İlk nasıl başladınız müziğe?
Harun Tekin: Altı yıl kadar önce, ortaokulun sonlarındaydık.
Kerem Kabadayı: Bu arada kadro değişiklikleri oldu, gelenler gidenler oldu. ‘94 başında şu anki kadroyu oluşturduk.
Müzikle ilgilenmeye başladığınızda ne yapıyordunuz?
Harun: Rap yapıyorduk. (gülüyor) Ama ilkel bir şekilde, sınıfta bulunabilen bütün aletleri kullanarak, sıralara, kalemler, ders kitapları, tipeks, cetvel gibi enstrümanlarla vurarak… Sınıf çapında ilgi topluyorduk… Oradan, birazcık daha klasik rock formatında, bir bas, bir bateri, bir gitar olan bir topluluğa dönüştü.
O ilk “ilkel rap” dediğiniz müziği yaparken, sizi oraya yönelten neydi, nelerden söz ediyordunuz?
Kerem: Sözlerimiz genellikle ilkel İngilizceyle bulunabilen, her türlü uyak içeren sözlerdi… (gülüyor) “You are pet / the name is rat” gibi şeylerdi… (gülüyor)
Sizi müziğe yönelten neydi?
Harun: Belki bir onay, kabul görme arayışı olabilir. Çünkü sosyal olarak çok güçlü insanlar değildik… Dışarıda kalmış sayılırdık. Sonuçta içerdekiler değildik, dışardakilerdik.
Peki işe yaradı mı, müzik sizi “içeri” aldı mı?
Harun: İçeri almadı.
Kerem: İçeri girmenin önemini azalttı.
Harun: O kavramları biraz değiştirdi. Bizim kendi dünyamız değişti. Öyle bir ihtiyaç ortadan kalktı. İçeri girmek artık bir dert olmaktan çıktı.
“Dışardaydık” diyorsunuz, neden, diğerlerine karşı kendinizi daha üstün gördüğünüz, onları hafife aldığınız için mi?… Sizi diğerlerinden ayıran neydi?
Harun: Üstünlük duygusu değildi…
Kerem: Belki farklı olma duygusuyla onların dışarda bırakması olabilir. İnsanlar daha farklı görünen insanları pek sevmiyor… Bazı şeylerin, bazı güç mücadelelerinin, rekabetin, sahiplenmenin, sevmediğimiz hislerin dışındaydık.
Ne zamandan beri müziğin sizin için en önemli şey olduğunu düşünüyorsunuz, bunu nasıl farkettiniz?.. O “ilkel rap”ten bugünkü müziğinize nasıl bir yön değişikliği oldu?
Harun: Birbirimizi etkiledik biraz, dışardan etkilendik… Dinlediğimiz müzikler değişti. Enstrümanlarla biraz daha haşır neşir olduk, daha doğrusu enstrüman çalmaya başladık.
Kerem: Sonra, ailelerin tavırları değişti. Mesela, ilk zamanlarda, sınavlarda falan yanlış bir hareket oldu mu hemen yasaklar gelmeye başlardı. Sonradan, inat sayesinde azaldı bunlar. Kaybedecek pek bir şey kalmayınca insan inat edebiliyor.
Müziği biraz daha rahat, biraz daha serbest yapmaya çalışıyoruz. İlk albümümüz çok sıkış tıkış, çok düz, metronom üzerine çalındığı çok belli olan, çok hijyenik bir albüm bence. Daha serbest, daha emprovize parçalar daha çekici geliyor bana.
Aileleriniz ne dinlerdi?..
Kerem: Benim ailemde, küçüklüğümden Ruhi Su plaklarını hatırlıyorum, benim dolabımda duruyor onlar. Zülfü Livaneli var… Onları ben çok küçükken annemler dinlediğinde dinliyordum. Benim ilk Pink Floyd kasetimi babam almıştı bana, orta birdeydim ve hiç hoşuma gitmemişti. Sonradan, yavaş yavaş, dinledikçe anlamını anladım. Babamın müzik arşivi sakata gitmiş, öğrencilik yıllarında oradan oraya giderken, baskınlar sırasında… Sonradan aldıkları plaklar vardı evde, annemin de bir rock’çı geçmişi var biraz.. Jimi Hendrix falan…
Harun: Babam klasik müziği çok sever. Evde klasik müzik dışında pek bir müzik dinlenmezdi.
