş bu olaya sıcak bakmıyor. Çünkü Topbaş bu süreç başladığında Beyoğlu belediye başkanıydı, ama olay Ali Müfit Gürtuna’dan bağlanmıştı.

Ama durum Topbaş’ın zihniyetine de uygun. Seçim kampanyasında “İstanbul’u bir marka yapacağım” diyordu…

Evet. O anlamda uyuyor.

Fransız olsaydım ve bana “bak Fransız sokağı yapıldı” denseydi, rencide olurdu milli duygularım. Bildiğim kadarıyla Fransa bu kafelerden ibaret değil…

Bir sokağı “marka” yaptılar, gerisi gelir mi?

Öyle görünüyor. Bir kere herkes “burada ne oluyor deyip akın etti sokağa. Ama sonu ne olur, bilinmez. “Kültür merkezi” olarak açıldı burası, ama kafeler görüyoruz sadece. Burada kültür merkezi nerede acaba? Herhalde kültürden anlaşılan, Cemil İpekçi’nin şapkacı dükkânı.

Peki biz buna karşı ne yapabiliriz?

Şimdi güvenlik kapısını ve üst aramasını kaldırttığımıza göre daha ileri gitmeli, yeni taleplerde bulunmalıyız bu sokağı demokratikleştirmek için. Mesela, şimdi Cezayir’i katmışlar: Türk-Cezayir-Fransız Dostluk Sokağı diye yapmışlar. Sen önce kalkıyor Cezayir’den sokağını alıyorsun, sonra da bunu dostluk kisvesi altında sunuyorsun. Niye şimdi birdenbire Cezayir-Fransız Dostluk Sokağı oldu burası?

(Sohbetimizin tam bu noktasında gençten bir kadın karşımızda peydahlanıyor ve derhal lafa giriyor. Sonradan Fransız Sokağı’nın Sanat  Yönetmeni Asistanı olduğunu öğreniyoruz, adını öğrenemiyoruz, söylediklerini pratik sebeplerle Asistan kod adıyla veriyoruz.)

Asistan: Gayet normal ama…

Tulgar: Neden?

Asistan: Kışkırtmaya gerek yok ki!

Kışkırtmıyoruz ki kimseyi biz.

Asistan: Tartışmaya sanki mevzu bulamamış gibisiniz…

Tulgar: Hayır hayır, bunlar çok önemli mevzular. Bizim gündelik hayatımızın geçtiği yerler buraları. Peki nasıl oluyor da burası Cezayir Sokağı iken Fransız Sokağı oluyor?

Asistan: Ama bakın orda hâlâ Cezayir Sokağı yazıyor.

Tulgar: Tamam da, koskocaman afişler var, Fransız Sokağı hatırası filan… Fransız Sokağı yayılıyor…

Asistan: Sadece bu şekilde güzelleştirilmiş ve değiştirilmiş bir sokak.

Tulgar: Güzellik anti-demokratik yöntemlerle kurulmak zorunda mı? Mesela günlerce burada arama yapıldı ve bizim müdahalelerimiz sonucu o kontrol kapıları kalktı.

Asistan: O dediğinize de çok karşıyım. Çünkü burası şu anda çok gözde olan bir yer.

Tulgar: Gözde olan her yer havaya mı uçuruluyor?

Asistan: Ama sonuçta alışveriş merkezlerine girdiğinizde…

Tulgar: Ama tam tersine dikkat çekiyor, hedef haline getiriyorsunuz.

Asistan: Ama insanlar artık o kadar korkuyor ki…

Tulgar: O halde her sokağa koymak lâzım. Balık Pazarı’na da koyalım…

Asistan: Yapılsın oralarda da.

Tulgar: Sizce oradaki güvenlik kapısı herhangi bir saldırıyı engeller miydi?

Asistan: Evet, engellerdi…

Burada Fransız Sokağı Yönetim Kurulu diye bir afiş var. Bu yönetim kurulunu kim seçmiş? Bu sokakta yaşayanlar mı? O yönetim kurulu hangi hakla, neyi yönetiyor, neyin kurulu? Geliyor şehrin bir sokağına, diyor ki “bu sokağı yöneteceğim”…

Asistan: Bu sokağın böyle yapılmadan önceki halini biliyorsunuzdur herhalde. Geçebiliyor muydunuz buradan?

Geçebiliyorduk tabii; bu yönetim kurulu kim, nereden gelmiş?

Asistan: Ben de onu diyorum. Demokratik bir düşünceyle yapılmış değil bu.

