AŞILAR, AŞILAMA VE ÇOĞALAN SORULAR

Söyleşi: İrfan Aktan
25 Haziran 2021
SATIRBAŞLARI
“Yaşı ileri olanların mRNA, gençlerin inaktif virüs aşısı olması daha mantıklı.” Türkiye’deki uygulama tam tersi: 55+’ya inaktif aşı Sinovac, 55 altına mRNA aşı Biontech. Buradaki “mantık” ne? Bunun gibi yığınla soru var, aşılama hız kazanırken aşılar hakkındaki sorular da birikerek artıyor. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi, Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu eski üyesi Prof. Dr. Alpay Azap’ı dinliyoruz…


Covid-19 geçirmiş olanlara ancak altı ay sonrasına aşı randevusu veriliyor. Hastalığı geçiren kişide yeteri kadar antikor gelişmemişse, neden test yapılmadan, sırf hastalığa yakalandı diye altı ay sonra aşı yapılıyor?

Alpay Azap: Bir kere yanlış bir kanaati düzeltelim: Antikor düzeyi tek başına bağışıklığı göstermez. Covid-19 bir solunum yolu virüsü ve esas olarak solunum yollarında çoğalan, orada yaptığı hastalık nedeniyle aşırı bağışıklık tepkisi ve pıhtılaşmaya yol açarak diğer organları etkileyen bir hastalık. Kana karışıp kanda uzun süre canlı kalarak diğer organlara gidip hasar veren bir virüs değil. Bu nedenle, kandaki antikorlardan daha önemlisi, solunum yollarımızdaki salgısal antikorlar. Ayrıca virüsü yakalayıp ortadan kaldıran hücreler var ki, onlara da hücresel bağışıklık diyoruz. Dolayısıyla, bizi virüsten koruyan bağışıklığın üç ayağı var: Biri kandaki antikor. İkincisi salgısal antikor, ki bu çok özel yöntemlerle yalnızca deney amaçlı ölçülebilir. Üçüncüsü de hücresel bağışıklık. Bunu ölçmek de zor olduğu için ancak deney amaçlı yapılabilir.

Bu durumda hastalığa karşı bağışıklık kazanıp kazanmadığımızı ölçemiyor muyuz?

Bu üçünü de değerlendiren çalışmalar yapıldı. Hastalığı geçirmiş, ancak 100’lü rakamlarla ifade edilebilecek az sayıdaki kişiye bakıldı ve hastalığı belirtili geçirmiş kişilerin, kandaki antikorlardan bağımsız olarak, 8-10 ay boyunca güçlü hücresel bağışıklıkları ve güçlü salgısal bağışıklıkları olduğu görüldü. Ama herkes için böyle bir çalışma yapmak mümkün de değil, gerekli de değil. Özetle, hastalığı belirtili geçirmiş olmak, antikordan bağımsız olarak, bizi hastalıktan 8-10 ay koruyor.

Yani, hastalıktan veya aşıdan sonra antikor testi yaptırmamıza gerek yok mu?

Hayır, çünkü kanda ölçülen antikor sacayağından sadece biri. Antikor test sonucunun yüksek çıkması da koruyuculuğun yüzde 100 olduğu anlamına gelmez. Antikorların bir kısmı virüsü durdurma yeteneğine sahip, ama 100 birim antikor ölçtüğüm bir kişide 100 birimin 100’ü de virüsü durdurur diyemiyorum. Onun için ayrı bir test yapmam lâzım. Antikor testi ancak hekim önerirse yapılmalı. Hekimler olarak özel bazı durumlarda bu test bize yol gösteriyor, ancak aşı öncesi ve sonrası bakılmasına kesinlikle gerek yok.

Sağlık çalışanlarımız gece gündüz çalışarak günde 1,5 milyon kişiyi aşılıyor. Ama tek doz aşı olanlar bağışık olduklarını düşünmesinler. İkinci dozdan iki hafta geçtikten sonra bağışıklık tam olarak oluşuyor. O zaman bile korunma önlemlerini önemsiyoruz. İki doz aşı olanlar şu an nüfusun yüzde 17-18’i. Sonbahara kadar çok dikkat etmeliyiz.

Dolayısıyla, aşı olmuş veya hastalığı geçirmiş olanlar, antikor oranları düşük olsa bile kaygılanmamalı mı? “Antikor oranım çok düşük çıktı, altı ayı beklemeden aşı olmalıyım” veya “aşı oldum, ama bende antikor oluşmadı” gibi kaygılar gereksiz, öyle mi?

