JANIS JOPLIN (1943-1970)

Derleyen: Yücel Göktürk
19 Ocak 2023
Desen: Arslan Eroğlu
SATIRBAŞLARI

Dorothy Joplin’e telefon edip randevu istiyorum, biraz mırın kırın ettikten sonra “peki” diyor. Ertesi gün kapısındayım. Nazik karşılıyor, fakat içeri almıyor. Ayaküstü konuşuyoruz. Pearl’ün çok güzel bir albüm olduğunu söylüyorum. “Janis’in müziğini sevdiğiniz anlaşılıyor” diyor, mavi gözlerini kırpıştırarak ekliyor: “Benim de sevdiğim bir şarkısı var.” “Hangisi?” “İlk albümündeydi.” “Summertime mı?” “Adını hatırlamıyorum.” Ve sonra beni kibarca yolcu ediyor.

Janis, 19 Ocak 1943’te, Teksas’ın Port Arthur kentinde, Dorothy ve Seth Joplin’in kızı olarak dünyaya gelmişti. Seth makina mühendisiydi, okulu bitirdikten sonra girdiği Texaco’da, 1976’ya, emekliye ayrılana dek çalışmıştı. Ve Port Arthur’da yaşadığı yaklaşık kırk yıl boyunca hep aynı berbere gitmişti.

Kitabi anlamda dindar değildi. Ama herkesin ruhani bir tarafı vardır. Janis’in İncil’i Billie Holiday’in biyografisiydi.

Seth’in berberi Jerdy Fontenot, saçımı keserken anlatıyor: “Burası 1968’e kadar zengin bir kasabaydı. Petrol üretimi Suudi Arabistan ve Ortadoğunun hâkimiyetine geçmeden önce, dünyada en çok petrol çıkaran rafineriler buradaydı, Gulf ve Texaco rafinerileri… Marcella’nın Yeri de bu yörenin eğlence merkeziydi.” Buranın nasıl bir yer olduğunu yan koltuktaki müşteri izah ediyor: Port Arthur Teksas’ın kerhane merkeziymiş. Marcella Chadwell’in evi en ünlüsüymüş. Janis Joplin’in başını çektiği bir grup kız, belediyenin yol çalışmalarında kullandığı bir uyarı levhasını söküp Marcella’nın Yeri’nin önüne koymuşlar: “Men at work”.

Seth’in iki merakından biri briçti. Emekli olduktan sonra taşındıkları Arizona-Prescott’ta karısıyla birlikte kurdukları briç kulübünde, 1987’deki ölümüne dek hocalık yapmıştı. Diğer merakı ise müzikti. Akşamları aile efradına piyano çalardı. Bach’ın çello süitleri haricinde, favori parçası Pablo Casals’ın “Kol Nidrei” yorumuydu. Onu her çalışında “ne hüzünlü, değil mi?” derdi.

Dorothy Joplin de şarkı söylemeyi severdi, kilisenin olduğu kadar kilise korosunun da aktif üyesiydi. Ne var ki, geçirdiği bir tiroid ameliyatı ses tellerini zedeleyince şarkı söyleyemez oldu. Bunun üzerine Seth de evdeki piyanoyu sattı.

Janis, müziğin içine doğmuştu, folk şarkıları, gospeller ve spiritüeller söyleyerek büyümüştü. Ama şarkıcı olmak aklının ucundan bile geçmiyordu, ta ki lise sonda bir sınıf arkadaşı onu Bessie Smith ve Leadbelly plaklarıyla tanıştırana dek. Onları ilk dinleyişinden on yıl sonra, döneminin en iyi blues şarkıcısı ilan edildiğinde, Bessie Smith’in kabrine bir mezartaşı yaptırmıştı.

Herkes Frisco’ya gidiyor

Lise arkadaşlarından Wanda Dionne, Janis’i hep siyahlar içinde hatırlıyor: Beatnik tarzı giyinirdi ve hayattaki tek amacının Jack Kerouac’ın temsil ettiği şekilde yaşamak olduğunu söylerdi.”

Liseyi bitirdikten sonra Lamar Üniversitesi’ne kaydoldu, birkaç ay sonra okulu bırakıp Kerouac’ın “sırt çantası devrimi” dediği olaya katıldı, otostop çekerek güney Teksas ve Louisiana’yı dolaştı, sonra tekrar kürkçü dükkânına döndü, Port Arthur College’a başladı. Ancak dört ay dayanabildi, okulu bıraktı ve babasının ifadesiyle “evden kaçtı”, istikamet, Beatnik haritasındaki tek Teksas şehri olan Austin’di. Lisedeki kankası Jim Langdon’ın deyişiyle, “Austin, Port Arthur’a kıyasla nirvanaydı, Amerika’nın en gizli sırrıydı o şehir, Teksas’ın ortasında bir aydınlanma merkeziydi”.

Sesi, hızla ileri sarılmış bir bant gibi. Sanki bir yük treninin son vagonuna asılı gidiyor, ama ne kadar tutunabileceğini kestiremiyor.

Austin’de hayatını değiştirecek üç kişiyle tanıştı. Ufak tefek bir müzisyen olan Powell St. John, bütün Weavers ve Woody Guthrie şarkılarını ezbere bilen Lanny Wiggins ve oduncu kılıklı bir entelektüel, Travis Rivers. Austin’deki birçok beatnik gibi onlar da Ghetto namlı, apartmana dönüştürülmüş eski bir askeri kışlada yaşıyorlardı.

Janis, Powell ve Lanny, Waller Creek Boys adlı bir grup kurup öğrenci partilerinde müzik yapmaya koyulmuşlar, bu arada Austin belediyesinin düzenlediği bir yetenek yarışmasına katılıp Woody Guthrie’nin “This Land Is Your Land”ini söylemişler ve “en iyi vokal grubu” ödülünü kazanmışlardı. Waller Creek Boys’un repertuarındaki şarkılar arasında “Out On The Black Mountain”, “Careless Love” ve “Nobody Knows You When You’re Down and Out” da vardı. Powell o günleri şöyle anlatıyor: “Janis, blues’u bildiğim bütün beyaz şarkıcılardan daha iyi söylüyordu. Lanny ve ben onun sesine eşlik eden bir müzik yapmakla yetiniyorduk.”

