14 Mayıs seçimlerine sadece iki gün kaldı. Genel durumu, atmosferi nasıl değerlendirirsiniz?
Çiğdem Kılıçgün Uçar: “Tek yol Yeşil Sol” diyerek başlayayım. Genel duruma bakıldığında “Neden Yeşil Sol?” sorusunun cevabı beliriyor. AKP ile karakter aşınması yaşayan bir siyasetin sonuçlarını görüyoruz. Politika, düzenleme sanatıdır ve nihai amacı da özgürlüktür. Oysa ülkenin çürümüş düzeninde politika bir gasp alanına çevrilmiş durumda. Siyaset dışında her şeyin konuşulduğu, toplumsal çözüm ve uzlaşıya hizmet edecek tüm argümanların sumen altı edildiği bir ortamda, tamamen algı operasyonlarına teslim olmuş bir akıl etrafında seçim çalışmaları dayatılıyor. Az olsun benim olsun anlayışının, dar grupçuluğun, bölünmelerin teşvik edildiği bir atmosferde toplumun değişim talebi karşılanamaz. Topluma aleni yalanlar söyleyerek, manipüle ederek siyaset olamaz. Siyasetin en arkaik ve kabul edilemez biçimidir bu. Yeşil Sol Parti olarak esas görevimiz toplumu savunmak. İkinci yüzyıla girerken halklar ve ülke makro ve mikro düzeyde dizayn edilmek isteniyor. Restorasyoncu ve statükocu bloklardaki keskinleşmenin sebebi bu. Üçüncü Yol’un garantisi ve öznesi biziz derken, bu iddiayı kurucu bir yerden somutlaştırırken bunu kastediyoruz. Önümüzdeki seçimler bir rejim değişimini mimlediği için kritik.
2 Mayıs’ta Kadıköy Rıhtım’da, müzisyen Cihan Aymaz “Ölürüm Türkiyem” şarkısını çalmasını isteyen kişi tarafından bu isteği yerine getirmediği için kalbinden bıçaklanarak öldürüldü. Miting alanları ve seçim standlarına yönelik de sık sık tanık olduğumuz ırkçı şiddeti nasıl değerlendiriyorsunuz?
Müzisyen Cihan Aymaz cinayeti iktidarın dinamiklerini gösteriyor. Elinde şiddet mekanizmasından başka bir şey kalmamış bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu şiddetten başta Kürtler olmak üzere toplumun her kesimi nasibini alıyor. Cihan Aymaz Kürt bir sokak müzisyeni, emekçiydi. Tek adam rejimi seçim propagandasını Kürtlere, Alevilere, kadınlara saldırarak yürütüyor. İktidar Diyarbakır’da “Yeni yüzyılı Kürt kardeşlerimizle kuracağız” derken Ankara’da “Kürt terörü”diyor. Diyarbakır’da Kürt kesilenler Ankara’da Kurt oluyor. Cihan Aymaz cinayetinden bir hafta önce ismini telaffuz etmek istemediğim bir iktidar sözcüsü “Kürtler ve Aleviler AKP iktidarında kimliklerini rahat ifade etmeye başladılar” dedi. Durum böyle değil. Doğrusu, insanlar tüm baskı ve şiddete rağmen Kürt veya Alevi olduklarını ifade etmek için mücadele ettiler. Hâlâ Kürtçe konuştuğu için öldürülenler var. Çünkü Ulus-devlet ret ve inkâra dayanıyor. AKP ve MHP ittifakının tek bir gerçekliği var: İnkâr. Cihan Aymaz cinayetini eşelerseniz sistematik inkârın, şiddetin bir parçası olduğunu dehşetle görebiliyorsunuz. Dikkat ederseniz, her şeyi ve herkesi inkâr eder hale geldiler. Ekonomik krizi, yoksulluğu, işkenceyi, sistematik hale gelen kadın cinayetlerini, tecridi, cezaevlerindeki hukuksuzluğu, rüşveti, haksız kazancı inkâr ediyorlar. En önemlisi bu seçimde de Kürt sorununu inkâr ediyorlar. Çünkü var olmaları buna bağlı.
