31 Mart gündeminin yaka silktiren ortamında nadir ufuk açıcı tartışmalardan biri geçtiğimiz hafta sonu Büyükada’da yaşandı. Adalar Demokrasi Meclisi, çağrıcısı olduğu “Nasıl Bir Yerel Yönetim?” başlıklı foruma, bütün başkan ve belediye meclisi adayları ile STK temsilcilerini davet etmekle kalmadı, “on bir işaret levhası” ve “dört vasıta” eksenli bir yerel yönetim modeli çerçevesi çizdi. 1+1 Forum oradaydı…
Taban demokrasisi, katılımcı yönetim, şeffaf belediyecilik, kenti kentte yaşayanlarla beraber idare etmek… Yerel seçim kampanyalarında neredeyse her belediye başkan adayının başvurduğu kavramlar, sözcükler, vaatler… Tıpkı, önceki seçimlerde olduğu gibi.
Ancak şimdiye kadarki tecrübelerin hemen hepsinde, bütün bu vaatlerin seçim sonrasında ânında unutulduğu yahut birçok kent konseyi yapılanmasında olduğu gibi merkeze bağlı aygıtlara dönüştüğü malûm. Böylece, toplumsal denetim faaliyeti seçimden seçime ve ancak oy kullanmak yoluyla mümkün hale gelirken, belediyeciliğin partiler ve adaylar için rant ve kâr kapısı olmaktan başka bir anlamı kalmıyor. Muhalif partiler de, yönettikleri belediyelerde toplumsal-ekonomik ufuklarını somut olarak gösterebilecekken, çoğu zaman düzeni yeniden üretmekten, “biz daha iyisini yaparız” demekten öteye gidemiyorlar.
Adalar Demokrasi Meclisi, 9 Mart’ta Büyükada’da düzenlediği “Nasıl Bir Yerel Yönetim?” başlıklı “Dertleşelim, Çareleşelim” forumunda bu temel sorunun nasıl aşılacağına dair kritik sorular sordu, çare üretecek mekanizmalar ve vasıtalar önerdi, bir de bildirge yayınladı. İstanbul’un dört adasında örgütlenecek mahalle meclislerinin muhtarlarla ilişki içinde belediye meclisiyle, komisyonlarıyla sürekli irtibat halinde olmasının, kent konseyine mahalle meclislerinin temsilcilerinin katılmasının önerildiği toplantıya bütün adaylar davet edildi, ancak sadece CHP adayı Erdem Gül ve belediye meclisi adayları katıldı.
Adalar Demokrasi Meclisi, düzenlediği “Nasıl Bir Yerel Yönetim?” başlıklı “Dertleşelim, Çareleşelim” forumunda kritik sorular sordu, çare üretecek mekanizmalar ve vasıtalar önerdi, bir de bildirge yayınladı.
Erdem Gül’ün adaylığı Adalar’da zaten bir tartışma konusu. Birçok CHP’li Gül’ün adaylığı tabana sorulmadan –önseçim çoktandır bir hülya– Ankara’dan belirlendiği için kırgın. Öte yandan, DSP’nin bu ilçede de Coşkun Özden’le devreye girişi ve saray ittifakının AKP’li adayı Özlem Vural dikkate alındığında, anamuhalefet partisinin Adalar’ı kazanmasının o kadar da kolay olmadığı görülüyor.
Coşkun Özden bir parantezi hak ediyor. ANAP adayı olarak yürüttüğü keskin bir anti-AKP kampanyasıyla kazandığı 2005 seçimlerinden bir ay sonra AKP’ye geçen, dört yıllık belediye başkanlığının ardından, 2009’da AKP adayı olarak kaybeden Özden, şimdi DSP adına yarışıyor. Aziz Nesin’i bir kez daha yad edelim.
