28 yıldır hapistesiniz, 28 yıllık bu hikâyeyi anlatmak, inatla anlatmak size nasıl geliyor?
İlhan Sami Çomak: 22 yaşındayken cezaevine girdim, 28 yıldır aralıksız cezaevindeyim. Bu da dışarıda geçirdiğim zamanın çok daha fazlasını cezaevinde geçirdiğim anlamına geliyor.
AİHM ilk yargılamanın “adil yargılanma hakkı”nı ihlâl ettiğine ve yeniden yargılanmam gerektiğine karar verdiğinde, yeni bir yargılama başlayacağı için hukuken tahliye edilmem gerekiyordu, ama edilmedim. Bu 28 yıllık zaman zarfında üç kez müebbet hapis cezası aldım. Mahkemeler, hâkimler değişti, ama hükme asla dokunmadılar! Dönüp dönüp müebbet aldım!
İnsan zaman içinde –hele ki ortada hiçbir somut delil yokken hapsedildiyse– cezaevinde yaşamaktan yoruluyor elbette. Ancak, uğradığı haksızlığı anlatmaktan yorulmuyor. Adalet yerini bulana kadar suçsuzluğunu anlatmak istiyor. Uğradığım bu haksızlığı bunca senedir takip edip dile getiren gazetecilere teşekkür ederim. Yargılanmamın sürdüğü uzun yıllar boyunca hep dediğim gibi: “Dilerim ki herkes bana yaşatılan adaletsizliği hiç olmazsa bir yakınına anlatmalı. Ortada tutarlı bir kötülük var.” Şimdi de dilerim ki, uğradığım bu haksızlık, bu büyük adaletsizlik ve tutarlı kötülük sizin vasıtanızla bir kere daha gündemleşir.
Yazmaya tutukluyken başladınız. Cezaevinde şair olmayı nasıl tarif ediyorsunuz?
Cezaevinde şair olmak ne anlama gelir ya da cezaevinde şair nasıl beslenir gibi çoğalabilecek soruların, şiire eğilme bakımından bir yargı içerdiğini düşünüyorum. Zira, bu bakış açısı şiiri değil, mekânı öne çıkaran, mahpusluğun zorluğunu gereğinden fazla önemseyen bir ön kabul içeriyor. Şiirden çok şiirin etrafındaki koşulları önceliyor. Oysa şiiri mekânla özdeşleştirmemek, nerede yazıldığına değil de, neyi nasıl yazdığına bakmak doğru olur. Mekân veya mahpusluk elbette önemli, ama şairi söyleten duvarlar değil, şiirin kendi öz dinamikleriyle gelişmesi, büyümesi ve şairde belirmesidir. Şair ister bir göl kıyısında, ister bir dağ köyünde veya metropolde yaşasın, şiiri üzerinden yürümeli, yargı ve tanımlamalara böyle uzanmalıyız diye düşünüyorum.
İnsan ortada hiçbir somut delil yokken hapsedildiyse, cezaevinde yaşamaktan yoruluyor elbette. Ancak, uğradığı haksızlığı anlatmaktan yorulmuyor. Adalet yerini bulana kadar suçsuzluğunu anlatmak istiyor.
Cezaevine girmeden önce, 22 yaşında bir gençtim ve şair değildim. Cezaevine girdikten sonra ise en başından beri kapatılmışlığı asla kabul etmedim. Yine de buradayım! Tam tamına 28 yıldır hayatımda ciddi bir maddi değişiklik olmadı. Çok önemli oranda birbirine benzeyen günler yaşadım, yaşıyorum. Cezaevi, bu anlamda, sanılanın aksine çok yorucu bir mekândır. Muazzam bir atalet ve tekrarın getirdiği, insanı kendisini tazeleyemediği için öğüten, ruhsal olarak dağıtma potansiyeli barındıran ezici bir yorgunluğu vardır cezaevinin. Belki de şiirimi ve şairliğimi bu tekrara karşı savaşımımla, hayatın yeknesaklığını aşıp onu renklendirmeyle elde ettim. Duygu ve hayal dünyasında, bu mekânın yerine kendi yarattığım daha yumuşak, daha sevgi dolu ve yaşanılır, özlemlerin giderilebildiği bir kurgu dünyasını koyabilme çabası benim şairliğim.