Seçim sürecinde ülkeyi baştan aşağı dolaştım. Sokakta müthiş bir değişim isteği görüyorum. 21 yıllık AKP iktidarının politikalarıyla şiddetlenen adaletsizlik, eşitsizlik, emek düşmanlığı, doğa düşmanlığı, kadın düşmanlığı güçlü bir direnişle karşı karşıya.
Nisan sonunda, Diyarbakır merkezli 21 ilde düzenlenen baskınlarla 143 gazeteci, hukukçu ve sanatçı gözaltına alındı, 48 kişi tutuklandı…
Bu sayıya sonradan yeni gözaltı dalgaları eklendi. Bu da AKP-MHP iktidarının kaybetmeye yaklaştığının göstergesi. 21 yıllık AKP iktidarındaki tüm seçimlerde bu operasyonları yaşadık. Önlerinde engel olarak gördükleri demokratik mücadeleyi operasyonlarla devre dışı bırakmaya çalışıyorlar. Bu saldırılar Yeşil Sol Parti’de siyaset yapanların beklemediği şey değil, insanların göze alamayacağı bir bedel kalmadı. Cumhur İttifakı’nın kaybedeceğine dair inanç yüksek olduğundan sahadaki arkadaşlarımızın sayısı artıyor. Özgür basın emekçilerine, demokratik siyaset yürütenlere yapılan saldırılardan sonra halk geri çekilmedi. Bu zaten Kürtlerin mücadelesinin tarihsel bir izleği. Bütün saldırıları püskürten bir toplumsal mücadele gerçekliğini sahada da görüyoruz. Çünkü insanlar “Bu siyaset artık benim” diyor. İktidar hangi alanı küçültüyorsa onu büyütmek politik ahlaki tavırdır. Özgür basına ve özgür siyaset arayışına dönük bitmez tükenmez hınca karşı bu alanları daha da büyüterek cevap verilebilir.
Seçim öncesi başlayan gözaltı ve tutuklamalar seçim güvenliğiyle ilgili endişeleri de alevlendirdi. Seçim alanını gazetecilerden, avukatlardan, sandıkları koruyacak müşahitlerden arındırma girişimleri seçim güvenliğini nasıl etkileyecektir?
7 Haziran 2015 seçimlerini müşahitlerle kazandık. Müşahitlik çok önemli. Müşahit arkadaşlarımız demokratik siyaset özlemi duyan parti çalışanlarımız. Muhalefet partileriyle ortaklaşmaya çalışıyoruz. Seçim güvenliği için çalışma yürüten sivil yapılarla da diyalog halindeyiz. Ancak basın açısından ciddi bir ambargoyla karşı karşıyayız. Kürdistan’da seçim usulsüzlüklerini haberleştirecek özgür basın hedef alınıyor. Avukatlar da seçim güvenliği açısından önemli bir konumda. Avukatlar hem müşahitlik eğitimi veren hem de seçim sırasındaki usulsüzlüklere itiraz edebilecek insanlar. Dünyanın en dikta heveslisi iktidarları veya aşırı sağa yaslanan yapıları olsun, halk gerçekliğinin ve kararlılığının önünde duramaz. Sarayın kaybedişi sandıkları korumaktan geçer.
Yeşil Sol Parti yüzde 13-15 ile tanımlananın ötesinde bir siyasallığa tekabül ediyor. 2015’ten beri yüzde 20’lik bir seçmene hitap ettiğimizi iyi biliyoruz. Bunu oya dönüştürebilmek başka bir tartışma. Yeşil Sol Parti’ye oy vermeyen birçok kişi de demokrasi için Yeşil Sol Parti’nin güçlenmesini istiyor. Biz ne kadar yüksek oy oranına ulaşırsak seçim o kadar güvenli olur, AKP seçime müdahale edebilecek cüreti gösteremez. Sözünü ettiğim çoğulcu yapı 2011’deki genel seçimde Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku olarak meclise taşınmıştı. Devletin ve iktidarın baskısına rağmen farklı toplumsal yapılarla bir araya gelmeyi başarmıştık. 7 Haziran 2015’teki seçim başarısını 2011’den okumak mümkün. Siyaset çözümün ve müzakerenin aracıdır. Ama AKP iktidarında, özellikle tek adam rejiminden sonra, siyaset bu vasfını yitirdi. Son beş yılda parlamentonun işleyişi sekteye uğradı. Sokak siyaseti elbette önemli, ancak parlamento da Türkiye siyasetinde önemli bir konumdaydı.
