“SARI YELEKLER’İ ANLAMAK”

Enzo Traverso
2 Mart 2019
SATIRBAŞLARI

2 Mart, Sarı Yelekler’in ifadesiyle, “16. perde”ydi. 16 haftadır her cumartesi Fransa’nın dört bir yanı onların eylemleriyle çalkalanıyor. Devlet şiddeti hiç geri durmuyor, ama eylemcilere vız geliyor. Ve dünyanın dört bir yanı 16 haftadır her cumartesi Fransa’dan akseden görüntülere dikkat kesiliyor, Sarı Yelekler vakasını anlamaya çalışıyor. Etiénne Balibar’a göre, “karşı-popülizm”in mucitleri. “İzleyenlerin değil eyleyenlerin popülizmi”nin özneleri. Bize kalırsa, Sarı Yelekler’in özeti Salâh Birsel’in şiir üzerine yazdığı kitabın adı: Seyirci Sahneye Çıkıyor… İtalyan düşünür Enzo Traverso’nun “Sarı Yelekler’i Anlamak” yazısına bağlanıyoruz.
2 Mart 2019, Cumartesi, Paris, Champs-Elysées; Sarı Yelekler’in 16. buluşması. 

Sarı Yelekler hareketinin alışılmadık biçimi, sembolleri ve pratikleri karşısında gözlemciler şaşkın ve kafaları karışmış bir halde. Herkes protestoların radikalliğini teslim ediyor, fakat hareket birçok açıdan tuhaf ve sınıflandırılması zor bir karaktere sahip. Ya naifçe devrimin ilanı olarak idealize ediliyor ya da ahmakça tehlikeli addediliyor ve potansiyeli itibariyle “proto-faşist” olarak damgalanıyor.

Sarı Yelekler hem sağ hem de sol tarafından desteklenmelerine rağmen bağımsız olduklarını özellikle vurguluyor, herhangi bir siyasal temsili veya “geri kazanılabilme” ihtimalini reddediyorlar. Herhangi bir temsil biçimini reddetmeleri hareketi hem güçlendiren hem de –en azından kısa vadede– kırılgan hale getiren bir olgu.

Gerçek şu ki, Sarı Yelekler siyasal analizin bildik kategorileriyle yorumlanamıyor. Bu hareketin reaksiyoner, Pujadist[1] olarak tarif edilebilmesi mümkün değil. Zira yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve radikal milliyetçiliğin şekillendirdiği bir siyasal iklimde bir günah keçisi aramıyorlar. Göçmenler ve mültecilerin sınır dışı edilmesi çağrısı yapmıyor ya da tehdit altında olduğu varsayılan bir ulusal kimliğin korunmasını talep etmiyorlar. Aksine, toplumsal eşitsizlikler sorununu demokrasiye ve toplumu bir arada tutan bağlara yönelik bir tehdit olarak tarif ediyorlar. Bunu yaparken de etnik değil toplumsal bir kimliği öne çıkıyorlar. Örneğin medyadaki röportajlarında kökenlerinden değil mesleklerinden bahsediyorlar: İşçi, hemşire, öğretmen, girişimci, esnaf, şoför, işsiz vd.

Gramsci’nin kategorileriyle konuşacak olursak, neoliberalizme karşı bir “toplumsal blok” henüz oluşabilmiş değil. Fakat Macron’un hegemonik neoliberal bir “tarihsel blok” yaratma projesi açıkça iflas etmiştir.

Toplumsal eşitlik tarihsel olarak sola ait bir değer, fakat Sarı Yelekler adı altında sokağa çıkanlar solun kültürünü paylaşmıyorlar. Ne solun sembollerini biliyorlar –eylemlerinde ya da işgal edilen kavşaklarda kızıl bayraklar görmüyoruz– ne de örgütlenme biçimini benimsiyorlar. Sarı Yeleklerin isyanı son dönemdeki sınırlı yakınlaşmaya rağmen tamamen sendikaların inisiyatifi dışında gelişiyor.