Bir bakıma kendimi korumanın, ruhumu beslemenin bir çabası olarak şiire yöneldim ve sonra da hayatta ne kaybetmişsem onu şiirle aramaya başladım. Bu bakımdan şiir yazarak hücreme davet ettiğim şey hayattır esasında.
Elbette hal böyle olunca dış dünyayla kurabildiğim en anlamlı bağ da şiirden geçiyor. Şiir hücreme hayatı getiriyor ve kelimelerim, mısralarım, oluşturduğum imgeler, yani şiirim de duvarları aşarak beni hayata kavuşturuyor. Bunca yıldır bedenimi hapsedebildiler, ama şiirimi hapsetmeyi henüz kimse başaramadı.
Sekiz şiir kitabına, bir otobiyografinin –Karınca Yuvasını Dağıtmamak– yanısıra, dokuzuncu şiir kitabını eklediniz. 14 Ocak’ta okurla buluşacak olan Hayattayız Nihayet için ne söylemek istersiniz?
Otobiyografim sayesinde beni tanıyan ve yaşadıklarımla empati kuran kişilerin sayısı oldukça arttı. İnsanlar beni tanıyıp, hayat öykümü ve bir şair olarak beni yaratan koşulları öğrendikçe şiirimi daha çok merak eder oldu. Şimdiye dek yayınlanan şiir kitaplarımın baskıları tükenmişti. Öte yandan, esasen şair olduğum için şiir yazmayı, otobiyografik düz yazılarımı yazarken de hiçbir zaman bırakmamıştım.
Ben dışarıda az yaşadım! Hayata dair pek az tecrübem var. Bu yüzden şiir yazarken sürekli sahip olduğum ve artık gitgide benden uzaklaşan anılara dönüyor, oradan aldığım duyguları çoğaltıyorum. Hatta yeni anılar, yeni anlar, yeni hisler, yeni durumlar kurguluyorum, yeni gülüşler, yeni acılar ve yeni öfkeler de elbette. Okuyarak aklımı koruyor ve geliştiriyorum, hayal ederek de hayatımı çoğaltıyorum. Şiirlerim tam da buradan besleniyor. Yeni çıkacak şiirlerim okurla buluşmadan sanırım bundan fazla bir şey söylemem doğru olmaz. Hayat hikâyemi de okumuş olduğu için artık beni daha iyi tanıyan okurun yeni kitabımı nasıl karşılayacağını, şiirimde nasıl bir iz süreceğini ben de çok merak ediyorum doğrusu.
Bunca yıllık tutsaklık özgürlük hakkında kapsamlı düşünmenize yol açmıştır herhalde. Özgürlük sizin için nasıl bir anlam taşıyor?
Özgürlüğüme kavuşmama üç seneden az bir süre kaldı. Tüm zorluklara, hayatın doğal akışından koparılmış olmama rağmen, kavurucu bir istekle gerçeğe, duvarların dışındaki genişliğe, genişliğin içerdiği sonsuz olasılıklara ulaşma ve geleceği kucaklama arzusundayım.
Kendimi korumanın, ruhumu beslemenin bir çabası olarak şiire yöneldim ve hayatta ne kaybetmişsem onu şiirle aramaya başladım. Bu bakımdan şiir yazarak hücreme davet ettiğim şey hayattır esasında.
Özgür olmak kişiye pek çok hak verir. Bunun ne demek olduğunu tam bilmiyorum doğrusu. Başka bir şekilde söylemem gerekirse, özgür olmayı getireceği tüm olanaklarla görselleştiremiyorum demek daha doğru olur. Yine de bu sorun, yani özgürlüğü hakkıyla görselleştirememe veya ne isteyeceğini bilememe, hayata olan açlığımın şiddetini eksiltmiyor.