HDP’nin yüzde 13 oy aldığı 7 Haziran 2015 seçiminde AKP tek başına hükümet kuracak sandalye sayısına ulaşamayınca, o dönem başbakan olan Davutoğlu’nun bir sonuca varmayan hükümet kurma görüşmelerinin sonunda, Erdoğan hükümeti kurma görevini Kılıçdaroğlu’na vermeden erken seçim kararı almış ve 1 Kasım 2015’te çok ciddi bir şiddet ortamında yeniden seçime gidilmişti…
7 Haziran’da ötekileştirilenlerin hem siyasallaşmasını hem de nicel gücünü çok ciddi bir şekilde deneyimledik. 7 Haziran devletin varlık kodlarının çatırdadığı tarihtir. Çözüm Süreci’nin yarattığı atmosfer ülkeyi baştan başa değiştirmişti. Öyle ki, Kürt sorununda çözüm olasılığının yaratacağı dönüşüm de ölçüldü. Bu toplumsal talebe cevap 2014’te Çöktürme Planı ile önlem almaya çalışmak oldu. AKP büyük emeklerle kurulan bu siyasal zemini yok etmek için çok uğraştı, ama zemin hâlâ diri, kaybolmadı. Çünkü toplumsal uzlaşı, barış bir inşadır ve kendine ait bir bilinci var. Toplumun 14 Mayıs’ta tekrar bu zemine ve bilince temas edeceğini düşünüyorum. İnsanların Kürt siyasetini sadece devletten öğrenmedikleri süreçlerden geçiyoruz. Evet, insanların oy verme eğilimi birdenbire değişmiyor. Ama bahsettiğim oy potansiyeli 14 Mayıs seçimlerinde kendini sandıkta gösterebilir. Demokratik siyaseti sahiplenen, kayyumlara rağmen toplumcu belediyeciliği savunan milyonlar var. Mücadele artık Kürdistan coğrafyasından taşmış, Türkiyeli bir reflekse dönüşmüştür. Dışlananlar ve ötekileştirilenler olarak iktidarın sandığının çok ötesinde bir yerdeyiz. Onlardan çokuz. Bu yüzden seçim, toplumun kendisiyle AKP-MHP arasında cereyan ediyor.
3. Bölge’de ‘90’larda İstanbul’a gelen yoğun bir Kürt nüfusu var. Zorunlu göç hem ekmek kavgasını hem de kimlik, özgürlük kavgasını içiçe geçirdi. Bu bölgede yaptığımız halk buluşmalarının coşkulu geçmesi tesadüf değil. Büyük bir moral ve motivasyon veriyor. İstanbul’un kaderi bu bölgenin elinde diyebilirim.
Bu potansiyelin yansımalarını kampanya sırasında sahada da gözlemlediniz mi?
Seçim sürecinde ülkeyi baştan aşağı dolaştım denebilir. Sokakta müthiş bir değişim isteği görüyorum. 21 yıllık AKP iktidarının politikalarıyla şiddetlenen adaletsizlik, eşitsizlik, emek düşmanlığı, doğa düşmanlığı, kadın düşmanlığı güçlü bir direnişle karşı karşıya. 6 Şubat deprem felaketi sonrası gösterilen toplumsal dayanışma da önemli emarelerden.
Deprem sonrasındaki dayanışma ve buluşmanın Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerinin beraber siyaset yapma kültürüne sizce olumlu bir katkısı oldu mu?
Şüphesiz… Emek ve Özgürlük İttifakı’nda beraber hareket ettiğimiz güçlerin deprem sahasında çok ciddi bir sınavı başarıyla verdiğini gördük. Bu sınav ittifak siyasetinin ortaklığını ete kemiğe büründürdü. İttifak zeminini güçlendirdi, yeni bir yol açtı. Bu dayanışma Emek ve Özgürlük İttifakı’nı toplumsal olarak büyütür. İktidarın depremin ortaya çıkardığı bütün sorunları hızla unutturma girişimlerinin, dayanışma ağlarına set çekme gayretinin altındaki temel motivasyon farklı toplumsal kesimlerin birbirine temas etmesinden duyduğu korkuydu. Kutuplaştırılan Sünni ve Alevi’nin, Kürt ve Türk’ün, düşman olarak lanse edilen sol-sosyalistlerin toplumla teması… Üç gün boyunca ortada olamayan devletin en korktuğu şey tam da bu etkileşimdi.
