JEAN GENET’YLE SİYAH DEVRİMCİ HAREKET VE KARA PANTERLER

9 Haziran 2020
SATIRBAŞLARI

Tam 50 yıl önce, 1970’de, Jean Genet Kara Panterler’e destek vermek için kaçak olarak ABD’ye gitmiş, onlarla şehirden şehire, üniversiteden üniversiteye gezip konferanslar vermiş, örgüt için para toplamıştı. Panterlerle birkaç ay geçiren Genet Avrupa’daki radikal örgütlerden tamamen farklı olduğunu söylediği Kara Panter Parti’den çok etkilenmişti. 25 Mayıs’ta George Floyd’un Minneapolis’te katledilişinin ardından yükselen protestolar giderek ABD geneline yayılan bir ayaklanmaya dönüşürken Atlanta’daki gösterilerde yeniden ortaya çıkan Kara Panterler’in esin kaynakları, ideolojileri, mücadele yöntemleri ve hedeflerini ABD gezisi sonrası verdiği iki söyleşiyi* harmanlayarak Zenciler’in yazarı Jean Genet’den dinliyoruz.

1970’te, Kara Panterler’e destek amacıyla ABD’ye gidip bir dizi konferansa katıldınız. Panterler yararına çalışmaya ne zaman, nasıl karar verdiniz?

Jean Genet: Kara Panterler (Black Panther Party, BPP) üyesi iki kişi Paris’te beni görmeye gelip kendilerine yardımcı olmam konusunda ricada bulundular. Bobby Seale’ın [1] San Francisco’dan New Haven’a nakledilmesini engellemek istiyorlardı. Seale orada işlemediği bir suçtan yargılanacaktı, nitekim daha sonra aklandı da. ABD’nin baskıcı sistemi yüzünden, Panterler hapse düşen üyeleri için çok büyük kefalet ücretleri ödemek zorunda kalıyor. Sanıyorum, Paris’ten onlara bir destek mesajı vermem gibi bir şey vardı kafalarında. Zaten başından beri bu harekete sempati duyuyordum, ben de ABD’ye gitmeye karar verdim. “Amerika’ya geleyim en iyisi ben” dedim. Bu beklemedikleri bir cevaptı, biraz şaşırdılar. “E gelin tabii. Peki, ne zaman yola çıkabilirsiniz?” diye sordular. Ben de “yarın” dedim. Şaşkınlıkları biraz daha arttı, ama hemen duruma ayak uydurdular. “Tamam, biz gelir sizi alırız” dediler. Ve böyle çıktık yola. ABD’ye giriş vizem de yoktu üstelik.

Panterler de El Fetih de emperyalizm tarafından kimlikleri ellerinden alınmış, hakları gasp edilmiş halkları temsil ediyor. Her iki grubun da üyeleriyle beraberken aynı âlicenaplığı, aynı benmerkezcilikten uzaklığı, aynı fedakârlık anlayışını gördüm.

Chicago Konvansiyonu [2] hakkında yazdığınız yazı nedeniyle mi vizeniz yoktu?

Hayır. Ondan önce de bana vize vermediler, hep reddettiler.

Peki, nasıl girebildiniz ülkeye?

Kanada üzerinden, şişko ve sersem bir polisin gözü önünde kaçak olarak girdim ülkeye. Sınırı geçmek çok kolay. Başka Fransız yazarlar, sendikacılar, siyasetçiler de Panterler’e destek vermek için ABD’ye gitmeli. Paris’te BPP ile bir dayanışma komitesi de oluşturuldu. 

Kara Panter Partisi lideri Bobby Seale halka hitap ediyor (Chicago, 1971)

Belki de Kara Panterler’in davasını benimsemedikleri için gitmiyorlardır. Siz onların davasını niçin destekliyorsunuz?

Açık sözlü olmak gerekirse, beni ilk başta etkileyen dünyayı yeniden yaratma gayeleri değildi. Elbette o da var, mücadelelerinin o tarafına kayıtsız değilim kesinlikle. Ama daha en başta, onlara kendimi hemen yakın hissetmemin nedeni beyazların dünyasına duydukları nefret, toplumu toptan yıkma, devirme çabaları. Gençliğimde benim de gailemdi bu, ama tek başıma değiştiremezdim dünyayı. Tek yapabileceğim onu saptırmak, yolundan çıkartmak, biraz ayarlarını bozmak olabilirdi. Dili bozarak, yani o fazlasıyla soylu havalardaki Fransızca dilinin içinden yapmaya çalıştığım da buydu; ayrıca, kim bilir belki hakikaten de soyludur… Panterler’le yiyip içip seyahat ettiğim, onların hayatını paylaştığım o birkaç ay boyunca, olağanüstü hasletlere sahip bir devrimci hareketle karşı karşıya olduğuma kani oldum. Onlarda en hayranlık duyduğum şey hayatları pahasına da olsa ırkçı beyazların üstünlüğüne karşı savaşmakta gösterdikleri cesaret; üniversitelerden değil (siyahların üniversiteleri bile olsa) mahallelerden hareketle yeni bir siyah kültür yaratma istek ve iradeleri; “Batılı Hristiyan medeniyeti”ne duydukları nefret…  Benim de kendimi bildim bileli paylaştığım nefret. 