Lisedeyken siz neler dinliyordunuz?..
Kerem: O zamanlar bayağı bir uçlara kadar gitmiştim ben. Norveç’e kadar çıkıp oradaki rock, metal gruplarına kadar gitmiştim.
Harun: Ben çok Elton John dinlerdim, o dönemlerden hâlâ sevdiğim bir o var. Onun dışında her şey. Vanilla Ice, MC Hammer.. Snapp… Yani ne varsa…
Sizi ilk etkileyen topluluklar ya da şarkıcılar kimler oldu?
Kerem: Beni en çok etkileyenlerden biri Pink Floyd oldu. Sonra bir grunge furyası çıktı… Biraz onları dinledik hep beraber. O dönemden de Soundgarden’ı hâlâ çok severim. Bir de son zamanlarda ambient dinlemeye başladım.
Harun: Anglosakson rock çizgisi benim dikkatimi çekiyordu. Elton John’a Beatles eklendi. Ben Pink Floyd’a hiçbir zaman o kadar ısınamadım. Sonra REM’le tanıştım ve hep ana bir kaynak olarak sürdü, o adamları hakikaten çok seviyorum.
Kendi kuşağınızı anahatlarıyla nasıl tanımlarsınız, sizin kuşağın ağır basan özellikleri neler?
Harun: Benim aklıma ilk gelen depolitizasyon. ‘80 sonrası pompalanan her şeyden fazlasıyla nasibini almış bir kuşak… Duyarsızlaşma, yabancılaşma… Bunlar geliyor benim aklıma. Çok sıkıntılı şeyler…
Kerem: Benim aklıma ilk gelen duyarsızlaşma. Hem kendilerini, hem başkalarını takmayan insanlar…
Harun: Homojen bir kalabalıktan söz etmek zor, ama bizim çevremizde bunlar çok ağır basıyor. İnsanlar fazlasıyla bencil, konformist, çıkarcı… Lise sondaydık, Van’dan bir ilkokuldan bir mektup gelmişti bizim okula, yardım talebi içeriyordu. Bu benim için yeni bir şey olmadığı halde, o bölgenin her haliyle içler acısı bir durumda olduğunu bildiğim halde ben üzülmüştüm. Bir kız kalkıp “Yeter artık ama, herkes de bize mektup yazıyor. Bana ne, ben paramı niye buna harcıyım, niye bunlar bize yazıyorlar!..” diyebildi. Ve birkaç kişi de destekleyebildi onu.
Kerem: Aynı kişiler Beyoğlu Belediye Başkanı Refahlı olunca etek boylarını uzattılar hatta. Lise üçteyken birisi Türkiye’de işkence varmış diye şok olmuştu…
Harun: Bizim de bu konularda kafamız bayağı karışık. Şimdi insanlara duyarsız diyoruz, depolitizasyondan bahsediyoruz ama…
Kaset kapağınızda ailelerinize teşekkür ediyorsunuz… Ailelerinizle aranız nasıl, bir kuşak çatışması yaşadınız mı?
Kerem: Kendimizi kabul ettirmemiz gerekti tabii ama, çok zor olmadı.
Bence ikinci albümün en önemli farkı olgunluk olacak. Ben şarkıların biraz daha rahat ve kendine özgü olmaya başladıklarını hissediyorum. O kadar acele etmeyeceğiz, şarkılar oturacak.
İtirazları daha çok neyeydi?
Harun: Çok ana bir çatışma olduğunu söyleyemem, hatta çok destek bulduğumu söyleyebilirim. Zaten teşekkürler de buna bağlı, burnumuzdan getirmiş olsalardı her şeyi, biz de ilk sıraya yazmazdık onları. Kendimizi gerçekleştirmemizde çok önemli katkıları oldu. Mesela biz kendi başımıza albüm kaydedemezdik, eğer onların verdiği para olmasaydı. Ya da onların aldıkları müzik aletleri olmasaydı, hiçbir şey yapamazdık.
