Şeriat usulü bir boşanmanın Britanya Yüksek Mahkemesi’nde onaylanması, kadın-erkek ayrı eğlenen Amerikalı Müslüman çiftler, yeni bir Trump kitabı, ETA’dan nemalanan çok-satan roman, öpüşen şen kovboylar, New York Times’da nöbet değişimi ve “editörlerin editörü” Harold Evans’ın vefatı… Buyurun küresel medya gezintisine…
Haftanın beş günü, “Şimdi, Batı Dünyasının altı büyük gazetesinden başlıklar” anonsuyla girdiğim Global Medya taraması için, üç Amerikan, bir İngiliz ve iki Fransız gazetesinin İnternet sitelerinde, elimde pertavsız, gözümde dedektör, 6×15=90 sayfada, yani haftada ortalama 4 bin başlık, spot okuyorum. Benim beyin ve yürek bağlantılı “optik sensör” zaman zaman birtakım sesli sinyaller veriyor: Bak bunu ayrıntılı oku, aynı Türkiye’deki durum… Bu yazı esaslı, iki ay önce yazdığının devamı ve içeriği doğruluyor… Bu yazıyı belleğe al, gelecek ay seçimlerden sonra değerlendirirsin… Bu yorum deminkinin aynı, atıver…
Demek istediğim, içerik, zaman ve mekân konusunda sensör bana rehberlik ediyor. Gazetecilik biraz da seçim ve tercih mesleğidir. Çünkü her gün o kadar çok yeni olay, gelişme, değişim oluyor ki, bunların hepsini TV ekranından, radyo programından, gazete sayfasından ya da internetten veremezsiniz. Kimsenin her şeyi okuyacak ne zamanı var, ne merakı. Zaten gerek de yok her şeyi aynı sepete koymaya. Seçkiyi yapanın tercihleri ön plana çıksa da kesinlikle bencil olmamak lâzım, sürekli aynı soruya doğru yanıt vermek gerekiyor: Bu konu kamuyu, kamu çıkarını, çok sayıda okuru ilgilendirir mi?
Benim optik sensör tarama yaparken sahne gerisinde, ister istemez, yani bilinçdışı bir şekilde, birkaç kimlik rekabet halinde. Her biri kendine has konularda ön plana çıkmak istiyor ya da başka bir deyişle her kimlik kendi tercihlerini üste çıkartmaya çalışıyor. Nasıl mı? Anlatayım: Gazeteci, ideolojik solak, Galatasaraylı (sadece takım değil ruh hali), İstanbullu, orta yaşın üzerinde, erkek, yurtdışında yaşamış ve yaşayan, şanson meraklısı, Rimbaud+Ece Ayhan okuru, bir evin eş başkanı, baba, vs. bütün okumalarda mevcut, kimi zaman biri en önde bağırıp çağırır, kimi zaman bir başkası ya da aynısı arka sırada sessiz sakin.
Bu girizgâhtan sonra bu haftaki gezintiye çıkabiliriz. Cumartesi sabahı, hafta boyunca seçip çıkışını aldığım yazıları gözden geçirdim, az-buz değil 56 sayfa. İkinci seçkiler başladı.
Şeriat kanununa göre boşanan Afsana bırakın nafaka almayı, çocuğunu görme hakkından bile mahrum bırakılıyor. Kadın, işin peşini bırakmıyor, sıkı bir mücadele yürütüyor. Fransa mahkemesi Dubai şeriat mahkemesinin kararını iptal ediyor. Ne var ki Londra’daki Yüksek Mahkeme şeriat kanunlarına göre verilen boşanma kararını onaylıyor.