Diyelim ki evinize geliyorum, diyorum ki, bundan sonra böyle kolye yok, böyle ayakkabı, böyle elbise, böyle makyaj yok; size başka bir kılık yapacağız ve siz daha güzel olacaksınız… Buradaki insanların bu konudaki görüşleri alındı mı?

Asistan: Bu iki sene önce başlayan bir proje.

Tulgar: İki senedir devam ediyor, ben de bu bölgede oturuyorum, bu olaydan haberdar olmam marangoza giderken engellenmemle oldu. Kimse bana bir gün gelecek, senin sokaklarda üstünü başını arayacağız” demedi, “bunu kabul ediyor musun?” diye sormadı.

Asistan: Bir gocunmanız yoksa, cihazın ötmeyeceğinizi biliyorsanız, neden geçmeyeceksiniz?..

Tulgar: Diyelim ki bir şey taşıyorum üstümde. Çantamda esrar var diyelim. Üzerimdeki metali ararlarken esrarı bulacaklar.

Asistan: Ama bu özrü kabahatinden beter gibi bir durum…

Tulgar: Neden öyle oluyormuş? Ben bir suç işliyorsam, bunu polis tespit etmeli, özel güvenlik şirketi değil. Niye kendimi arattırayım ki sokakta?

Fotoğraf: Ercan Arslan

Şimdi sizin çantanıza bakmak istesek, sizden şüphelendik diyelim…

Asistan: Onlar bakabilirler…

Tulgar: Onlara o yetkiyi kim veriyor? Özel bir şirket o. Bize niye çantanızı göstermiyorsunuz da onlara gösteriyorsunuz?

Asistan: Burada herkese göstermektense orada bir görevli tutuluyor ve o herkes adına bakıyor.

Onun yetkisini kim veriyor? Sizi aramak istiyoruz desek, “kimliğiniz, belgeniz nerede” diyeceksinizdir, onların belgesi ne?

Tulgar: Sizin sokaktaki göreviniz ne?

Asistan: Ben sanat yönetmeni asistanıyım.

Tulgar: Sayın sanat yönetmeni asistanı, buranın bir kültür merkezi olduğu söyleniyor, ama ben kafeden başka bir şey görmüyorum.

Asistan: Galerimizi gezmediniz mi?

Tulgar: Bir tane sanat galerisi olduğu için mi adı sanat merkezi oluyor?

Asistan: Burada Fransız yemek kültürü, Fransız giyim kültürü var ama. Burada sanat galerisi de var. Baştan aşağı Türkiye’nin usta sanatçılarının eserleri var.

Tulgar: Fransız kültürü adına da bir şey görmüyorum, Etiler terminolojisi var sadece. Yapısalcı felsefe semineri nerde veriliyor? Fransız resim sergisi nerede yapılıyor? Fransız sineması nerede? (Lafa bir başka vatandaş giriyor. Kırklı yaşlarda, ayakçı edalı. Pratik sebeplerle “adam diyelim.)

Adam: Şurada film afişleri var.

Asistan: Açılışlar daha yeni oldu.

Tulgar: Ama restoranlar apar topar açıldı…

Asistan: Sizi rahatsız eden ne, ben onu anlayamadım.

Tulgar: Burada gizli bir şeyler döndüğünü hissediyorum. Türkiye’deki sosyalistler, eğer kirli bir şey dönüyorsa, onu önceden hissederler. Mesela Susurluk’ta ortaya çıkan ilişkileri sosyalistler bu ülkede yirmi yıl önceden söylediler. MİT’in olduğu kesin mesela bu işte. Nükhet Güz’ün babası İstanbul MİT eski başkanı.

Bu Fransız Sokağı Yönetim Kurulu kimlerden oluşuyor?

Adam: Bakın, gelirsiniz, sorarsınız, biz size tümünü tanıtırız. Ama burada bu şekilde olmaz.

Tulgar: Sizin güvenlik şirketinin burada yetkili olduğu söylendi. Dosya geldi, güvenlik şirketinin hiçbir ismi yoktu. Komisyona başvurmuşlar, ama komisyondan hâlâ karar çıkmamış. Ona rağmen oldu bittiye getirilmiş.

Asistan: İsterseniz Atalay beyle konuşun… (Önümüze düşüyor, yan sokaktaki Afitaş bürosuna götürüyor. Bir makam odasına alınıyoruz. Asistan hanım müsaade istiyor. Atalay beyden tabii.)

Atalay Yorgancı: Hep yanlış değerlendiriyorsunuz. Sokak sokaktır. Buraya insanlar geliyorsa, onların güvenliğini de sağlamak endişesi hissediyoruz.

