Geçtiğimiz iki hafta içinde Avrupa’da savaşın gölgesinde üç seçim yaşandı. Üçü de Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi sonrasında dünya genelinde otoriter siyasetlerin gerileyeceği yönündeki iyimser yorumların altının boş olduğunu gösterdi.
Sırbistan’da Rusya’yla iyi ilişkilerini sürdüreceğini açıktan ilan eden yönetim daha da güçlenerek seçimlerden galip çıktı. Macaristan’da galibiyet için sahaya çıkan 6’lı ittifak hezimete uğradı. Fransa’daysa seçmenler ikinci tur başkanlık seçimlerinde yine faşistler ile neoliberal sağcılar arasında tercih yapmak zorunda kalacak.
Daha geriye götürülebilir, ancak sadece geçen 10 yıla bakarak da görebiliriz: 2008 sonrasında siyasi denklem pek çok ülkede benzer şekilde kuruluyor; piyasa reformlarını hayata geçiren, neoliberal politikaları derinleştiren iktidarda kalamıyor. Bir anlamda neoliberal politikaların başarısı, aynı zamanda onların altını oyuyor. Dahası, bu reformlar, işçi sınıfının kurumsal, örgütsel ve siyasi gücünün geriletilmesini sağladığı oranda, solu siyasi denklemden çıkarıyor ve sonuçta toplumlar yarışan sağcılıklarla ve farklı otoriterlik biçimlerinin birbiriyle mücadelesiyle baş başa kalıyor.
Siyasi denklem pek çok ülkede benzer şekilde kuruluyor; piyasa reformlarını hayata geçiren, neoliberal politikaları derinleştiren iktidarda kalamıyor. Bu reformlar, işçi sınıfının gücünün geriletilmesini sağladığı oranda, solu denklemden çıkarıyor ve toplumlar yarışan sağcılıklarla ve farklı otoriterlik biçimlerinin birbiriyle mücadelesiyle baş başa kalıyor.
Peki, siyasetin genel olarak sağa kayması ve giderek milliyetçi-muhafazakârlarla neoliberaller arasındaki bir pinpona dönüşmesi sistemin sorunlarını çözebiliyor mu? Tabii ki hayır. Artan gelir dağılımı eşitsizlikleri 2008 sonrasında zaten rekor düzeydeydi, pandemi sürecinde daha da kötüleşti. Şimdiyse savaşın olumsuz ekonomik etkileri zengin ülkelerdeki yoksullar ve yoksul ülkeler tarafından daha sert bir şekilde hissediliyor.
Finansal krizler ihtimali
Artan eşitsizliklerin yanında, küresel ekonomide hem durgunluk hem de enflasyon eğilimlerinin aynı anda nüksetmesi, sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Pandemi süresince uluslararası üretim yapılarının tahrip olması ve pandemi sonrasında bir türlü eski entegrasyon seviyesine dönülememesi 1970’ler sonrasında yaşanan sermayenin uluslararasılaşması sürecinin büyük bir meydan okumayla karşılaştığını gösteriyor. Yalın üretim modellerinin parçalanması ya da popüler ifadeyle tedarik zincirlerinin kopması pek çok malın fiyatının artmasını beraberinde getirdi. Bunun doğrudan sonucu artan enflasyon.
Küresel ekonomide hem durgunluk hem de enflasyon eğilimlerinin aynı anda nüksetmesi, sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Buna savaş konjonktürünü de ekleyelim: Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi ve ABD ile müttefiklerinin Rusya’ya açtığı “ekonomik savaş” enerji ve emtia fiyatlarını artırdıkça enflasyon pek çok ülkede kontrolden çıkıyor.
Buna savaş konjonktürünü de ekleyelim: Özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi ve ABD ile müttefiklerinin Rusya’ya açtığı “ekonomik savaş” enerji ve emtia fiyatlarını artırdıkça enflasyon pek çok ülkede kontrolden çıkıyor. Tarihsel verilere bakıldığında, enerji (özellikle de petrol) fiyatlarında bu denli yüksek artışların genellikle ekonomik daralmalarla eşleştiğini görülüyor.