Milletvekili adayı olduğunuz İstanbul 3. Bölge Beylikdüzü, Bağcılar, Esenyurt, Başakşehir gibi ilçeleri kapsayan, 6 milyona yakın insanın yaşadığı kozmopolit bir yer. İstanbul 3. Bölgenin sizce öne çıkan özellikleri neler?
İstanbul seçim sonuçlarını belirleyen işçilerin, emekçilerin şehri. Bir yandan da İstanbul büyük bir Kürt şehri. HDP 2019 yerel seçimlerinde aday göstermeyerek AKP’ye kaybettirme stratejisini benimsemişti. İstanbul’da beraber mücadele yürüttüğümüz arkadaşlarımızla bir şeyin mümkün olduğunu gördük. O da şu: Bazen kazanırsınız, bazen de kaybettirirsiniz. Bu sizin politik-stratejik gücünüzle eşdeğerdir. Bu yüzden İstanbul 3. Bölge’nin rolü kritik önemde. Ben siyasete İstanbul 3. Bölgede, HADEP Bakırköy ilçe örgütünde başladım. Mesela Bakırköy kozmopolit ve demokratik duyarlılığın güçlü olduğu bir yerdir. Esenyurt işçi-emekçilerin yaşadığı bir ilçedir, Kürtlerin nüfusu da oldukça fazladır. Ha keza Bağcılar da öyledir. Bu bölgede ‘90’larda zorunlu göçle İstanbul’a gelen yoğun bir Kürt nüfusu var. Zorunlu göç hem ekmek kavgasını hem de kimlik, özgürlük kavgasını içiçe geçirdi. 3. Bölgede yaptığımız halk buluşmalarının coşkulu geçmesi tesadüf değil. Büyük bir moral ve motivasyon veriyor. İstanbul’un kaderi bu bölgenin elinde diyebilirim.
Doğubayazıt’ta, Hizan’da gençler “Patates soğan, güle güle Erdoğan”sloganı atıyordu. Devlet aklı çözümü Kürt düşmanlığını derinleştirmekte gördükçe maalesef herkes kaybediyor. Kürt sorununun çözümsüzlüğü ile patates fiyatının ilişkisini kuramayan her siyaset çökmeye mahkûmdur.
Kampanya sırasında görüşme imkânı bulduğunuz seçmenlerin birinci gündemi ne?
Başta depremin yaşandığı yerler olmak üzere Türkiye’nin hemen hemen her bölgesinde insanlarla bir araya gelme şansım oldu. Sadece mitinglerde de değil, bazen yollarda, bazen de evlerinde görüştüm insanlarla. Türkiye genelinde çok ciddi bir ekonomik kriz yaşanıyor. Başat gündem yaşam çabası. Asgari ücret açlık sınırının altında. Ama halkın yarısından fazlası asgari ücretle yaşamak zoruna. İktidar yüzde 1’lik kesimi zenginleştirip, yüzde 99’u görmeyen bir akılla ülkeyi yönetiyor. Ekonomik krizin etkileri açısından Türkiye eşitlenmiş durumda. Mesela Doğubayazıt’ta, Hizan’da gençler “Patates soğan, güle güle Erdoğan”sloganı atıyordu. Bu slogan hem siyasi hem de ekonomik gerçekliği ifade ediyor. Başka bir gündem ise Kürt sorunu. Devlet aklı Kürt sorununa inkârcı repertuardan yaklaştıkça ve çözümü Kürt düşmanlığını derinleştirmekte gördükçe maalesef herkes kaybediyor. Çok açık ifade edeceğim: Kürt sorununun çözümsüzlüğü ile patates fiyatının ilişkisini kuramayan her siyaset çökmeye mahkûmdur. Newroz’da ortaya çıkan enerjiye bakıp devletin vazgeçtiği çözüm sürecinden Kürt halkının ve genel olarak Türkiye toplumunun vazgeçmediğini söyleyebilirim. Çözüm hâlâ güncel. Çözüm sürecinde ekonomik refah artmıştı, savaş gerekçesi yoktu, cenazeler gelmiyordu. Ama sonra bütçe görüşmelerinde merminin pahalılığı konuşulur oldu. Toplum barışın mümkün olduğunu, 40 yıldır “terör” denen şeyin istenirse sona erebileceğini gördü, “Taraflar mutabakat sağlayabiliyorsa neden tekrar savaşmaya başladılar?”diye düşünmeye başladı.
