PENÇE-KILIÇ HAREKÂTININ HEDEFİNDEKİ ROJAVA’DAN GÖRGÜ TANIKLIĞI

Söyleşi: Bekir Avcı
11 Aralık 2022
Resimler: Mohammad İsmail
SATIRBAŞLARI

Şu anda Rojava’daki atmosfer, genel durum nasıl?

Sinan Cudi: Saldırıların başladığı 19 Kasım’dan beri var olan gerginlik biraz zayıflamış olsa da devam ediyor. Bazı kaygılar var. Diğerlerinden farklı olarak bu saldırılarla direkt alt yapı, insani yaşam ihtiyaçları hedeflendi. Malûm, kışa girdik. Mazot, elektrik gibi sorunlar var. Bu nedenle, halk “saldırının karşısında ne yaparız”dan ziyade “bunlar nasıl hallolacak” diye kaygılanıyordu. Ancak, bu kaygılar kısmen de olsa giderilmiş durumda. Saldırılar devam ederken ek tedbirler için çalışmalar başlatılmıştı çünkü. Bunun hızlı bir şekilde ilerlemesi önemliydi ve öyle de oldu.

Sinan Cudi

Her şeye karşın buradaki atmosferi “halkta kendine güven var” diye özetleyebilirim. Serêkaniyê ve Afrin gibi örneklerden sonra, bir daha bu acıları yaşamamak için tüm benlikleriyle, bir kitle şeklinde hareket ediyor insanlar. Ayrıca, saldırıların boşa düşürüldüğüne ilişkin bazı düşünce ve yorumlar var. Bunun bir nedeni, saldırılara karşı uzun zamandan beri sürdürülen hazırlıkların sonuç verdiği ve Türkiye devletinin amacına ulaşamadığı düşüncesi. İkincisi, Rojava’da halkların uluslararası siyasetteki etkisinin, diplomasi çalışmalarının bir nebze de olsa geçmişe oranla daha iyi olduğu inancı.

İnsanlar ne yapıyor, sokakta ne konuşuluyor? Siyasi hava nasıl?

Bu saldırının bir amacı da Özerk Yönetim’in etrafındaki çemberi daraltmak ve halk nezdinde itibarını sarsmak. Fakat sokaktan, farklı siyasete sahip parti, kurum ve kuruluşlardan, insanlardan şöyle sesler yükseliyor: “Eskiden sadece Suriye Demokratik Güçleri (SDG) hedef alınıyordu, şimdi görüyoruz ki halkın kendisi hedef alınıyor. Buna karşı ortak ses çıkarmalı ve tek vücut olarak hareket etmeliyiz.” O açıdan Özerk Yönetim’i yalnızlaştırma, yönetim kabiliyeti olmayan bir güç olarak lanse etme ve içeride kargaşa yaratmaya yönelik planlar boşa çıkarılmış durumda diyebilirim, en azından toplumdaki refleks bunu gösteriyor.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin açıklamalarında “saldırıların Kuzey ve Doğu Suriye’nin tüm kentlerine yayıldığı” vurgulanıyordu. Bu kentler ve bölgeler tam olarak nereler?

Türkiye saldırılarını özellikle Serêkaniyê, Girê Spî ve Afrin işgalinden sonra oluşan sınır hatlarındaki bölgelerin ötesine taşıdı. Afrin bölgesinde çete gruplarının kuzey ve doğudan kuşattıkları Şehba ilçesi, doğu-batı ekseninde bu civardaki kasaba ve köyler… Diğer bir hat, Cerablus ve Bab hattı, Eşme’den başlayıp Fırat’a kadar uzanan, oradan da güneye doğru inen Karakozak, yani IŞİD saldırmadan önce Süleyman Şah Türbesi’nin olduğu bölge. Girê Spî’nin batı bölgeleri, ki bu aynı zamanda Kobanê’nin doğu köyleri oluyor. Oradan da Ayn İsa ve Til Temir’e uzanan geniş bir hat…

Bu bölgelere zaman zaman saldırılar oluyordu. 19 Kasım’dan itibaren bunun ötesine taşındı, sınırdan Zergan, Amudê, Qamişlo, Dirbesîyê’yle başlayıp Dicle Nehri’nin kıyısına kadar yayılan saldırılar yapıldı. Sadece sınır hattıyla da sınırlı değil, Derik bölgesinden güneye doğru yaklaşık 40 kilometre derinliğinde, Irak’la sınır kapısı olan Til Koçer’e kadar ulaştı.

2019’da, ABD ve Rusya’yla varılan mutabakatta yer alan “30 kilometre derinlik” sınırının aşıldığı anlamına mı geliyor bu?