Hastalığı belirtili geçirmiş olanlar açısından 8-10 ay boyunca böyle bir kaygıya gerek olmadığını söyleyebilirim. Güvenli tarafta kalmak açısından bunu altı ay olarak kabul edebiliriz. Hastalığı atlatanlar arasında da tekrar hastalananlar olabiliyor. Ancak, ikinci defa hastalığa yakalananlar oransal olarak çok az. Öte yandan, toplumda hastalığı kontrol altına almak için hiç bağışıklığı olmayanları bir an önce bağışık hale getirmemiz gerekiyor. Bu nedenle, hastalığı geçirmiş olanların aşılanmasını sonraya bırakmak makûl bir yaklaşım.

Sağlık çalışanları ocak ayından itibaren iki doz Sinovac aşısı oldu. Şimdi bağışıklıkları gittikçe azalıyor. Sağlık çalışanları başta olmak üzere, ilk dönem aşı olanlar için üçüncü doz aşı zamanı gelmedi mi? Ayrıca, ilk gruptakiler Sinovac olmuştu, üçüncü dozu mRNA aşısı olmalarında bir sakınca var mı?

Alpay Azap

İlk aşı olanlar açısından üçüncü doz aşılanma zamanı geliyor, çünkü Sinovac gibi inaktif virüs aşılarının daha az bağışıklık oluşturduğunu, oluşan bağışıklığın daha kısa sürdüğünü hem bu dönemden hem daha önceki hastalıklardan biliyoruz. Dolayısıyla, altıncı ay civarında üçüncü bir doz yapılması virüs toplumda hâlâ çok dolaştığı için gerekecek. Bu tabii inaktif aşı olan Sinovac’la da yapılabilir, başka bir aşıyla da. Hangisinin daha iyi olacağına ilişkin elimizde bilimsel bir veri yok. Fakat, aşıların genel özellikleri ve oluşturdukları bağışıklık yanıtlarına ilişkin geçen altı aylık tecrübelerimize dayanarak, özellikle virüsle karşılaşma riski yüksek olan sağlık çalışanlarının daha güçlü bağışıklık ürettiğini bildiğimiz mRNA aşılarıyla aşılanması daha iyi olur.

Sağlık Bakanlığı aşılamaya hız verdi. Şu anda Türkiye’de aşı politikasını ve uygulamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sağlık çalışanlarımız gece gündüz çalışarak günde 1,5 milyon kişiyi aşılıyor. Bu gerçekten bir rekor ve sağlık çalışanlarının özverileri sayesinde oluyor. Aşı temin edildiği takdirde Türkiye’de günde bir milyonun üzerinde kişiyi rahatlıkla aşılayabileceğimizi baştan beri söyledik. Bakanlık aşıyı temin edince aşılama da hızlı oldu. Keşke aşı daha önce temin edilebilseydi. O zaman salgını daha erken kontrol altına alma şansımız olurdu. Ama yine de, son on günlük performansla, aşılamada önümüzdeki ülkeleri yakalamaya doğru gidiyoruz. Aşı tedarikinde bir sorun yaşanmazsa, bir-iki ay içinde çok sayıda kişi ilk dozunu almış olacak. Ama tek doz aşı olanlar bağışık olduklarını düşünmesinler. İkinci dozdan iki hafta geçtikten sonra bağışıklık tam olarak oluşuyor. O zaman bile korunma önlemlerini önemsiyoruz. Çevremde gördüğüm kadarıyla, ilk dozdan sonra bir rahatlama oluyor. Bu çok yanlış, çünkü 20 Haziran itibariyle tek doz aşıyla bağışıkladığımız kişi sayısı 27 milyon, ikinci dozu olanlar ise sadece 14 milyon kişi. Yani kabaca nüfusun yüzde 17-18’i tam aşılı. Bu hızda aşılamaya devam edebilirsek, sonbaharda rahatlayacağız, ama o zamana kadar çok dikkat etmeliyiz.

Bir yandan aşılamaya hız verilirken aşılarla ilgili tereddütler de devam ediyor, bilhassa mRNA aşılarına karşı çeşitli çekinceler var. Sizin gözleminize göre, toplum genelinde aşı konusundaki tutum nasıl?