Ghetto’nun sakinleri arasında Chet Helm adında genç bir Beat şairi vardı. Ülkeyi boydan boya gezerek folk müziğini incelemişti. Janis’e “batı yakasındakiler seni bir dinleseler akılları uçar” deyip duruyordu. Kerouac’ın Yolda romanında dediği gibi “herkes Frisco’ya gidiyor”du ve sonuçta Chet’le Janis de kervana katıldı. Ver elini San Francisco…

Chet’in kılavuzluğunda Beatniklerin takıldığı kahvelerde şarkı söylemeye başlayan Janis, kısa zamanda adını San Francisco’ya duyurmayı başardı. Ne var ki, Austin’de sevgili olan Chet’le Janis’in yolları San Francisco’da ayrıldı. “Janis speed ve eroin kullanan tiplere takılmaya başlamıştı, bense o maddelerden uzaklaşmaya başlamıştım.” Chet’in dile getirmediği bir sebep daha vardı: Janis lezbiyen arkadaşlarına daha fazla vakit ayırıyordu.

Ama, Chet’in koruyucu kanatları olmadan Janis’in San Francisco’da dikiş tutturması pek mümkün değildi. Bir yandan parasızlık, bir yandan kalp kırıklıkları derken, Janis kuyruğunu kıstırıp Port Arthur’a döndü, yeniden üniversiteye yazıldı ve talihin ona gülmesini beklemeye koyuldu.

Bye, Bye Baby

Talih ondan önce Chet’e gülmüştü. San Francisco’nun en popüler gruplarından biri olan Big Brother and The Holding Company’nin menajeri olmuş, ayrıca Avalon Ballroom adlı kulübü işletmeye başlamıştı.

Big Brother bir vokalist arıyordu, Chet hemen Janis’i önermiş, ama grubun gitaristleri James Gurley ve Peter Albin pek oralı olmamıştı. Janis’i, Coffee Gallery adlı Beat kafede dinlemişlikleri vardı, “sesi iyi ama, kendisi biraz tuhaf, gruba başka bir hava verir” diyorlardı. Yaklaşık elli-altmış kadın, erkek ve üçüncü cinsten vokalisti sınayıp da aradıklarını bulamayınca, Chet’in “bir de Janis’i deneyelim” teklifine itiraz edememişlerdi.

Chet, o sıralarda Teksas’ta ikamet eden yakın ahbabı Travis Rivers’ı aradı, Janis’i bulup San Francisco’ya getirmesini rica etti. Travis’le Janis’in Austin günlerinden beri iyi bir dostlukları vardı, ama Janis’in ikna olması için Travis’in 14 saat dil dökmesi gerekmişti.

Janis, yola çıkmadan önce Powell St. John’u ziyaret edip San Francisco’da şansını bir kez daha denemek istediğini anlattı. Powell da ona yeni yazdığı bir şarkıyı çalıp söyledi. “Bye, Bye Baby” Janis’in çok hoşuna gitti, o gün orada şarkıyı derhal hatmetti. Powell’a göre, Janis’in “Bye, Bye Baby”yi o kadar beğenmesinin sebebi, “hem eski bir folk şarkısı havasında olması, hem de rock’n’roll tavrı taşımasıydı”.

Janis San Francisco’ya giderken yanına iki kitap almıştı. Aradan 25 yıl geçtikten sonra, o kitaplardan birini Janis’in yakın dostu Richard Hungen’in evinde elime aldım. “On Emir”in sararmış yapraklarını çevirirken Hungen’a sordum: “Dindar mıydı?” Cevabı “hayır” oldu: “Kitabi anlamda dindar değildi, ama herkesin spiritüel bir tarafı vardır. Janis’in İncil’i Billie Holiday’in biyografisiydi.” Janis’in yanına aldığı öteki kitap da oydu zaten.

Bessie Smith plaklarıyla tanıştıktan on yıl sonra, döneminin en iyi blues şarkıcısı ilan edildiğinde, Smith’in kabrine mezartaşı yaptırdı.

1 Haziran 1966’da, Janis “çiçek çocuklarının başkenti”ndeydi. Ayağının tozuyla Big Brother’ın Henry Street’teki üssüne gitti, mikrofonu eline aldı. O günü grubun gitaristi James Gurley şöyle anlatıyor: “Levi’s blucin, Meksika sandaletleri ve yırtık bir tişört vardı üzerinde. Uzun saçlarını tokayla tutturmuştu, yüzü sivilceliydi ve biraz da kiloluydu. Yani pek cazip bir görüntüsü yoktu.”

Chet’e göre, bu deneme bir formaliteydi, Janis’in Big Brother için biçilmiş kaftan olduğuna emindi. “Biraz tuhaf bir kızdı ama, şarkı söyleyişi insanın tüylerini ürpertiyordu.” Grubun basçısı Sam Andrew’a göre ise, “Janis’in sesi hızla ileri sarılmış bir bant gibiydi, sanki bir yük treninin son vagonuna asılmış gidiyordu ve orada ne kadar tutunabileceğini kestiremiyordu”.

Big Brother

Big Brother ve Janis ilk kez, 10 Haziran 1966’da, Avalon Ballroom’da seyirci önüne çıktı. Önce Big Brother geldi sahneye ve grubun basçısı Sam Andrew’un deyişiyle “her zamanki gibi hız verilmiş free-caz yaptılar, on yıl sonrasının punk rock’çılarından daha hızlı çalıyorlardı, tempo Charlie Parker temposuydu, dakikada 285 çeyrek nota”.