Tulgar: Buraya iki bin kişi geliyorsa, Balık Pazarı’na yirmi bin kişi gidiyor…

Cezayir Sokağı değiştirildi diyorsunuz…

Yorgancı: Hayır, Cezayir sokağı değişti demedik, Cezayir Sokağı’nın adının Fransız Sokağı olarak değiştirildiğini söylüyoruz. Nitekim bizim girişimlerimizden sonra Cezayir ismi de yeniden konuldu. Bu yoktu, yeni konuldu, ama bunlar planda hep vardı.

Tulgar: Hayır. Planda değildi bu.

Ne iş yapıyorsunuz burada?

Yorgancı: Planlama müdürüyüm.

Fransız Sokağı Yönetim Kurulu nedir? Kimlerden oluşur?

Fransız Sokağı normalde sokak ismi değil. Bir marka. Tescili yapılmış, isim hakkı alınmış bir marka. Burası Cezayir Sokağı. Buradaki işletmeler Fransız Sokağı markasının isim hakkını almış işletmelerdir.

Bu Yönetim Kurulu nedir?

Yorgancı: Şimdi bu marka, Afitaş şirketinin bir markası. Afitaş’ın müracaat ettiği, isim hakkını aldığı bir isim bu. Afitaş da bir anonim şirket, anonim şirketin de bir yönetim kurulu var.

Kimlerden oluşuyor bu şirket?

Anonim şirketin yönetim kurulu Mehmet Taşdiken, Atalay Taşdiken, Hüsamettin Bilgin. Üç kişiden oluşuyor.

Şimdi Cezayir’i katmışlar: Türk-Cezayir-Fransız Dostluk Sokağı diye yapmışlar. Sen önce kalkıyor Cezayir’den sokağını alıyorsun, sonra da bunu dostluk kisvesi altında sunuyorsun. Niye şimdi birdenbire Cezayir-Fransız Dostluk Sokağı oldu burası?

Bu insanlar bu sokağın nesi oluyor? Fransız Sokağı Yönetim Kurulu’nun Cezayir Sokağı’yla ilişkisi ne?

Afitaş, Fransız Sokağı markasının tescilini aldı, isim hakkı olarak. Ama burası yine Cezayir Sokağı olarak devam ediyor, devam edecek. Yani isim değiştirmeyle ilgili girişimimiz olmadı, olmayacak. Burada yapılan bir restorasyon çalışması var. Bu proje kapsamında sokak Afitaş tarafından bu hale getirildi, sponsor destekleriyle. Burada yapılan sadece restorasyon çalışması değildi. Yani İstanbul’daki herhangi bir yerdeki bina güzelleştirme çalışması değildi. İçerisinde kafelerin, barların, şarapevlerinin, krepçinin, resim galerisinin, gastronomi kültür okulunun, aşçılık okulunun, sinemanın yer alacağı bir kompleksti bu.

Tulgar: Bunun resmi başvurularını nerelere yaptınız?

Yorgancı: Gerekli yerler neresiyse oraya yapılır.

Tulgar: Mehmet Taşdiken’in Gürtuna’nın danışmanı olduğu doğru mu?

Yorgancı: Yapmış danışmanlık.

Afitaş’ın yönetim kuruluyla “Fransız Sokağı’nın yönetim kurulu” aynı kurul mu?

Yorgancı: Sokağın bir icraat kurulu var. İcraat kurulu da işletmecilerin kendi aralarında yapılan bir oylamayla oluşturulmuş bir kurul. Sokaktaki konseptin korunmasıyla ilgili yönetime yardımcı olan, denetleyen bir kurul.

Kurulda sokağın sakinleri var mı?

Yorgancı: İşletmeciler var.

Yönetim kurulunda peki?

Yorgancı: Yönetim kurulunda zaten Afitaş’ın yöneticileri var.

Sokağın sakinleri nerede?

Yorgancı: Sokağın sakinleri yerlerinde…

Onların görüşleri alınıyor mu bunlar yapılırken?

Yorgancı: Onlarla projenin ta başından beri sürekli görüşüyoruz. Projeden rahatsızlık duyan yok bildiğim kadarıyla. Bize bu konuda gelmiş bir şey de yok. İlişkilerimizde bir sorun da yok.

Sokağa girip çıkarken aranmaktan rahatsız olmuyorlar mı?

Yorgancı: O konuda bir şikâyet gelmedi. Onu kaldırdık zaten. Yanlış anlamalara sebep oluyordu. Yani burada ayrıcalıklı bir bölge yaratmak iddiası yoktu.