Bu konuda iki farklı eğilim var. Bunlardan biri “aşı tereddüdü”, diğeri de “aşı karşıtlığı”. Neyse ki, aşılara doğrudan karşı olan ve bunun propagandasını yapanların sayısı çok az. Ama tabii onların dile getirdiği iddialar nedeniyle daha geniş toplum kesimleri aşıya karşı tereddütlü yaklaşabiliyor. Aşı karşıtlığı son yıllarda lise, üniversite mezunları arasında da yayıldı.

mRNA aşılarıyla ilgili bu kadar çok soru işareti oluşmasının bir nedeni Sinovac’ı öne çıkarmak için yönetime yakın medyada yapılan yayınlar. Uzun bir süre Sinovac’ın daha iyi bir aşı olduğuna dair yoğun propaganda yapıldı. Sinovac kötü bir aşı değil, yan etkisinin daha az olduğu da doğru, ancak dünya genelinde kullanımda olan aşılardan en etkilisi, özellikle de varyantlara karşı en etkili koruma sağlayan mRNA aşıları.

Covid-19 aşılarına karşı öne sürülen iddialardan öne çıkan biri şu: “Bu hastalık çok ağır seyirli değil. Özellikle sağlıklı kişilerde hafif belirtilerle geçiyor. Bu kadar çok kişinin aşı olmasına gerek yok.”

Bir kere gençlerde bu hastalığı önlemediğiniz sürece risk altındaki kişilere hastalık bulaşabilir. Dolayısıyla, aşılanmak hem risk grubunda olmayanların hem de hastalığın yayılmasını engellemek adına bütün toplumun faydasına. Hastalığın sağlıklı erişkinlerde daha hafif seyirli, ileri yaşlarda ve yaştan bağımsız altta yatan bazı hastalıklarla birlikte daha ağır seyrettiğini başından beri söylüyoruz. Ama 50 yaş altı, genç diyebileceğimiz erişkinlerde bile oransal olarak az da olsa ağır seyirle karşılaşabiliyoruz. İkinci olarak, hastalık hafif de geçse sonuçta bazı kişilerde çok rahatsız edici şikâyetlere neden olabiliyor. Örneğin, tat ve koku duyusunun kaybı basit bir şey gibi görünüyor, ama yaşayan kişiler için oldukça sıkıntılı bir durum. Bu hisler bazı kişilerde çok geç dönebiliyor veya döndüğü zaman kişi eskisi gibi net koku alamayabiliyor. Ayrıca hastaneye yatış olmasa bile konsantrasyon güçlüğü, uyku güçlüğü gibi şikâyetlere de sebep olabiliyor bu hastalık.

Yaygın bir başka iddia da mRNA aşılarının çok kısa sürede geliştirildiği ve bir an önce uygulanmak için bazı test aşamalarının tamamlanmadığı yönünde.

Bu iddianın gerçeği yansıtmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu kadar hızlı geliştirilebilmiş olmasının bilimsel açıklamaları var. Salgın duyulduktan neredeyse iki hafta sonra virüsün genetik haritası internette erişime açıldı. Ayrıca, son yıllarda tıp dünyasında özellikle genetik alanında teknoloji çok gelişti. Ülkemizde de uygulanan, genetik temelli aşılar dediğimiz mRNA aşısı pek çok bilim insanının neredeyse otuz yıldır üzerinde çalışmalar yaptığı bir aşı türü.

Bu aşı türü üzerinde hangi hastalıklara karşı çalışılıyordu?

Kanser ve çeşitli enfeksiyonlara karşı. Bu çalışmalarda insanlar üzerindeki denemelere başlanmış ve bir tecrübe birikmişti. Koronavirüs salgını ortaya çıkıp virüsün genetik haritası da en baştan belirlenmiş olunca bu ekipler çalışmalarını dünyaya yayılması muhtemel bu virüse yönlendirdi. Böylelikle, hızlı bir şekilde aşıyı geliştirmek mümkün hale geldi. Aşının hızlı geliştirilmiş olması iddiasıyla ilgili şunu da belirtmek isterim: Aşıların işe yarayıp yaramadığını kanıtlamak için üçüncü fazda on binlerce insana uygulamanız ve uygulamanın ardından bu kişilerin hastalanıp hastalanmadığını belli bir süre takip etmeniz gerekir. Böylece aşı yaptığınız ve yapmadığınız (plasebo) gruplar arasında hastalığa yakalanma açısından bir fark ortaya çıkacak mı diye bakarsınız. Aşının etkisini ancak o zaman söyleyebilirsiniz. Salgın dönemi haricinde, kişilerin virüs veya bakteriyle karşılaşma olasılığı düşüktür. Bu nedenle, çalışmaya katılan binlerce gönüllüde gruplar arasındaki farkı görebilmeniz için gerekli sayıda kişinin hastalanması uzun zaman alır. Bu bazen iki yıl bile sürebilir. Salgın dönemindeyse dünya genelinde günde bir milyona yakın kişi hastalandığı için bu süre çok kısaldı. Aşılanmış ve aşılanmamış gruplar arasındaki fark birkaç ay içinde ortaya çıktı, yani faz-3 dönemi çok kısaldı.