Bu sıkışmışlığa ABD merkez bankası Fed’in giriştiği faiz artırım sürecini de eklersek, sistemin kırılganlıklarının daha da artacağı bir döneme girdiğimizi söyleyebiliriz. Zira ABD’de faizlerin artması sermaye akımlarını yeniden ABD’ye yönelterek bir dizi çevre ülkede finansal krizlerin tetiklenmesi ihtimalini artırıyor.
Otoritarizmin ekonomi politiği
Dünya ahvaliyle ilgili bu kısa özet, Tarihsel Materyalizm İstanbul Konferansı’nın ana temasının ne kadar uygun bir şekilde tespit edildiğini gösteriyor: “Sistemik Kırılganlıklar ve Karşı-Stratejiler”. İstanbul’daki konferans 1997’den beri Londra merkezli olarak çıkan Historical Materialism dergisinin girişimleriyle başlayan konferanslar serisinin bir parçası. Önceleri Londra’da gerçekleştirilen yıllık konferanslara daha sonraları New York, Toronto, Montreal, Sidney, Beyrut, Delhi ve Atina da katılmıştı. En son olarak da İstanbul bu seriye dahil oluyor.
15-17 Nisan arasında İstanbul Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleştirilecek olan konferans 43 oturumda onlarca sunumun yapılacağı bir tartışma platformu olacak. Oturumların alt temalarına bakıldığında, “Otoritarizmin Ekonomi Politiği” serisinin dikkat çekecek kadar çok yer kapladığı görülüyor.
Pandemi döneminin otoriterleşmeye etkisi, Türkiye ile karşılaştırmalı olarak diğer örneklerin ele alınacağı oturumlar, kültür savaşları ve hegemonya mücadeleleri, işçi sınıfının tarihsel gelişimi, güncel güvencesizlik/prekarya dinamikleri ve nihayetinde küresel güneyde devrimci siyaset oturumları, Türkiye’de ana akım siyaset bilimcilerin çoğunluğu ve kısmen de iktisatçılar tarafından oldukça sığ bir şekilde yapılan “tek-adam rejimi ve otoriterleşme” tartışmasının ötesine geçmeyi hedefliyor. Bu tartışma sadece teorik derinlik ve açıklayıcılık açısından değil, muhtemel demokratikleşme patikalarının neler olabileceğine işaret etmesi açsısından da önemli.
Otoriterleşme dışında konferanstaki dikkat çeken temalardan biri, özellikle pandemi döneminde çok daha görünür hale gelen sosyal yeniden üretim sorunu. İçinde bulunduğumuz çoklu kriz ortamının en önemli bileşenlerinden olan ekolojik krize dair Marksist değerlendirmeler bir başka öne çıkan konu. Son olarak, göçmenlik durumu ve göçmen emeği çeşitli oturumlarda incelenecek.
Konferansın temalarına bakıldığında “Otoritarizmin Ekonomi Politiği” serisinin dikkat çekecek kadar çok yer kapladığı görülüyor. İçinde bulunduğumuz çoklu kriz ortamının en önemli bileşenlerinden olan ekolojik krize dair Marksist değerlendirmeler, bir başka öne çıkan konu.
Türkiye’ye odaklanan oturumlardaysa Marksizmin izini geç dönem Osmanlı’dan bu yana takip eden emek tarihi sunuşları, piyasa odaklı tarım politikalarının yarattığı tahribat, güncel işçi mücadelesi deneyimlerinin tartışıldığı forumlardan finansallaşma ve merkez bankacılığı politikalarına kadar geniş bir çerçevede eleştirel politik ekonomi çerçevesinden bakan sunuşlar yer alıyor. Konferansın kapanış oturumu kadim “Ne yapmalı?” sorusuna güncel yanıtların hangi yollardan gidilerek bulunabileceğini tartışan “strateji” oturumuyla son buluyor.
Kısacası, tarihsel materyalizm İstanbul’da. Özellikle genç kuşakların önceki birikimle buluşması için güzel bir fırsat. Organizasyonda yer alanların şimdiden emeğine sağlık!
Kişisel bir notla bitireyim. Dr. Görkem Altınörs ile yapacağımız Türkiye’de rejim değişiminin ekonomi politiği ve Dr. Mehmet Baki Deniz ile yapacağımız merkez bankacılığı ve güncel para politikasının ekonomi politiği sunumları cumartesi sabahı olacak. İlgilenenleri bekleriz.