Panterlerle de Filistinlilerle de ne olduğumla ilgili bir sorun hiç yaşamadım. Belki de bende yeryüzünün bir lanetlisini gördüler ve bu aramızdaki dayanışma bağlarını güçlendirdi. 

Siz kendinizi bir devrimci olarak görüyor musunuz?

Durumumu illa tarif etmem gerekse, olsa olsa serseri derim, devrimci değil. Kendi kendimi tanımlamamı nasıl bekleyebilirsiniz ki benden? Ayrıca, bana yakıştırılan sıfatların hiçbir önemi yok: hırsız, oğlancı… şimdi de devrimci. Yo, devrimci olduğumu iddia etmek gibi bir niyetim yok.

Neden Fransız Komünist Partisi’nde ya da buradaki radikal sol hareketler içinde mücadele etmek yerine veya Fransa’daki örneğin göçmen emekçilere destek olmak yerine Amerikalı siyahlara destek olmayı tercih ettiniz?

Sebebi gayet basit. Çünkü Fransa’da hiçbir parti ya da örgüt benden böyle bir şey istemedi. Belki de hırsız ve eşcinsel imajım benimle aralarına mesafe koymaya itmiştir onları. Göçmen emekçiler de benden bir şey istemedi. Panterler’e destek vermemin nedeni, onların gelip benden bunu talep etmiş olması. Ayrıca, Panterler beni olduğum gibi kabul etti; katı bir ahlakçılık yok onlarda. Yirmi dört saat mücadelenin içindeler. Her Pazar saat beşle yedi arası örgütün elemanları siyasal eğitim veriyor. Birkaç kere ben de elde silah nöbet tutulan bu gece derslerine katıldım. Kadınlar erkeklerle tamamen aynı işleri yapıyor. Panterler’in bütün evleri siyahların mahallelerinde ve gece gündüz silahlı nöbetçilerin gözetiminde. Buna rağmen, çeşitli gerekçelerle, genellikle de uyuşturucu bahanesiyle polis baskınlar düzenliyor. Bu baskınların çoğunda hayatını kaybeden militanlar oluyor. Hiçbir Panter’in asla araba kullanmadığını biliyor muydunuz? Trafik kuralı ihlali tuzağına düşmemek için asla direksiyona oturmuyorlar. Panterler’in hepsinin evlerinin pencereleri zırhlı panjurlarla kapalı, kapıların arkası kum torbalarıyla tahkim edilmiş, ayna düzenekleriyle merdivenleri, çevreyi gözlüyorlar, göz yaşartıcı bombaya karşı kafesli teller germişler. Nefretin göbeğinde yaşıyorlar.

(Sağda) Jean Genet, Panterlerden Elbert Howard’la hapisteki Bobby Seale’e destek için yapılan mitingte. (Solda) Panterlerin New York sorumlusu Zayd Shakur ile birlikte

Beyazlarla işbirliğini, birlikte çalışmayı nasıl kabul ediyorlar?

Koşulsuz şartsız kabul etmiyorlar ki. Bazı operasyonlar için, çerçevesi belli anlaşmalar yapıyorlar. Aynı şekilde, beyaz örgütler de onlarla anlaşmalar yapıyor, mesela New Haven ve Washington gösterileri için böyle anlaşmalar yapıldı.

1971 başında birkaç ay da Ürdün’de El Fetih gerillalarıyla kaldınız, sonra bu konuda birkaç makale yazdınız. Bu iki hareket arasında sizce benzerlikler ya da bağlar var mı?

Panterler de El Fetih de emperyalizm tarafından kimlikleri ellerinden alınmış, hakları gasp edilmiş halkları temsil ediyor. Her iki grubun da üyeleriyle beraberken aynı âlicenaplığı, aynı benmerkezcilikten uzaklığı, aynı fedakârlık anlayışını gördüm. Tek fark, biri kendi kontrolü altındaki bölgelerde serbestçe hareket ederek ve ağır silahlarla dağlarda savaşırken, Panterler ABD’nin ırkçı polisi tarafından sürekli taciz edilerek şehirlerin cangılında mücadele ediyor. Nasıl bir gerilim ve ne büyük bir sinir harbi altında olduklarını buradan da görüyoruz. Panterlerle de Filistinlilerle de ne olduğumla ilgili bir sorun hiç yaşamadım. Belki de bende yeryüzünün bir lanetlisini [3] gördüler ve bu aramızdaki dayanışma bağlarını güçlendirdi.