Bir sınıftan, homojen bir yapıdan ziyade heterojen ve çoğul bir topluluk olarak davranıyorlar. Aralarında birçok insan hayatlarında ilk defa bir gösteriye ya da protesto eylemine katılıyor. Sembolleri kızıl bayraktan ziyade sarı bir yelek. Bu fosforlu yelek kamusal anlamda yok sayıldıkları ve toplumsal güçlüklere mahkûm edildikleri bir dünyada görünür olmalarını sağlıyor.

Sarı rengin siyasal olarak neyi sembolize ettiğinin farkındaymış gibi görünmüyorlar. Sarı renk yirminci yüzyılın başında Fransız sağının bileşenlerinden birini (les Jaunes) ifade etmekteydi. Bir yüzyıl sonra bu rengin anlamı değişiyor. Sembolik gücünü kaybeden renk ise hiç şüphesiz kızıl.

“Ahlakî ekonomi”

“Macron yoksulları düşün.”

Kimi tarihçilere göre Sarı Yeleklerin toplumsal adalet ve eşitlik için düzenlediği protestolar kitlelerin “ahlâki ekonomi”sinin (İngiliz tarihçi E.P. Thompson “ahlâki ekonomi” kavramını endüstri devrimi esnasında toplumsal ayaklanmayı tarif etmek için kullanıyordu) gün yüzüne çıkışını ifade ediyor. Bu muhtemelen isabetli bir kıyaslama. Fakat mevcut protestoları devasa siyasal gerilemenin bir yansıması olarak yorumlamak da mümkün: Kullanışsız bir geçmiş olarak görülen solun iki yüzyıllık tarihi unutulmuş, gözardı edilmiş ve terk edilmiş görünüyor.

Sarı Yeleklerin gösterilerinde 1848 devrimine, Paris Komünü’ne, II. Dünya Savaşı dönemindeki anti-faşist direnişe ya da 1968 Mayıs’ına referans verilmiyor. Bunların yerine Fransız Devrimi’nin bazı sembolleri göze çarpıyor: Baldırı çıplaklar (sans-culottes), İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, kralın giyotine gönderilmesi, vd. Bu referanslar monarşiyi, Eski Rejim’i hedef alan protestolara bir geri dönüş yaşandığı anlamına mı geliyor? Emin değilim. Fakat tarihsel hafızanın bu yokluğu sola ait birçok sembolün aşındığının ve zayıfladığının net bir göstergesi.

Öte yandan, Sarı Yeleklerin arkaik olduğunu iddia edebilmek kesinlikle mümkün değil. Aksine, hayli modern veçheleri var: Hareketi sosyal medya aracılığıyla inşa ediyorlar, televizyon kanallarına karşı Facebook’u bir karşıt-propaganda aygıtı olarak kullanıyorlar ve tıpkı 2011’deki Arap devrimlerinde olduğu gibi interneti kolektif örgütlenmenin bir zemini haline getiriyorlar. Hükümetin göstericilerin şiddet yanlısı olduğuna dair propagandasını polis şiddetine karşı bir kampanyaya dönüştürmeyi başardılar.

Etiénne Balibar’a göre, Sarı Yelekler bir tür “karşı popülizm”, hiyerarşik ve otoriter popülizme karşı demokratik ve yatay bir popülizm icat ediyor. İzleyenlerin değil eyleyenlerin popülizmi.

En son yaptıkları eylemlerden birini polis tarafından yaralanan ve sakat bırakılan onlarca Sarı Yelekli göstericiyle başlattılar. Fransız Devrimi’nin mirasını sahipleniyorlar, fakat Sarı Yelekler hareketi belirli açılardan Occupy Wall Street (Wall Street’i İşgal Et), İspanya’daki Öfkeliler ve Fransa’daki Nuit debout (Gece Ayakta) hareketlerine benzer özellikler taşıyor.