Normal şartlarda izlenmesi gereken aşı prosedürü tamamen uygulanmış oldu mu?

Acil bir durum ve öldürücü bir hastalık söz konusu olduğu için ruhsat veren kuruluşlar ruhsatlandırma aşamalarını hızlandırdı. Pek çok ülke ve kuruluş kullanmakta olduğumuz aşılara tam ruhsat vermek yerine, acil kullanım onayı verdi. Bu onayı vermek için de bu zamana kadar yapılmış tüm klinik öncesi ve klinik dönem verileri ayrıntılarıyla toplandı. Tüm dünyaya açıktı bu veriler. Bizler de bu verileri gördük. Dolayısıyla, hızlı onay verilmesi bazı şeylerin eksik yapıldığı anlamına gelmiyor. Ruhsat vermeyen, acil kullanım onayı veren ülke ve kuruluşlar uzun dönem yan etkileri beklemek istediler. Normalde aşılara bağlı ciddi yan etkiler ilk iki ay içinde ortaya çıkar. İnsanlığın şimdiye kadarki aşı geliştirme serüveninde yaşadığı deneyimler hep bunu gösterdi.

Fakat mRNA aşısı ilk kez kullanılıyor…

Ama 2008’den beri kanser ve başka viral enfeksiyonlardan korunmak için klinik aşama dediğimiz insan aşamasında denenmekteydi zaten. Dolayısıyla, kullanımına ilişkin çok veri var. Kaldı ki aşılarda en ciddi yan etkiler ilk iki ay içinde çıkar. Sayısı çok olmasa bile ciddi yan etkileri olduğu için kullanımdan kaldırılan aşılar oldu tarihte. COVID aşılarında ise henüz olmadı. Aralık ayından itibaren pek çok aşı bu şekilde acil kullanım onayı aldı ve dünya çapında 2,5 milyar doz aşı uygulandı. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) de pek çok aşıya bu onayı verdi. Bizim ülkemizde uygulanan Sinovac ve Biontech aşıları da DSÖ’nün acil kullanım listesinde. İlk uygulanmasının üzerinden altı-yedi ay geçen aşılar var. Yani milyarlarca kişiye uygulandı bu aşılar ve henüz önemli sayıda ciddi yan etki bildirilmiş değil. mRNA aşılarıyla ilgili bu kadar çok soru işareti oluşmasının bir nedeni de, Sinovac’ı öne çıkarmak için özellikle yönetime yakın medya kuruluşlarında yapılan ve şüphe uyandıran yayınlar. Hatırlarsanız, uzun bir süre Sinovac’ın daha iyi bir aşı olduğuna dair yoğun bir propaganda yapıldı. Elbette Sinovac kötü bir aşı değil, yan etkisinin daha az olduğu da doğru, ancak şu an dünya genelinde kullanımda olan aşılardan en etkilisi, özellikle de varyantlara karşı en etkili koruma sağlayan aşılar mRNA aşıları.

Dünyada yaygın olarak Sinovac kullanan diğer ülkeler hangileri?

Çin başta olmak üzere, Türkiye, Şili, Azerbaycan, Bangladeş, Botsvana, Brezilya, Filipinler, Ekvador, Hong Kong, Tayland, Uruguay, Tunus, Ukrayna, Kolombiya, Endonezya, Malezya, Meksika, Pakistan, Panama ve bazı küçük ülkeler bu aşıyı kullanıyor.

Aşının içindeki genetik kod, DNA değil RNA, yani ribonükleik asit ve RNA’lar hücre çekirdeklerinin içine girmiyor. Bizim genlerimiz çekirdekte korunmuş durumda. Aşı çekirdeğe girmediği için genetik yapımızı değiştirme olasılığı yok.

Aşı şirketlerinin bilgileri sakladığına, verileri paylaşmadığına dair iddialar gerçeği ne kadar yansıtıyor?

Aşılar çok yakından takip edilir ve geliştiren şirketler ne derse desin en azından toplumda uygulanmaya başladığı andan itibaren ulusal sağlık otoriteleri, acil kullanım onayı vermiş olan kuruluşlar ve tabii ki ülkelerin bilimsel kuruluşları süreci çok yakından takip eder. Aşılar üzerindeki kontrol ilaçlardan daha sıkıdır. Çünkü aşılar hastalıkla karşılaşma riskine karşı sağlıklı kişilere yapılır. Aşı olan kişi belki de o hastalıkla hiç karşılaşmayacak. Bu nedenle daha titiz takip edilir. Sonuç olarak, dünya üzerinde 2,6 milyar doz uygulanmış aşıya dair bilim insanlarının büyük bir endişesi yok.

mRNA aşılarıyla ilgili başka bir iddia da genetik yapımızı değiştireceğine dair. Nasıl çalışıyor mRNA aşıları?