Parantezi kapayalım, “Nasıl Bir Yerel Yönetim?” forumuna dönelim. Adalar’ın Türkiye’den bağımsız olmadığını, önce “yangını söndürmek” gerektiğini ifade eden Erdem Gül ve CHP’nin belediye meclisi adayları, böylece Adalar Demokrasi Meclisi’nin önerilerini de en azından şimdilik seçim sonrasına bırakmış oldular. Buna mukabil, yazılı bir taahhütnamenin imzalanması da bir kısım Adalılar tarafından talep edildi.
2009’da CHP’li aday Mustafa Farsakoğlu böyle bir taahhütnameyi âlâyıvâlâ ile imzalamıştı. Sonra? Eski hamam eski tas tabii.
Dünyada mekân
Forum mekânının nişan törenlerine de ev sahipliği yapan bir kafe olması yerleşik belediyecilik anlayışı bakımından hayli manidar: Adalar belediyesi, Adalar Demokrasi Meclisi’nin toplantıyı çeşitli etkinliklerin düzenlendiği belediye salonunda yapma isteğini geri çeviriyor.
Bunun üzerine, Kent Konseyi’nin tasarrufunda bulunan ve çeşitli kültür-sanat etkinliklerinin yapıldığı mekân için başvuruluyor. Kent Konseyi’nden de ret, bin dereden su getirerek. Halbuki Kent Konseyi’nin varlık sebeplerinden biri bu tür etkinliklere alan açmak. Nihayetinde, kafelerin kapısı çalınmış, en müsait yer olarak Fayton Kafe’de karar kılınmış.
Bu mekân meselesi, aynı zamanda, “şaşırtıcı” bir temel sorunu açığa çıkarıyor. Koskoca Büyükada’da böyle bir buluşma için, belediye salonu ve Kent Konseyi tesisi dışında tek bir kamusal mekân yok. Adalar sakinlerinin toplantı yapabilmeleri belediyenin ve kent Konseyi’nin eşref saatine bağlı.
“Dertleşelim, Çareleşelim” forumunda seçim dinamiklerinin yanında Adalar’ın sorunları da konuşuldu. Ortak slogan ve his “asfalt belediyeciliğine teslim olmamak”tı; aksi yöndeki izlenime rağmen, betonlaşmaya katkısı nispetinde Adalar’ın karbon ayak izinin hayli yüksek olduğu vurgulandı.
Adalar’a bir yol çıkar Barcelona’dan, Bristol’den
Foruma Adalar dışından katılanların katkısı da ufuk açıcıydı. Mahalle meclisleriyle işbirliği halinde çalışan dayanışmacı belediyelerin sayısının dünyada binleri aştığı nakledildi, Barcelona’da örneği çokça bulunan bağımsız, ama belediye destekli kooperatiflerin nasıl işlediğine değinildi, Bristol’de olduğu gibi “yerel para” kullanımının paranın birikmesini engellediği ve yerel esnafı kalkındırdığı anlatıldı.
Beyoğlu Yurttaş Meclisi’nin temsilcisi, muhtarlık, kent konseyi gibi kurumların ciddiyetle yeniden ele alınması gerektiğini söyledikten sonra, özellikle imar komisyonu ve fen işleri müdürlüğünün faaliyetlerinin mercek altına yatırılması gerektiğinin altını çizdi.
Seçimlere çeyrek kala, Adalar Demokrasi Meclisi’nin hazırladığı metni aşağıda dikkatlerinize sunuyoruz. Seçim çalışması olarak değil, 1 Nisan’dan itibaren işlemeye başlayacak bir taban demokrasisinin gerçek mekanizmalarla, somut yapılarla inşa edilebilmesi için… Sadece Adalar için değil, ülkenin her yerinde tasarlanabilecek ve uygulanabilecek modellerin önünü açmak için…
“NASIL BİR YEREL YÖNETİM?” BULUŞMASI
Dertleşelim, çareleşelim
I. ADALAR DEDİĞİMİZDE ASLINDA NE DİYORUZ?
Çocukluğumuzda hepimiz yapmışızdır. Kendimize, yeni teknolojinin diliyle söylersek, bir tür “konum” atarız. Defterimize önce yaşadığımız sokağı yazarız, etrafına bir halka çizeriz. Sonra diğer halkaları sırasıyla ekleriz: Mahallemizi, ilçemizi, ilimizi, ülkemizi. Ve nihayet “dünya”yı. Ve belki “kâinat”ı.