Derken, blucin ve mavi iş gömleğiyle Janis zuhur etti ve “Down On Me”yi söylemeye başladı. Sohbete dalmış Avalon müdavimleri neye uğradıklarını şaşırdı, dikkat kesildi. Chet’in ifadesiyle “millet nakavt olmuştu”.

Big Brother fanlarının bir kısmı aynı coşkuyu paylaşmıyordu, ilk konserden sonra James Gurley’in yanına gelip “defedin gitsin, çığlık atmaktan başka bir numarası yok” diyenler vardı. Big Brother’ın müstakbel roadie’si Mark Braunstein da başlangıçta Janis’ten hoşlanmamıştı: “Avalon’a Big Brother’ı dinlemeye gitmiştim, bir baktım kızın biri çığlık çığlığa şarkı söylüyor. Halbuki ben Gurley’in insanın içini dağlayan tutkulu gitar çalışını dinlemek istiyordum, o ses beni özgürleştiriyordu.”

Öyle ya da böyle, Big Brother artık Janis’leydi. Ve Avalon, Amerikan gece hayatına yeni bir tarz getirmişti. Sahneyle seyirci arasındaki sınır kalkmıştı, grup çok alçak bir platformda çalıyor, müzisyenler ve seyirciler hemhal oluyordu. Bazı geceler de Kerouac ve Ginsberg’in yakın dostları, Beat edebiyatının esin perisi Neal Cassady gelip rap yapıyordu.

O günlerin San Francisco’sunda Avalon’a gitmek, başka bir hayat tarzı demekti. Avalon müdavimlerinden Stanley Mouse, şöyle anlatıyor: “Haftanın altı-yedi gecesi, akşam sekizden geceyarısına kadar dans pisti tıklım tıklım oluyor, herkes kurtlarını döküyordu. Bazı geceler Big Brother başka kulüplerde çalıyordu. Ünlü gazeteci-yazar Tom Wolfe, Janis’i Berkeley Kulüp’te seyretmiş ve sonra da şöyle yazmıştı: “Bugüne kadar ne öyle bir ses duydum ne de öyle bir performans gördüm. Janis Joplin tek kelimeyle büyüleyici.”

Big Brother and the Holding Company, 1967

1966’da Big Brother haftada 250 dolar kazanıyordu, bu da adam başı 50 dolar demekti. Janis, tek odalı bir dairede yaşıyordu, Big Brother’ın davulcusu Dave Getz’in deyişiyle “lavabosu olan bir yatak odası”ydı burası.

Dave, Spaghetti Factory adlı kafede garsonluk yapıyor, Janis de sık sık oraya gidiyordu. “Bir gün çok güzel bir siyah lezbiyen gelmişti kafeye, Janis’le aralarında bir elektriklenme hissettim. Tam biz çıkarken Janis ‘çok hoşuma gitti o kız, onunla sevişmek isterdim’ deyiverdi.” Dave çok şaşırmıştı, çünkü Janis o sıralarda Travis’le beraberdi. Janis, Dave’e Travis’le ilişkisini şöyle izah etmişti: “Sevgili filan değiliz, iyi bir insan ve seksi bir erkek, hepsi bu.”

Beatnik tarzı giyinirdi ve hayattaki tek amacının Jack Kerouac’ın temsil ettiği şekilde yaşamak olduğunu söylerdi.

Bu konuşmadan kısa bir süre sonra Janis’le Travis yollarını ayırdılar, ama sonraki dönemlerde de zaman zaman birlikte oldular. Janis’in deyişiyle, aralarında başka türlü bir bağ vardı.

Temmuz 1966’da Big Brother ve Janis, Lagunitas adlı ormanlık bölgedeki bir kır evine taşındılar ve komün halinde yaşamaya başladılar. Bu, 1960’ların ilk komünlerinden biriydi. Grubun diğer üyeleri sevgilileriyle, eşleriyle beraberdi, o ise yalnızdı. Ve Janis için kentten uzak olmak, underground kulüplerden ve lezbiyen barlarından uzak olmaktı, bu da hiç hoşuna gitmiyordu. Ancak, komün tecrübesi hem Janis, hem de Big Brother için müzikal bakımdan müthiş verimli bir dönem oldu. Gün boyu prova yapıyorlar, şarkı yazıyorlardı. Grup müzikal olarak gelişirken Janis ve Sam de Big Brother albümlerinin ve hit single’larının temellerini atıyordu.

“Call On Me” adlı baladı, ikinci albümleri Cheap Thrills’in açılış şarkısı “Combination of the Two”yu, “I Need A Man To Love”ı ve “Flower In The Sun”ı orada yazmışlardı.

Düzenli olarak Avalon’da çalıyorlar ve San Francisco’da popülerlikleri günden güne artıyordu, ama tam anlamıyla çıkışa geçmeleri Chicago’da Mother Blues’da çalmalarıyla oldu. Açılış gecesinde seyirci büyülenmişti, Chicago’lular ilk kez karşı kültürün avangardlarıyla karşılaşıyordu. Jefferson Airplane de orada çalmıştı, ama onlar hâlâ folkçu görüntüsündeydi. Big Brother’ı dinlemeye Howlin’ Wolf da gelmiş ve konser sonrasında Dave’e “sizde benden çok soul var” demişti.

Chicago dönüşünde Mainstream şirketiyle sözleşme imzalayıp ilk albümlerini hazırlamaya başladılar. “Bye, Bye Baby” ile açılan Big Brother and The Holding Company adlı albümde, “Down On Me”, Janis ve Sam’in düet yaptığı “Call On Me”, Peter Albin’in Beatles çağrışımlı “Caterpillar”ı, Moondog raga’sını andıran “All is Loneliness”, rock döneminin ilk feminist şarkısı olan “Woman is Losers” gibi kayıtsız kalınamayacak şarkıların yanısıra “Blindman”, “Easy Rider”, “Intruder” ve “Light Is Faster Than Sound” gibi sabun köpükleri de vardı.

