Erkek egemen zihniyetin ezeli düşmanı trans kimliği son zamanlarda feminizm tartışmalarının da odak noktası: TERF (Trans Dışlayıcı Radikal Feminist) tutum nedir, bu tutum neye hizmet eder, trans feminizm ne yapmalı? Transfeminist Metinler Ağı’ndan Özge G.’nin gözünden TERF ve trans feminizm “tartışmasına” kuş bakışı…
Türkiye dahil tüm dünyada translar yaşam, barınma, sağlık, hukuk gibi birçok alanda hak kaybı yaşıyor:
Yasal belgelerde isim ve cinsiyet hanesi değişimi zorlu bir süreci kapsıyor; iki senelik psikoterapi ve zorunlu kısırlaştırma gibi insan haklarına aykırı şartlar koşuluyor. Bu durum transların iş bulmaktan gündelik hayatın pek çok ayrıntısına, devlet kurumları ve polisle karşılaşmalarından sağlık hizmetlerine erişimlerine ciddi zorlukları ve ayrımcılığı beraberinde getiriyor. LGBTİ+’lara karşı nefret suçları dünya genelinde çok yaygınken, Türkiye nefret cinayetlerinde Avrupa birincisi. Dünya çapında son 11 yılda 3.314 trans nefret cinayetleri sonucu öldürüldü. ABD ve Brezilya en tehlikeli ülkeler. Öldürülen trans kadınların çoğu seks işçisi ve göçmen. (Ülkelere göre yasal durum ve rakamlar için tıklayın.)
Transların eşitlik, hayatta kalma ve hak mücadelesi yükselerek devam ederken son yıllarda Trans Dışlayıcı Radikal Feministler (TERF), yani transları feminist hareketten tamamen dışlayan kadın grupları hummalı bir çalışma başlattı. Twitter, Reddit ve internet forumlarında dolaşıma sokulan trans dışlayıcı fikirler muhafazakâr partiler ve anaakım medya eliyle geniş kesimlere ulaştı. Kendilerine gender critical / “cinsiyet eleştirel” veya radfem adı verseler de bu grupları anti-trans olarak nitelemenin önemli olduğunu düşünüyoruz.
Reddit’in geçtiğimiz günlerde kapattığı ırkçı ve şiddete teşvik eden forumlar arasında gender critical ve radfem forumları da bulunuyor. Twitter ise İrlandalı ünlü sitcom yazarı Graham Linehan’in hesabını, translara karşı sistematik nefret söylemi ürettiği için kapatmıştı.
Natalie Wynn, nam-ı diğer ContraPoints’in Türkçe altyazılı “Gender Critical” videosunda dediği gibi, “cinsiyet eleştirel” grupların “endişelerinin” ortak noktası, trans kadınları kadın olarak kabul etmemeleri ve kendileriyle eşit haklara sahip insanlar olarak görmemeleri. Aynı şekilde, trans çocukların üstün yararı, trans erkeklerin cinsiyet kimlikleri ve non-binary’ler de tamamen görmezden geliniyor. [Non-binary (nan-baynıri/na-baynıri) cinsiyet kimliği, salt kadın ya da salt erkek olarak tanımlanamayacak, kimisine göre ikisinin arasında, kimisine göreyse ikisinin de dışında bir cinsiyet kimliğini deneyimleyen insanları tariflemek için kullanılan terimlerden yalnızca biri.]
Trans dışlayıcı fikirler son zamanlarda özellikle Britanya, ABD ve Türkiye’de dolaşıma giriyor. Türkiye nefret cinayetlerinde Avrupa birincisi. Dünya çapında son 11 yılda tam 3.314 trans nefret cinayetleri sonucu öldürüldü.
TERF çarpıtmaları
Trans dışlayıcı fikirlerin son zamanlarda özellikle Birleşik Krallık, ABD ve Türkiye’de dolaşıma girdiğini görüyoruz. İngiltere’de Muhafazakâr Parti hükümeti, iki sene önce halk oyuyla desteklenen Cinsiyetin Tanınması Yasası (Gender Recognition Act 2004) Reformu’nun yürürlüğe girmemesi için ayak diriyor. Hükümetin reformu yürürlüğe koymayıp LGBTİ+ hareketin “gönlünü kazanmak” için onarım terapisini yasaklayacağı basına yansıdı.
Transların doğum belgelerini değiştirme sürecini ve sonrasını, yani hayatlarını kolaylaştırmaya yönelik bu reform anti-trans gruplar tarafından gerçekdışı ve komplo teorileriyle bezenerek düşmanlaştırıcı bir şekilde yansıtıldı: NHS’nin (Ulusal Sağlık Hizmetleri) hormon tedavisi yaşını düşüreceği, 2010 Eşitlik Yasası ile korunan kadın-erkek olarak ayrılmış tuvalet, soyunma odaları gibi alanlarda bu ayrımın kalkacağı, erkeklerin kadın alanlarını suistimal edebileceği gibi senaryolar özellikle internet üzerinden bilinçli olarak yayıldı.