Bugün dünyada olup biten her şeyin müsebbibi ABD emperyalizmi. Nerede mücadele edersem edeyim karşıma Amerikan silahları, Amerikan paralı askerleri, Amerikan ırkçı ve emperyalist argümanları çıkıyor. Bendeki yankee nefreti öyle bir raddede ki, kusacak olsam Amerikan bayrağının yıldızları dökülecek ağzımdan.

Öte yandan, kendimi Jackson’ın [4] ölüsüne, herhangi bir ölü Fransızdan daha yakın hissediyorum. Hiçbir zaman kendimi bir Fransız vatansever olarak hissetmedim. Fransa benim için diğerlerinden farksız bir ülke. Vatanseverlik şovenizmden, son kertede, ırkçılıktan başka bir şey değildir. Dolayısıyla kendimi Filistinlilere de Panterlere de Fransızlardan daha yakın hissediyorum. Fransızca yazarken, İngiliz dilini kullanan Jackson’la aynı derdi paylaşıyorum: düşmanın kelimelerini, sentaksını, dilini kullanmak… Yazmaya başladığımdan beri, ülkemin aleyhinde yazdım. Elimden gelse, böbürlendikleri her şeyi Fransızların elinden alırdım: Jeanne d’Arc, Descartes, XIV. Louis… Jeanne d’Arc’ın aslında İngiliz olduğunu, Descartes’ın Alman olduğunu ispatlamaya girişirdim… Sonuçta, Panterler ve Filistinliler meselesi ya da Fransa olsun, hepsinde aynı düşmana çarpıyorum. 

Yani, emperyalizme mi?

Evet ve daha da kesin söylersek, Amerikan emperyalizmi. Bugün dünyada olup biten her şeyin müsebbibi ABD. Nerede mücadele edersem edeyim karşıma Amerikan silahları, Amerikan paralı askerleri, Amerikan ırkçı ve emperyalist argümanları çıkıyor. Bendeki yankee nefreti öyle bir raddede ki, kusacak olsam Amerikan bayrağının yıldızları dökülecek ağzımdan.

Hapishanede şaibeli biçimde öldürülen siyah devrimci George Jackson’ın cenazesi (Oakland, 28 Ağustos 1971)

ABD’de ne gibi etkinliklere katıldınız?

Bobby Seale’in durumunu anlatmak ve Panterlere destek istemek için şehirden şehire, üniversiten üniversiteye gittim. Konferansların iki amacı vardı: Hareketin görünürlüğünü, tanınırlığını arttırmak ve para toplamak. Massachusetts Institute of Technology’ye, Yale’e, Columbia’ya, Los Angeles’a, daha bir sürü yere gittim. En büyük üniversiteler böylece kapılarını Kara Panterler’e açmış oldu.

Ne anlatıyordunuz öğrencilere?

Aptallık etmeyi bırakmalarını ve Bobby Seale’e destek olmalarını söylüyordum. Panterler de konuşma yapıyordu. Ben ne kadar konuşuyorsam, onlar da o kadar konuşuyordu.

Siz kendiniz de oradaki ırkçılığı gözlemlediniz mi?

Bir beyaz olarak orada Panterlerle birlikte yaşarken ırkçılığı her gün, ama her gün gözümle gördüm. En küçük ayrıntılarda bile. Mesela uçağa binerken, önümdeki siyah yolcudan mutlaka valizini açıp göstermesi isteniyor. Bakıyorsun, içinde üç gömlek, iki pantolon var. Ancak öyle binebiliyor uçağa. Benden bir kere bile istenmedi. New Haven mahkeme salonunda, fikrim dahi sorulmadan beyazlara ayrılan bölüme oturtuldum. Irkçılığı siz de görebilirsiniz. Kent’te öldürülen dört öğrenciyle ilgili yapılan haberlere bakın. Bütün gazetelerde devasa puntolarla çarşaf çarşaf haberden geçilmiyor… Birkaç gün sonra, Jackson’da (Mississippi) iki öğrenci öldürülüyor. Gazetelerin arka sayfasında konu ediliyor sadece. Sıradan, küçük bir haber olarak. Neden? Çünkü öğrenciler Siyah. 

Panterlerde Avrupa’da hiç rastlamadığım bir kendiliğindenlik, entelektüel bir ahlaki özgürlük, bir mizah duygusu var. Sanırım Hristiyanlığın Avrupalı devrimci gruplara sirayet eden kalıntılarının hepsini tabula rasa yapmalarından kaynaklanıyor bu, baş belası püritanizmden paçayı kurtarmışlar.

Bir siyah ırkçılığı da var mı?

Hayır. Ama olabilir. Eğer ırkçılık birtakım insanları daha iyi sömürmek için onları hakir görmekse, çok açık ki, bu tanım siyahlardan beyazlara yönelik olarak işlemiyor.

Panterlerle beraberken, onlarla yolculuk yaparken kendinizi Beyaz olarak hissediyor muydunuz?

Açıkçası hayır, çok ilginç, ama aramızda hiçbir fark hissetmiyordum.

Üstelik arada bir de dil engeli vardı, değil mi?