İlk single’larını da aynı dönemde yaptılar, plağın A yüzünde “Down On Me”, B yüzünde “Call On Me” vardı. “Call On Me” yıllar sonra Eve Dönüş filminde, Jane Fonda’yla Jon Voight’un sevişme sahnesinde kullanılacaktı.

Ancak, Mainstream her şeyiyle tamamlanmış albümü nedense bir türlü yayınlamıyordu. Bu gecikme umulmadık şekilde hem Big Brother’ın hem de Mainstream’in lehine olmuştu. Çünkü, ertesi yıl, Monterey Pop Festivali’ndeki performansıyla, Janis Amerika’nın bir numaralı kadın şarkıcısı haline gelmiş ve albüm de tam o günlerde piyasaya sürülmüştü. Yine de listelerin üst sıralarının uzağındaydı.

Biber Çavuş’un mesajı

Janis, 6 Ekim 1966’da, Love Pageant Rally’de sahne aldı. Bu tarihi bir andı, zira Love Pageant, LSD’nin yasaklanmasını protesto etmek için düzenlenmişti ve ertesi yıl büyük gürültüler koparacak olan “be-in” konserlerinin selefiydi. Ve dolayısıyla “çiçek çocukları”nın doğum günü addediliyordu.

14 Ocak 1967’de, Janis bu kez de Human Be-ln festivalinde sahneydi. Karşı-kültürün ilk büyük gösterisi olan Human Be-ln’in amacı “özgürlük, aşk, barış, şefkat ve insanların birlik çağı”nın başlatılması olarak duyurulmuştu. Elli bin kişinin katıldığı festivalin açılışı genç Beat şair Gary Snyder’ın çaldığı kalk borusu ve Ailen Ginsberg’in söylediği “Hepimiz biriz” mantrasıyla yapılmıştı. Human Be-ln’in estirdiği rüzgâr, 1967 yazının o güne kadar yapılmış en büyük rock konserine sahne olmasını sağladı. Jimi Hendrix’ten Ofis Redding’e, Eric Burdon’dan Jefferson Airplane’e, Mamas and the Papas’dan Crosby, Stills & Nash’e, Who’dan Big Brother’a otuza yakın grup ve 128 müzisyenin katıldığı Monterey Pop’un seyirci sayısı elli binin üzerindeydi. Onca insanın Monterey’de toplanmasında iki plak büyük rol oynamıştı. Bunlardan biri Beatles’ın Haziran 1967’de yayınlanan Sgt. Pepper’s albümüydü. Peter Fonda’nın ifadesiyle, “Monterey ‘Sgt. Pepper’s’ın mesajından doğmuştu ve mesaj şuydu: Hepimiz bir araya gelebilirsek ve aynı tavrı paylaşabilirsek…” Öteki plaksa, John Philips’in Monterey’den kısa bir süre önce yazdığı ve Scott McKenzie’nin söylediği “San Francisco (Be Sure to Wear Some Flowers in Your Hair)” şarkısıydı. Piyasaya çıkar çıkmaz hit olan “San Francisco”, John Phillips’e göre, “barışı ve aşkı kutsayan festivale bir davetiyeydi”.

Monterey’in tartışmasız iki starı vardı, biri Jimi Hendrix, diğeriyse Janis’ti. Seyirciyi cumartesi günü Janis, pazar günü de Hendrix fethetmişti. 19 Haziran tarihli Herald Tribune şöyle diyordu: “Festivalin en büyük hadiselerinden biri büyük ses Janis Joplin’di. Cumartesi öğleden sonra sahne aldı ve ertesi gün bir daha çağrıldı.” 30 Haziran tarihli Time dergisi ise 128 müzisyen içinde bir tek Janis Joplin’in adının altını çiziyordu: “Geçtiğimiz hafta soul çıkışa geçince festival de çıkışa geçti. Bunda başı çeken alto sesi ve flamenko dansıyla Janis Joplin’di.” Monterey, Janis’le Jimi Hendrix arasında kısa, ama tutkulu bir aşkın başlamasına da vesile olmuştu. Ve rivayete göre, Janis eroini ilk kez Hendrix’le beraberken kullanmıştı.

Şubat 1968’de, Janis ve Big Brother, Monterey Pop’tan sonraki en önemli konserleri için New York’a uçtular, yıllar içinde Thomas Wolfe’tan Edie Sedgwick’e, Arthur C. Clarke’tan Dylan Thomas’a ve Sid Vicious’a birçok ünlü ismin mesken tuttuğu Chelsea Hotel’e yerleştiler. Otelin müdürü Stanley Bard, Janis’i şöyle hatırlıyor: “Çok seksüel bir kadındı. Bazen odasında verdiği partiler çok gürültülü oluyor, müşteriler şikâyet ediyordu. Ben de kendisini uyarmak zorunda kalıyordum. Bazen anlayışla karşılıyor, bazen de tepki gösteriyordu. Egzotik bir güzelliği vardı. Zeki ve dilbazdı.”

Bir konserde, Anderson tiyatrosunu dolduran kalabalık Janis ve Big Brother’ı alkışa boğmuştu ama, onlarla plak sözleşmesi yapmak isteyen Columbia şirketinin yetkilileri tereddüte düşmüştü. Prodüktör Elliot Mazer, “Joplin çok etkileyici, ama grup sorunlu” diyordu. Sahne arkasını dolduran gazeteciler Janis’i elinde içki şişesiyle gördüklerinde şaşkınlıklarını gizleyememişlerdi, o zamanlar şöhretli sanatçılar içki içtiklerini çaktırmazdı, hele şişeden içmek berduşlara mahsustu. Gazetecilerin şaşkınlığını farkeden Janis, “ayyaşın teki diye yazabilirsiniz” demişti. Ertesi gün New York Times, konsere birinci sayfasında yer vermişti: “Janis Joplin son yıllarda ortaya çıkan en yetenekli şarkıcılardan biri. San Francisco’da yaşaması ve bugüne kadar sadece tek bir albüm yapmış olması, birkaç ay öncesine kadar onun ülke çapında tanınan bir isim olmasını engellemişti.”