Evet. Son saldırıda bu da aşıldı. Yaklaşık 53 bin IŞİD’li ve ailesinin tutulduğu Hol Kampı sınırın 50-55 kilometre içinde, ama buraya da saldırı oldu. Girê Spî ile Serêkaniyê arasında sınırdan 70 kilometre içerideki Mekmen’e saldırı oldu. Mekmen aynı zamanda Haseki’yle Rakka arasındaki yol üzerinde. Böylesi geniş bir alana yayıldı saldırılar.

19 Kasım’dan bu yana geçen süreyi siz nasıl yaşadınız? Başlarken “saldırılara karşı uzun zamandır süren hazırlıkların sonuç verdiğini düşünüyor halk” dediniz. Nasıl bir hazırlıktan söz ediyorsunuz?

Eskiden IŞİD savaşı sürecinde, Rojava’nın bütünü, Derik’ten başlayıp –Silopi, yani Türkiye sınırı hemen karşımızdadır– tüm Mardin sınırı boyunca, Urfa’ya, hatta Antep’e, İskenderun’a kadar uzanan alan en güvenli bölgeler olarak görülüyordu. Burası büyük göç alan bir bölge, hem Suriye iç savaşından kaçıp sığınanların hem El Nusra ve benzeri çetelerin saldırıları sonucunda yerinden edilmiş köylülerin, özellikle Arapların göç ettirildiği bir bölgeydi. IŞİD savaşı sırasında muazzam bir göç vardı.

Ardından, Türkiye devletinin bu çetelerle birlikte başlattığı işgal girişimleri sonrasında Afrin’den, Serêkaniyê’den ve diğer bölgelerden, hatta Bab’dan, Cerablus’tan, Azez’den göç edenlerin olduğu bir mıntıka. Bu kadar yoğun göç almasına rağmen kendi içinde asayişi sağlayan, gündelik yaşamını çok mükemmel olmasa da kendine yetebilen düzeyde sürdüren bir bölge. Bu saldırılardan önce de, güneyden gelen çetelerin, kuzeyden, sınırdan geçen çetelerin ara ara saldırıları oldu. Türkiye sınırlarından Suriye’ye geçişlerin engellenemediği birçok belgeyle de ispatlanmıştı.

Altyapının en çok hedef alındığı bölge Cizre. Petrol kuyuları, elektrik santralleri, petrol dolum tesisleri o bölgede. Cizre aynı zamanda buğday merkezi Suriye’nin, en büyük buğday siloları orada. IŞİD saldırılarında bunların birçoğu zarar görmüştü. Kıt imkânlarla yeniden ayağa kaldırılmaya çalışıldı. Bu saldırılarda yine özellikle buraların hedef alınması dikkat çekici.

Yani, bu bölge on senelik süreçte kendisini çatışmalı duruma uyarlamıştı. Özellikle 2019’dan beri, Serêkaniyê, Girê Spî işgalinden sonra, bilhassa hava saldırılarına karşı güvenlik tedbirleri üst seviyelere çıkarıldı. Yerel belediye meclisleri, halk meclisleri, komün örgütlenmeleri, gençlik örgütlenmeleri, kadın örgütlenmeleri, şehit aile kurumları, siyasi partiler gibi çeşitli toplumsal örgütlenmeler Özerk Yönetim’in yaptığı planlama dahilinde bölgede güvenlik tedbirleri almak için çaba harcadı.

Geçtiğimiz ocak ayında, IŞİD’in Haseki’deki saldırısının ardından tedbirler daha da arttırıldı. Bahar sonunda, olağanüstü hal ilan edildi. O günden bu yana güvenlik tedbirleriyle normal yaşam iç içe yürüyor. Dolayısıyla, saldırılardan çok da etkilenmedi gündelik hayat. Eskiden çok daha fazla endişe ve panik havası olurdu. 2022’nin başından beri yürütülen çalışmalarla bu konuda muazzam bir güçlenme oldu.

Bütün kurumlar, aileler olası hava saldırılarına karşı kendilerini nasıl korumaları gerektiği üzerine eğitim aldı. Herkes evinin, binasının bodrumunu düzenledi. Dıştan gelebilecek sızmalara karşı önceden de var olan öz savunma birimleri, mahalle birimleri güçlendirildi. Komünler, halk meclisleri bu konuda daha sorumlu kılındı. Bu sayede 19 Kasım’ı 20 Kasım’a bağlayan gece başlayan saldırılarda güçlü bir dayanışma, birbirini sahiplenme yaşandı. Alınan tedbirler çok kayıp verilmemesini getirdi. Bu da bir özgüven kazandırdı.

Hol Kampı (solda), Erdoğan’ın BM toplantısında gösterdiği “güvenli bölge” haritası, 2019,  Siwêdiyê gaz istasyonu

Saldırı bölgelerinden göç var mı? Bir hareketlilik yaşanıyor mu?

Sınır hattına çok yakın, iki-üç kilometre derinliğindeki köylerdeki çocuk, kadın ve yaşlılar daha güneydeki köylere ya da kentlere gelip ilk iki-üç günden sonra tekrar köylerine döndüler.