Şeriat mahkemesinde boşanma
Charlie Hebdo’nun son sayısında (26 Eylül), Inna Shevchenko “Şeriata ve Katolik Fransız kocasına karşı mücadele eden İngiliz kadın Afsana Lachaux” başlıklı yazısında uluslararası medeni hukukta yaşanan bir skandalı anlatıyor. Afsana dini vecibeleri yerine getirmeyen Müslüman bir Britanya yurttaşı. 2010’da Londra’da Fransız Katolik Bruno Lachaux’yla evlenmiş. Ne var ki, bu çift iki yıl sonra, çalıştıkları Dubai’de boşanmak için mahkemeye başvurmuş. Şeriat kanunlarıyla yönetilen bu ülkenin mahkemesi de çifti boşamış. Ama nasıl? Boşanma davasında hakimin verdiği kararda, “Afsana kocasına itaat etmedi” ve “Noelde eski kocasına ‘iyi Noeller’ diye tebrik kartı göndererek İslâmiyet karşıtı bir tutum benimsedi” ibareleri yer alıyor. Kadınla erkeğin eşit sayılmadığı şeriat kanununa göre bu boşanma nedeniyle Afsana bırakın nafaka almayı, çocuğunu görme hakkından bile mahrum bırakılıyor.
Kadın işin peşini bırakmıyor, Dubai mahkemesinin boşanma kararını iptal ettirmek için Paris ve Londra adliyelerinde sıkı ve sürekli bir mücadele yürütüyor. Bu kavga tam yedi yıl sürüyor. Zor da olsa, önce Fransa mahkemesi Dubai kararının “ayrımcılık’” içerdiğini saptıyor ve şeriat mahkemesinin boşanma kararını temyizden sonra iptal ediyor.
Ne var ki, Londra’daki kraliçe hazretlerinin mahkemesinde durum farklı. İlk derece mahkeme Afsana’nın talebini tıpkı Dubai mahkemesinin gerekçeleriyle reddederken, Yüksek Mahkeme Britanya’da hiçbir geçerliliği olmayan şeriat kanunlarına göre verilen boşanma kararını onaylıyor. Yüksek Mahkeme bununla yetinmeyip Dubai’deki kocasının avukatının talebinin kabul edilmesi üzerine, eski kocasına 100 bin avro tazminat ödemesine karar veriyor. Britanya mahkemesi kadın-erkek eşitliği, şeriat kanunu/laik kanun ayrımını göz önünde bulundurmadan, “dost ve kardeş” Birleşik Arap Emirlikleri ile diplomatik bir sürtüşmeye mahal vermemek için olsa gerek, kendi yurttaşına karşı Dubai mahkemesinin hükmünü onamış oluyor. Afsana halen Dubai ve Londra’da boşanmış, Paris’te ise evli statüsünde görünüyor.
Gökten üç gülle düşmüş
New York Times’da 23 Eylül tarihli sayıda, Tasmiha Khan imzalı “Bazı Müslüman çiftler için, kadın-erkek ayrımının yapıldığı düğünler normal bir uygulama” başlıklı özel haber, kadınlarla erkeklerin ayrı bölümlerde kutladıkları düğün törenlerine, hem de ABD’de yapılanlara bir övgü gibi. Hicap/başörtüsü/kapanmanın kadınlar için ne kadar özgürleştirici ve rahatlatıcı, erkekler için de ne kadar ahlâki bir olgu olduğunu anlatmaya çalışmış muhabir.
Birkaç Müslüman kadınla –hepsi kapalı– söyleşiler yapan Khan, gelenek ve göreneklerin ne kadar mühim olduğunu belirtmeyi de ihmal etmemiş. Kadın-erkek ayrımının yapıldığı düğünlerini anlatan damat ve gelinlerin çoğu ABD’de yaşayan, okumuş-yazmış, meslek sahibi insanlar. Yazıda bazı İslâmcı derneklerin yöneticilerinin bu uygulamayı öven, onaylayan açıklamaları da yer alıyor. Gökten üç elma düşmüş, gülle gibi ağır elmalar, üçü de gelinlerin başına.
Madrid yönetiminin 40 yıl boyunca Bask bağımsızlık hareketine karşı sürdürdüğü haksız, hukuksuz baskılardan nadiren söz eden 642 sayfalık roman İngilizceye tercüme edildikten kısa bir süre sonra HBO tarafından dizi senaryosu olarak kabul edildi. Kitap İspanya’da bir milyon sattı, 32 dile çevrildi.
ETA “kazandırıyor”
The Guardian’ın gündeme getirdiği konu sanki yarın öbür gün bizde de tartışmaya yol açabilir. “İspanyol yazarın ETA terörizmi konusundaki Vatan romanı nasıl küresel bir hadise haline geldi” başlıklı yazı Fernando Aramburu’nun Patria (Vatan) adlı kitabının HBO’da dizi olarak yayınlandığını ve çok yankı uyandırdığını belirtiyor. Aramburu 1959 San Sebastian doğumlu olmasına rağmen, kendisi ve herkes ondan Bask olarak değil İspanyol olarak söz ediyor.