Bu iddia üzerine çok açıklama yaptık, ama hâlâ duyuyoruz. Aşının içindeki genetik kod, DNA değil RNA, yani ribonükleik asit ve RNA’lar hücre çekirdeklerinin içine girmiyor. Bizim genlerimiz çekirdekte korunmuş durumda. Aşı çekirdeğe girmediği için genetik yapımızı değiştirme olasılığı yok. Bu genetik kod çekirdeğe girmeden, hücrenin içinde, hücrelerimizin virüse benzer proteini sentezlemesini sağlıyor. Çok kısa bir süre içinde de parçalanıp kayboluyorlar. Yıllarca vücudumuzda kalmaları imkânsız. Bu aşılar geliştirilirken en çok zorlanılan konu bu olmuştu. Yoksa RNA genetik kodunu yazmak teknolojik olarak artık çok kolay, ama onun parçalanmadan vücutta belli bir süre kalmasını sağlamak zordu. Moderna’nın, BioNTech’in asıl başarısı budur. Yağ moleküllerinden bir zarfın içinde saklama teknolojisini geliştirdiler ki, vücuda girer girmez hemen parçalanmasın, hücrelerimizin o proteini üretmesini sağlayacak kadar dayanabilsin.

mRNA aşılarının üretilmesini sağladığı proteinin vücutta öngörülenden daha fazla kaldığı ve bunun da yan etkilerinin olabileceği söyleniyor…

mRNA kalmıyor, ama onun yardımıyla hücrelerimizin ürettiği protein kalıyor. Bu da aşının avantajı haline geldi. Hücrelerimize bu proteini sentezleme emri veriyor. Hücrelerimizin ne kadar protein sentezleyeceği de kişiden kişiye göre farklılık göstermekle birlikte, belli miktarda mRNA’yı verirseniz, o belli miktarda proteini sentezletiyor. Evet, mRNA aşıları diğer aşılara göre fazla miktarda protein sentezlemesini sağlıyor. Böylece, bağışıklık hücrelerimiz çok daha güçlü bir yanıt üretiyor. Tabii burada kişinin bağışıklık yanıtının etkisi de önemli. Zaten bu nedenle şu an kullanılan aşılar içinde en fazla koruyuculuk oranı bu aşılarda, yani bu bir avantaj.

İstanbul-Bahçelievler’de Temizlik İşleri Park Bahçeler Müdürlüğü’nde seyyar aşılama istasyonu, Haziran 2021.

Gereğinden fazla protein oluşmasının iddia edildiği gibi kalbe veya vücudun çeşitli bölgelerine olumsuz etkisi olabilir mi? Ayrıca, fazla proteinin otoimmün reaksiyonun artmasına sebep olması söz konusu değil mi?

Bunun şöyle bir haklılık payı var: Aşının kas hücrelerimize ürettirdiği protein fazla olunca bağışıklık yanıtımız da fazla oluyor ve güçlü bir bağışıklık yanıtını tetikliyor. Bu da bizi Covid-19’dan korumak için bir avantaj. Nitekim koruyuculuk mRNA aşılarda daha yüksek ve daha uzun sürüyor. Bu nedenle varyantlara karşı da en etkili aşılar bunlar. Fakat bağışıklık sistemini güçlü uyardığı için yan etkileri diğer aşılara göre biraz daha fazla olabiliyor.

Bildiğimiz kadarıyla, baş ağrısı, halsizlik gibi kısa süreli yan etkiler var. Altı ay ya da daha uzun süreli yan etkiler söz konusu mu?

Bu aşılar acil kullanım onayı alınana kadar gönüllüler üzerinde yapılan çalışmalarda, genelde ciddi yan etkilerin ortaya çıktığı iki ayı doldurdu ve ciddi yan etki görülmediği için onay aldılar. Tabii orada gönüllü sayısı 10 binlerle sınırlıydı, şimdi toplumda milyonlarca kişiye uygulanıyor. Yani milyonda bir olasılıkla görülecek bir yan etki faz çalışmalarında denk gelmemiş olabilir, ancak topluma uyguladığınızda fark edersiniz. Bütün aşılar insanlar üzerinde kullanılmaya başladığı andan itibaren yan etkileri çok sıkı takip edilir. Olası bir ciddi yan etkiyle ilişkilendirilirse aşılama durdurulup en ince detayına kadar araştırılır.