Ya evet, bütün gezinin en can sıkıcı kısmı buydu. Üstelik siyahların hemen hepsi gettodan gelme, kolay anlaşılmayan bir argo konuşuyorlar, beyaz tercümanlar bile zorlanıyordu. David Hilliard’la [5] ise anlaşmanın yolunu bulmuştuk; yazışıyorduk. O yazıyordu, alengirli kelimeler kullanmıyordu, ben de onun yazdıklarını okuyabiliyordum.

TARİHİ DAYANIŞMA – 1. Jean Genet, Panterlerin kadın liderlerinden Angela Davis ile birlikte. 2. Angela Davis ile hareketin büyük destekçisi Jane Fonda. 3. (Soldan sağa) yazarlar William S. Burroughs, Terry Southern, Allen Ginsberg ve Jean Genet

21 Ağustos 1971’de ABD’li devrimci hareketin önemli isimlerinden George Jackson San Quentin hapishanesinde öldürüldü. ABD’li yetkililer bu konuda çok çelişkili açıklamalar yaptı. Sizce o gün gerçekte ne oldu?

Buna cevap verme durumunda olan kişi ben değilim, ama yetkililere birkaç soru sorabilirim. Jackson’ın cesedini ailesi niçin ancak dokuz gün sonra görebildi? San Quentin hapishanesinin çevresi bütün bu süre boyunca niçin askeri kordon altına alındı? Bütün ziyaretçi ve avukatların sıkı sıkıya arandığı bir hapishaneye 9 milimetrelik bir tabancanın sokulması nasıl mümkün olabildi? Olayları 28 siyahi tutuklunun katıldığı bir ayaklanmaya bağlamadan önce, polis niçin farklı farklı hikâyeler servis etti? Mahkûmlar nasıl oldu da öldürmek üzere eğitilmiş, silahlı üç gardiyanı boğazlayabildi? Eğer 28 mahkûm isyana kalkıştıysa, mahkeme önünde masumiyetini kanıtlama imkânı olan George Jackson neden bu fırsatı tepsin? Jackson gibi bilinçli bir devrimci niçin kendisiyle birlikte suçlanan iki kişinin hayatını tehlikeye atsın ve birkaç gün sonra siyasi bir savunma kürsüsüne dönüştüreceği duruşma şansından vazgeçsin? Jackson’ın saçında bir tuhaflık fark eden gardiyan nasıl olur da 9 milimetre tabancayla kalemi ayırt edemez? Sansasyona ve genelde her şeyi didiklemeye bu kadar meraklı Amerikan medyası polisin çelişkili ve mantık dışı açıklamalarını ortaya dökme konusunda niye bu kadar ilgisiz kaldı? Yapılan açıklamalardan hangisine bakarsanız bakın kötü bir ikinci sınıf film senaryosu okuduğunuz hissine kapılıyorsunuz: sırra kadem basan esrarengiz kadınlar, pantolon cebinde unutulan firar planları, pantolonda unutulan planda Jackson’ın el yazısını tanıyan ve polise bildiren cingöz çamaşırhane çalışanı… James Bond filmleri bile daha akla yakındır.

Kadınlar harekete aktif biçimde dahil oluyor, çocuklar Panterlerin devrimci görüşlerine göre yetiştiriliyor. Çocukların eğitimi can düşmanı ırkçı Amerikalılara ve onların beyaz ilkeler, beyaz bakireler, beyaz azizler, beyaz tanrılar külliyatına teslim edilmiyor… Panterlerin en olumlu özelliklerden biri de karizmatik lider yokluğu.

Jackson’ın ortadan kaldırılması sizce belli bir plan dahilinde miydi?

En ufak bir şüphem yok bu konuda. Irkçılar her geçen gün kendilerini daha da küçük düşüren bu şahsiyetten kurtulma niyetindeydi, tıpkı daha önce Malcom X’i ve Martin Luther King’i radikalleşmeye başladıkları anda ortadan kaldırdıkları gibi. Bir gardiyanın Demokrat Parti’nin ileri gelenlerinden birine telefon edip Jackson’ın ölümüyle böbürlendiğini biliyoruz. Jackson hapishanede olduğu halde ABD’nin canavarca cezaevi sistemini kınamaktan çekinmeyen ilk Siyahtı, dolayısıyla ırkçıların nefretini üzerine çekmişti. Soledad Brother’[6] şöyle bir göz atmak yeterli niye ortadan kaldırmak istediklerini anlamak için. Jackson kendisi de her an öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunun farkındaydı. Mektuplarından birinde şakayla karışık “dünyanın en dik kafalı ölüsü” olduğunu yazıyordu. En ufak bir hatada, basit bir tökezlemede ânında öbür tarafı boylayabilirdi. Evet, halkının devrim davası uğruna kendini feda etme düşüncesini benimsemişti, ama asla kabul etmeyeceği tek şey bir köle gibi ölmekti.