Aramburu romanında ETA’nın eylemlerinden mağdur olanların ayrıntılı öyküsünü anlatmış. Madrid merkezi yönetiminin yaklaşık 40 yıl boyunca Bask bağımsızlık hareketine karşı sürdürdüğü haksız, hukuksuz baskılardan çok nadiren söz eden yazarın kitabı “ETA şiddetinden mahvolmuş ailelerin öyküsü”nü anlattığını iddia ediyor. 642 sayfalık roman İngilizceye tercüme edildikten kısa bir süre sonra HBO tarafından dizi senaryosu olarak kabul edildi. Kitap 2016’da yayınlanmasından bu yana İspanya’da bir milyon sattı. Halen 35. baskı piyasada ve 32 dile çevrildi ya da çevriliyor.
“Terörizm mağdurları” baş oyuncu olsa da kitap Bask toplumunu ve kültürünü, İspanya’nın yaşadığı değişimleri anlatmaya çalışıyor. İspanya’da hemen her gün her yerde, sokakta, okulda, iş yerinde konuşulan, tartışılan konuları gündeme getiriyor. ETA’nın silahları ve bağımsızlık talebini bırakmasından İspanya’da hemcinslerin evliliğine izin verilmesine kadar geçen dönem var Vatan’da.
Roman çok popüler. Ama HBO dizinin tanıtım afişinde, kocasını bir ETA saldırısında yitirmiş kadının tabut başındaki fotoğrafı ile karakolda işkence gören bir ETA militanının fotoğrafının yan yana yer alması tartışmaları alevlendirdi. İspanyol devletinin paramiliter ölüm mangalarını ETA için seferber etmiş olduğunu bilmeyen yok. Yine de HBO’nun tanıtım afişi, aslında biraz da romanın içeriğine pek uymadığı için tepki topladı.
Yazar Aramburu uzun yıllardır Almanya’da yaşıyor, konuya uzaktan bakıyor. Romanı yazmak için uzun ve derin araştırmalar yaptığını söylüyor, kitabın biraz da bir Basklı olarak kendi anılarını ve duygularını incelediğini belirtiyor.
Trump’ın kârdan zararı
Araya bir kitap tanıtımı daha koyalım: Forbes dergisinin editörlerinden Dan Alexandre’ın Beyaz Saray A.Ş.: İş İnsanı Olarak Başkan Donald Trump adlı kitabının New York Times’daki tanıtımında belki öyle manşete çıkarılacak yepyeni ifşaat ya da bilgiler yok, ama derin kazan gazeteci Trump özelinde politika-para ilişkilerini çok çeşitli somut örneklerle teşhir ediyor.
Yabancı devletlerin Trump’ı finanse etmesi, başkan olduktan sonra işlerini yönetecek olan kayyım olarak oğlunu ataması, dünyanın çeşitli ülkelerindeki Trump Tower’lar ve Trump otel zinciri, burada ağırlanan ABD’li ya da yabancı konuklar için ABD maliyesine kesilen faturalar, İskoçya ve İrlanda’daki golf merkezleri… Paragöz Trump’ın Forbes dergisiyle ilişkileri… Zengin bir kitap.
Ne var ki, Alexandre’ın kitabına göre Trump beceriksiz bir iş adamı. Çünkü elindeki siyasi olanakları sonuna kadar kullansa bile, özellikle pandemi döneminde şirketleri büyük zarara uğradı. Oysa ki, Alexandre’a göre, “Trump Beyaz Saray’a geçtikten sonra perde arkasından hâlâ ticari, mali işlerini yönetmeyip, malvarlığını ABD yasalarına uygun bir şekilde bir fona devretmiş olsaydı bugün mevcut zenginliğine 415 milyon dolar daha katabilecekti.”
Resmi rodeo dünyası, olağanüstü maço, muhafazakâr hatta ırkçı. Ama Luke o kadar güzel gay rodeocu kareleri yakalamış ki, gören herkes, gayler hakkında önyargısı olanlar bile, hayran kalıyor.