Ben hep yere düşüp kalkmasını bilen biriyim. Dizim çok kanamıştır. Ama aslolan doğrulmak, sana çelme takan hayata küsmeden anlam arayışına girmek ve aynı koşullarla tekrar karşılaştığında bu defa düşmeyip ayakta kalmaktır diye düşünmüşümdür. Şimdi de öyle, içeride geçirdiğim bu 28 yıl beni güçlendirerek değiştirdi. Kendi iradem dışında zorluklarla sınandım. Bu durum beklenenin aksine beni öfkeli biri yapmadı hiç. Aksine, giderek süzülen bir terbiyeyle yalınlaştığımı ölçebiliyorum. Bunun özgürlükle, özgür olacağım zamanlarla bir bağı var.
Farklı veya pek çok gelecek tahayyülüm yok, çıktıktan sonra sıradan bir yaşamım olsun istiyorum. Karmaşık değil, sıradan! Özgürlük benim için yıllardır özlemleri içimde kora dönen sevdiklerimle basit, ama mutlaka şiir ve edebiyattan geçen bir yaşam anlamına geliyor. Buna hakkım var ve bunu istiyorum.
En çok neyi özlediniz?
“Otuz yıl yatıp çıkacağım, ah benim ömrüm” diye karalar bağlamadım hiç. “Benim hayatım budur, yaşamak zorundayım” diyerek sabrı yücelten kadercilikten de uzak durduğumu belirtmeliyim. Şartların elverdiğini zorlayarak hayattan zevk almaya, dahası hayatı inşa etmeye çalıştım burada da.
Ancak, bunca sene gerçek hayattan ve sevdiklerimden koparılmış biri olarak pek çok özlem biriktirdim. Günü başkalarının programına –cezaevi koşullarında, emir ve yaptırımlara– tabi olmadan yaşamak büyük bir özlem benim için. Bu sorunuza verebileceğim en içten cevap şu olabilir: Ailemle ve sevdiklerimle, 45 dakikalık görüşlere sığdırılmak zorunda olmayan içten, sıcak ve sevgi dolu sohbetleri, sarılmaları, kahkaha, hatta gözyaşlarını özledim. Evet, ailemi, sevdiklerimi, gündelik ve sıradan hayatı çok özledim.
Biraz da yargılanma sürecinizi konuşalım. AİHM yeniden yargılama kararı verdi, 2016’da yeniden yargılandınız, ama yine ceza aldınız. Bu yeniden yargılanma sürecinde deliller, tanıklar nasıl ele alındı?
AİHM yeniden yargılanmama hükmettikten sonra, maalesef yeniden yargılanmadım, “tekrarlanan” bir yargılamaya tabi tutuldum. Yeniden yargılanmış olsaydım, hukukçuların da söylediği gibi, bir kere masumiyet karinesi gereği, tahliye edilmem gerekirdi. Bunca sene sonra, ortada karartılabilecek bir delil kalamayacağına göre, tutuksuz yargılanmalıydım. Bu yapılmadı. Avukatlarımın defalarca başvurmasına rağmen, “kaçma şüphesi ve delilleri karartma tehlikesi” olduğu gerekçesiyle tahliye edilmediğim gibi, tutuklu yapılan yargılanmam da eski iddianame üzerindendi ve yeniden delil toplanmadı.
Bu düpedüz hukuksuz, adaletsiz, hakkaniyetsiz bir durum. İşin daha da tuhaf tarafı şu: Dosyamda hiçbir somut delil olmaksızın, adil yargılama ilkelerine hepten aykırı olan yargılama sonucu tekrar müebbet hapis cezasına çarptırıldım. Sonrasında bizzat itirafçılar tarafından geri alınan iki itirafçı beyanı dışında, dosyamda somut tek bir delil bile yok. Dosyam yıllarca mahkeme kapılarında savcıların, hâkimlerin, polislerin elinden geçti, ancak suç sayılabilecek hiçbir şey bulamadılar. Adil yargılanma hakkım defalarca her açıdan ihlâl edildi. Masumiyet karinesi hiçe sayıldı. Kesinleşmiş bir yargı kararı olmaksızın özgürlükten yoksun bırakılarak yargılandım. Ve sonra tekrar müebbet hapis cezasına çarptırıldım. Sonuç olarak, 28 yıldır adil yargılanma talep ediyorum. Bu da bunca senedir benden çalınan özgürlüğümün bana iade edilmesi anlamına geliyor.