Okulların kapandığını, eğitimin durduğunu duyduk. Saldırılardan çocuklar nasıl etkilendi?

Amûdê’den başlayıp Derik’e kadar uzanan sınır hattı boyunca yaklaşık 600 okul var. Qamişlo kantonundaki on kentte bin civarında okul bulunuyor. Saldırılar başlar başlamaz ilk alınan tedbir çocukların güvenli bölgelere çekilmesi yönündeydi. Bu bölgelerdeki okullarda eğitim durduruldu. Ama öğretmenler okullardan ayrılmış değil. Burada eğitim sistemi toplumsal duyarlılık üzerine kurulu. Savaş gibi durumlarda göç olursa, evsiz kalanlar olursa okullar aynı zamanda bir sığınak işlevi de görüyor halk için. Bu nedenle de okullar hedef haline getirildi. Serêkaniyê sürecinde gördük, buradaydık o zaman, 2019-2020 öğretim yılı döneminde sınır hattı boyunca tüm okullar kapatılmıştı. Şimdi öğrencilerin yüzde 25-30’u devam ediyor, aileler tehlikenin geçtiği konusunda rahatlamış değil.

Saldırılardan bölgenin altyapı sistemi, su, elektrik hizmetleri nasıl etkilendi?

Altyapının en çok hedef alındığı bölge Cizre. Petrol kuyuları, elektrik santralleri, petrol dolum tesisleri o bölgede. Uzun yıllar El Nusra da IŞİD de orayı ele geçirmeye çalıştı. Cizre aynı zamanda buğday merkezi Suriye’nin, en büyük buğday siloları orada. IŞİD saldırılarında bunların birçoğu zarar görmüştü. Kıt imkânlarla yeniden ayağa kaldırılmaya çalışıldı. Bu saldırılarda yine özellikle buraların hedef alınması dikkat çekici. Tam da tarlalar sürülmüştü. Burada buğday ve arpa ağırlıklı tarım yapılıyor; mercimek, ayçiçeği, pamuk, susam gibi ürünler yetiştiriliyor.

Halkın en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden biri gaz; bu birinci derecede hedef alındı. İkincisi, halka yakacak olarak mazot dağıtımı yapılıyor, bu dağıtım merkezi hedef alındı. Üçüncüsü, burada elektrik üretecek büyük barajlar olmadığı için üç-dört büyük merkezde gazdan elektrik üretiliyor. Bu üretim de zarar gördü. Saldırılardan sonra, günde en çok dört-beş saat elektrik alabildik.

2018-2019’dan beri şöyle de bir sıkıntı yaşanıyor: Burada petrol var, çıkarılabiliyor, ama ambargolar yüzünden ne işlenebiliyor ne satılabiliyor. Eksik teknoloji nedeniyle Rojava’da yeterli kapasitede rafineriler kurulamıyor. Hem yakacak olarak hem ulaşımda, taşımacılıkta, tarımda kullanımda benzin, mazot üretimi altyapısına sahip değil. En büyük gaz dolum tesisi Cizre bölgesinde. Birinci olarak hedef alınan yer de burası oldu. Eksik teknoloji nedeniyle dolum tesisi tam randımanlı çalışamadığı için dışarıdan, yani Kürdistan Özerk Bölgesi’nden alım vardı. Ama Güney Kürdistan’dan alınıp buraya getirilen örneğin bir tüp gazın maliyeti Özerk Yönetim için muazzam bir yük oluşturuyor. Sekiz-dokuz dolara alınıyor, burada halka iki buçuk dolara satılıyor.

Halkın en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden biri gaz; bu birinci derecede hedef alındı. İkincisi, halka kış öncesi yakacak olarak mazot dağıtımı yapılıyor, bu dağıtım merkezi hedef alındı. Üçüncüsü, burada elektrik üretecek büyük barajlar olmadığı için üç-dört büyük merkezde gazdan elektrik üretiliyor. Bu üretim de zarar gördü. Önceden günde on-on iki saat elektrik verilebiliyordu, saldırılardan sonra, günde en çok dört-beş saat ancak elektrik alabildik. Mahallelerde, günde yedi-sekiz saat elektrik üretme kapasitesinde büyük jeneratörler var. Onlara mazot temininde sıkıntı başladı. Bombardımanların hedef aldığı yerlerin çoğu gaz dolum tesisi, silolar ve altyapı tesisleri. Ürün biçme zamanında sınır hattındaki küçük silolarda önce ürün toplanıyor, buradan büyüklere naklediliyor. Küçük siloların zarar görmesi herkesin etkilenmesi demek. Çiftçiler kendi ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak duruma gelebilir.

Suya erişimde, su kaynaklarının kullanımında sorun yaşanıyor mu?