Panterlerden Gloria Abernethy ırkçı Mayfair süpermarket zincirine karşı boykot eyleminde (Oakland, 1971)

Jackson’ın böyle gaddarca öldürülmesi üzerine ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Öncelikle, Angela Davis [7] ve Jackson’la birlikte suçlanan iki arkadaşının başlarına da aynı şeyin gelmemesi için mücadele etmek gerekiyor. Newton da, Seale de, Angela da ve diğer arkadaşları da çok ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya, bir katliamın daha olmaması için kamuoyunu seferber etmek gerekiyor. Jackson’a gelince, onun ölümünün siyah halkın özgürlük davası için mücadele etmeye ve canını vermeye kararlı yüzlerce, binlerce başka Jackson’ların ortaya çıkmasına katkıda bulunacağına inanıyorum.

Jackson’la temas kurmanız nasıl oldu? Siz önsözü yazdığınızda Hapishane Mektupları henüz yayınlanmamıştı galiba…

1970’de California’ya gittiğimde, Jackson’ın avukatı Fay Stender bana San Quentin hapishanesindeki siyahi bir devrimci militandan ve yazdığı mektuplardan bahsetmişti. Ailesine, avukatlarına ve arkadaşlarına yazdığı bu mektupların kitaplaştırılmayı hak ettiğini ve benim imzamı taşıyan bir önsözle yayıncı bulmanın daha kolay olacağını söyledi. İçerik hakkında tek soru sormadan hemen kabul ettim. Hapse atılmış bir insanın yazdığı bir kitap olması benim için yeterliydi. Ben de 30 küsur yaşıma kadar hayatımın büyük kısmını ıslahevlerinde ve hapishanede geçirmiştim… Sonradan, baskı öncesi kopyayı okuduğumda kitabın edebi ve devrimci açıdan ne kadar büyük bir değer taşıdığını gördüm.

Mücadelelerini sınıf mücadelesi olarak görüyorlar. Marksist bir devrim hedefliyorlar. Bu da zaten üzerlerindeki baskının sertliğini açıklıyor. Kara Panterler kızıl. Onları desteklememin çok önemli bir sebebi bu: ABD topraklarının göbeğinde emperyalizme karşı mücadele yürütüyorlar.

Amerika’da, düzeniçi yayınların yazarları da dahil, bir çok eleştirmen Mektuplar’ın edebi değerini vurguladı. Hatta kimi köşe yazarları “yazın alanında çığır açan bir hadise” gibi nitelemeler kullandı…

İngilizceye yeterince hakim olmadığım için çeviriye itimat etmek zorunda olsam da, hiç şüphesiz son yılların en önemli kitaplarından biri bu. Bugün iyi Amerikan edebiyatını yazanların hepsi, siyah olsun beyaz olsun, marjinaller, sistemin mağdurları. Jackson’ın mektupları, Malcom X’in otobiyografisi, Burroughs’ın Çıplak Şölen’i…

Panterler Zenciler oyununuzu biliyor muydu? Ne düşünüyorlardı onun hakkında?

Bazıları epey önce okumuş. California’dayken Angela Davis’le tanıştım; Los Angeles üniversitesindeki konuşmamda o tercümanlık yaptı. Mesela Angela Davis iki kere okuduğunu söyledi Zenciler’i. İlk okuduğunda 16-17 yaşındaymış, sonra ABD’de sahnelendiğinde bir kere daha okumuş. İlk okuyuşunda şoke olmuş; benim meseleyi aksettirişim fazla haşin gelmiş; ama sonra olaylar ve kendi tecrübesi haklı olduğuma ikna etmiş onu.  

Çok uzun süre, skandal yaratan yazar olarak tanındınız: eşcinsellik, ihanet, hırsızlık savunucusu. Sartre’ın size adadığı eser [8] ABD’de de tercüme edilip yayınlandı. Panterler onu okumuş muydu?

Hepsi hayatımı, nerden geldiğimi biliyordu ve asla en ufak bir ahlaki kınamayla karşılaşmadığımı tekrar söylemeliyim. Tam tersine, ben de toplum tarafından itilmiş bir parya olduğum için hayat hikâyem beni onlarla yakınlaştırıyordu. David Hilliard çantasında Sartre’ın kitabını taşıyor, ikide bir açıp açıp benimle tartışıyor, eğleniyordu. Ben Fransa’ya döndükten sonra, Panterler’in dergisi için eşcinsellik ve devrim hakkında bir yazı yazmamı istedi hatta. Bütün bunlar sadece benim etkimle olmuş değil. Daha benimle tanışmadan önce Huey Newton Gay Liberation Front [9] da dahil Amerikan toplumunun bütün ezilen gruplarıyla ittifak kurmanın gerekliliğini söylüyordu.

Avrupalı radikal siyasal gruplardan Panterleri farklı kılan en temel noktalar neler?