Tuvalet ve soyunma odaları girişinde kimlik kontrolü ya da cinsiyet teftişi yapılmazken, translar/non-binary’ler bugüne kadar ait oldukları cinsiyete uygun tuvaletleri kullanırken bu iddiaların dillendirilmesi, trans hak örgütü Mermaids UK’in J.K. Rowling’e yanıtında dediği gibi “samimiyetsiz ve kötü kokuyor”.
2019’da, trans kimlikler Dünya Sağlık Örgütü’nün uluslararası hastalık sınıflandırmasındaki Zihinsel ve Davranışsal Bozukluklar bölümünden çıkarıldı. Cinsiyetin Tanınması Yasası Reformu da buna uyumlu olarak, trans ve non-binary’lerin kimlik belgesi değişimi için “cinsiyet disforisi” tanısı ve tıbbi heyet raporu zorunluluğunu kaldırdı.
Temel bir insan hakları kazanımı olan bu durum, anti-trans gruplar tarafından erkeklerin kimliklerini “kolayca” değiştirerek kadın alanlarına gireceği şeklinde yansıtıldı. Halihazırda, İrlanda, Malta, Norveç, Portekiz, Arjantin, İzlanda ve Belçika’da bu yasa yıllardır uygulanıyor. İrlanda örneğinde olduğu gibi, gerçek dışı beyanlarda bulunanlara yüksek hapis cezaları öngörülüyor, sayılan ülkelerin hiçbirinde bunu gerektirecek bir olay yaşanmadı. En önemlisi, erkeklerin kadınlara şiddet uygulamak için bu tür senaryolara ihtiyaçları yok. Şiddete maruz bırakılan trans kadınlar dahil tüm kadınların hak talebini fail üzerinden tanımlamak, en açık tabiriyle kadın düşmanı bir söylem. (Öz belirlenim hakkı konusunda kısa ve açıklayıcı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.)
Anti-trans gruplarca yayılan bu korku senaryolarına karşın kamuoyunun transları desteklediği görülüyor: Geçtiğimiz günlerde Britanya’da yapılan bir anket de na-trans kadınların yüzde 57’sinin transların “öz belirlenim hakkını” savunduğunu, yüzde 23’lük kesimin ise bu konuda fikri olmadığını (öğrenmeye açık – trans bihaber olarak yorumlanabilir) ortaya koydu.
Cinsiyetin Tanınması Yasası kadın-erkek ayrılmış alanlarla ilgili değilken tüm tuvaletlerin unisex (cinsiyet belirtmeyen) olacağı sosyal medyada bilinçli olarak yayıldı. Tam tersine, yapılan, Britanya’da cinsiyete göre ayrılmış alanlar 2010 Eşitlik Yasası ile korunuyorken, trans ve non-binary’lerin tuvaletlerde yaşadığı tacizi önlemek için cinsiyetsiz tuvaletlerin de yaygınlaşmasıydı. İlkokullarda uygulanması planlanan “unisex” tuvaletler ise kız-erkek olarak ayrı, ancak ortak lavabo alanına açılan şekilde tasarlanmıştı. Ayrıca okullarda bunlara ek olarak cinsiyetsiz tuvaletler de bulunuyordu. İskoçya’da birkaç yıl önce uygulamaya giren bu model sayesinde tuvaletlerdeki zorbalık, sigara içme ve vandalizm azalmıştı. Ayrımcılığa uğrayacağı korkusuyla tüm gün okulda ve dışarıda tuvalete gidemeyen, bu nedenle su içmeyen birçok trans çocuk ve ergen bu iki sistem sayesinde rahata kavuştu.
Kadın-erkek olarak ayrılan alanlar konusunda Trump yönetimi de benzer bir hak ihlâli politikası yürüttü. ABD’de birçok kişinin ikili cinsiyete göre belirlenmiş tuvaletlerde sorun yaşamasının, tacize uğramasının ardından Obama yönetimi tavsiye niteliği taşıyan bir yönerge çıkarmıştı. Yasal bağlayıcılığı olmayan, ancak kamu okullarına tavsiye niteliği taşıyan yönerge, Donald Trump tarafından iptal edildi. Bundan cesaret alan birçok eyaletteki Cumhuriyetçi Parti ve bağnaz Hıristiyan gruplar tuvaletlerin kimlikteki cinsiyete göre kullanılmasını öngören Tuvalet Tasarısı’nı eyalet senatolarından geçirmek istedi, ancak başarısız oldu.
Kocaeli’den Mersin’e, İzmir’den Diyarbakır’a LGBTİ+’lar örgütlü. Üniversite kulüplerinden “Dudakların Cengi”ne, “Queer Olympix”ten 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Haftası etkinliklerine ve sosyal medyadaki artan görünürlüğe, bir araya gelinen çokça zemin var.