2013’ten beri su bu bölgede ciddi bir sıkıntı. Kaynağı Türkiye-Kuzey Kürdistan sınırında bulunan onlarca dere ve nehir eskiden buraya akardı. Xabûr örneğin, Serêkaniyê’den girişini yapıyor, Haseki’de bulunan iki-üç barajın temel su kaynağıydı. Hem tarım arazilerinin sulanmasında hem de içme suyu temininde önemli kaynak olan üç baraj var bu bölgede. Xabûr suyu kesildi. Qamişlo bölgesinde Çax Çax denilen bir dere var, onun suyu kesildi. Daha böyle birçok akarsuyun önü alındı, 2013’ten beri buraya su akışı durmuş durumda. Bunlar hem küçük barajlarda toplanıp tarım için kullanılıyordu, hem de içme suyu kaynağıydı.

Bunun üzerine, özellikle sınır hatlarında içme suyu kuyuları açılmaya başladı. Bunlardan en önemlisi Serêkaniyê hattında bulunan Alok, dört kuyudan oluşan bir yer. Serêkaniyê işgalinden sonra orası da çetelerin eline geçti. Coğrafi koşullar nedeniyle Dicle’nin suyu Rojava için kullanılabilir bir kaynak değil. Fırat kullanılıyordu. 2015’ten sonra, özellikle 2016’da Cerablus’un alınmasıyla Fırat’ın suyunun kullanım oranı da çok düştü.

Yaşananlar, Türkiye’nin IŞİD’lilerin tutulduğu Hol Kampı’na yönelik özel bir planı olduğunu, 50 bini aşkın IŞİD’li ailenin serbest bırakılarak Özerk Yönetim alanlarının istikrarsızlaştırılmasının, Kürtlerle Araplar arasında ciddi bir çatışma potansiyeli oluşturmanın amaçlandığını düşündürüyor.

Fırat üzerinde iki büyük baraj var, Tişrin ve Tabka. Bu iki baraj Rojava’nın ve Halep bölgesinin temel elektrik ihtiyacını karşılayan, bölgedeki tarımın büyük ölçüde yükünü sırtlayan barajlardı. Yüzlerce kilometre uzanan muazzam sulama kanalları Abdül Aziz’e kadar geliyor, tarım için elverişli alanlar oluşturuyordu. Bunların hepsi engellendi.

Dolayısıyla, son birkaç yıldır hem elektrik üretiminde hem tarım sulamasında çok ciddi sıkıntı var. Ama en önemlisi içme suyu teminindeki sıkıntı. Rojava genelinde, evlerde musluktan içme suyu karşılanamıyor. Suyu içilebilir hale getirmek için tesisler var, fakat bunlar tam randımanlı çalışamıyor. Bazı bölgelere iki-üç günde bir su verilebiliyor, bazı yerlerde günde bir saat su veriliyor, tankerlerle su taşınıyor. Su sıkıntısından en çok mağdur olanların başında okullar geliyor. Köy okullarına su ulaştırmak zor. Mesela Haseki yaklaşık iki buçuk milyon kişinin yaşadığı bir bölge, orada kuyu da yok. İçme suyu için kazılan kuyulardan tuzlu ve kükürtlü yeraltı suyu çıkıyor.

Kolera salgını haberleri geldi…

Suyla bağlantılı kanalizasyon problemi de var. Kentlerde nüfusun yoğunlaşması altyapı yetersizliğine neden oluyor. Normalde 150-200 bin nüfuslu bir kent olan Qamişlo’da şu anda, günü birlik gelip geçenler dışında, 750-800 bin kişi yaşıyor. Çaxçax Nehri Qamişlo’nun ortasından geçiyor, kuzeyden gelen kanalizasyon suları da buraya karışıyor. Yeterli su olmadığı için, nehrin etrafında tarım yapanlar suyu buradan alıyor. Bu ciddi bir sorun. Fırat nehrinin Rakka’dan daha güneye doğru olan bölgelerinde de durum böyle. O bölge sebze, meyve yetiştiriciliğinin temel merkezlerinden. Kanalizasyonun karıştığı sular tarımda kullanılabiliyor. Suyun yetersiz olması koleraya ve başka birçok hastalığa yol açabiliyor.

Özerk Yönetim’e hep şöyle bir telkin var: “Türkiye’yle, KDP’yle aranızı iyi tutun, rejime mesafeli olun.” Bu saldırılar için 2023’te Özerk Yönetim’e yapılacak müdahalelerin, diplomatik, siyasi ve ekonomik alanda girişilecek daraltmaların hazırlığı diyebiliriz. Yani bir sopa gösterildi ve bu sopa Türkiye devleti aracılığıyla gösterildi.

Bu konuda doğru düzgün araştırma yapabilme imkânlarına bile sahip değiliz. Dünya Sağlık Örgütü’nün ya da buradaki yardım kuruluşlarının, BM’ye bağlı kurumların da bu konuda araştırmaları, iyileştirme çabaları yok. Suriye devleti de uluslararası kurum ve kuruluşları harekete geçirme konusunda çok isteksiz. Atacağı her adımın Özerk Yönetim’e destek vermek anlamına geleceği düşüncesiyle kendisini geri pozisyonda tutuyor.