Sonra?

Yan etki gerçekten bu aşıya mı bağlıdır, ne sıklıkta ve hangi mekanizmayla ortaya çıkmaktadır, aşı bunu niye yapıyor gibi sorulara yanıt aranır. Bu soruların yanıtları aşıyla ilişkilendirilirse o zaman aşı artık kullanımdan çekilir. Orada da şöyle bir durum var, ciddi yan etki dediğimiz yan etkinin sıklığı ne kadar? Çok nadir görülen bir yan etkiyi aşıyla ilişkilendirmek de çok zor. Nedenlerini ortaya koyamadığımız bazı hastalıklar olabiliyor. Örneğin, Guillain-Barre sendromu dediğimiz, çeşitli virüs ve bakterilerin tetiklediği, bağışıklık sisteminin kendisinin sinir hücrelerine saldırmasıyla ortaya çıkan bir felç durumu var. Bazı bakteriyel ve viral enfeksiyonlardan sonra görüldüğünü biliyoruz. Ama aşılanmış kişi aşıdan sonra bu sendroma yakalandığında bu durum aşıya mı bağlı, yoksa tespit edemediğimiz bir viral enfeksiyon mu geçirdi, bunu söylemek her zaman kolay değil.

Diğer aşılara kıyasla mRNA aşılarında Covid-19 olmuşçasına belirtiler daha sık görülüyor: kolda ağrı, şişlik, kızarıklık, uyuşma, bir-iki gün süren ateş, baş ağrısı, kas ağrısı… Ama bunu da yüksek korumanın bir bedeli gibi düşünebiliriz.

Peki nasıl karar veriliyor bu durumda?

O zaman şuna bakılıyor: Bu istenmeyen olay aşı yapılmadığı dönemde veya aşı yapılmamış bir toplulukta ne sıklıkta, aşı yapıldığı dönemde ve aşı yapılan bir toplulukta ne sıklıkta karşımıza çıkıyor? Aşı yapılan toplulukta bu tablonun sıklığı normal zamanda beklenenden fazlaysa o durumda bunun aşıyla ilişkili olduğu sonucuna varılabilir. Çok nadir görülen yan etkileri böyle ilişkilendirebilmek mümkün, ama bu zayıf bir ilişki. Çünkü o esnada toplumda başka bir enfeksiyon da dolaşıyor olabilir, bu nedenle de artmış olabilir. Bu durum kitle aşılamalarının kaderidir. Her yıl belli sayıda insan felç geçirir, akciğer kanserine yakalanır, damar pıhtılaşması sorunu yaşar, kalp krizi geçirir. Çok yaygın kitlesel aşılama yaptığınız dönemlerde zaten bu hastalıkları geçirecek kişilerin bir kısmı tam da aşıdan sonraya denk gelen şekilde bunları yaşar, ama bunu aşıyla ilişkilendirmek yanlış olur. Bu durumda sağlık kayıtlarını çok iyi tutan ülkelerin verileri kıymetlidir. Danimarkalılar kan pıhtılaşmasıyla ilgili, bütün nüfusu yıllardır çok yakından takip ettikleri için dediler ki, “2000 ile 2018 arasındaki yıllarda Danimarka’da gördüğümüz pıhtılaşma oranı hızı aşılanmış gruptaki hızdan daha yüksek. Bu durumun aşıyla ilişkili olmadığını düşünüyoruz.” Bu nedenle veri tutmak çok önemlidir ve tutulur.

mRNA aşılarıyla yüksek düzeyde protein oluşması Covid-19’a karşı koruyuculuğu artırırken, aynı zamanda bazı sorunlara da yol açmıyor mu?

Evet, yüksek düzeyde protein oluşması var. Bağışıklık sistemi güçlü bir şekilde oluşuyor ve bağışıklık sisteminin çalışmasına bağlı yan etkiler daha çok görülüyor bu aşıda: kolda ağrı, şişlik, kızarıklık, uyuşma, bir-iki gün süren ateş, baş ağrısı, kas ağrısı… Diğer aşılara kıyasla mRNA aşılarında Covid-19 olmuşçasına belirtiler daha sık görülüyor. Ama bunu da yüksek korumanın bir bedeli gibi düşünebiliriz. Otoimmün dediğimiz, yani kişinin kendi bağışıklık sisteminin yaratmış olduğu hastalıkların belirtilerini biraz artırabiliyor bu aşılar, ama hastalığın genel seyrini etkilemiyor. mRNA aşılarını olduğunuz hafta veya sonraki hafta içinde hastalığın belirtilerinde artış olabilir, ama bu sizin hastalığınızın uzun dönem seyrini kötüleştirecek bir durum değil.