Columbia nihayet Janis ve Big Brother’la sözleşme yapmaya karar vermiş ve grup New York’u üs yapıp mücavir illere turneye çıkmaya başlamıştı.

Bu arada Cheap Thrills adlı albümleri için hazırlığa koyulmuşlardı. O günlerin hatıralarından birini Dave Richards anlatıyor: “Bir gece, bir İtalyan lokantasına yemeğe gidilmişti, grup üyelerinin her birinin bir kız arkadaşı vardı, Janis ise tek başınaydı ve canı sıkılıyordu. Ekibin en genci olan roadie Mark Braunstein’a seslendi: ‘Çık sokağa, gözüne kestirdiğin en yakışıklı oğlanı al getir buraya.’ Mark biraz mırın kırın etti, ama sonunda ‘peki’ deyip çıktı. Bir süre sonra yanında yakışıklı, uzun saçlı ve Britanya aksanıyla konuşan bir oğlanla geldi. Ve masa şu diyaloğa tanık oldu: ‘Şekerim, benim adım Janis Joplin, tanıyor musun beni?’ ‘Tabii ki.’ ‘Peki senin adın ne?’ ‘Eric Clapton’.”

Cheap Thrills: Janis yıldız

California’ya dönüp Cheap Thrills’i kaydetmek için stüdyoya kapandıklarında, Eric Clapton da yanlarındaydı, arada bir birlikte jam yapıyorlardı. Albümün hit şarkıları, single olarak yayınlandığında liste başı olan “Piece of My Heart”, Sam Andrew’un deyişiyle “Bach’a göz kırpan” “Summertime”, Lagunitas ormanındaki günlerin yadigârı “Combination of the Two” ve “Turtle Blues”du. Cheap Thrills’in kapağını underground âleminin kült karikatüristi R. Krumb’ın çizgileri süslüyordu. R. Krumb telif istememiş, “tek şartım, ilk karşılaştığımız zaman Janis’i mıncıklamak” demişti. Albüm çıktıktan kısa bir süre sonra bir partide tanıştırıldıklarında dediğini yapmış, Janis’in elini değil, göğsünü sıkmıştı.

1968 yazında Newport Folk Festivali’ne davet edilmesi Janis’i çok mutlu etti, ama o konser “sonun başlangıcı” gibiydi. James Gurley’nin ifadesiyle, “yaptığı ‘star kaprislerinin haddi hesabı yoktu, fazla talepkârdı, etrafındaki kimseye güvenmiyordu ve uyuşturucu namına ne bulursa bol miktarda kullanıyordu, eroin, kokain…” Temmuz ‘68 – Aralık ‘69 arasında altı kez aşırı doz kullanmaktan ötürü ölüm tehlikesi atlatmış, bunlardan birinde tam anlamıyla direkten dönmüştü.

Newport’taki performansı eleştirmenlere “fazla zorlamalı” gelmiş, Big Brother ise acınacak derecede yetersiz bulunmuştu. Ama 3 Ağustos’ta Fillmore’daki konserinde dört kez bis yapmış ve New Yorker dergisi tarafından övgüye boğulmuştu. Cheap Thrills de o günlerde piyasaya çıktı ve bir anda liste başı oldu. Sekiz hafta birinci sırayı kimseye kaptırmadı, dokuz ay boyunca da Top 40’de kaldı. Albümün single’ı “Piece of My Heart” da 45’likler listesinde iki ay süreyle üst sıralardaydı. Cheap Thrills bir milyondan fazla sattı, Janis de ödül üstüne ödül aldı: Yılın En İyi Kadın Albümü, Yılın En İyi Kadın Şarkıcısı, Yılın En İyi Pop Şarkıcısı…

Görünüşte her şey yolundaydı, ama Janis gruptan hiç memnun değildi. Chelsea’deki odasında bir toplantı yaptı ve Big Brother’ı bıraktığını açıkladı. Grup şoka uğradı. Peter bağırıp çağırmaya başladı, James ise tek kelime etmedi. Dave’e (Getz) göre perşembenin gelişi çarşambaydan belliydi: “Janis Big Brother’ın sınırlarının farkındaydı, yeni bir grup kurup istediği müziği yapabileceğini düşünüyordu. Ama bunu gerçekleştiremeyecekti.”

Big Brother’la yolları ayırınca grupsuz bir şarkıcı olarak ortada kaldı, yeni bir grubu nasıl kuracağını da bilmiyordu. Gönlünde yatan kalabalık bir soul grubuydu, nefesliler ve klavyeler olmalıydı. Ama soul sound’u Afro-Amerikan uzmanlığıydı ve menajeri Albert Grossman anlaşılmaz şekilde sadece beyaz müzisyenlerden oluşan bir grup kurmuştu.

Kozmik blues

Korktuğu başına gelmişti, arkasında Big Brother olmayınca yolunu kaybediyordu. Yeni bir tarz arıyordu, ama dinleyicileri eski işlerini andıran şarkılar istiyordu. Gelgelelim, Kozmic Blues Band “Ball and Chain” gibi şarkılarla geçmişe yolculuk yaptığında sonuç komik oluyordu. Gurley’nin vahşi gitarı olmayınca, Janis kapana kısılmış bir hayvan gibi inliyordu. Baladları grup farkından etkilenmemeyi başarmıştı, ama “Ball and Chain” misali, imzası telakki edilen şarkılarındaki Faulkner yankısı uçup gitmişti. New York konserinin sonrasında sahne arkasına gelen Zappa, “grubun biraz daha zamana ihtiyacı var” demişti kibarca. Rolling Stone dergisi açık açık dalga geçmiş, “Janis rock’n’roll’un Judy Garland’ı mı?” başlığını atmıştı.