Gündemimiz yerel yönetim; haliyle önce “ilçe”mizi yazıyoruz: Adalar. İlk halka o. İçine mahallemizi, dışına ilimizi koyuyoruz.
İlk halka Adalar, peki “Adalar” dediğimizde, aslında ne diyoruz?
Adalar’da herhangi bir faaliyet yürüten bir dernek, bir vakıf, bir spor kulübü veya bir işletme, bir lokanta, bir market kendisine bir amblem yapmak istediğinde ilk olarak aklına ne gelir? Martı, balık, deniz, mehtap, mimoza… Renkler de malûm: Mavinin ve yeşilin tonları.
Mehtap neyse ki hâlâ var, martılar da. Ama balıklar azaldı. Bütün deniz canlıları azaldı. Denizin kendisi de azaldı ve bizlerden uzaklaştı. Beton dolgular, dikenli teller, bilet kulübeleri var artık aramızda. Kirliliği cabası.
Ormanlar da öyle. Hem azaldı hem kalan bitki örtüsü ve canlıları tırpanlandı.
Adalar’ı Adalar yapan ne varsa, doğasından kültürüne, mimarisinden hafıza mekânlarına, sosyal hayatından bireysel hak ve özgürlüklerine, hepsi ölümcül yaralar aldı.
“Dur” demedikçe
Bütün bunlar kaderin cilvesi değil, kendiliğinden olmadı. Ülkeyi, kentleri yöneten zihniyetler eliyle yapıldı. Her gelen gideni arattı. Talan azgınlaştı, yaralar büyüdü, derinleşti.
Peki, bundan sonrası? Devam mı, tamam mı?
Herkes biliyor: Bir ülkenin yurttaşları, bir yörenin sakinleri bir araya gelerek, toplu olarak “dur” demedikçe, talan berdevam.
Haliyle, Adalar sakinleri olarak bizler de ne zamandır aynı hayati sorularla karşı karşıyayız:
Bir araya nasıl geliriz, toplu olarak bu talana, onu mümkün kılan yönetim anlayışına ve işleyişine nasıl “dur” deriz?
Adalar için tabandan tavana, enine boyuna, demokratik bir yerel yönetim anlayışını nasıl geliştirebiliriz?
II. HERKES BİLİYOR: ZEHİR VE PANZEHİR
Şimdiye kadarki yerel yönetimlerin ortak paydalarını herkes biliyor:
Doğanın ve yaşam alanlarımızın ticarileştirilmesi, kâr kapısı olarak görülmesi. Ve bunun fütursuzca icra edilmesi, “oldu-bitti”ye getirilmesi. Ve hepsinin “uzman”lardan “olur” alınarak, “kitabına uydurularak”, uydurulamadığında “uysa da uymasa da” şiarıyla yapılması.
Herkes biliyor: “Hizmet belediyeciliği”nin Adalar toplumuna değil, iktisadi ve siyasi güç sahiplerine hizmet etmesi.
Herkes biliyor: Her seçim öncesinde, iri harflerle ve böbürlenmelerle “katılım” vaadi yapılması ve fakat seçim sonrasında, katılımın “k”sinin bile anılmaması. “Katılım hani?” diyenlere “uzaylı” muamelesi yapılması.
Herkes biliyor: Karar alma süreçlerinde, Adalıların ya yok sayılması ya da önlerine envai engel çıkarılarak katılımlarının engellenmesi.
Özet: “Yerelsiz” yerel yönetim, “kamusuz” kamusallık!
Bunlar zehir, her şeyi ve herkesi zehirliyor. Bunu da bilmeyen yok.
