2013’te on beş, 2014’te yirmi beş, 2015’te elli dokuz, 2016’da doksan, 2017’de seksen dokuz, 2018’de yetmiş üç… İSİG verilerine göre, 2013-2018 arasında 351 emekçi geçim sıkıntısı, borç ve işsizlik nedeniyle yaşamına son verdi. Ekonomik kriz ve işsizlik 2019’da da can almaya devam ediyor. En son 5 Haziran’da, 21 yaşındaki atanamayan matematik öğretmeni Kevser Abdülkadiroğlu intihar etti. Ekonomik kriz işsizliği, işsizlik de intiharları tırmandırıyor. Tablo ortada: DİSK-AR Mayıs 2019 İşsizlik ve İstihdam Raporu’na göre, işsiz sayısı bütün zamanların rekorunu kırma yolunda. Geniş tanımlı işsiz sayısı 7 milyon 669 bin. İşsizlik yüzde 22,2. İstihdam Ağustos 2018-Şubat 2019 arasında 2 milyon azaldı. SGK sigortalıların sayısını beş aydır açıklamıyor, açıklayamıyor. Bu gidişatın daha çok can yakacağını görmek için müneccim olmak gerekmiyor. Sorumlu kurumlar ve kişiler üç maymunu oynarken muhalefet milletvekilleri soru ve araştırma önergeleriyle bu dramatik tabloyu TBMM gündemine getirmeye çalışıyor. 22 Mayıs’ta, işsizlik verileri ve intiharlar hakkında Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk tarafından yanıtlanması için soru önergesi veren HDP Adana vekili Tulay Hatimoğulları Oruç’a bağlanıyoruz.
TBMM son iki yılda en az dört intihar girişimine tanık oldu. Kendisini yakan, meclisin ek binasına çıkıp aşağıya atlayacağını söyleyen, başına silah dayayıp işsiz olduğunu ifade eden insanlar… Mecliste intihar girişimine tanık oldunuz mu?
Tulay Hatimoğulları Oruç: Geçen sene kasım ayında, grup başkanvekilimizin odasındaydım. Bir anda halkla ilişkiler binasının tepesinde köşede birini gördük. “Herkese iş, herkese aş” diyerek gelmişsiniz meclise, karşınızda bir adam binanın tepesinde, aşağı atlayabilir. Bu durum altüst ediyor insanı. Nasıl yapar? Umutsuzluk, tükenmişlik, varoluşu ret, kim bilir neler yaşadı, sorularının tümü geçiyor aklınızdan.
O an çocuğuna pantolon alamadığı için intihar eden baba, Soma’da karın tokluğuna ve son derece zor koşullarda çalışmaya karar vererek bir tür ölüme meydan okuyan işçiler geldi aklıma. İntihar eden KHK’lıları düşündüm. Günlük yaşamın içinde savaşıyor, mücadele veriyor insanlar. Mücadelenin son noktasında bedenini koyuyor ortaya. O an Adana’da yaşadığım bir olay aklıma geldi, binanın tepesine çıkan kişinin hikâyesini bilmeden. 24 Haziran seçimleri için çalışma yürütürken partili bir arkadaş bir genç kadına bildiri uzattı, “Demokratik bir ülke için oyunuzu HDP’ye verin” dedi. Kadın “ben bir KHK’lıyım” yanıtını verdi. Ben de “Bizler KHK’lıların uğradığı zulme karşıyız. Ve işe iadeniz için çabalıyoruz, çabalayacağız, emin olun. Bu yaklaşımımız seçim siyasetinden de bağımsızdır” dedim. “Bize itibarımızı kim ve nasıl iade edecek? Biz itibarımızı istiyoruz” dedi kesin bir dille. Salt emekleriyle değil, açlık, onur ve haysiyetleriyle sınanıyor emekçiler. Savaşıyor insanlar; hayatla, işle, geçim derdiyle…
Korkut Boratav, “Kriz ortamının emekçi sınıflara işsizlik, işten çıkarmalar, ücretlerin erimesi, ödenmemesi, yoksullaşma, köylülüğün borçları, üretimden kopması biçimlerinde yansıdığı ve yansıyacağı ortada. Daha kalıcı etki, bu yansımanın halkımızın saflarında çöküntüler yaratma olasılığıdır” diyor. İntiharlar ve intihar girişimleri “toplumsal çöküntü”nün sonuçlarından biri mi sizce?
Korkut Hoca’nın tespiti çok önemli, ekonomik durum kalıcı çöküntüler yaratır, yaratıyor da. Bu da intiharları tetikliyor olabilir. Emekçiye dayatılan işsizlikten, işten çıkarmalardan, ücretlerin erimesinden, ödenmemesinden, üretimden kopmalardan kimler sorumlu ise hem toplumsal çöküntüden hem de intiharlardan onlar sorumludur. Az önce dediğim gibi, insanlar ellerinden geleni yapıyor ve bireysel bir direniş olarak son kertede yaşamını ortaya koyuyor. İzlenen ekonomik model ve uygulamalar bu sorunun yegâne sorumlusudur. Sadece intiharların değil, iş cinayetlerinin de sorumlusudur.
Direniş ve dayanışma ağlarından yoksun olmak intiharları tek çıkış haline getiriyor olabilir mi?