Hem Covid-19 hem de uzun süreli OHAL çerçevesinde cezaevlerindeki koşullar herkes için ağırlaştı. Bu dönem ve şu an koşullarınız nasıl?
Cezaevi koşulları herkes için her zaman zaten ağırken, 15 Temmuz darbe girişimi gerekçesiyle uygulanan OHAL, sonrasında da Covid-19 salgını bu koşulları iyice katlanılmaz hale getirdi. Ağırlaşan koşullarımızı pandemiyle açıklamak mantığa uygun değil. Zira, dışarıda her yer açık, hiçbir yasak, kısıtlama yokken bizler pandeminin hâkim olduğu tüm süre boyunca haftalık görüş ve aylık açık görüş hakkımızdan –infaz yasasında olduğu şekliyle– yararlanamadık. İlk başta aylar boyunca hiç görüş yapamadık, sonra ayda dört kez olan görüşlerimiz ayda bir kapalı görüşe çevrildi. Ondan çok sonra da ayda iki kez kapalı ve olması gerekenden kısa görüşler yapabilir olduk. Açık görüş hakkımızı ise neredeyse iki sene hiç kullanamadık, ancak Aralık 2021 başında bir açık görüş yapabildik. Bu görüşlere iki kişiden fazla kimse de kabul edilmedi, halbuki normalde altı kişiye kadar aile ve yakınımız görüşe kabul edilebilmekteydi.
Şiir hücreme hayatı getiriyor ve kelimelerim, mısralarım, oluşturduğum imgeler, yani şiirim de duvarları aşarak beni hayata kavuşturuyor. Bunca yıldır bedenimi hapsedebildiler, ama şiirimi hapsetmeyi henüz kimse başaramadı.
Bu süre zarfında cezaevi içindeki sosyal aktiviteler, spor ve sohbet hakkı, doktora, mahkemeye gitme, dışarıdan kargo –hatta posta alma– haklarımız neredeyse tamamen durduruldu. Çok zaruri durumlarda kurum dışına çıkan arkadaşlar 14 gün ve akabinde de iyice uzatılan hücre, karantina koşullarında tek başlarına hapsedilir oldu.
Bu ay bir de kitap sınırlaması getirildiğini öğrendik. Başta sınırsız olan kitap ve dergi hakkımız, pandemi boyunca her görüşte yedi kitap olarak sınırlandırıldı, dergiler hepten engellendi. Şimdi ise artık iki ayda sadece bir kitap alabileceğimiz söyleniyor. Açıkçası, pandemi ile kitap kısıtlamasının nasıl bir bağlantısı olduğunu anlamakta çok zorlanıyorum.
Bunu söylemeye gerek var mı, bilmiyorum, bu koşullarla bize yaşatılan cezaevi içindeki ikinci bir esaret ve hapis hayatıdır. Pandemi önlemleri ülke genelinde büyük ölçüde kaldırılmışken, bu kısıtlamaların cezaevlerinde devam etmesi avukatlarımızla, ailelerimizle görüşme, havalandırma, tedaviye erişim, duruşmalara fiziken katılma gibi birçok konuda haklarımızın engellenmesi insan hakları ihlâlidir. Yeni sorunları da doğuran bu durumun kalıcı bir hak gaspına dönüşmesinden açıkçası endişe ediyoruz.
ZULME DÖNEN YARGI SÜRECİ
Sıfır delil, iki müebbet
İlhan Sami Çomak’ın hikâyesi ilk kez anlatılmıyor, çok anlatıldı, ama ne kadar çok anlatılsa az. 1994’te, İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya bölümü öğrencisiyken tutuklanıyor. Savcılık Çomak’ın 1993’te, ülkenin çeşitli yerlerinde PKK adına silahlı ve bombalı eylemlerde bulunduğunu iddia ediyor.