Öpüşen kovboylar
“Gazeteci milletine” geçmeden önce Öpüşen Kovboylar çıkıyor podyuma. The Guardian’daki “Kuir rodeocular Amerikan maço geleneğine itiraz ediyor” başlıklı yazıda fotoğrafçı Luke Gilford’un ABD’deki kuir rodeocuları nasıl keşfettiği anlatılıyor. Adem baba kılığında, ama kovboy şapkalı Amerikalıların at sırtında fotoğraflarını çeken Gilford Ulusal Marş adlı kitabında yayınlıyor bunları.
İlginç çelişkiler: ABD genel olarak, hele Orta-Batı’sı, muhafazakâr bir memleket, edepli-sıkılgan, ayrıca sofu kertesinde dindar. Dolayısıyla ötekiler, yani Siyahlar, LGBTİ+’lar, kuirler filan makbul topluluklar değil. “Canım, cicim” muhabbetlerine, hemcinslerle yatak paylaşmaya filan sıradan bir Amerikalı, özellikle büyük kentlerin dışında yaşayanlar, rıza göstermez. Kovboyluk ise, maçoluğun neredeyse simgesi haline gelmiş bir mecra. Buna rağmen, biri Kanada’da olmak üzere, Uluslararası Gay Rodeocular Derneği’nin 15 şubesi faaliyet gösteriyor. Resmi rodeo dünyası, olağanüstü maço, muhafazakâr, hatta ırkçı. Ama Gilford o kadar güzel gay rodeocu kareleri yakalamış ki, gören herkes, gayler hakkında önyargısı olanlar bile, hayran kalıyor.
Taşrada ya da kırsal bölgelerde yaşayan kuirler kenttekilere oranla çok daha zor ve ağır koşullarda ayakta kalabiliyor. Sürekli aşağılanma ve dışlanma yaşıyor. “Siyah, kahverengi ya da çekik gözlü iseniz resmi rodeo festivallerinde sizi pek hoş karşılamazlar. Bizim gay rodeolarındaysa, gay olmasanız bile, hoşgeldiniz… Resmi, yani egemen anlayışın rodeoları tüketiciler için, parti meraklıları için, kapitalistler için. Bizimkiler ise aşk için. Resmi rodeolarda tehlike ve şiddet vardır, bizimkilerde ise sevgi ve birbiriyle iyi geçinmek” diye anlatıyor at sırtında cambazlık yapan kuir rodeocular.
New York Times’da nöbet değişimi
Bu hafta medya dünyasında iki büyük hadise yaşandı: ABD’nin, hatta bence dünyanın en büyük ve bu aralar herhalde en iyi gazetesi New York Times’ın başkanı Arthur O. Sulzberger Jr. (69) yönetim kurulu başkanlığından istifa etti, yerini 1 Ocak 2021’den itibaren oğlu A. G. Sulzberger’a devrediyor.
Gazete 120 yıldan bu yana aynı ailenin mülkiyetinde. 1992’de göreve gelen Sulzberger’in genel yayın yönetmenliğinden yönetim kurulu başkanlığına uzanan kariyerinde, NYT bu 28 yılda tam 61 Pulitzer ödülü kazandı. Sulzberger’in bir başka önemli başarısı, gazeteyi siyah-beyaz baskıdan renkli baskıya dönüştürmesinin yanı sıra, bugün 7.4 milyon ücretli abonesi olan dijital versiyonu yaratmış olması. Elektronik dünyanın önemini erken kavrayıp küçük ve orta çaplı podcast ve video üretim ajanslarını satın alarak NYT ailesine katan da yine Sulzberger.
NYT’de bu aralar nöbet devri dönemi yaşanıyor. Yönetim kurulu başkanının yanı sıra genel yayın yönetmeni ve yayın koordinatörü de değişti. NYT’yi sadece bir gazete olarak nitelemek doğru olmaz. Çünkü aslında bir ekol, çünkü bir kurum. Ticari başarılarla yayıncılık başarıları atbaşı gidiyor. Hep en iyi gazetecileri bünyesinde toplayabiliyor. Hep en iyi soruşturmacı habercilik için çalışıyor. Ve bu aralar Trump’ın neredeyse baş düşmanı.