Kerem: Onların okula verdikleri taksitler olmasaydı, tanışamazdık…
Albümünüz çıktıktan sonra tepkileri nasıl oldu, beğendiler mi, sizinle gurur duydular mı?
Harun: Evet, evet. Babam benden parasını vererek elli tane kaset satın aldı, onları arkadaşlarına dağıttı.
Kerem: Bir gün, bir ay kadar önce, annemlerle kebapçıya gitmiştik. Aynı gün sabah Number 1’da benimle bir röportaj yapmışlardı. Yemekte garson yanıma yanaştı. “Pardon, sizin sanatla bir alâkanız var mı” dedi. Ben “eh, gibi” falan dedim. Önce garson beni tanıdı zannettim. Sonra bir peçete uzattı bana, “şu ilerki masadan bir imza istiyorlar” dedi. Peçetede “teşekkürler” gibi bir şey yazıyor. Ben şok oldum. Gayet küt bir şekilde imza attım, altına hiçbir şey yazmadan uzattım. Annem babam mest oldular…
Sen ne hissettin?
Kerem: Hem sevinme, hem yadırgama. Özellikle son zamanlarda, bir sürü insan bana benim kendime verdiğimden daha fazla değer vermeye başladı, o biraz garip geliyor.
İkinci bir albüm daha yapacaksınız, o belki daha çok satacak… Giderek ünlenip müzik sanayiinin çarkının içine girmek ve ilk baştaki niyetlerinizden uzaklaşmak gibi bir korkunuz var mı?
Kerem: Ben Türkiye’de ne kadar iyi müzik yapılırsa, o kadar az satacağına inanıyorum. İkinci albümü yapabileceğimiz en iyi albüm yapmaya çalışıyoruz. Ve de onun için çok az satacağına inanıyorum. Onun için de öyle bir kaygım pek yok.
Mor ve Ötesi ismini nasıl buldunuz, ne zamandan beri bu isim var?
Kerem: Eski kadromuzda daha çok cover çalıyorduk, Nirvana, Metallica, o tür şeyler. Sonra bir kadro değişikliği yaptık, grubun adını da değiştirmeye ve Türkçe müziğe geçmeye karar verdik. Albümün ikinci yüzündeki İngilizce parçalar, bir önceki kadroyla oluşturulmuş parçalar genel olarak…
Harun: O ara devre çok önemli bizim için. ‘94’ün başı birçok şeyin şekillendiği bir zaman oldu. Kendi üretimlerimize yönelmeye karar verdik…
Türkçeye yönelmenizin nedeni neydi?
Harun: İngilizce sözler yazıyoruz biz, tamam da, İngilizceye ne kadar hâkimiz bir kere? Kendi derdimizi ne kadar anlatabiliyoruz, ne kadar anlatmanın yanından geçiyoruz?
Kerem: Ne kadar İngilizcenin klişelerinin dışında kendi sözlerimizi kullanıyoruz?
Harun: Kendine özgü bir dil oluşturmak ne kadar mümkün ana dilin olmayan bir dilde?
İsmin hikâyesine dönelim, Mor ve Ötesi nasıl çıktı?
Kerem: Uzun tartışmaların sonunda, çok klişe bir şekilde Morötesi çıktı.
Harun: Morötesi sonuçta sözlüklerde bulunabilecek bir şey. Bunu nasıl farklılaştırabiliriz diye düşünüyorduk. Sonra, Derin araya bir “ve” koysak dedi. Anlam hakikaten çok değişti.
Kerem: Buket Uzuner’in de bu isimde bir öyküsü varmış, onu çok sonra klip sırasında keşfettik. Mor spektrumun son rengi, bir de onun ötesi var. Mor ve ötesi… Bir de “öteki” kavramı var, ötekiler…
Albümdeki parçalar nasıl oluştu, nasıl seçtiniz?