Zehir aşikâr, dolayısıyla panzehir de öyle: “Yerel”den, yerinden yönetim. “Kamu”yla, kamu eliyle kamusallık.
Peki, nedir bu yerel? Kim bu kamu?
Yerel de biziz, kamu da biziz: Adalar sakinleri. Adalar halkı. Adalar toplumu.
III. İŞARET LEVHALARI
Adalar toplumu olarak yapmamız gereken belli: “Yerel”i ve “kamusal”ı geri kazanmak.
Peki, nasıl bir yerel yönetim, nasıl bir kamusallık?
Hazırlop cevaplar yok, ama bir çırpıda sayabileceğimiz 11 işaret levhası var:
- Yöneten-yönetilen ikiliğinin olmadığı bir yönetim.
Yönetimi, kişilerin yönetilmesi olarak değil, toplumsal, ekonomik, kültürel, mekânsal ihtiyaçların karşılanmasının yönetilmesi olarak görmek.
- Yerel yönetimi tek bir kamu kurumu olarak değil, birlikte işleyen, birlikte hareket eden kamusal kurumlar bütünü olarak görmek.
Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri’ni, Belediye Meclisi’ni ve Kent Konseyi’ni doğrudan katılıma açık hale getirmek ve işlev kazandırmak.
- Mahalle meclislerinden ilçe ve kent meclislerine, doğrudan demokrasinin zeminlerini, mecralarını geliştiren, yaygınlaştıran bir yaklaşımla kendi kendimizi yönetmek.
- Ormanların, denizin, sahillerin hiç kimsenin ve herkesin olduğunu hep hatırda tutmak, talan edilmelerine, işgal edilmelerine, yok edilmelerine müsamaha etmemek.
Ormanları, sahilleri, denizi koruyup kollamak, bütün kamuya ve kamunun sorumluluğuna açmak.
- Büyük bir hoyratlıkla tahrip edilen tarihsel ve kültürel mirası geri kazanmak, korumak, geliştirerek yaşatmak.
- Ticaret ve kâr eksenli, tüketimi kışkırtan bakış yerine, ekolojik-çevreye saygılı üretimi, sosyal dayanışmayı ve adil paylaşımı gözeten, kooperatifçiliği teşvik eden, kendi kaynaklarını geliştiren ve yeni kaynaklar yaratan, yoksulluğa çözümler üretmeyi hedefleyen bir yerel yönetim tarzı geliştirmek.
- Katılımcı ve şeffaf bütçe temel haktır. Ve bu konuda öncü bazı belediyelerde yapıldığı gibi, gelirlerin nereye, nasıl harcandığını görünür kılmak önemli bir adım, fakat yetmez. Bütçenin o yereldeki topluluğun (burada Adalar toplumu) belirlediği önceliklere ve ihtiyaçlarına göre hazırlanmasını, kaynakların o ihtiyaçlara göre oluşturulmasını ve harcamaların her aşamada denetlenmesini sağlamak. Bütün bunlara hep birlikte karar vermenin, her birinin uygulanmasının mekanizmalarını kurmak.
- Cinsel, dinsel, etnik ayrımcılığa izin vermeyen ve yoksullara, kadınlara, engellilere, güçsüzlere, kimsesizlere pozitif ayrımcılık ilkesiyle yaklaşan eşitlikçi, özgürlükçü bir yerel yönetim anlayışını yerleştirmek.
- Adalar doğal, toplumsal, kültürel yapısıyla, tarihi mirasıyla, coğrafi konumuyla, bir yeryüzü cenneti olmaya namzet iken niye bu halde? Ve neden dünyanın dört bir yanındaki benzer arayışlardaki girişimlere esinlendirici bir örnek olmasın? Bu iki soruyu hep sormak ve cevapları yerel yönetim anlayışında aramak.