Aradaki fark hiç az değil. Panterlerde Avrupa’da hiç rastlamadığım bir kendiliğindenlik, entelektüel bir ahlaki özgürlük, bir mizah duygusu var. Sanırım Hristiyanlığın Avrupalı devrimci gruplara sirayet eden kalıntılarının hepsini tabula rasa yapmalarından kaynaklanıyor bu. Panterler sosyalist ülkelerin de burjuvalardan aynen aktardığı Hristiyanlıktan kaynaklanan baş belası püritanizmden paçayı kurtarmış. Eğer FBI ABD’ye yasadışı girdiğim için ifade vermeye çağırmamış olsaydı, onları daha iyi anlamak ve kendimi anlatmak maksadıyla hâlâ onlarla kalıyor olurdum.  

Amerikalı feminist hareketler erkekleri şovenistlikle suçluyor. Sizce bu suçlama Panterler için de geçerli mi?

Samimiyetle söylüyorum, hayır. Bazı siyahi hareketler kadınlara hâlâ ikinci sınıf muamelesi yapıyor olabilir, ama Panterler için geçerli değil bu. Belki Cleaver grubunda bunun biraz olduğu söylenebilirdi, ama son zamanlarda bildik liderliğin bütün kalıntıları tasfiye edildi. Jackson’ın mektuplarında izini sürebileceğiniz gelişim çok anlamlı. Kadınlar harekete aktif bir biçimde dahil oluyor, çocuklar Panterlerin devrimci görüşlerine göre yetiştiriliyor. Çocukların eğitimi can düşmanı ırkçı Amerikalılara ve onların beyaz ilkeler, beyaz bakireler, beyaz azizler, beyaz tanrılar külliyatına teslim edilmiyor… Panterlerin en olumlu özelliklerden biri de karizmatik lider yokluğu, bu yara bir sürü devrimci hareketin yitip gitmesinin müsebbibi.

Panterlerin belediye başkanı adayı Bobby Seale seçim kampanyasında (Oakland, 1973)

Kara Panterler’in ideolojisini nasıl tanımlarsınız?

Mücadelelerini sınıf mücadelesi olarak görüyorlar. Marksist bir devrim hedefliyorlar. Bu da zaten üzerlerindeki baskının sertliğini açıklıyor. Kara Panterler kızıl. Biraz politize, Salvation Army türü bir oluşum olsalar siyah camiada da, hatta beyazlar arasında da çok daha fazla yandaşları olurdu. Ama bu da devrimci hedeflerinden vazgeçmeleri anlamına gelirdi. Onları desteklememin çok önemli bir sebebi bu: ABD topraklarının göbeğinde emperyalizme karşı mücadele yürütüyorlar.

Bu mücadele şiddeti de içeriyor mu?

Şiddetin olmadığı savaş olmaz. Siyahlara şiddet-karşıtlığı vaazları veren beyazlar ezelden beri, esir tüccarlarından beri şiddetin süregeldiğinin farkında değil mi? 300 yıldır, 400 yıldır biriken bu aşağılamanın, hakir görmenin kendisi şiddet değil mi? Bir beyazın kefaletle serbest bırakılması için 10 bin dolar ödenmesi gerekirken, aynı suçtan içeri atılan bir siyahtan 100 bin, 150 bin dolar istenmesi şiddet değil mi? 100 küsur bin dolar kefalet istendiğine sırf ben kaç dafa tanık oldum. Ama beyazlar için yok böyle bir şey. Hal böyleyken, siyahlara şiddet karşıtı olmaları yönünde vaazlar vermek siyahların kendilerini savunma hakkını reddetmek demek. Beyazların şiddet karşıtı tavrı ahlakçılıktan başka bir şey değil. Önemli olan, şiddeti ve şiddet dışı eylemleri taktik bir şekilde kullanabilmek.

Şiddetin olmadığı savaş olmaz. Siyahlara şiddet karşıtı olmaları yönünde vaazlar vermek siyahların kendilerini savunma hakkını reddetmek demek. Beyazların şiddet karşıtı tavrı ahlakçılıktan başka bir şey değil. Önemli olan, şiddeti ve şiddet dışı eylemleri taktik bir şekilde kullanabilmek. 

Panterler kendilerini gerilla olarak mı görüyor?

Gerilla ne demek? Başkalarının kullandığı bir kelimeyi kullanamam. Bence onlar neyseler o, kendileri.

Panterler’in ideolojik görüşlerinde etkili olan düşünürler kim?

Malcom X, Frantz Fanon, William Du Bois, Frederic Douglas… Bu isimler sayesinde Amerikan halkının köklerinden koptuğunu ve kimliğini yitirdiğini, batılı, Hristiyan ve beyaz üstünlüğünü hâkim kılmak için establishment’ın onları köksüzleştirdiğini, kendi dilini, isimlerini, ve yabancılaştıran yaşam biçimini dayattığını kavramışlar. Marx, Lenin, Hô Şi Minh, Che Guevara, Giáp okumuşlar.  

Panterler’in temel hedefi ne?