Ekonomik ve siyasal sorunlar iç içe. AKP kadınların sorunlarına da güvenlik politikalarıyla yaklaşıyor. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, kadın cinayetlerindeki cezasızlık ve Kürdistan’daki özel savaş politikalarına bakınca bunu net bir şekilde görürsünüz. AKP ittifakını kadın düşmanı güçlerle genişletse de karşısında çok ciddi bir kadın mücadelesi var.
2018 genel seçimlerinde HDP İstanbul 3. Bölgede yüzde 14,6 oy alarak 5 milletvekili çıkartmıştı. Bugün durum nasıl, hedefiniz ne?
İstanbul 3. Bölgede Yeşil Sol Parti’nin milletvekili sayısını 7’ye, 8’e çıkartmak mümkün. Emek ve Özgürlük İttifakı olarak hedefimiz Türkiye genelinde 100 milletvekili çıkartmak. Bu sadece bizim için değil Türkiye için bir ihtiyaç. İstanbul oy oranımızı arttırabileceğimiz en önemli illerden biri. İstanbul’da toplam 20 milletvekili çıkartmak için çalışıyoruz. Seçmenlerin Yeşil Sol Parti’nin politik hattından etkilendiğini düşünüyorum. Karasızlar, CHP’liler, bir dönem AKP’ye oy veren yurttaşlar ve ilk defa oy verecek olan gençler arasında şansımız yüksek. Çünkü Yeşil Sol Parti bütün toplumsal kesimlerin ihtiyaçlarını gözetiyor. Bir televizyon programında Sinan Oğan bile gençlerin büyük bir bölümünün Yeşil Sol Parti’ye oy vereceğini söylemişti. Bu durum gençlerin siyasete doğrudan müdahale etmek istediğini gösterir. Çok kıymetlidir.
Siyasetin ruhu seçimlere ittifak olarak ortak listeyle girmeyi zorunlu kılıyordu. Bu kritik süreçte birlikte kazanabilme iradesini gösterebilmek önemliydi. Ortak listeyle sadece milletvekilliği açısından değil, toplumsal olarak da kazanımlarımız büyük olacaktı.
Cumhur İttifakı seçmeninin ruh hali nasıl?
AKP’nin elinde tuttuğu şiddet tekelini fütursuzca kullanması AKP’lilere de zarar verdi. Hukuki, siyasal ve ekonomik alanda yaşanan kriz AKP seçmeninde rahatsızlık yaratıyor. Ekonomik krizden etkilenmeyen AKP’li seçmenin olmadığını söyleyebilir miyiz? Çözülme diyemeyiz ancak, AKP’den vazgeçen seçmenleri görüyoruz. Ayrıca AKP dürüst bir politika yürütmüyor. Biraz önce de bahsettim. AKP Diyarbakır’da başka konuşup Ankara’da başka davranıyor. Kürt sorununu çözme iradesi gösteren 2010’daki AKP’nin seçmen kitlesiyle bugünkü seçmen kitlesi çok farklı. Uzun süredir, aslında AKP ile yol yürümek istemeyen bir büyük seçmen kümesi var. Mesela AKP’de siyaset yapan kadınların, özellikle İstanbul Sözleşmesi bağlamında, zorlandığını görebiliyoruz. 14 Mayıs’ta AKP’den kopan bu seçmen kümesinin belirleyici olacağı görülüyor. 2015’ten sonra Erdoğan’ın tek adam rejimini kurumsallaştırma girişimiyle AKP de parti olarak ciddi bir dönüşüm geçirdi. Bu dönüşüm kendi seçmeninde de rahatsızlıklara neden oldu. AKP nihai kertede bir “dava partisi” değil, bir ideolojiye sahip değil. Partiye bağlılığı herkesin çıkarının sınırı belirliyor. Bu topluluğu bir arada tutan şey nostaljik milliyetçi sos, mevki-makam ve emeksiz yükselme sevdası. İttifakın diğer parçaları da AKP içinde eridi ve kadın düşmanlığı, güvenlikçi siyaset, şiddet ve yeni faşizm diyebileceğimiz bir eksende varlık gösteriliyor. İttifakın tüm seçim stratejisi de “beka” üzerinden gidiyor. Başka bir şeyden bahsetmez oldular.