Nisan 1969’da çıktıkları Avrupa turnesi, iyice bozulan moralini biraz düzeltti. Paris’te, Frankfurt’ta, Londra’da fanları Janis’i bağırlarına bastı. Melody Maker, Time dergisinin Eisenhower’ın ölümü üzerine son dakikada değiştirdiği Janis Joplin kapağının kopyasını şu cümleyle kapağına taşıdı: “Janis Joplin: Blues’un yeniden doğuşu.” Observer “sıcak beyaz soul”, Daily Mirror “Elvis’ten bu yana en hararetli hadise” yakıştırmasını yaptı.

Janis, Haziran 1969’da Los Angeles’a döndü ve Kozmic Blues’la grubun adını taşıyan bir albüm yapmak üzere kolları sıvadı. “Move Over”, “One Man” ve “Mercedes Benz” gibi blues şarkılarını yazarken, Wordsworth’ün şiir yazarken kullandığı yöntemin tam zıddını uyguluyordu. Wordsworth, “sükûnet içinde duyguların geri getirilmesi” olarak tanımlamıştı yöntemini, Janis’se dibe vurduğunda kaleme sarılıyor­du, şarkıları terk edilme sancısıyla ortaya çıkıyordu. Ama Kozmic Blues kayıtlarının en gözde şarkısı, Janis’in “Little Girl Blue” yorumuydu. Rogers/Hart imzalı bu balad ilk kez 1935’te Jumbo adlı müzikalde icra edilmiş, 1962’de de sinemaya aktarıldığında Doris Day tarafından söylenmişti.

Janis için kentten uzak olmak, underground kulüplerden ve lezbiyen barlarından uzak olmaktı, bu da hiç hoşuna gitmiyordu. Ancak, komün tecrübesi hem Janis hem de Big Brother için müzikal bakımdan müthiş verimli bir dönem oldu.

Kozmic Blues plağındaki “Nancy G.’ye sevgiyle” ibaresinin ardında trajik bir öykü vardı. Big Brother’ın gitaristi James Gurley anlatıyor: “Nancy gözümün önünde öldü. Eroin yapmıştık, gidiverdi. Dünyam karardı. O gün eroini bıraktım, bir daha da elimi sürmedim.” Nancy’nin ölümü Janis’i fena sarsmıştı. Aynı adama, James Gurley’ye âşıktılar. James Janis’le sevgili olduğunda Nancy’le evliydi. Bu, Janis’le Nancy arasında sancılı bir döneme sebep olmuş, ancak daha sonra ilişkilerini tamir etmişler ve iki yakın dost olmuşlardı.

Dev konserler döneminin başlangıcı sayılan Monterey’in ateşleyicilerinden biri olan Janis, 1969’un büyük konserlerinin hemen hepsinde sahne almıştı. Atlanta City Rock’ta, 5 Temmuz’da 110 bin kişinin önüne çıkmış, ne var ki bir buçuk saat sahnede kalmasına rağmen seyirciyle temas kuramamıştı. Woodstock’un organizatörlerinden Michael Lang, Janis’i Atlanta’da seyretmiş ve hayal kırıklığına uğramıştı: “Kozmic Blues Janis’in hak ettiği müziği yapamıyordu. Onu Big Brother gibi tamamlayamıyorlardı. Konser sonrasında Janis’le tanıştım. Çok bitkin görünüyordu. Onu Woodstock’a davet etmemin sebebi, o dönemin müziğinin temel kişiliklerinden, hatta kurucularından biri olmasıydı.”

Woodstock’ta yaptığı basın toplantısında, Janis 25 gazetecinin önüne uzatmalı sevgilisi Peggy Caserta’yla birlikte çıkmıştı. Bir yandan soruları cevaplarken bir yandan da Peggy’nin göğüslerini okşuyordu. Peggy’nin bundan rahatsızlık duyduğunu belli etmesi üzerine, genel ahlâkın sınırlamalarından muaf olduğunu haykırmıştı. Haksız sayılmazdı. Neyse ki, gazeteciler onu kolluyordu, yaptıkları haberlerde ne eroin bağımlılığından ne de geniş yelpazeli cinsel zevklerinden söz etmişlerdi.

Sahneye çıktığında büyük tezahürat almıştı, ancak Woodstock’un resmi fotoğrafçısı Henry Diltz’in ifadesiyle, “şarkı söylerken eziyet çekiyor gibiydi, inliyor, acı içinde çığlıklar atıyordu”. Diltz’in çektiği fotoğraflarında, balmumundan yapılmış bir maskeyi andıran yüzü ve iki eliyle mikrofona yapışmış hali iç paralayıcıydı. “Piece of My Heart”, “Summertime”, “Little Girl Blue” ve “Try”ı debelene debelene söylemişti. Çadırına döndüğünde öfkeden delirmiş gibiydi, kariyeri boyunca bir daha ele geçiremeyeceği bir fırsatı heba ettiğini biliyordu.

Kozmic Blues”(tam adıyla I Got Dem Ol’ Kozmic Blues Again Mama!) Ekim 1969’da yayınlandı ve birkaç hafta içinde Billboard listesinde beşinci sıraya kadar çıktı, toplam 16 hafta Top 40’de yer aldı. Kozmic Blues sekiz hafta bir numarada kalan Cheap Thrills’in kalibresinde bir albüm değildi ve Janis de bunun farkındaydı. 1969 sonunda Jazz and Pop dergisi tarafından yılın en iyi kadın şarkıcısı seçildi, ama bu ödül 1970’in uğurlu bir yıl olmasını sağlayamayacaktı.

Bobby McGee ve Kris Kristofferson

Ev arkadaşı Linda Gravenitas, Janis’in eroin bağımlılığından gına getirmişti. “Ne zaman odasına girip kapıyı kapatsa, o odadan sağ çıkamayacağından endişe ediyordum ve başının etini yemekten kendimi alamıyordum. Bir gün yine ‘bırak şu mereti’ vaazı verirken, ‘hoşuna gitmiyorsa çek git’ deyiverdi. Ben de ‘peki’ dedim ve pılımı pırtımı toplayıp evden ayrıldım. Onu şoke etmek, ‘eroinin bir bedeli de bu’ mesajı vermek istiyordum.”