Rojava biraz da Kobanê ile özdeşleşti. Kobanê’de şu anda genel ruh hali, toplumsal atmosfer nasıl?

Saldırıların ilk iki günü oradaydım. Halkın tutumu ve saldırılara karşı alınan tedbirlerin güçlü olması bu bölgede kayıp verilmemesini sağladı. Tüm kent, Özerk Yönetim kurumları açık, çarşı çalışır haldeydi. Kısmi bir tedirginlik olmakla birlikte, kendinden emin bir ruh hali vardı. Cizre bölgesinde olduğu gibi, orada da sınıra çok yakın yerlerde yaşayanlar biraz daha güneye çekildiler. Hatta kentte yaşayanların bir kısmı bu durumu neredeyse fırsata çevirerek “köye gidip toprağımızla ilgilenelim” dediler. Saldırı sırasında bile kuyu kazanlar, traktörle tarlasını biçenler vardı. Sürekli savaşın içinde yaşamış, savaşın içinde pişmiş bir toplumsal yapının gücüyle, kendisine güveniyle davranıyor insanlar. 2014’teki IŞİD saldırısından beri Kobanê hep saldırı tehdidi altında.

Haseki yakınında IŞİD’lilerin tutulduğu Hol Kampı da son saldırıların hedefi oldu, değil mi?

Saldırının üçüncü gününde, akşam saatlerinde Hol Kampı’nın güvenliğini tutan asayiş noktasına yönelik bir hava saldırısı düzenlendi ve kamp güvenliğini sağlayan sekiz savaşçı yaşamını yitirdi. Öncesinde de savaş uçaklarının keşif hareketliliği gözlenmişti. Bu senenin başında, IŞİD’in Haseki’deki cezaevine yönelik düzenlediği saldırı ve akabinde geliştirmek istediği planda Hol Kampı da önemli bir rol oynuyordu. O saldırı olduğunda buradaki güvenlik güçleri teyakkuz halindeydi. Kampın etrafında olası bir kaçış ya da isyan durumuna karşı birinci, ikinci, üçüncü güvenlik hatları oluşturulmuştu. O zaman bazı gazeteci arkadaşlarımız içerden de haber yaptı, IŞİD’li ailelerle görüştü.

Dört ay kadar önce, kamp içindeki örgütlenmelere müdahale edildi, silah cephane ele geçirildi. Tutuklanan IŞİD’lilerin, cezaevi saldırısında ele geçirilenlerin ifadelerinden de Hol Kampı’nın IŞİD için önemli bir merkez olarak görüldüğü anlaşılıyor. İki yıl kadar önce şöyle bir haber çıkmıştı: MİT’in Hol Kampı’na bir operasyon yaparak Moldovyalı bir aileyi kamptan aldığı söyleniyordu. Türkiye SDG güçlerinin güvenliğini sağladığı bir kampa girip bir aileyi oradan kaçırmayı nasıl başarılı bir operasyon olarak meşru gösterebiliyor?

Esad’ın Türkiye’yle birlikte görünmesi zaman alır. Fakat Türkiye’yle bazı noktalarda ortaklaşıldığına dair bulgular var. Haseki saldırısında Türkiye ve Suriye istihbaratlarının ortaklaştığı bilgileri geldi. GSM operatörlerinin yer tespitinde  kullanılması, güvenlik güçlerinin koordinatları gibi konularda işbirliği yapıldığı şüphesi var.

Yaşananlar, Türkiye’nin Hol Kampı’na yönelik özel bir planı olduğunu, 50 bini aşkın IŞİD’li ailenin serbest bırakılarak Özerk Yönetim alanlarının istikrarsızlaştırılmasının, çatışmaların çıkmasının, akabinde Kürtlerle Araplar arasında ciddi bir çatışma potansiyeli oluşturmanın amaçlandığını düşündürüyor. Bu açıdan bu bölgede ciddi bir risk var. Bugün Hol Kampı kaynayan bir kazan durumunda. BM yetkilileri, Koalisyon yetkilileri defalarca her ülkenin buradaki kendi vatandaşlarını alması çağrısında bulunsa da bu konuda atılmış somut bir adım yok. Bu kamp bölge açısından büyük bir risk, Türkiye bunu daha da büyütmeye çalışıyor gibi görünüyor.

ABD ve Rusya onay vermese bu hava saldırıları yapılamazdı herhalde. Türkiye bu izni nasıl aldı?