Her şeyden önce, Amerikan beyaz ırkçılığına karşı mücadele ediyorlar, aynı zamanda köleciliğin, Tom Amcacılığın bütün kalıntılarından arındırılmış, özgürleştirilmiş kendi kültürlerini yaratıyorlar. Nixon, Reagan, Hoover yönetimlerinde bu mümkün olamayacağına göre, diğer radikal hareketlerin katkısıyla ülkeyi çok-ırklı sosyalist bir topluma dönüştürmeyi öneriyorlar.

Mali kaynakları neler?

Para öncelikle haftalık dergilerinin satışından geliyor, 25 cent’ten 150 bin nüsha satıyorlar. Genç siyahlar her yerde satıyor dergiyi. Siyahi nüfusun bir kısmı partiye aidat ödüyor. Hemen hemen bütün jazz grupları konser gelirlerinden pay veriyor. Bir de bağışlar var.

Kimden geliyor bağışlar, siyahlardan mı, beyazlardan da mı?

İki taraftan da. Jane Fonda’yla birlikte Hollywood’da bir yazarın evindeki toplantıya gitmiştim. Birkaç dakikada bayağı büyük bir miktar para toplandı. 

BPP’nin kurucularından Huey Newton hapisten çıktıktan birkaç saat sonra evinde Bob Dylan dinliyor (1970)


New York’ta, St-Mark Church’de Panterlerin daimi bir standı var. Örgüt yararına tiyatro oyunları sahneleniyor… Kendilerinden söz ettirme, destek toplama konusunda çok mahirler…

Onları şöhretli kılan basın, radyo, televizyonlar; yoksa onlar görünür olmayı kovalamıyor. Enselendikleri zaman şöhret oluyorlar. Onları kasten tamamen çarpıtarak tanıtıyorlar, BPP ya folklorik bir grup olarak ya da terörist olarak sunuluyor. Asla tutarlı bir devrimci örgüt olarak gösterilmiyor tabii. 

Black Studies’e, bir zenci kültürü yaratma fikrine nasıl yaklaşıyorlar?

Black Studies’in nasıl bir tehlike barındırdığını görmüşler. Kendilerini Afrika kontekstine yerleştirdikçe, gittikçe daha çok ihtiyaç duydukları teknolojiden de kopuyorlardı. Bugüne kadar hiçbir siyasal rejim beyazlarla eşit konumda olmalarına yanaşmadığı için de sosyalizmden başka seçenekleri olmadığının farkındalar. İşte bu nedenle, mücadeleleri sadece ırkçılığa karşı değil, dünyadaki bütün solcuların benimseyip desteklemesi gereken topyekûn, global bir mücadele bu.

Sembolik tavır liberal bir vicdani rahatlama ve aynı zamanda, devrim için elden gelenin yapıldığı yanılsamasından ibarettir. İlk bakışta etkisi kısıtlı gibi görünse de gerçek eylemler yapmak görkemli ve beyhude gösterilerden çok daha anlamlıdır.

Amerikan solu bugün artık boş jestler yerine içi hakikaten dolu eylemler yapabilme imkânına sahip. Yani, şöyle ya da böyle bir eylem alanı var. Mesela Bobby Seale’in serbest bırakılması mücadelesi gibi, Kara Panterler’e destek gibi. Semboller “olmakta olan” bir eyleme gönderme yapıyor, “olacak olan” muhtemel bir eyleme değil. Gerçekleştirilen hiçbir eylem, devrimci eylemleri kastediyorum, bilinen geçmiş eylemlerden beslenemez. Onun için de bütün devrimci icraatlar bir yenilik, tazelik esintisi, bir başlangıç duygusu uyandırır. Fakat sembolik jestler idealisttir, çünkü onları gerçekleştirenleri ya da o sembolü benimseyenleri tatmine ulaştırarak kalıcı etkiye sahip hakiki eylemlerde bulunmalarının önüne geçerler. Bence, sembolik tavır liberal bir vicdani rahatlama ve aynı zamanda, devrim için elden gelenin yapıldığı yanılsamasından ibarettir. İlk bakışta etkisi kısıtlı gibi görünse de gerçek eylemler yapmak görkemli ve beyhude gösterilerden çok daha anlamlıdır.

Sartre’ın efsanesindeki yazar Genet ile bugünkü siyasal eylemci Genet arasında sizce bir tezat var mı? 

İlk bakışta varmış gibi gelebilir, ama düşününce, bütün hayatım boyunca örtük bir devamlılık olduğunu sanıyorum. Yetimhanede ve ıslahevlerinde geçirdiğim çocukluğum şüphesiz ABD’nin siyah halkı ve Filistinliler gibi köklerinden koparılmış halkları anlamaya daha açık olmamı sağladı. Bundan on iki, on üç yıl önce, siyahların ve Cezayirlilerin devrimci mücadelelerinin zorunluluğunu anlatmak üzere sahneye koyduğum Zenciler ve Paravanlar gibi iki oyunu yazmış olmam da tesadüf olmamalı. Bir anlamda, bugünkü militanlığım geçmişimin mantıki sonucu. 

