Patrona Halil İsyanı’nın 280. yıldönümünde, Bir+Bir dergisinde “Gonca Şenliği”nin başlama vuruşunu yapmıştık. Her sene 28 Eylül’den 15 Kasım’a dek süren, Patrona Halil ve “ayakdaş”larını anma, Gonca Derviş’in şahsında haleflerini selamlama şenliğinin sebeb-i hikmeti ve kıymet-i harbiyesi için on yıl öncesine zaplıyoruz. Buyrun Gonca Şenliği’ne…
Buyrun Gonca Şenliği’ne… Bu şenlik her sene 28 Eylül’de başlar, kasım ortasına kadar devam eder. Fikir babası, naçizâne, Bir+Bir mecmuası. Bu geleneksel şenliğin ilki bu sene, bu sayfalarda başlıyor. Açılış marşımız “Tangled Up In Blue”. Bob Dylan okuyor: “Music in the cafes, revolution in the air –kahvelerde musikî, semada ihtilâl nefesi.”
Şenliğimizin ruhuyla hemhal olmak üzere “Tangled Up In Blue”daki çalgılı kahvelerden birine uzanıyoruz. Herhangi bir kahve değil bu, Haliç kıyısındaki Çardak; nam-ı diğer Çorbacı Ali’nin “Elli altı kahvesi”. İhtilâl nefesinin üflendiği mekân. Zaman, tam tamına 280 sene öncesi. Reşad Ekrem Koçu’ya bağlanıyoruz:
“Çardak kahvehânesi tam yüz yıl yaşadı. Yüz yıl dilde iki hece, takvimde uzun zamandır, fakat kuvvetle tahmin ediyoruz ki bu kahvehânede Kazdağlı hayduttan (kurucusu Çorbacı Ali kastediliyor) Galatalı saz şairine (son sahibi Galatalı Hüseyin ağa kastediliyor) kadar ülfet ve muâşeret değişmemiştir:
Tarih 1730’un 27 Eylül’ü. O gece Çardak’ta toplananlar Osmanlı payitahtının gördüğü en görkemli ihtilâlin öncüleri; 28 Eylül’den 15 Kasım’a dek, tam 49 gün, yalnız İstanbul’u değil, imparatorluğu yönetecekler –bir “cumhur cemahiriyesi” olarak. Paris Komünü’ne aşağı yukarı bir buçuk asır var.
‘Çardak’taki Ellialtı Kahvesi / Lebi deryada muhabbet kafesi / Peykeler müzeyyen, âli sofalar / Cümle levazımı mükemmel hepsi / (…) / Hacı Bektaş Ocağı kehkeşanı / Kahvehânenin namus hem şanı / (…) / Havuz fıskiyesi selsebil tamam / Sanırsın saraydır noksanı hamam / Papaz kılıklı bir Bektâşi imam / Cümle huddam anın ciğer-pâresi / Yasemin çubukta tophane lüle / Doldur efendim şol gonca güle / Mangırı da söyle sırma kâküle / Çok mu iki akçe kahve pâresi / (…) / Seksen kazık üstündedir salaşı / Mevkii latiftir iskele başı / Ağırlar gelse de üçyüz yoldaşı / Anda tımar olur gönül yâresi / Çeker sakfî bâlâsına al sancak / Kahvehânelerin mihridir Çardak / Kazadan beladan âsân ide Hak / Duâhânı Kalender biçaresi’…”
Tarih tam tamına 1730’un 27 Eylül’ü. Günlerden çarşamba, vakit gece. O gece Çardak’ta toplananlar Osmanlı payitahtının gördüğü en görkemli ihtilâlin öncüleri; 28 Eylül’den 15 Kasım’a dek, tam 49 gün, yalnız İstanbul’u değil, imparatorluğu yönetecekler –bir “cumhur cemahiriyesi” olarak. Paris Komünü’ne aşağı yukarı bir buçuk asır var.
O gece Çardak’ta Aşık İbadî deyişler, nefesler söylüyor: “Köroğlu Ayvaz’ı alıp kaçtı mı? / Bolu dağı üstünden yol aştı mı? / Cümle âlem bu işlere şaştı mı? / Hele sabah ola hayrola / Beyâban sahralar çayırlar ola.”
Sabah saat dörtte, günlerden artık perşembe, tarih 28 Eylül 1730, Beyazıt Hamamı açtırılıyor, birer ikişer orada toplanılıyor. Son hazırlıklar yapılıyor ve saat 10’da ihtilâlciler yola çıkıyor. Yalınayak… Otuz kişiler. Resmi tarihe ve de Koçu’ya göre, “otuz serseri, otuz baldırıçıplak”. Mecazen baldırları, fiilen ayakları çıplak; onlara katılanlar önce pabuçları fora ediyor. Fransız ihtilâline daha yarım asır var. 1789 ihtilâli muzaffer olacak, 1730 ihtilâli ise 15 Kasım günü kanlı bir darbeyle bertaraf edilecek ve o gün bugündür bastırılmış bir isyan, Patrona Halil İsyanı olarak anılacak.