“Karşı-popülizm”

Bazı eleştirmenler Sarı Yelekleri yeni tarzda bir popülizmin ifadesi olarak görüyor. Bazı açılardan, özellikle de halkın iktidar sahibi elitleri, “ultra zenginlerin” ve finansal elitlerin sözcüsü Macron’u karşısına aldığı düşünüldüğünde, bu makûl bir yaklaşım. Fakat Sarı Yelekler klasik popülizmin milliyetçilik ve karizmatik önderlik gibi kimi belirgin özelliklerini de açık bir biçimde reddediyorlar.

Marine Le Pen veya Jean-Luc Mélenchon’un onları temsil edebilmesi mümkün değil; güçlü bir biçimde halkın kendi temsilini savunuyorlar ve hareketin içindeki yatay demokrasiden gurur duyuyorlar. Etiénne Balibar’a göre, Sarı Yelekler bir tür “karşı popülizm”, hiyerarşik ve otoriter popülizme karşı demokratik ve yatay bir popülizm icat ediyor. İzleyenlerin değil eyleyenlerin popülizmi.

Sarı Yelekler hareketinin nasıl bir seyir izleyeceğini tahmin edebilmek kolay değil. Anketlerin tamamı ziyadesiyle popüler olduklarını ve Fransa yurttaşlarının büyük çoğunluğu tarafından desteklendiklerini gösteriyor. Fakat sivil toplumun sadece belirli bir kesimini temsil ediyor ve harekete geçirebiliyor. Sarı Yelekler hayli geniş, heterojen ve geçişken sınırlara sahip bir topluluk olsa da tek başlarına kazanmaları mümkün değil. Başarılı olabilmek için Fransa toplumunun diğer kesimlerini de içermesi ve harekete geçirmesi gerekiyor –büyük şirketlerin ücretli çalışanlarını, kamu çalışanlarını, lise ve üniversite öğrencilerinin ötesine geçerek banliyölerdeki gençliği.

Jüpiteryen neoliberalizmden Bonapartist otoriterliğe

Gramsci’nin kategorileriyle konuşacak olursak, neoliberalizme karşı bir “toplumsal blok” henüz oluşabilmiş değil. Fakat Emmanuel Macron’un hegemonik neoliberal bir “tarihsel blok” yaratma projesi açıkça iflas etmiştir. Neoliberalizmi ekonomik bir model olarak topluma; tüketim, mülkiyetçilik, bireycilik ve rekabetten ibaret antropolojik bir model olarak yurttaşlarına dayatma girişimi başarısız olmuştur.

İki yıldan az bir süre önce seçim zaferi kazanan ve geleceğin insanı olarak takdim edilen Macron –entelektüel, kültürlü (bazı şakşakçı gazeteciler onun bir filozof olduğunu dahi söylüyordu), enerji dolu ve modernleşme yanlısı– hızla nefret edilen ve küçümsenen bir siyasetçi haline geldi. Artık sadece “ultra zenginlerin” başkanı. Dolayısıyla mevcut protestolar da Macron’un toplumsal eşitsizliklerin sembolü haline gelen servet vergisinin (ISF) lağvedilmesi gerektiğine ilişkin ateşli savunularına odaklanıyor.

Macron “ultra zenginlerin” ilerlemeye öncülük edeceğini, sıradan insanlar için bir model olacağını düşünüyor. İlerlemeden anladığı ise zenginler kazandıkça yoksulların da doğal olarak bundan faydalanacağını iddia eden “damlama” teorilerinden (trickle-down) başka bir şey değil. Sarı Yeleklerin bütün eylemlerinde Macron’un bu öngörüsüyle alay ediliyor.

Macron’un Fransa’yı neoliberalizmin Avrupa’daki başkentine dönüştürme projesi yarı yolda kalmış görünüyor. Beşinci Cumhuriyet’in kurumları sayesinde parlamentoda çok güçlü bir çoğunluğa sahip olan Macron seçildiği dönemi muhtemelen tamamlayabilecek olsa da Macronculuk çökmüş durumda. Macron protestoları tavizler vererek ve politikalarının faydalı sonuçlarını izah ederek durdurabileceği fikrinden çoktan vazgeçmiş ve yaşadığı meşruiyet kaybını şiddetli bir baskıyla telafi etmeye karar vermiş gibi görünüyor.