- Türkiye’de ve dünyada benzer arayışlarda olan veya yerel demokrasi yönünde önemli adımlar atan, mesafe alan yerel yönetimlerle, kent hakkı mücadelesi yürüten yerel örgütlenmelerle işbirliği ve dayanışma ağları kurmak, “kardeş ilçe” uygulamasının hakkını verecek ilişkiler oluşturmak ve yeni “kardeşlikler” kazanmak.
- Bu maddelerin her birinde kadınların sözünü, tercihini öncelikli kılmak.
IV. VASITALAR VE ALFABE
Bu 11 işaret levhasının gösterdiği istikamette hangi vasıtalarla yol alınabilir?
- Halihazırda bazı vasıtalar mevcut, ama çoğu ya köhnemiş ya da asli işlevlerini yitirmiş durumda. Onları yeniden, kuruldukları amaca uygun olarak, işler hale getirmek gerekiyor.
- Yeni oluşturulan, ancak henüz kuruluş amacına uygun olarak işlemeyen vasıtaların raylarına oturtulması gerekiyor.
- Bir de henüz elimizde olmayan, ama dünyanın çeşitli yerlerinde kullanılan vasıtalar var. O vasıtaların kendi yerelimize uyarlanması ya da yeniden yaratılması gerekiyor. Ve elbette, şimdiye dek icat edilmemiş olanları icat etmek gereğini de ekleyelim.
Sözün başına dönelim, “konum atma”ya: Bulunduğumuz yerden, yaşadığımız sokak ve mahalleden başlayalım. Halkaları genişletelim:
a. Muhtarlıklar ve İhtiyar Heyetleri
Köhnemiş ve işlevini yitirmiş bu vasıtayı nasıl yeniden işlevli hale getirebiliriz? Amaca uygun olarak nasıl dönüştürebiliriz?
Önerimiz: Mahalle Meclisleri
Her mahallenin bütün sakinlerine açık, her mahallelinin dertlerini dile getirdiği, çareler önerdiği, bu çareleri hayata geçirmek için yasal ve/veya meşru girişimlerde bulunduğu yerel yönetim mecrası, organı.
b. Kent Konseyi
Az önce, “yeni oluşturulan, ancak henüz kuruluş amacına uygun olarak işlemeyen vasıtalar”dan dem vurduk. Bu vasıtalardan biri ve en kritik olanı Kent Konseyi.
Uluslararası sözleşmelerden hareketle düzenlenen ve 3 Temmuz 2005’te, Belediye Kanunu’nun 76. maddesi ile yasal statü kazanarak Türkiye’nin çeşitli il ve ilçelerinde kurulan kent konseylerinden biri olan Adalar Kent Konseyi’nin kuruluş amacına uygun olarak işlediği söylenebilir mi?
Geride bıraktığımız beş yılın karnesine bakıldığında, bazı yüksek notlara rağmen, Kent Konseyi’nin bütünlemeye kaldığı görülüyor.
Peki, sebepler ne? Bu, ciddiyetle ve açıklıkla, enine boyuna tartışılması gereken bir konu. Ama asıl mesele şu: Kent Konseyi’ni gerçek anlamına, tanımına ve işlevine kavuşturmak için hangi adımlar atılmalı?
Önerimiz: Dört adadaki beş Mahalle Meclisi’nin, seçeceği temsilcileriyle (en az yarısının kadın olması koşulu ve dönüşümlülük esasıyla) Adalar Kent Konseyi’nde yer alması bir başlangıç adımı olabilir. Başka hangi adımlar atılmalı? Bunu başlı başına bir tartışma başlığı yapmak gereği apaçık.
c. Belediye Meclisi
Yerel yönetimlerin asli karar alma ve denetleme organı olan Belediye Meclisi de işlevini yitirmiş, “noter” konumuna indirgenmiş durumda. Bu çapraşık bir mesele. Çok-yönlü ve uzun soluklu bir mücadele gerektiriyor. Hangi adımlarla bu yönde mesafe alınabilir?