Kerem: Tekrar bir araya geldikten sonra bir süre emprovize çalmaya başladık, cover yapmayı bayağı kestik. Sene sonu konserlerinde cover yapıyorduk tabii… Ama kendi tarzımıza daha yakın cover’lar yapıyorduk, Pink Floyd, Radiohead, Smashing Pumpkins… Emprovize çalarken bayağı bir şeyler çıktı. Sonra onlar düzenlendi. Harun’un evde saatlerce çalışıp çıkardığı, defterine yazdığı, kaydettiği şarkılar vardı, onların üzerinden geçtik. Derin Amerika’ya gidecekti ve grup dağılacak diye düşünüyorduk, onun için bir kayıt yapmak istedik. Çaldıklarımız boşa gitmesin diye… Başta profesyonel bir kayıt düşünmüyorduk, demo kaydı gibi bir şey düşünüyorduk. Finansmanı da ona göre düşünüyorduk tabii… (gülüyor) Her şey sonra çığrından çıktı. Biz bu albümün sekiz şarkısını ‘95 yılında kaydettik.
Bu albümdeki parçalar ne kadar bir sürenin ürünü?
Harun: En eskisi ‘92’den kalma. Albüm çıktığında bizim bir sene gerimizdeydi. Albümün piyasaya çıkması çok uzun sürdü. Biz ağustosta bitirdik, hemen şirket aramaya koyulduk. Master’ını bile kendimiz yaptık, bütün prodüksiyon bize ait. Ocak ayında her şey hazırdı, ama albüm temmuzda, tamamen ölü bir dönemde çıktı.
Bu iş için ne kadar para harcadınız?
Kerem: 400 milyon falan… Yemekler, yollar, ıvır zıvır falan 500 milyondur. Hepimiz ortak…
Ne kadar bir satış tahmin ediyor sunuz?
Kerem: Belli bir rakam yok kafamızda. Ama ikinci albüm çıkana kadar üç bin civarında satış bekliyoruz. Bu albümü yaparken amacımız sadece çıkmasıydı, bir başlangıç olsun…
Bu albümü nasıl buluyorsunuz, sizi tatmin ediyor mu?
Harun: Tatmin etmiyor… Bir kere ‘95’in ağustosunda kaydedilmiş bir albüm, şimdi ‘97’nin nisanındayız. Aradan geçen zaman bizim müzik zevklerimizi değiştirdi.
Kerem: Ayrıca, beş yıldır da çalıyor olsak, daha çok başta sayılırız ve aradan bir yıl bile geçince, çok daha iyi çalıyor, çok daha hâkim oluyor, ne yapmak istediğini daha iyi biliyor insan.
“Türk motifli bir şeyler yapalım” hareketi olmayacak bizde. Ama bu demek değil ki ona kapımız kapalı, hiçbir şeyi, hiçbir imkânı dışlamıyoruz. Kendimizi ifade edebileceğimiz bir yol bulduğumuzda, bunun Türk motifi ya da Hint motifi olması bizim için farketmez.
İkinci albümünüzde birinciye göre nasıl farklar olacak?
Kerem: Sözler biraz daha kapalılaşıyor sanırım. İçeriği artıyor ama, anlatımı kapalılaşıyor gibi geldi bana. Sözler, daha şiirsel olma yolunda. Ve Türkçe… Müziği biraz daha rahat, biraz daha serbest yapmaya çalışıyoruz. İlk albümümüz çok sıkış tıkış, çok düz, metronom üzerine çalındığı çok belli olan, çok hijyenik bir albüm bence. Daha serbest, daha emprovize parçalar daha çekici geliyor bana. Ama teknik açıdan bazen her şey imkânlı olmuyor.
Harun: Bence ikinci albümün en önemli farkı olgunluk olacak. Ben şarkıların biraz daha rahat ve kendine özgü olmaya başladıklarını hissediyorum. O kadar acele etmeyeceğiz, şarkılar oturacak.