2014’ten beri buradaki süreci yakından bilen, yaşayan biri olarak söyleyebilirim ki, ABD ve Rusya’nın izni olmaksızın Afrin’den Derik’e, bu bölgede herhangi bir hava aracının uçması mümkün değil. Hava sahası Koalisyon güçleri ve Rusya’nın denetiminde, bu çok net. İlk başta ABD’nin denetimindeydi, 2015’ten sonra Rusya’nın devreye girmesiyle onun da denetimine girdi. Doğal olarak izin de onlardan alındı.

Bunun alınmasındaki arka plana gelince, tam olarak bilmesek de bazı iddialar dillendiriliyor. Örneğin, Türkiye’ye 72 saatle bir hafta arasında hava sahasının açıldığı söyleniyor. Bunun tartışma konusu olacağı ortaya çıkınca Türkiye tarafı, “Bu hava saldırılarını sınırı geçmeden, sınırdan güdümlü füzelerle yapıyoruz” gibi gerçek olmayan bir gerekçeye sığındı. Ama Mekmen ve Haseki’nin bazı bölgelerindeki saldırılar bunun böyle olmadığını ortaya koyuyor. 45-50 kilometre, hatta 70 kilometre derinlikten bahsediyoruz. Bir hava aracı 70 kilometre uzaktan güdümlü bir füzeyle bir yeri vurabilir mi? Bildiğim kadarıyla bunu yapması mümkün değil.

Nasıl pazarlıklar döndü sizce?

Özerk Yönetim’e hep şöyle bir telkin var: “Türkiye’yle, KDP’yle aranızı iyi tutun, rejime mesafeli olun.” Bu saldırıların Türkiye siyasetiyle bağlantılı yanları var, ama daha çok 2023 içinde Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne dönük yapılacak müdahalelerin, diplomatik, siyasi ve ekonomik alanda girişilecek daraltmaların hazırlığı diyebiliriz. Yani bir sopa gösterildi ve bu sopa Türkiye devleti aracılığıyla gösterildi.

Bir diğer boyut da uluslararası siyaset. Dengeler siyaseti var. İran bu bölgede özellikle Türkiye devletinin saldırılarına karşı radikal bir tutum almıştı bu yılın başlarında. Ama hem Rusya-İsrail arasındaki ilişki ve irtibatın artması, bu anlamıyla Suriye’de İran noktalarının vurulması, hem de son üç aydır İran’da devam eden devrim dalgasının etkisi ve Irak’taki siyasi hamleler ister istemez Suriye’de İran’ın elini zayıflattı. Bu anlamıyla bir direnç noktası da kırılmış oldu Türkiye açısından.

Esad’ın etkisi ve rolü nedir?

Esad’ın Türkiye’yle birlikte görünmesi biraz daha zaman alır diye düşünüyorum. Fakat Türkiye’yle bazı noktalarda ortaklaşıldığına dair kimi bulgular var. Yine sene başındaki Haseki saldırısına dikkat çekeceğim. O saldırıda Türkiye istihbaratıyla Suriye istihbaratının ortaklaştığı bilgileri geldi bize. Yer tespitleri, GSM operatörlerinin yer tespitinde ortak kullanılması, güvenlik güçlerinin koordinatları gibi konularda işbirliği yapıldığı şüphesi var. Yine rejim bölgelerinden bu bölgeyi istikrarsızlaştırmak amacıyla düzensiz, günübirlik göç dalgaları oluyor.

Toplumsal yaşamı etkileyecek şeyler bunlar, hırsızlık vakalarının artmasından tutalım da güvenlik güçlerinin zayıf olduğunu hissettirebilecek eylemlere kadar. Ayrıca ambargonun devam etmesine yönelik de ortak bir çalışma olduğu izlenimi var. Özellik Minbiç hattında ne zaman Türkiye devleti saldırılarını artırsa aynı dönemlerde Şehba bölgesine –ki bir ada gibidir– temel insani ihtiyaçların ulaştırılması noktasında engeller yaratıyor rejim güçleri. Bu anlamıyla Türkiye ve Esad’ın özellikle Kuzey ve Doğu Suriye’nin zayıflatılıp etkisizleştirilmesi için ortak bazı stratejiler yürüttüğünü söyleyebilirim. Ama dediğim gibi, Esad’ın Türkiye’yle görünmek için henüz zamana ihtiyaç var.

Esad’ın Erdoğan’la görüşmeyi reddettiği basına yansıdı…

5 Aralık’ta Qamişlo’daki Eğitim ve Öğretim Komitesi binası önünde bir patlama oldu. Mayınlı bir araç patlatıldı. Büyük bir katliam planıydı aslında. Askeri saldırılardan buraya kayış var. Bu aslında saldırılardaki ortaklığı gösteriyor bana kalırsa. Türkiye’nin askeri olarak sıkıştırmasına rejim de böyle bir destek veriyor. Evet, belki Esad “Erdoğan’la görüşmem” diyor, ama politikalarında ortaklık olduğunu görmek gerekiyor.