Yargıç Kemal Şahin’in 2016’da, Diken’de yayınlanan “Çomak davası: Her şey TEM’den DGM’ye giden 1994 tarihli fezlekeyle başladı” başlıklı yazısında, savcılık fezlekesinden aktardığı üzere, Çomak Genç-Lice-Kulp üçgeninden “İstanbul-Bağlarbaşı Okumuşlar Kereste deposu, E-5 Karayolu’ndaki Devlet Malzeme Ofisi ve Garanti Bankası Şirinevler Şubesi’nin molotoflanması, Heybeliada, Burgazada, Poyrazköy, Belgrad Ayazağa, Şile, Zekeriyaköy ve Polonezköy Çayırbaşı ormanlarının, Marmara İnşaat bürosu ve Küçüksu Bekiroğlu Kereste deposunun yakılması, PKK adına eleman temin etmek ve para toplamak”a uzanan geniş bir yelpazede suçlanıyor.
Çomak kendisine isnat edilen orman yangınlarının, itfaiye kayıtlarına göre, piknikçiler tarafından çıkarıldığı tespitiyle bu suçlamadan beraat ediyor. Fakat Genç-Lice-Kulp üçgeninde eylem yaptığı “belirlenemediği” mahkemece kabul edilmesine rağmen bu dosyadan müebbet veriliyor. Dahası, Çomak’ın ifadesinin işkenceyle alındığı beyanı dikkate alınmıyor. Çomak’ın dosyasındaki yegâne delil iki itirafçının beyanı ve o beyanlar bizzat itirafçılar tarafından geri alınıyor.
Devlet Güvenlik Mahkemesi 2000 yılında bu dosyaya dayanarak yapılan yargılamayla Çomak’a idam cezası veriyor, iyi hal indirimiyle müebbet hapse çeviriyor. Dava AİHM’e taşınıyor ve 10 Ocak 2007 tarihli kararda, adil yargılanma hakkının ihlâl edildiği sonucu çıkıyor. 2013’e gelindiğinde, nisan ayında çıkan Dördüncü Yargı Paketi’ndeki Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin önünde bulunan 220 dosya için yeniden yargılanma yolu açılıyor. İlhan Sami Çomak’ın AİHM’in bu kararı ve de yeni yasa gereğince yargılanmasıysa 19 Aralık 2013’te 9. Özel Yetkili Mahkemesi’nde başlıyor. Fakat sonrasında yeni düzenlemelerle Özel Yetkili Mahkemelerin de kaldırılmasıyla dava 2014’te 9. Ağır Ceza Mahkemesi’ne (ACM) taşınıyor. Uzun ertelemeler, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) taşınan dava ve geçen zamanın sonunda, 2016’da Çomak’a yeniden müebbet hapis cezası veriliyor. Kendi deyişiyle, yeniden yargılamayla değil, “tekrarlanan” bir yargılamayla veriliyor aynı ceza. Cezanın istinaf mahkemesi tarafından “hemen” onanmasının ardından 2018’de yeniden AYM’ye taşınıyor. AYM’de bekleyen dosya karara göre yeniden AİHM’e gidecek.
Çomak’ın ömründen 28 yıl çalan haksızlığın, adaletsizliğin özeti böyle. Bu 28 zulüm yılını göğüslerken Çomak şiire yoğunlaşıyor, sekiz şiir kitabı yayınlıyor. Ayrıca, bugünlerde dördüncü baskısını yapan Karınca Yuvasını Dağıtmamak (İletişim Yayınları, 2021) adlı otobiyografisini kaleme alıyor. Şiirdeki üretkenliğini 2021’de de sürdüren Çomak’ın dokuzuncu şiir kitabı Hayattayız Nihayet 14 Ocak’tan itibaren kitabevlerinde.