Etkilendiğiniz, sevdiğiniz, bestelemeyi düşünebileceğiniz şairler var mı?
Harun: Edip Cansever’in dili çok etkiliyor beni. Benim için bir numaralı şair o. O kuşaktan bir de Turgut Uyar var. Onun dışında, eskiden daha fazla olmak üzere, Orhan Veli’yi severim. Çok çok fazla şiir okumadım.
Kerem: Benim çok karışık. Bir sürü ince ince şiir kitapları var bende, ama genellikle hepsi çeviri onların. Onlardan da en çok dikkatimi çekenler haikular, Basho falan… Ufak ufak doğal şeyler, çok hoşuma gitmişti. Bir ara haiku denemelerim olmuştu.
Genel olarak edebiyatla aranız nasıl?
Harun: Çok kuvvetli değil ilişkimiz edebiyatla maalesef. Benim için yazarlar değil de, kitaplar var. Mesela, Orwell’in 1994’ü, sonra Edip Cansever’in “Yerçekimli Karanfil” şiiri, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’’ı, Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’ı… Ama bir edebiyat kültürüm yok, oluşturamadım.
Kerem: Benim edebiyatla en yakın ilişkim olduğu zaman, Herman Hesse okuduğum zamanlardı. Lisenin ortalarında Hesse çok hoşuma gitmişti, sonra tek tük çok hoşuma giden kitaplar oldu.
Albümünüzün adı Şehir, şarkılarda, çok fazla yalnızlık, umutsuzluk temaları var… Şehirle aranız nasıl, yalnız mısınız?
Harun: İki arada bir derede kalma durumu fevkalade yansımış halimize…
Kerem: Ait olmadığımız yerlerde yaşıyoruz…
Harun: Ait olmak da ne demek?.. Yalnızlık var, evet, yalnızlık da çok boyutlu bir yalnızlık: Duygusal anlamda bir yalnızlık, daha sonra büyük bir köksüzlük hissi… Şehir… Şehir depresif bir kere. Yalnızlığın dışında, karamsarlık var. Türkiye zaman-mekân ekseninde tamamen grotesk bir figür, ne bu şimdi: Bir taraf İsviçre standartlarında yaşıyor, diğer tarafta mağarada, toprak altında yaşayan insanlar var… Reel olarak politika düşününce de daha çok umutsuzluk kaplıyor beni.
Bütün sıkıntılarınıza rağmen ve hatta onlarla birlikte burada, Türkiye’de yaşıyor olmak müziğinizi nasıl etkiliyor, etkileyebilir, geleneksel müzik türlerine bir bağ hissediyor musunuz?
Harun: Bu ülkede yaşadık, ister istemez belki bizim melankolimizde bile arabesk hüzün, Doğu kaderciliği var. Ama bunları direkt olarak müziğe yansıtmayı düşünmüyoruz en azından. “Türk motifli bir şeyler yapalım” hareketi olmayacak bizde. Ama bu demek değil ki ona kapımız kapalı, hiçbir şeyi, hiçbir imkânı dışlamıyoruz. Kendimizi ifade edebileceğimiz bir yol bulduğumuzda, bunun Türk motifi ya da Hint motifi olması bizim için farketmez. Ama, “Şurda güzel bir Türk motifi var, bunu kapalım da biraz daha çok satalım” gibi bir şey olmayacak. Sonuçta biz, doğal olarak, ne türkü dinleyerek büyüdük, ne Erkin Koray’dan çok fazla hoşlandık, ne Bulutsuzluk Özlemi’ni çok fazla sevdik… Türkiye’de yapılan müzikle bizim ilgimiz çok sınırlı kaldı.
Kerem: Bizim kullanabileceğimiz Türkiye’ye ilişkin en olası şey, herhalde, ne bileyim, örnek olarak bağlamayı alıp kendi müziğimizin türünde kullanmak olabilir. Halk sazı olarak değil de, ses rengi olarak kullanmak… Araya bir Anadolu ezgisi sokuşturarak değil…
Roll, sayı 6, Nisan 1997