Diyelim ki mRNA aşısı olduk ve yüksek bir bağışıklık söz konusu. Sonra tekrar virüsle karşılaştık. Vücut yüksek bağışıklık gösterdiğinde bu sağlıklı hücreleri de yok etmeye neden olmaz mı?

Erzincan-Uluköy, Mayıs 2021.

Aslında olmaz, çünkü virüs henüz çok az sayıda hücredeyken kontrol altına alınınca yayılma fırsatı bulamaz. Böylelikle çok sayıda hücrenizin içine girmediği için bağışıklık sisteminiz de çok sayıda hücrenizi öldürmek zorunda kalmaz. Dolayısıyla, çok güçlü bağışıklık varken mikropla karşılaşmış olmak bizim için avantaj. 

Diyelim ki, aşı olduktan sonra bağışıklık yeteri kadar gelişmedi ve virüsü öldüremedi. Virüs vücudumuzda hakimiyet kazanmaz mı; tekrar virüsle veya bir varyantla karşılaştığında daha büyük bir tahribata yol açmaz mı?

Bireysel anlamda değil, ama toplumsal anlamda bir önemi var. Az bağışıklık geliştiğinde ve virüsün kontrol altına alınması uzun sürünce o kişide hastalık belirtileri biraz daha uzun devam eder. Bu belirtiler aşılanmamış kişilere göre hafif, güçlü bağışıklık geliştiren kişilere göre biraz ağır olabilir. Şu an kullanılan bütün aşılar hastalığın seyrini hafifletiyor. Ama zayıf bir bağışıklık oluşmuşsa, bu kişide virüsün kontrol altına alınması zaman alır. Bu süre içinde de virüs o kişideki zayıf bağışıklıkla nasıl baş edeceğini öğrenip değişme şansı bulabilir. Varyantların ortaya çıkmasının sebeplerinden biri budur. Kanser hastalarında, bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda, uzun süre vücut bağışıklık sistemi virüsü temizleyemezse, virüs bağışıklık sistemiyle mücadele etmeyi öğreniyor. Bu da virüsün değişmesine sebep oluyor. Daha sonra, toplumda o varyant yayılabiliyor. Bir diğeri virüsün toplumda çok kişide hastalık yapmasıdır. Çok sayıda kişide hastalığın ortaya çıkması virüsün çoğalmaya fırsat bulmasına yol açıyor. Virüs çoğaldıkça hata yapıyor, bu hataların büyük kısmı virüse zarar verdiği için genetik açıdan kayboluyor, ama virüse avantaj sağlayanların ortaya çıkma şansı da artıyor. İngiliz varyantının ortaya çıkmasının önemli sebepleri bunlar. Sonra peş peşe başka varyantlar da geldi. Şimdi Hint varyantı diye de bilinen Delta var, onun hakim hale geldiği ülkelerde olgu sayıları hızla artıyor. Bu varyantlara karşı da aşılara ihtiyacımız var. Hem varyantların ortaya çıkmasını engellemek için hem de varyantla enfekte olmuş bir kişinin hastalığını kontrol altına almak için yüksek düzeyde bağışıklığa ihtiyacımız var. Bu nedenle iki doz arası süreyi uzatmak iyi bir değil. İngiltere şimdi bunun bedelini ödüyor. İngiltere iyi bir aşı kullandı, ama yüksek bağışıklık iki doz sonrası oluyor. İki doz arası süre uzun tutulunca, enfekte olan kişilerde virüs değişime uğradı.

55 yaş altında mRNA aşılarının yan etkilerinin daha fazla olduğu iddia ediliyor. Bu nedenle 55 yaş altının geleneksel aşıyla, 55 yaş üstünün de mRNA aşılarıyla aşılanmasına yönelik öneriler de var. Siz buna katılıyor musunuz?