Linda’nın ayrılışı Janis için büyük bir şok olmuştu. Kalbi fena kırılmış, ama eroini bırakmaya da ahdetmişti. Psikiyatrik terapiye ve metadon tedavisine başladı, sonra Meksika’da eroin bağımlılığını defetmekte uzmanlaşmış bir kliniğe gitti.

“Me and Bobby McGee” bir şarkı olmaktan çıkıp Kris Kristofferson ile Janis arasındaki gerçek bir mutsuz aşk hikâyesine dönüştü.

1970 başında Kozmic Blues’la yollarını ayırdı ve yeni bir grup kurmak için bir kez daha Michael Bloomfield ve Nick Gravenitas’ın kapısını çaldı. Full Tilt Boogie Band adını koydukları grubun müzisyenlerini birlikte seçtiler. Davul Clark Pierson’a, pyano Richard Bell’e, org Ken Pearson’a emanet edildi, Kozmic Blues’dan sadece iki kişi yeni grupta da yer aldı, basçı Brad Campbell ve gitarist John Till. Janis, son albümü Pearl için bu kadroyla yola çıktı. Ama ortada tek bir şarkı bile yoktu.

İmdada Kris Kristofferson yetişti. Full Tilt’in kuruluşunda tuzu olan Dylan’ın kankası Bob Neuwirth, Janis’in verdiği bir partiye Kristofferson’la geldi ve rock’un tarihsel bir ânına daha imzasını attı. Dylan’ın “Like A Rolling Stone”unun esin kaynağı olan Neuwirth, çeşitli marifetlerinin yanısıra büyük şöhretlere yoldaşlık yapmasıyla ünlüydü. Elektra şirketi sırf Jim Morrison’la takılsın ve onun aklını başına toplamasını sağlasın diye Neuwirth’ü maaşa bağlamıştı. Şimdi de Janis ve Kristofferson’ı bir araya getiriyor ve müthiş bir sinerjiyi tetikliyordu. Tanışmalarını Janis’in arkadaşı Sunshine Nichols şöyle anlatıyor: “Kris, 34 yaşındaydı, henüz sakal bırakmamıştı ve Paul Newman’ın gençlik hali gibi bir eski Yunan ilahı havası taşıyordu. Janis’in ayakları yerden kesildi ve Kris’e fena halde abayı yaktı. Kris de onun gibi Teksaslıydı, ülkeyi bir uçtan öbürüne otostop yaparak katetmiş, sonra Nashville’e demir atmış ve şarkı yazarı olmak için kolları sıvamıştı. ‘Me and Bobby McGee’ Roger Miller’ın sesiyle bir country hit’i olmuştu, ‘Sunday Morning Coming Down’u ise Johnny Cash söylüyordu.”

Kristofferson, Janis’i o günlerde nasıl bulduğunu sorduğumda şunları anlatıyor: “Sağlıklı ve çekiciydi. Metadon tedavisinden şikâyetçiydi. Ünvanını korumaya çalışan bir boksör gibiydi.”

Kristofferson sıkı bir içkiciydi, eroini alkolle ikame eden Janis için ideal bir refakatçiydi. İlişkileri kısa bir sürede tutkulu bir aşka dönüştü –en azından Janis için. Kristofferson’ı arkadaşlarına anlata anlata bitiremiyordu: Soyunduğunda daha da yakışıklıydı, eski bir futbolcuydu, vücudu Herkül gibiydi, harika bir şarkıcı ve şarkı yazarıydı, sesi konuşurken de kadife gibiydi, ayrıca kitap kurduydu, William Blake hakkında saatlerce konuşabilirdi… Sonuçta, Janis’in arkadaşları bu ilahı kendi yataklarında görmek istediler. Kristofferson da kadınlara düşkündü, ihanetleri Janis’in kıskançlık krizleri geçirmesine sebep oldu. Ve “Me and Bobby McGee” bir şarkı olmaktan çıkıp gerçek bir mutsuz aşk hikâyesine dönüştü. Ama, Janis’in yorumuyla rock tarihinin klasikleri arasında yerini aldı.

Yokuş aşağı: Buried Alive in Blues

Janis Eylül 1970’de Pearl’ün kayıt çalışmaları için Los Angeles’a gelmiş ve Landmark Motor Hotel’e yerleşmişti. Çok yanlış bir adresteydi, zira Landmark cankilerin cirit attığı bir oteldi ve Janis altı aydır eroinden uzak duruyordu. Ama cankilerin meskenine adım attığı andan itibaren felaketle dans etmeye başlamıştı. Alkol ya da uyuşturucu bağımlılığından kurtulabilenlerin tek bir sırrı vardır: Eski ilişkilere son vermek. Janis ise Landmark’ta eski ilişkilerine dönmüştü. Bunların başında da iflah olmaz bir eroinman olan Peggy geliyordu. Peggy’ye duyduğu seksüel tutku hiç dinmemişti. O sıralardaki sevgilisi Seth de Peggy kadar beter olmasa da eroin bağımlısıydı. Pearl kayıtları boyunca Janis’le birlikte çalışan piyanist Richard Bell, o günleri şöyle anlatıyor: “Provalardan sonra Barney’s barına giderdik. Çok içiyordu, eroin bağımlılığını alkolle yenmeye çalışıyordu. Sık sık eroin konusunu açardı, ‘insan hissedememeye ve umursamamaya başladığında yaşamanın ne mânâsı var’ diyordu. Epeydir eroin kullanmamıştı, ama öyle bir mekâna gelmişti ki, yeniden başlaması kaçınılmazdı. Seth’e eroini bırakması için kendisine yardımcı olmasını söylediğinde aldığı cevap bir kahkahaydı sadece.”