Amerikan siyah devrimci hareketinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Irkçıların aman vermeyen baskılarına rağmen, Panterler şimdiden büyük zaferler kazanmış durumda. Aynı zamanda, genç siyah Amerikalılar siyah olmaktan gurur duyuyor ve kendilerini oldukları gibi kabul ettiriyorlar. Saçlarını düzleştirdikleri, beyazlara benzemek için kozmetik ürünler kullandıkları devirler geride kaldı. Şimdi artık sırf kendilerini göstermek için, varolduklarını ve farklı olduklarını göstermek için adeta provokatif bir şekilde saçlarını serbest bırakıyorlar. Bir halk kimliğinin bilincine vardığında ve kendi değerlerini dile getirdiğinde artık yenilmez hale gelir.

Çeviren: Siren İdemen

* 1970 yılında, Jean Genet’nin ABD’den dönüşünün ertesinde Nouvel Observateur dergisinde yayınlanan söyleşi ile Amerikan siyah devrimci hareketinin önemli isimlerinden George Jackson’ın San Quentin hapishanesinde 21 Ağustos 1971’de öldürülmesinden birkaç ay sonra İspanyol yazar Juan Goytisolo’nun Genet ile yaptığı söyleşiler.

[1] Robert George Seale (1936), Huey P. Newton ile birlikte Kara Panterler Partisi’nin kurucusu.
[2] Demokrat Parti’nin olaylı 1968 Chicago kongresi.
[3] Frantz Fanon’un, Cezayir savaşının ortasında yazdığı, 1961’de yayınlanan ünlü kitabı, Yeryüzünün Lanetlileri’ne atıf.
[4] George Lester Jackson (1941–1971) 21 Ağustos 1971’de San Quentin hapishanesinde öldürülen devrimci lider, yazar. Öldürüldüğü yıl Bob Dylan George Jackson single’ını yayınladı.
[5] Kara Panterler üyesi.
[6] Chicago ve Los Angeles’ın gettolarında yetişen George Jackson 1960’ta, henüz 18 yaşındayken, bir arkadaşının benzin istasyonundan çaldığı arabayı kullanırken yakalanıp tutuklandı. Hafif bir cezaya çarptırılacağı vaadiyle yanıltılan Jackson suçu üzerine aldı ve California eyaletinde yürürlükte olan en ağır cezaya, ömür boyu hapse çarptırıldı. Cezaevinden çıkabilmesinin tek koşulu komisyonun hakkında “iyi hal” kararı vermesi olabilirdi. Jackson’ın bir türlü kurtulamadığı bu cenderenin içinde geçirdiği on yıl boyunca dışarda da adaletsizliğe karşı kesintisiz devam eden protestolar onu yaşayan bir devrimci efsaneye dönüştürdü. 1970 yılının sonlarında, Jean Genet’nin önsözüyle ABD’de yayınlanan Soledad Brother: The Prison Letters of George Jackson (Hapishane Mektupları, Soledad Biraderler) aynı zamanda ne kadar keskin bir göz, parlak bir zihin, güçlü bir kalem sahibi olduğunu da ortaya koydu.
[7] 1970 Ocak ayında, beyazlardan oluşan bir jürinin Soledad’da, San Quentin cezaevinde üç siyah mahkûmu öldürmekten yargılanan bir gardiyan için beraat kararı verdiği gün, aynı cezaevinde başka bir gardiyanın cesedi bulundu, olay misilleme olarak değerlendirildi. George Jackson ve diğer iki siyah devrimci militan, John Clutchette ve Fleeta Drumgo, hiçbir delil olmamasına karşın bu cinayetle suçlandı. Los Angeles’ta California Üniversitesi’nde felsefe hocası iken Komünist Parti üyeliği nedeniyle üniversiteden ihraç edilen Angela Davis Soledad Biraderler’in savunuculuğunu üstlenirken, Jackson’ın küçük kardeşi Jonathan, ırkçı Amerikan sisteminin adaletsizliğine isyanla San Rafael adliyesinde görülen siyahi tutukluların duruşmasını silahla basarak yargıcı rehin alıp mahkûmları kurtarmaya kalktı. Yargıç, Jonathan Jackson ve iki mahkûm polisin kurşunlarının hedefi olarak hayatlarını kaybetti. Jonathan’ın kullandığı silahları satın aldığı iddiasıyla Angela Davis de adam kaçırma ve cinayetle suçlanarak birkaç ay sonra FBI tarafından tutuklandı ve San Diego hapishanesine kondu.
[8] Jean-Paul Sartre’ın 1952’de yayınlanan kitabı, Saint Genet, comédien et martyr (Aziz Genet, oyuncu ve şehit).
[9] Gay Liberation Front (Gey Kurtuluş Cephesi, GLF) Stonewall ayaklanmalarının hemen sonrasında Haziran 1969’da New York’ta kurulan lezbiyen ve gey örgütü.
^