Erdoğan operasyon başladıktan sonra kara harekâtı için işaret verdi, ama bu gerçekleşmedi. ABD ve AB ülkelerinin ilk günlerdeki sessizliğinin yerini de itirazlar aldı. Ne değişti, nasıl hesaplar girdi devreye?

Kürtler ve onlarla birlikte hareket eden diğer halklar ve azınlıklar hem bölgesel hem uluslararası birer aktör. IŞİD’e karşı mücadelenin ortaya koyduğu “insanlık adına savaşma”dan gelen güçlerini siyasi, diplomatik alanda kullanabiliyorlar. Bu anlamıyla birçok ülkede kısmi bir diplomasi başarısı var. İkincisi de, derler ya, “mızrak çuvala sığmıyor”, statüsüzlük de artık çuvala sığmaz düzeyde. Bu toplumsal vicdan uluslararası alanda bir etkinlik geliştirme çabasına da döndü. Özellikle toplumların, halkların desteğinin artması bu anlamıyla söz konusu. Bu ister istemez ülke siyasetlerini de etkiliyor. Bunu Serêkaniyê-Girê Spî savaşı sürecinde de gördük. Şahsen de hep böyle değerlendirdim bunu. ABD ve Rusya ateşkes için araya girdiğinde Kürtlerin bu bölgedeki uğradığı zararları gidermek için araya girmiyorlar. Aslında NATO’nun ikinci büyük ordusunun IŞİD’le mücadelede büyük başarı elde etmiş bir bölgede düzenlediği saldırıların sistemsel olarak onları zan altında bırakacağı gerçeğinden hareket ederek bunu engelleme ihtiyacı duyuyorlar.

Aynı şey yine geçerli. Şu anda Kobanê birinci derece risk altındaki bölgelerden. Kobanê, Uluslararası Koalisyon’un kendisine bir başarı payesi olarak yazdığı, IŞİD’den kurtarılan yer. O gün birlikte savaştığın, mücadele ettiğin, IŞİD’i birlikte yendiğin kişileri “terörist” olarak adlandırıp, senin Koalisyon’una üye olan bir ülke tarafından saldırıya uğramasının izahını yapamazsın. Bu anlamıyla toplumlar bunu daha fazla öne çıkardı.

 Bu durum bence 2023’e hazırlık. Sınırlı bir izin çıktı, çünkü herhangi bir uluslararası, bölgesel, hegemon gücün ne Suriye, ne Ortadoğu için savaş dışı politikası var. Özerk Yönetim bu anlamıyla tüm planları bozabilecek potansiyele sahip. Onun bu potansiyelini kendi çizgisine çekip, kendi çıkarları çerçevesinde kullanabilme arayışında hegemon güçler.

2023’te, yavaş yavaş artacağını beklediğim saldırılarla beraber bir daraltma siyaseti gelecektir, “Türkiye’yle uzlaşın” denecektir. Ama özellikle Özerk Yönetim’in içini boşaltma, ideolojik ve felsefi anlamda özünü yok etme çabası var.

Rojava’da gündelik hayat…

Bunu nerelerde görüyorsunuz?

Örneğin, burada Koalisyon ve diğer ülkeler, “modernizasyon yapacağız, yönetiminize destek sunacağız, altyapınızı geliştireceğiz” diyerek, bazı müdahalelerde bulunmaya çalışıyorlar. Burada kendi kendine yeten kapalı bir piyasa ekonomisi var. Uluslararası güçlerin çok fazla müdahil olduğu bir alan değil. Bunun zemini ve imkânı da çok yok belki, ambargolar var, uluslararası hukukta bir aktör olmadığın için engeller var vs. Ne yapmak lâzım, merkezi hükümetin bütçesini çoğaltmak lâzım. Bunun için mesela geçen sene bahsettiğim güçlerin danışmanlığında bir karar alındı. Bu karar soruşturmalık oldu, sorumlulara soruşturma açıldı.

Nasıl bir karardı o?

Mazot fiyatlarının yüzde 300 civarında, gazın yüzde 300-400 civarında artırılmasını öngören bir karardı. Bu yönlü müdahaleleri oluyor. Halkın kendi kendisini yönetebilmesini sağlayan ya da sağlayacak olan sistemi değiştirmeye yönelik müdahaleler bunlar. Örneğin, bazı yardım kuruluşları gelip çalıştaylar düzenliyorlar, “Biz meclisler oluşturalım, sizi demokratikleştirelim” diyorlar. “Ne gerek var ki eş başkanlığa, ek bir bürokrasi, daha merkezi bir yönetim anlayışı olabilir. Bu halk yeterli yönetme gücüne sahip değil, bu niteliği yok, o yüzden bu halk meclislerine bu kadar yetki vermek iyi değil” gibi tartışmalar yürütüyorlar.