Özel hayatı yokuş aşağı giderken, Eylül 1970’te, sanatı tırmanışa geçmişti. “Me and Bobby McGee” gibi şarkılarla Teksas kökenine ve kariyerinin ilk evresindeki melodik ses ve üslûba geri dönmüştü, dört yılın tecrübesiyle birlikte. Yeni grubu Full Tilt Boogie Band harikulâde müzisyenlerden oluşuyordu. Janis’e göre, “Me and Bobby McGee” aysbergin görünen kısmıydı, derinde yatan bir Teksas, country, blues kütlesi vardı ki, mücevhere dönüşmeyi bekliyordu. O günlerde, şimdinin aksine, müzik türleri kesin sınırlarla birbirinden ayrılmıştı: Blues, beyaz müziği, country ve western… Janis San Francisco’ya bir folk şarkıcısı olarak gelmiş ve blues’a geçmişti. Şimdi blues’dan folka doğru gidiyordu.

Janis’in hayatındaki son gece güzel başlamıştı. Richard Bell anlatıyor: “Kayıtlar gayet iyi gidiyordu. Janis ‘Me and Bobby McGee’nin son halinden çok memnun kalmıştı. O gün yirmi küsur arkadaşı onu görmeye gelmişti, aralarında albüme ‘Trust Me’ adlı şarkısını veren Bobby Womack de vardı. Keyfi çok yerindeydi, ‘Buried Alive in Blues’ kaydedilirken Janis neşeyle dans ediyordu…” Seansın sonlarına doğru, stüdyo çalışanları John Lennon’ın doğum gününün (9 Ekim) yaklaştığını, o hafta Sunset Sound’da kayıt yapan bütün grupların “Happy Birthday, Dear John”u çaldıklarını, bütün versiyonların doğum günü hediyesi olarak Lennon’a gönderileceğini söyleyince, Janis ve grubu da kendi versiyonlarını yapmaya koyulmuşlardı. Janis “Happy Birthday, Dear John”dan Roy Rogers ve Dale Evans imzalı bir romantik kovboy şarkısı olan “Happy Trails”e geçmiş ve şarkıyı baştan sona söylemişti. O gün orada olan Carl Gottlieb’in ifadesiyle, “havada mutluluk vardı”.

Füze gibi

Kayıt seansı geceyarısına doğru sona ermiş, Janis ve birkaç müzisyen Barney’s barına gitmişlerdi. Janis tekila, Richard Bell “tornavida” söylemişti. “Janis mutlu ve heyecanlıydı. İyi bir albüm yaptığımızı düşünüyor ve Pearl’den hemen sonra yeni bir albüm için kolları sıvamayı planlıyorduk.”

Gece 1’de, Janis yalnız başına Landmark’a gelmiş ve odasına çıkmıştı. Gündüz satın aldığı eroinden bir vuruş yaptıktan sonra sigara almak üzere lobiye inmiş, gece kâtibi George Sandoz’a para bozdurmuş, biraz sohbet ettikten sonra sigara makinasından bir paket Marlboro alıp odasına dönmüştü. Yavaş yavaş soyunurken nakavt yumruğu yemiş bir boksör gibi yere serildi. Cesedi ertesi gün akşam 7 buçuk sularında, ölümünden yaklaşık 18 saat sonra bulunacaktı. Haberi duyduğunda, Jerry Garcia, Winterland’deki Grateful Dead konserinde “Cold Rain and Snow”u çalıyordu. “Janis’in zamanlaması mükemmel oldu, kaçınılmaz inişe, erken bunama istikametinde yol almaya geçmeden noktayı koydu” deyip ekleyecekti: “Ama çıkışı füze gibiydi, Janis füze gibi bir kızdı.”

Otopsi raporunda “aşın dozdan mütevellit eroin-morfin zehirlenmesi” yazıyordu. 3 Ekim gecesi, Janis aslında her zamanki dozunda zerketmişti eroini; miktar aynıydı ama, muhteviyat farklıydı. Müşterisi olduğu torbacı eroin kullanmadığı için malın iyi olup olmadığını “çeşnici”sine müracaat ederek anlıyordu. O hafta sonu çeşnici ortalıkta yoktu, torbacı da malını acilen paraya çevirmek istiyordu. Janis’e sattığı saf eroindi, bu da on kat daha güçlü bir zehir demekti. Yegâne kurban Janis değildi, o hafta sonu (3-4 Ekim) Landmark civarında sekiz canki hayatını kaybetmişti.

Janis, vasiyetinde ölümünün ardından verilecek parti için 2500 dolar ayırmıştı. San Anselmo’daki Lion’s Share adlı kulüpteki partinin davetiyesinde “İçkiler Pearl’den yazıyordu. Chet Helms’den James Gurley’ye, Peggy Caserta’dan Linda Gravenitas’a, dostlarının birçoğu oradaydı. James Gur­ley’in deyişiyle, “Janis’i uğurlamanın daha güzel bir yolu olamazdı”.

Pearl, Janis’in ölümünden birkaç ay sonra, Şubat 1971’de yayınlandı ve hemen liste başı oldu, albümün hit single’ı “Me and Bobby McGee” de bir numaraya oturdu. Geçen yıllar Pearl’ün değerini azaltmadı, aksine çoğalttı. 1990’da New Yorker dergisi, kadın şarkıcılar tarafından yapılan en güzel on albüm listesinde birinciliği Pearl’e verdi. “Me and Bobby McGee”nin yanısıra “Mercedes Benz”, “A Woman Left Lonely” ve “Get It While You Can” yalnız Janis’in kuşağının değil, sonraki kuşakların da “marş”ları arasında yer aldı.

Time dergisi, ölümünden 18 yıl sonra Janis’i kapağına şu cümlelerle koydu: “Janis Joplin 1968’in bir yönünü gayet iyi temsil ediyor: Aynı anda hem sevinçli hem de yaralı bir feryat.”

Roll, sayı 111, Eylül 2006

^