1730 isyanı sıradan bir yeniçeri isyanı değildi. Sıra dışı olması bir yana, yeniçeri isyanı da değildi. Ama zaten yeniçeri isyanı diye bildiğimiz, bize belletilen ne varsa, hepsini unutmamız ve sil baştan öğrenmemiz gerekiyor. Ne yazık ki kaynak yok denecek kadar az. Yine de resmi tarihin ve hatta Koçu gibi sivil tarihçilerin devlet gözüyle kaleme aldığı anlatıların satır aralarında kafa açıcı ipuçları mevcut. Şimdi, 28 Eylül sabahı, tarihin seyrini değiştirmek üzere kelleyi koltuğa alan o otuz “baldırıçıplak” kimdi? Yaşlarını, işlerini ve kökenlerini Koçu’nun Patrona Halil kitabından okuyalım:
1730 isyanı sıradan bir yeniçeri isyanı değildi. Sıra dışı olması bir yana, yeniçeri isyanı da değildi. Ama zaten yeniçeri isyanı diye bildiğimiz, bize belletilen ne varsa, hepsini unutmamız ve sil baştan öğrenmemiz gerekiyor. Ne yazık ki kaynak yok denecek kadar az. Yine de resmi tarihin ve hatta Koçu gibi sivil tarihçilerin devlet gözüyle kaleme aldığı anlatıların satır aralarında kafa açıcı ipuçları mevcut.
Patrona Halil (30-31), Manav Muslu Beşe (35-36), Çardak Çorbacısı Kahveci Ali (45-46), Karayılan Bey (45, Ayasofya hamamında pabuçcu), Çınar Ahmed (26-27, Çardak Kahvehânesi’nin ateşcisi, Rum bahçıvan Hristo’nun mühtedi oğlu Angeli), Oduncu Ahmed (26-27, Çardak Kahvehânesi’nin çubukdarı, gemide tayfa yamağı iken ihtidâ etmiş Giritli Andon Mihandoni), Küçük Muslu (23-24, Çardak Kahvehânesi’nin ocakçısı, Çerkez köle), Emir Bey (45, Mahmudpaşa Hamamı külhancısı), Derviş Mehmed Baba (50’nin üzerinde, Ayasofya hamamı külhancısı), Erzurumlu Mehmed Baba (50’nin üzerinde, Mahmudpaşa Hamamı külhancısı), Manav İsmail (21 yaşında, Cebeci neferi), Kutucu Hacı Hüseyin (30, Cebeci neferi ), Canbaz Musa (35, kıbtî, atcanbazı), Lâkablı Salih Ağa (50, Hâfız Paşanın kâhyalığında bulunmuş bir uygunsuz), Turşucu İsmail (19-20, Cebeci neferi), Kürd Çelo (40, Gümrük iskelesi hamallarından), Karagöz İbrahim Ağa (45, bir serdengeçti ağası, uygunsuzluğundan dirliği alınmış bir serseri), İskender Porça (21-22, eski tellâk yamağı, İspirîzâde’nin müridi), Gazi Beşe (35, yeniçeri), Bayram (25, serseri gürûhundan bir kıbtî), Kanlı Veli (23-24, yorgancı esnafından, lâkabı kendi yüzünden kan döküldüğü için verilmiş), Alacalı Mustafa (17, kalyoncu neferi), Dereköylü Ali (50, eski Cebeci kâhyası, uygunsuzluğundan atılmış), Receb Ağa (50, eski Cebeci kâhyası, uygunsuzluğundan atılmış), Kalem Bey (50, Bayazıd Hamamı külhancısı), Sultanzâde Evren Bey (26-27, tulumbacı), İbâdî (50, saz şairi), Çomar (35-40, Kürt hamal), Kalender Baba (Gedikpaşa Hamamı külhancısı), Pirsiz Osman (25, Lâz kayıkçı).
Mano Solo’nun “Enternasyonal Şalala”sını çalmanın zamanıdır. Alfabetik sırayla: Arnavutu, Çerkezi, Kürdü, Lazı, Romanı, Rumu, Türkü… Ve yine alfabetik sırayla: Aşık ozan, at canbazı, çorbacı, hamal, kayıkçı, külhan, ocakçı, manav, tayfa, tulumbacı, yeniçeri, yorgancı… İşte bu otuz baldırıçıplak, “kışlık saray”ı ele geçiriyor ve Lale Devri’ne son veriyor.
Niye “Gonca Şenliği” sorusuna cevaben, 27 Mart 1731 pazartesi gecesine, yani 15 Kasım katliamından dört buçuk ay sonrasına gidelim ve Koçu’yu dinleyelim:
“Müverrih Abdi Efendi’nin tarifi ile ‘Arnavut, Laz, Çingene, Ermeni, Rum, Yahudi, Kürt, Boşnak, Anadolu Türkü ve Rumeli Çıtağı’ kısacası İstanbul’un her cinsten ayaktakımından yeni bir güruh, sözde Patrona Halil ve yandaşlarının kan davasını güderek sokaklara yine çıplak ayaklarla ve yalın kılıçlarla uğradılar. Fakat bu sefer hükümet gafil davranmadı, ihtilâlciler aman verilmeden tenkil edildi. Kıyâma iştirak ettikleri sabit olanlardan her gün 300-400 kişi şehrin muhtelif yerlerinde asılarak idam edildi. Bir hafta içinde 2500 adam asıldı. Sergerdeleri Derviş Gonca adında bir hâneberduş kalender idi, diri olarak yakalandı, Parmakkapı’da asıldı.”
Bir+Bir, sayı 7, Ekim 2010