Doğru, mRNA aşılarının sık görülen yan etkileri yaş ilerledikçe azalıyor. Yaş ilerledikçe inaktif virüs aşılarının, Sinovac aşısının mesela, bağışıklık oluşturma gücü de azalıyor. Bu durumda yaşı ileri olanların mRNA aşısı olması, ama daha gençlerin inaktif virüs aşısı olması daha mantıklı. Tabii elinizin altında farklı aşı seçenekleri olunca bu tür uygulamaları yapma şansınız var. Ama altın kural, ilk ulaşabildiğimiz aşıyı olmak. Daha az yan etkisi olacak diye geleneksel aşıyı beklemek doğru değil, çünkü o sırada hastalanabiliriz. Kaldı ki mRNA aşılarında sık görülen yan etkiler kesinlikle baş edilemeyecek, vücudumuza zarar verecek yan etkiler değil. Başka bir aşıyı beklemek artık yalnızca bizi değil, bütün toplumu ilgilendiriyor. Çünkü hastalanan her bir kişi virüsün değişime uğraması için bir okul görevi görüyor. Virüs çoğaldıkça değişime uğruyor. Bu nedenle de ne kadar az insan hastalanırsa yeni varyant çıkma olasılığı o kadar azalır. Bu çok kritik. Çünkü bizim endişemiz aşıdan kaçabilecek varyantların gelişmesi. Şu an mevcut dört varyant da aşıyla durdurulabiliyor. Ama aşılama yavaşlarsa aşılardan kaçabilen varyantlar da ortaya çıkabilir. O zaman yeni varyanta karşı aşı üretip herkesi yeniden aşılamak gerekebilir. 

Yaşı ileri olanların mRNA aşısı olması, daha gençlerin inaktif virüs aşısı olması daha mantıklı. Tabii elinizin altında farklı aşı seçenekleri olunca bu tür uygulamaları yapma şansınız var. Ama altın kural, ilk ulaşabildiğimiz aşıyı olmak.

Aşılamada patentin kalkmamış olması dünya çapında aşılamayı nasıl etkiliyor?

Aşıda patent çok tartışılan bir konu. Bir kere, bir aşı için tek bir patent olduğu düşünülmemeli. Aşının geliştirilme ve üretim aşamalarının tamamı için farklı patentler söz konusu olduğundan bunların tamamının kaldırılması gerekir. Öte yandan, patenti savunanların da güçlü gerekçeler öne sürdüğünü görebiliyoruz. Patentin kaldırılmasının aşı geliştirilmesini ve üretilmesini artırmayacağını ifade ediyorlar. Belki sadece patent uygulamasını kaldırarak üretilen aşı miktarı artırılamaz, ancak aşı üretiminin merkezi olarak DSÖ tarafından planlanması, tek tek devletlerin kendi firmalarına maddi destek vermeleri yerine, oluşturulacak ortak bir fon üzerinden proje ve ekiplere destek verilmesiyle çok daha az maliyetle, çok daha fazla aşı üretilip ihtiyaç olan ülkelere ulaştırılabilir. Şu anda dünyada klinik öncesi ve klinik aşamalarda denemeleri devam eden 300’e yakın aşı var. Benzer teknolojileri kullanan bu kadar çok aşının geliştirilmesi için çalışmanın gereği olmadığını düşünüyorum. Bu kadar çok ekibin aşı için çalışıyor olmasının da önemli bir nedeni patent uygulaması ve bu sayede üreticilerin para kazanabilecek olması. Oysa kaynaklar bunun yerine daha iyi, daha etkili ve daha çok miktarda aşı üretimine ayrılabilir, ayrılmalı. Patentin kaldırılmasının kaliteli üretimi etkileyeceği de söyleniyor. Oysa bunun da merkezi planlama ve bilimsel kuruluşların sıkı denetimiyle kolayca üstesinden gelinebilir. Patent uygulaması yerine oluşturulacak merkezi bir fondan farklı teknolojilere sahip en etkili, en güvenli aşıların geliştirilme ve üretim harcamalarının karşılanması insanlık açısından en akılcı çözüm.

Türkiye’de aşı üretim çalışmaları ne aşamada, Türkiye’nin şu anda aşı üretecek kapasitesi var mı?

Aşı geliştirilmesi ile üretimi birbirinden çok farklı dinamikleri, gereklilikleri olan süreçler. Laboratuvarda bir aşıyı geliştirmek hayvan deneylerinin ardından üç aşamalı insan deneylerini yapıp etkili ve güvenli olduğunu göstermek tek başına zor. Ama geliştirilen bir aşının iyi üretim uygulamalarına uyarak çok miktarda üretilebilmesi de zor. Üretim kapasitesinin sınırlılıkları oluyor. Türkiye aşı geliştirme ve üretimi konusunda çok değerli yıllar kaybetti. Şimdi o yılların telafisi için yoğun bir çaba var. Türkiye’de farklı ekiplerin yürütmekte olduğu 15 kadar aşı çalışması var. Bu aşılardan en önde geleni Erciyes Üniversitesi’nde geliştirilen aşı ve son aşama olan faz-3 aşamasına başlamak üzere. Ülkemizde iyi üretim koşullarında aşı üretebilecek tesisler pandeminin de zorlamasıyla hazır hale getirildi. Ancak ülke olarak daha katedilmesi gereken çok yolumuz var.

^