Doğu yakası entelijansiyasının gazetesi olarak bilinen NYT kimi dogmatik çevrelerce patronunun Yahudi olması nedeniyle kınanır. Sulzberger’lerin Yahudi olduğu doğru, ama NYT özellikle son 10-15 yılda İsrail’in siyonist saldırganlığına hiç prim vermediği gibi, diğer konularda da mesleki kriterleri, siyasi ve dini inançlarının önüne koymasını bildi/biliyor. ABD’de son 10 yılda, irili ufaklı 400 kadar gazete ekonomik ve mesleki kriz nedeniyle kapanmak zorunda kalırken NYT bu fırtınaları başarılı bir yönetimle nispeten kolay bir şekilde atlattı. Sulzberger gazete yöneticiliğinde iki alanı çok iyi değerlendirdi: Gerektiğinde risk almasını bildi, sürekli olarak yeni yatırımlar yaptı. Aileden ve çekirdekten yetişme gazeteci. Genç yaşta AP’nin Londra muhabirliğiyle başlamıştı mesleğe.
Evans’ın sloganı “önce haber, sonra haber”di. “Soğanı soymak, soğanı soymak” derdi hep. “Hiçbir şey yüzeyde göründüğü gibi değildir. Gazeteci habere ulaşmak için kazacak, kazacak, kazacak” da Evans’ın bir özdeyişi.
“Editörlerin editörü”
Medya alemindeki ikinci büyük olay Anglo-sakson dünyada “gazeteciliğin imparatoru”, “editörlerin editörü” gibi sıfatlarla anılan Harold Evans’ın 92 yaşında aramızdan ayrılması. Evans’ın vefatı, kariyeri, özellikleri hakkında son iki günde en az 10 yazı okumuşumdur. İkisi özel olarak dikkatimi çekti. Biri, New York Times’daki Robert D. MacFadden imzalı “İki perdeli oyunda gazeteciliğin idealist savaşçısı Harold Evans 92 yaşında öldü”.
Başlıktaki “iki perde” sözü Evans’ın önce İngiltere, sonra ABD’deki kariyerine atıf. İşçi sınıfından gelen Harry, İngiltere’de “ciddi gazetecilikte”, özellikle soruşturmacı habercilik dalında devrim gerçekleştirirken, iktidarlara karşı haber alma ve verme hakkı alanlarında amansız bir mücadele yürüttü ve kazandı. Hem de nasıl kazandı. Rahim kanseri testleri konusunda mağdur hastaların haklarını savunarak onların tazminat almasını sağladı. Ayrıca, Thalidomide ilacının olumsuz yan etkilerini haberlerle kanıtladı. Dahası, bütün iktidarların kirli çamaşırlarını gizlemek için sığındığı “devlet sırrı” konusunda yasa değişikliği yapılmasını sağladı.
14 yıl boyunca Sunday Times’ın genel yayın yönetmeniyken bu kallavi Pazar gazetesini, bir hafta boyunca parlamentoda, sokakta konuşulan sorgulayıcı haberler yayınlayan gazete haline getirdi. İnce ve doğru öngörülü tahlillerin, vurucu manşet ve başlıkların, göze hoş gelen mizanpajların da editörüydü. Bazen rezil olmayı, hatta hapse girmeyi göze alarak riskli girişimler de gerçekleştirdi, ama her seferinde alnının akıyla çıktı işin içinden. Editoryal bağımsızlığa haklı olarak o kadar düşkündü ki, gazeteciliğin dışındaki amaçlarını faş eden Murdoch Sunday Times’ı satın aldığında, şapkasını alıp çekip gidecek kadar onurlu davrandı. 1984’te ABD’ye taşındı. Önce iletişim fakültelerinde ders verdi, sonra gazetecilik hızı ve yaratıcılığını yayıncılık dünyasında gösterdi, orada da başarılı oldu.
Çocukken izlediği Hollywood filmleri Evans’ı belli ki çok etkilemiş, o filmlerindeki hızlı ritmi, çok-renkliliği, macera gerilimini gazeteciliğin kurallarını bozmadan basına aktardı. O da mesleğe yerel muhabirlikten başlamıştı, siyasal bilgiler ve ekonomi tahsili yaptı. İngiltere Gazeteciler Birliği, 2002’de Evans’ı “gelmiş geçmiş en iyi gazete editörü” unvanıyla ödüllendirdi. İngiltere’de ölüm cezasının kaldırılmasında Evans’ın gazeteciliğinin de payı olduğunu kabul ediyor her uzman.