Buradaki yönetim organları bunun farkında, buna karşı önleyici tedbirler de almaya çalışıyorlar. Zaten asıl sıkıntı bu bana kalırsa. Mesele basitçe bir toprak parçası üzerinde etkinlik kurma, federatif bir yönetim oluşturma meselesi değil. “Üçüncü çizgi” denen demokratik konfederal sistemin boşa düşürülmesi çabası ve yaklaşımı var. Bu saldırıların zaman zaman artırılıp, tırmandırılmasının da böyle bir arka planı olduğu düşüncesindeyim.

Son saldırılar Rojava’da kalıcı bir değişikliğe sebep olur mu? Oradaki yapıya ne kadar zarar verir?

Bu konuda ısrar edecekleri net. Ama geçen on seneki tecrübeye bakarak rahatlıkla diyebilirim ki, hedeflediklerine ulaşamayacaklar. Çünkü buradaki mevcut sisteme yönelik netleşme her geçen gün biraz daha artıyor. Yani, demokratik konfederal sistem nedir, demokratik ulus nedir, katılımcı radikal demokrasi nasıl kurulmalı, yerelden yönetim nedir, belediye meclislerinin oluşturulup demokratikleştirilmesi ne demektir, bu sistemin ekonomisi nasıl olmalı, hukuku, sosyal yaşamı, yönetim anlayışı nasıl olmalı gibi temel sorular ve konularda her geçen gün biraz daha netleşme sağlanıyor. Merkezi olmayan bir hükümet tarafından yönetilmenin nasıl bir özgürlük ve demokrasi yarattığını herkes görüyor.

Herkes için, her kesim için böyle mi? Örneğin Araplar için…

Bütün bileşenler açısından bunu söylüyorum. Özellikle Araplar bu konuda çok daha fazla istekli. Çünkü bugüne kadar merkezi, despotik yönetimin acısını çeken bir halktı. Çok fazla öne çıkmayan, yönetici pozisyonuna gelemeyen, kendi kendini yönetemeyen bir halktan söz ediyoruz. Ama bugün farklı…

Erdoğan’ BM’de haritayı çıkarıp gösterdi dünya âleme: “Afrin’den Hakkâri’ye kadar  bu bölgeyi Kürtsüzleştirmek istiyoruz”u farklı bir üslûpla söyledi. Ama Afrin ve Serêkaniyê’nin nasıl bir acı yarattığını bilen halk bir Afrin, bir Serêkaniyê yaşanmaması için her türlü direnişi sergileyecektir.

Aslında bu saldırılar, bu sıkıştırmalar su veriyor çeliğe. Rojava kendi kendisini oturtuyor. Saldırı altında olması kendine güvenini daha da geliştiriyor. İlk senesi itibarıyla “beş-altı ay yaşayamayacak” denen bir sistem on senesini geride bıraktı. Güçleniyor, yayılıyor. Ancak, bu saldırılar elbette etkili olacaktır, mesela savunma bütçesine ayrılan paranın diğer alanlara kaymasını engelleyecek, bu da eğitimin, sağlığın geliştirilmesine ket vuracaktır. Ama tümüyle ana hedeflerin önünü almayacak, sadece zamana yayılmasına neden olacaktır.

Sizce Afrin gibi örnekleri görür müyüz önümüzdeki günlerde?

Afrin gibi bir durum olur mu olmaz mı, bunu saldırıların boyutu gösterecek. Erdoğan’ın BM konuşması ortada. Haritayı çıkarıp gösterdi dünya âleme: “Biz Afrin’den Hakkâri’ye kadar bir alan oluşturup bu bölgeyi Kürtsüzleştirmek istiyoruz”u farklı bir üslupla söyledi. Ama Afrin ve Serêkaniyê’nin bu bölgede nasıl bir acı yarattığını bilen bir halkla karşı karşıya. O yüzden bir Afrin yaşanmaması için, yeniden bir Serêkaniyê yaşanmaması için gereken her türlü direniş sergilenecektir. Bunu sokakta, sohbetlerimizde, ilişkiye geçtiğimiz siyasi organizasyonlarda, halkın içinde görüyor, duyuyor, hissediyoruz.

Son söz?

Bir gazeteci olarak, bir insan olarak, bir Kürt olarak, bir oğul olarak, bir kardeş olarak burada bireysel yaşamımın en muazzam yıllarını yaşıyorum. Burada yaşanabilir bir sistem var. Biz de belki bilmiyorduk, burada yaşadık, gördük, hissettik. Halkı görüyorum, acı çekenleri görüyorum ve direnişi görüyorum. Buna sahip çıkılması gerekiyor. Rojava dünya tarihini belirleyen devrimlerin bıraktığı izleri bırakacak potansiyele sahip, belki de daha fazlasını. Bunu günbegün ispatlıyor da. Bu onurlu duruşa sahip çıkılmalı. Hiç olmuyorsa da karşıt propagandaları dinlemeden önce bir de Rojava dinlenmeli, duyulmalı.

^