İstanbul 3. Bölgede Emek ve Özgürlük İttifakı ve TİP ayrı listelerle seçime giriyor. TİP Genel Başkanı Erkan Baş buradan milletvekili adayı. Bu durum nasıl bir tablo yaratıyor sizce?
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tek listeyle seçime girmesini çok tartıştık. Siyasetin ruhu ve matematiği birlikte düşünülmediğinde kazanan olmaz. Siyasetin ruhu seçimlere ortak listeyle girmeyi zorunlu kılıyordu. Ama TİP’li arkadaşlarımızın siyasi çalışmalarını özgün bir şekilde yürütmeye dönük talepleri oldu. Bu anlaşılır bir talep. İttifak tartışmaları sürerken seçmenler de tek liste konusunda ısrarcıydı. Ama TİP ayrı listede ısrarlı davranınca yapılabilecek bir şey kalmadı. Başta yerellerde de ayrı liste kararı epey tartışıldı. Ancak, bu artık soğutmak istediğimiz bir konu. Ama bu kritik süreçte birlikte kazanabilme iradesini gösterebilmek önemliydi. Ortak listeyle seçime girildiğinde sadece milletvekilliği açısından değil toplumsal olarak da kazanımlarımız büyük olacaktı. Mücadele ortaklığını seçim ortaklığında da yürütebilmek önemliydi, ama şimdi böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Sahada rekabet halindeyiz, bu kaçınılmaz. Ama birbirini yok sayan bir rekabet değil bu. Umarım TİP de güçlü bir çalışmayla milletvekili çıkarabilir.
Sizi HDK’deki çalışmalarınızdan da tanıyoruz; ancak, Yeşil Sol Parti’yle seçime girme kararının ardından kamuoyunda daha görünür oldunuz…
Uzun bir zamandır siyasetle iç içeyim aslında. Yeşil Sol Parti eşsözcülüğü ve seçimle birlikte daha görünür olduğum doğru. (gülüyor) Yeşil Sol Parti aynı zamanda HDP bileşeni. HDP’nin kapatılma ihtimaline karşı milyonların seçeneksiz kalmaması için Yeşil Sol Parti’nin son kongresi HDP’nin bileşen hukuku gözetilerek gerçekleştirildi. Yeşil Sol Parti bir anlamda seçimin HDP’si oldu. Böylesi kritik bir dönemde Yeşil Sol Parti eşsözcülüğü onur duyarak yürütmeye çalıştığım bir sorumluluk.
İktidar değişmezse ülkeyi bir gelecek beklemiyor. Kendi sesinin yankısına âşık, dar dünyasında debelenen, mermi fiyatıyla övünen, kendisi dışında herkesi düşman gören aklın alanı genişler. Fakat, sonucu her zaman direnenler belirler.
Öğrencilik yıllarında mı politikleştiniz?