Evans aslında tam bir eski ekol gazeteci. “Matbaadan yeni çıkan sıcacık gazetenin kokusu ne kadar hoştur!” diyen bir meslektaş. Son dönemlerde, özellikle yazılı basının önem ve değerini kaybettiği günlerde, Evans meseleyi iyi kavramıştı: “Şimdilerde tiraj yarışı gazetelerin kamuya olan taahhüdünü büyük ölçüde bitirdi.” Evans mümtaz Türk Saray medyasını mı izlemiş, bilinmez ama, son dönem tespitlerinden bir paragraf daha:
“Gazeteciliğin esası olan soruşturmacı habercilik tehlike altında ve aslında bu tür habercilik birçok ülkede artık yok. Dünyada, çevremizde ne olup bittiğini bilmemiz için bu fener ışığına ihtiyacımız var. Bu nedenle gazete ya da TV, haber üretmeyince, vermeyince, etrafta külliyetli miktarda kanaat dolaşıyor, ama bu kanaatlerin hiçbirinin hiçbir olgusal temeli yok. Bu durumdan çok zarar göreceğiz.”
Araya ekleyelim: Bugün her biri sadece Gazetecilik Okulları öğrencilerinin değil, mesleğe yeni başlayan editör ve muhabirlerin de mutlaka okuması gereken 10 kadar kitabın da yazarı Harry Evans.
Evans hakkındaki ikinci parlak yazı, The Guardian’ın eski genel yayın yönetmeni Alan Rusbridger’in “Harold Evans iyi gazeteciliğin bize neleri gerçekleştirebileceğini öğretti” başlıklı yazısı.
Rusbridger’in yazısının spotu şöyle: “Kutuplaştırıcı görüşlerin haberlere ağır basabileceği bir dönemde, efsanevi editörün ölümü bize olguların ve kanıtların ne kadar önemli olduğunu hatırlattı.” Ustasına övgüler düzen Rusbridger, Evans’ın “kadim zamanların” gazetecisi olduğunu hatırlatıyor. Taşra muhabirliğinden gelip bir süre sonra Fleet Street’in büyük gazetelerinden birinin genel yayın yönetmeni olmak herkesin harcı değil. Evans’ın sloganı “önce haber, sonra haber”di. “Soğanı soymak, soğanı soymak” derdi hep. Mesleğe ve dünyaya kendi gözlükleriyle bakmazdı, sonsuz bir açlıkla ne olup bittiğini öğrenmeye, anlamaya ve aktarmaya çalışırdı. “Hiçbir şey yüzeyde göründüğü gibi değildir. Gazeteci habere ulaşmak için kazacak, kazacak, kazacak” da Evans’ın bir özdeyişi.
The Guardian’a verdiği bir söyleşide, gazeteciliği tanımlarken biraz da kızarak, “bu lanet olgular nedir, onları bulmak bizim işimiz” demişti. Bugünkü bilgi kirliliği, haber kaosu henüz yokken; gerçek nedir, yalan nedir sorusu henüz sorulmuyorken, Evans olgunun önem ve değerini çoktan kavramıştı.
Evans’ın gazeteciliğe önemli bir katkısı da henüz 1967’de “özel haber” bölümünü kurup çalıştırması. “Savunamayacağınız haberleri hiç yayınlamayın daha iyi.”
Okuduğunuz bu yazı için ortalama en fazla 15 dakikanızı verdiniz. Teşekkürler. Şeriat usûlü boşanmaya karşı çıkan kadın, kadın-erkek ayrı eğlenip evlenen Amerikalı Müslüman çiftler, ETA’dan nemalanan yazarın romanı, Beyaz Saray’da bir tüccar, öpüşen şen kovboylar, Sulzberger’in istifası ve Harold Evans’ın vefatı… Harry’ye hürmetler. RIP. Onun geliştirdiği gazetecilik olmasaydı bu konulardan belki hiç haberimiz olmayacaktı.