Maksat neydi?

Yorgancı: Şuydu: Özellikle dört gün burada yapılan etkinliklere 64 bin insan geldi. Sadece o yoğunlukta en azından bir caydırıcı unsur olabilir diye koyduk o kapıyı. Terör eylemlerine, kapkaca, şuna buna bir caydırıcı unsur olabilir. Ayrıca dört günlük bir etkinlikte bizim için de bir istatistiki veri sundu, kaç kişinin girdiğine dair.

Tulgar: Mehmet bey ve buradaki arkadaşlar onun kalıcı olduğunu söylediler ilk günlerde. Yani dört günlük değildi…

Yorgancı: Hayır, güvenlik şirketinden bu dört günlük etkinliklerle ilgili gözetmen bulundurduk. Ama onlar dört gün için özel bir şey yapalım dediler. Çünkü bu kalabalığa hâkim olmak, 18-20 kişiyle güvence sunmak çok kolay bir şey değildi. Kapı önerisi onlardan geldi.

Tulgar: Fransız olsaydım ve bana “bak Fransız sokağı yapıldı denseydi, rencide olurdu milli duygularım. Bildiğim kadarıyla Fransa bu kafelerden ibaret değil…

Yorgancı: Bir yanlış algılama var, onu düzeltmek lâzım. Fransa’yı buraya getirmek gibi bir iddiamız yok. Bu projenin iddiası, Fransa’nın tipik bir sokağı olmak değil.

Bir marka olarak Fransa Sokağı’nın konsepti nedir?

Fransız Sokağı’nın konsepti, Beyoğlu’nun 1500’lü yıllardan ta bugüne kadar gelen ciddi bir Fransız etkisi. Aydınında, şairinde, modasında, sosyal hayatında Beyoğlu’nu etkileyen en önemli kültür nedir diye size sorsam, cevabı Fransız kültürüdür.

Tulgar: Burada Fransız kültürü değil, Etiler konsepti görüyorum.

Yorgancı: Evet, bu eleştirilebilir, tartışılabilir.

Tulgar: Burada kültür namına bir şey görmedim ama…

Yorgancı: Burası Beyoğlu. Bu iş de bir Fransız Sokağı yaratmak değil, Beyoğlu’nda bir sokağın yeniden hayata kazandırılması projesidir.

Tulgar: Diyorlar ki, Fransız gastronomi okulu yapılacak. Bir kere burası tarihi eserlerin mekânı. Buralarda Fransız yemeklerinin yapılacağı fırınlar kurulamayacak mesela. Bırakalım Fransız kültürünü, Fransız yemeğini bile burada yapmak imkânsız.

Yorgancı: Ben aşçılıktan anlamam. Onları Nükhet hanımlar yapacak.

Tulgar: Nükhet (Güz) hanım niye bu işin içinde?

Yorgancı: Nükhet hanım da Fransız kültürünü çok iyi bilen bir hanım. Eğitimci bir yönü de var. Bizim dostluğumuz da var.

Peki Tayfun Akgüner?

Yorgancı: Onlar birlikteler, Kültür Üniversitesi’nde…

Tulgar: Onlar birbirinden ayrılamıyor mu? Bir kompakt yapı gibi, biri bir işe sokulduğunda diğeri de mi aynı işe sokuluyor? Tayfun bey TRT genel müdürü oldu, Nükhet hanıma da TRT’de bir kat verildi, emrine de yirmi kişi…

Yorgancı: Bu sorunun muhatabı ben değilim.

Tulgar: Kim karar verdi peki Nükhet hanımın burada olmasına?

Yorgancı: Nükhet hanım ve Tayfun Akgüner bizim ortak dostumuz… Onların ilişkileri bizi ilgilendirmez.

Tulgar: Burayı biraz demokratikleştirmeniz lâzım…

Yorgancı: Kapıyı da kaldırdık. Burası demokratik bir yer zaten. Daha ne istiyorsunuz?

Tulgar: Bu sokakta Afitaş kaç bina aldı?

Yorgancı: Bir tane binamız var bizim. Onun dışındaki bütün binalar milletin.

Kafeler kirayı kime ödüyor?

Yorgancı: Binanın sahibine ödüyorlar.

Bu sokaktaki etkinlikler herkese açık mı?

Yorgancı: Tabii ki.

Haftaya gelip bir etkinlikte de biz bulunsak…

Yorgancı: Bulunun tabii.

O zaman haftaya görüşelim.

Yorgancı: Görüşelim.

Express, sayı 39, Temmuz 2004

^