Britanya’da trans dışlayıcı söylemler BBC, The Guardian, The Economist gibi mecralarda yer buldu. Bu haberlerin hiçbirini trans gazeteciler yazmadı ve haberler çok yönlü olarak ele alınmadı. Ülkede son beş yılda trans nefret suçlarında büyük bir artış gözlendi. 2018-2019’da, 2016-2017’ye oranla yüzde 81 artış (toplam 1.944 kişi nefret suçuna maruz kaldı) görüldü. Bu çarpıcı oran, izleme ve raporlama faaliyetlerinin geliştirilmesi nedeniyle olabilir. Ancak, translar ve LGBTİ+ örgütleri, toplumun bölünmesinin yanısıra, gazeteler, sosyal medya ve sokaklardaki transfobinin ana etken olduğunu vurguluyor. Bu da, transların karşılaştıkları zorlukların ne kadar hayati olduğunu, trans müttefiki olmanın ise her zamankinden elzem olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Britanya’da anti-trans söylem yükseldi, nefret suçları yüzde 81 arttı
Britanya’da trans dışlayıcı söylemler BBC, The Guardian, The Economist gibi mecralarda yer buldu. Bu haberlerin hiçbirini trans gazeteciler yazmadı ve haberler çok yönlü olarak ele alınmadı. Ülkede son beş yılda trans nefret suçlarında büyük bir artış gözlendi. 2018-2019’da, 2016-2017’ye oranla yüzde 81 artış (toplam 1.944 kişi nefret suçuna maruz kaldı) görüldü. Bu çarpıcı oran, izleme ve raporlama faaliyetlerinin geliştirilmesi nedeniyle olabilir. Ancak, translar ve LGBTİ+ örgütleri, toplumun bölünmesinin yanısıra, gazeteler, sosyal medya ve sokaklardaki transfobinin ana etken olduğunu vurguluyor. Bu da, transların karşılaştıkları zorlukların ne kadar hayati olduğunu, trans müttefiki olmanın ise her zamankinden elzem olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Trans hareketi güçleniyor
LGBTİ+ ve insan hakları mücadelelerinin tüm dünyada bu saldırılara karşı güçlü ses çıkardığını, kazanımlar elde ettiğini ve hakların kolay geri alınamayacağını biliyoruz:
İstanbul’da 2015’ten bu yana engellenen LGBTİ+ Onur Yürüyüşü polis saldırısına karşı her sokakta, evde ve bulunulan yerde basın açıklaması yapılarak düzenleniyor: Dağılıyoruz! Kocaeli’den Mersin’e, İzmir’den Diyarbakır’a, LGBTİ+’lar örgütlü. Üniversite kulüplerinden Dudakların Cengi’ne, Queer Olympix’ten 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Haftası etkinliklerine ve sosyal medyadaki artan görünürlüğe, bir araya gelinen çokça zemin var.
Trans dışlayıcı hareketin küçük, ama sesinin gür olduğu İngiltere’deki ilk Londra Trans Onur Yürüyüşü 14 Eylül 2019’da binlerce kişiyle gerçekleşti. Bir önceki yıl Londra’daki geleneksel Onur Yürüyüşü’nü bloke etmeye çalışan on kişilik anti-trans lezbiyenlere karşı, ertesi yıl 1,5 milyon kişi Onur Yürüyüşünde “L with T – Tartışmaya Kapalı” ana pankartı arkasında yürüdü. Trans bayraklarının yanısıra “Trans haklarını bağnazlara danışmayı bırakın!”, “Trans çocukları destekleyin”, “Trans hayatları koruyun” pankartları taşındı.
Yürüyüşe şirketlerin katılımını protesto ederek en arkada yürümek isteyen LGBTİ+ aktivistler ise polis barikatıyla durduruldu. Lesbians and Gays Support the Migrants (Lezbiyenler ve Geyler Göçmenleri Destekliyor), Outside Project ve African Rainbow Family’nin (Afrikalı Gökkuşağı Ailesi) örgütlediği üç bin kişi “Stonewall polise karşı bir ayaklanmaydı”, “Ülkeler, sınırlar olmasın, zorla geri göndermeleri durdurun”, “Trans hakları insan haklarıdır” sloganları attı.
ABD’nin birçok şehrinde düzenlenen Black trans lives matter eylemlerinin her birine on binlerce kişi katıldı, nefret cinayetlerinde ve son protestolar sırasında öldürülen translar anıldı. Siyah özgürlüğünün Black Lives Matter hareketinin ve hareketi destekleyenlerin “siyah trans yaşamlar değerlidir” demeden ve bu konuda ses çıkarmadan mümkün olmayacağı söylendi.
Türkiye’nin ilk trans hakları derneği olan Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği’nin 18 Haziran Translarla Eşitlik Günü Manifesto’sunda yazdığı gibi, “translar hiç kimsenin uygunluk algısına uygun yaşamak zorunda değil”.
Trans ve non-binary’ler hakkında yanlış bilgiler, mitler ve merak edilenleri sormak ve öğrenmek mümkün. Yeter ki, transların, non-binary’lerin ve feminist hareketteki her öznenin varoluşunun sualsiz kabul edildiği bir yerden yola çıkılsın. Bu nedenle transların çağrısına kulak vermeli: Sürekli “dayanışma”, “anma” ve “mücadele” kavramlarıyla gündemleşen varoluşumuzu, eşitlik talebimizi yükselterek ilan ediyoruz: “Eşit değiliz. Translar ile eşitleneceksiniz!”