Evet, öyle oldu. 1978 Erzincan doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Erzincan’da tamamladım. 1995’te üniversite için İstanbul’a geldim. Sol siyaset ve kadın mücadelesiyle temas kurmamda üniversite çok belirleyicidir. Üniversitede hem Kürt hem de Alevi kimliğimle farklı boyutta yeniden tanıştım. O dönem üniversitelerdeki politik ortam çok yoğundu. ‘99’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilim Tarihi bölümünden mezun oldum. Üniversiteden sonra siyasete devam ettim. HADEP üyeliğiyle başlayıp il düzeyinde eşbaşkanlığın ilk uygulandığı İstanbul’da il yöneticiliği yaptım. 2009’da Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) İstanbul’daki ilk kadın eşbaşkanlığını üstlendim. DTP Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) olduktan sonra görevime devam ettim. 2009-2011 arasında KCK siyasi kumpas operasyonlarıyla birçok BDP yöneticisi tutuklanınca ben de tutuklandım. İki buçuk sene Bakırköy Cezaevi’nde kaldım. Hapisten çıkınca HDP’de bir dönem parti meclisi üyeliği yaptım. HDK’de beş-altı yıl yürütme kurulu üyeliği ve kadın meclisi çalışmalarında görev aldım.
14 Mayıs seçimlerinde iktidar değişimi yaşanmazsa, sizce Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
Hakikatin tanımı basittir: Var olana var, olmayana da yok demek. Haliyle iktidar değişmezse ülkeyi bir gelecek beklemiyor. Kendi sesinin yankısına âşık, dar dünyasında debelenen, mermi fiyatıyla övünen, kendisi dışında herkesi düşman gören aklın alanı genişler. Hâlâ mücadele eden, geri adım atmayan, sağduyusunu kaybetmeyen demokratik kamuoyunun yüzü hürmetine beliren ışığın huzmelerinin zayıflaması da olası. Fakat, sonucu her zaman direnenler belirler. Biz yolumuzdayız, mücadeledeyiz, emekteyiz. Varlığımızı ve geleceğimizi belirleyen de bunlardır.
Bizler Üçüncü Yol’u benimsiyoruz. Kurban veya mazlum, efendi veya köle olmadan yepyeni bir kurucu siyaset inşa ediyoruz. Üçüncü Yol ötekileştirilen, devletin ve siyasetin mekanizmalarından uzak tutulan kesimleri içeriyor. Bunun hayata geçirileceği tek mecra elbette parlamento değil, ama demokratik siyaset için tek adam rejiminin değişmesi gerek.
Meclis çoğunluğu ve cumhurbaşkanlığı muhalefete geçtiği takdirde Yeşil Sol Parti’nin yakın vadedeki programı ne olur, sizce ne olmalı?
Açıkladığımız genel ve kadın beyannamelerimizde kısa, orta ve uzun vadede neler değiştireceğimizi, neleri öngördüğümüzü ifade ettik. Ülkede o kadar çok yapısal sorun var ki. Hepsini sıralayarak vakit almak istemem. Fakat kısa vadede en önemlisi yaşam siyasetinin tesisidir. Demokrasi olmadan bir yaşam tahayyülü geliştirilemez. Rejimin ana omurgası demokratik cumhuriyet olarak tariflediğimiz siyasal nitelik olmalı ki, onurlu bir barışın ve uzlaşının önü açılsın. Ekonomide adalete acil ihtiyaç var. Ekonomiyi içine çekildiği suç bataklığından çekmemiz gerekiyor.
Son söz?
Türkiye’de siyaset iki kutup arasına sıkıştırılmak isteniyor. Bu kutbun bir ucu Cumhur, diğer ucu ise restorasyon tartışmaları yürüten Millet İttifakı. Bizler Üçüncü Yol’u benimsiyoruz. Yani kurban veya mazlum, efendi veya köle olmadan, gardiyan ya da tutsaklığa mahkûm olmadan yepyeni bir kurucu siyaset inşa ediyoruz. Üçüncü Yol ötekileştirilen, devletin ve siyasetin mekanizmalarından uzak tutulan kesimleri içeriyor, herkesin hayatına dokunuyor. Bunun hayata geçirileceği tek mecra elbette parlamento değil, ama demokratik siyasetin ilerleyebilmesi için tek adam rejiminin değişmesi gerek. Bu yüzden 2023 seçimleri çok kritik. Cumhuriyetin ikinci yüzyılının kuruculuğuna talip bir meclisi oluşturacağız. Sesimizin ulaştığı herkesten sandığa gidip oy kullanmasını istiyoruz. Demokratik bir siyasal hattın oluşması için herkesi Yeşil Sol Parti’ye oy vermeye davet ediyoruz.