Önerimiz: İlk adım olarak, her ay “kamuya açık” olarak yapılan Belediye Meclisi toplantılarının gündeminin önceden ilan edilmesi. Belediye Meclisi toplantılarında Mahalle Meclisleri temsilcilerinin ve sivil toplum örgütlerinin söz hakkı olması. Toplantılarda alınan kararların kamuya ilan edilmesi.
d. Adalar Demokrasi Meclisi
“Vasıtalar ve Alfabe” bahsinin başında, “henüz elimizde olmayan, ama dünyanın çeşitli yerlerinde kullanılan vasıtalar var. O vasıtaların kendi yerelimize uyarlanması ya da yeniden yaratılması gerekiyor. Ve elbette, şimdiye dek icat edilmemiş olanları icat etmek gereğini de ekleyelim” demiştik.
Adalar Demokrasi Meclisi, dünyanın birçok yerinde, yüzyıllardır tecrübe edilen bir fikrin, yeniden ve yeniden icat edilmesi gereken evrensel bir tarihsel mirasın güncel ve Adalar ölçeğindeki bir halkası.
16 Nisan 2017 referandumu sürecinde oluşan Hayır Meclisleri’nden biri olan Adalar Hayır’dan referandum sonrasında Adalar Demokrasi Meclisi’ne dönüşen ve yeni içerik kazanan bu meclis Adalar’da yaşayan herkesin, her görüşün meclisi.
Adalar Demokrasi Meclisi, taban demokrasisi fikrine bağlı bir vasıta, bir mecra. Birey hukukuna dayalı, katılımcıların parti, örgüt, STK, vb. rozetleriyle değil, Adalar sakini olarak yer aldığı bir taban örgütlenmesi. Adalar toplumunun her üyesi Adalar Demokrasi Meclisi’nin doğal üyesi.
Adı üstünde, demokrasi meclisi: Kimse kimsenin üstünde, kimse kimsenin altında değil. Kimsenin dediği dedik, sözü buyruk değil. Karar ve yetki ortak. Kararlar çoğunluk usûlüne göre değil, oydaşma usûlüne göre.
Adalar Demokrasi Meclisi, müstakbel Mahalle Meclisleri’nin üstünde değil, onların ortak meclisi, bir koordinasyon ve işbirliği zemini, bir dayanışma ağı olmayı hedefleyen bir “dostlar meclisi”.
Adalar Demokrasi Meclisi, siyasal-sosyal-kültürel bir taban örgütlenmesi, bir taban koalisyonu vasfıyla bağımsız bir özne. Kimsenin sözcüsü değil, kendisinin sözcüsü.
Ve her tür parti, örgüt, dernek, vakıf, STK, platform, inisiyatif, kurum-kuruluştan bağımsız olarak siyasal, sosyal, kültürel faaliyetler yürüten bir özne.
e. E, ne duruyoruz 🙂
“Mesullenelim, meclislenelim” diyoruz. Daha Türkçesi, sorumluluk alalım, kendimizi temsil ettiğimiz meclisleri kuralım, meclis fikriyle ve fiiliyle kuşanalım.
Başkasından bekleyemeyiz, her şeyi kendimizden bekleriz. Kendimiz yaparsak yaşam alanlarımız bağ-bahçe olur, yapmazsak zaten dağ gibi yığılan sorunlar sıradağlar olur.
“Dağ gibi yığılan sorunlar”la baş başa olduğumuz aşikâr. “Of” çekerek, şikâyetlenerek çözülen sorun vaki değil, o da aşikâr. O halde ne bekliyoruz?
Bir “kurtarıcı” bekleyemeyeceğimize göre, kendimizi bekliyoruz. Daha ne kadar?
Bütün bunlar, bu alfabe hemen yapılabilir şeyler değil. Ama yapmaya şimdi başlanabilecek şeyler. Elimizi tutan ne?
Peki, nereden başlamalı? Tabii ki bulunduğumuz yerden ve kendimizden.
ADALAR DEMOKRASİ MECLİSİ