Geçtiğimiz günlerde parlamentoda kabul edilen ve 2015’teki terör saldırılarından sonra ilan edilen “olağanüstü hali” güçlendiren yeni gösteri ve yürüyüş yasasının anlamı da bundan başka bir şey değil. Bu noktada, Macron’un Jüpiteryen[2] neoliberalizmini sürdürebilmek için otoriteryen Bonapartizm dışında bir seçenek kalmamıştır. Hiç şüphe yok ki Macron’un başkanlığı Cezayir Savaşı yıllarından bu yana Fransa’daki en baskıcı dönemdir.

Daniel Forero, “Sarı”, 2018.

“Seyirci özgürleşiyor” [3]

Sarı Yelekler hareketinin en büyük başarısı bir toplumsal proje olarak Macronculuğu iflasa sürüklemesidir. Hareketi başlatan kavşak işgalleri basit bir eylemin çok ötesindedir, birçok gösterici hareketin yarattığı anlamın taleplerin çok ötesine geçtiğini düşünmektedir.

Sadece yaşamaya ve yaşadıkları zorlukların kişisel sorunlar olduğunu düşünmeye alışmış insanlar –Jacques Rancière’in “duyumsama paylaşımı”[4] (le partage du sensible) olarak ifade ettiği anlamda– dayanışma, karşılıklı yardım ve kardeşlik gibi değerleri keşfederek yeni toplumsal pratikler yaratmıştır. Harekete katılan insanlar bireyciliğe karşı bir topluluk duygusunu keşfetmektedir. Bu kendilerini özgürleştirebilmelerinin anahtarıdır.

Bugüne kadar Fransa’da neoliberalizmin esas alternatifi muhafazakâr, milliyetçi ve post-faşist popülist siyasetti. Bugün Sarı Yelekler toplumsal eşitlik ve yatay demokrasiye dayalı başka bir çıkışa işaret ediyorlar. İnsanlar bu hareketle birlikte yeni özneleşme hallerini ve yeni kolektif istişare pratiklerini deneyimliyorlar. Bu deneyimler sıradan insanların hem zekâ ve yaratıcılıklarını hem de naifliklerini ve önyargılarını içeriyor. Göstericilerin “anti-politik” bir hareket olduklarını iddia etmeleri bu muğlaklığa işaret etmektedir. Bu ifade çoklu ve çelişkili anlamlar barındırmaktadır.

Herhangi bir gelenek ve tarihsel hafızadan yoksun ve kendi başına örgütlenmiş bir hareket deneyimlerinden ve hatalarından öğrenir; dışarıdan verilen derslere kulağını tıkar ve kendi çıraklık dönemini yaşar. Ne yazık ki yeteri kadar zamana sahip olduklarından kuşkuluyum.

İngilizceden çeviren: Aykut Kılıç

15 Şubat 2019’da Verso Books’un sitesinde yayınlanmıştır.

 

[1] 1953-1958 yılları arasında Fransız siyasetinde etkili olan ve ana gövdesini küçük esnafların oluşturduğu aşırı sağcı siyasal hareket. (ç.n.)
[2] Antik Roma’daki “tanrıların tanrısı”na atfen Macron’un partilerüstü, teknokrat ve otoriter yönetim modelini ifade etmek için kullanılmaktadır. (ç.n.)
[3] Jacques Rancière’in “Özgürleşen Seyirci” (Metis, 2010) kitabına referansla. Arabaşlıklar 1+1 Forum’un (ed.n.)
[4] Bazı çevirilerde Rancière’in bu kavramı için “duyulur olanın bölüşümü” ifadesi kullanılmaktadır. (ç.n.) 
^