Hak arayışlarının yollarını kim kapattı? Kim baskı kurdu iş, işçi eylemleri üzerinde? OHAL’i ve sonrasındaki açıklamaları düşünün. TÜİK verilerine göre, geçim zorluğu intihar nedenleri içinde ikinci sırada. Bir kere durumu net olarak tespit etmek gerek, neoliberal politikalar insanları intihara sürüklüyor. Bu konuyu gündemleştirecek olanlar da emek örgütleri. Sınıf mücadelesini yükseltmek de bizlerin, örgütlü yapıların sorumluluğudur. İnsanlar geçinemiyoruz diyerek yaşamlarına son veriyor. Bu gerçekle herkesin, tüm kesimlerin yüzleşmesi gerekir. Sayısal veriler intiharların arttığını gösteriyor. ‘80’lerin sonrasında işçi direnişlerinde kimi zaman bir yükseliş yaşansa da, sistemi sarsacak topyekûn bir etki yaratamadığımız ortada. Bu tespit de bu konuda emek veren, kafa yoranların özeleştirisi olarak kabul edilmeli.
TÜİK verilerine göre, geçim zorluğu intihar nedenleri içinde ikinci sırada. İSİG verilerine göre, işçi intiharlarının ilk üç nedeni borç, mobbing ve işsizlik. Neoliberal politikalar insanları intihara sürüklüyor. Bu gerçekle herkesin, tüm kesimlerin yüzleşmesi gerekir.
Her şeye karşın bugün irili ufaklı direnişler, işçi, yoksul ve emekçilerde ciddi bir kıpırdanma var. Burada da temel sorun bunların birbirine bakışmıyor olması. İşte burada emek örgütlerine, programı emekçilerin talepleri ile örtüşen siyasi partilere düşen bir görev var: irili ufaklı parça parça olan bu eylemlilikleri gerek yurtiçinde, gerekse yurtdışındakilerinin enternasyonalist bir anlayışla bakışımını sağlamak ve kitleselleşmesine katkı sunmak.
İntiharlara karşı verilecek mücadele, geniş bir cephe olarak baktığınızda, neoliberalizme karşı verilen bir mücadeledir. Az önce sözünü ettiğiniz, BirGün’deki yazısında Korkut Hoca şöyle diyordu: “Toplumsal bunalım, emekçileri dayanışmaya da yönlendirebilir; ‘gemisini kurtaran kaptan’ perspektifi içinde komşusunu rakip gören, güç odaklarına, patrona sığınan tepki biçimlerine de.” İşte tam burada, dünyaya emekçiden doğru bakan yapılar olarak dayanışma ve direniş alanlarını güçlendirmeliyiz, temel sorumluluğumuz bu olmalı. Yereldeki örgütlenmelerin bu anlamda güçlendirilmesi gerekiyor. Ayrıca, dayanışma ekonomilerinin de güçlendirilmesi gerekiyor. Sol-sosyalist yapıların, emek örgütlenmelerinin yereldeki örgütlenme pratiği ve etkisi güçlenmeli.
Sadece Türkiye’de değil, dünyada da emeğin önemli bir sorunu intiharlar. Öyle değil mi?
Dünya Sağlık Örgütü işsizlik, ekonomik zorluklar, göç, hızlı ekonomik ve politik değişiklikler gibi işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını engelleyen birçok unsuru intihar sebebi ve risk faktörü olarak tanımlıyor. Uzayan iş saatleri, güvenliksiz ve güvencesiz çalışma koşulları, her an kapıya konma endişesi ve en nihayetinde yaşamını sürdüremiyor insanlar. İSİG’in (İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi) verilerine göre, işçi intiharlarının ilk üç nedeni borç, mobbing ve işsizlik.
Geçenlerde, Evrensel’de Nilgün Tunçcan Ongan yazmıştı: Avustralya İntiharı Engelleme Derneği’nin savına göre, işçi intiharları, iş ve intihar arasındaki ilişkinin kabul edilmesine bağlı olarak engellenebilir. Ayrıca, intiharları etkileyen depresyona, strese neden olan bir dizi sorundan iş bulmaktaki zorluğa, çalışma koşullarından performans baskısına, işsiz kalma korkusundan işle bağlantılı sorunlara kadar pek çok faktör intihar sebebi olabiliyor. Cinsiyetçilik, yoksulluk, düşük ücret ve sosyal dışlanma ise başlıca risk faktörleri olarak tanımlanıyor.
Dünyada ve Türkiye’de, iktidar ve sermaye el ele krizden kaynaklanan bütün yükü emekçilerin sırtına yükleyerek kendilerini kurtarma peşinde. Krizin yarattığı bu girdap emekçi sınıfların yaşamını tehdit ediyor. Tüm bu yaşananlar sınıf örgütlenmesinin yaşamsal önemde olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.
Güney Kore’de günde kırktan fazla kişinin intihar ettiğini okudum geçenlerde. Başkent Seul’daki köprülerden her kırk dakikada bir kişi intihara kalkışıyor. İntiharların sebebinin çoğunlukla işsizlik ve yaşam sıkıntıları olduğu söyleniyor. Hatta bunun için özel bir tim bile kurulmuş. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
Dünyada ve Türkiye’de, iktidar ve sermaye el ele krizden kaynaklanan bütün yükü emekçilerin sırtına yükleyerek kendilerini kurtarma peşinde. Krizin yarattığı bu girdap emekçi sınıfların yaşamını tehdit ediyor. Tüm bu yaşananlar sınıf örgütlenmesinin yaşamsal önemde olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.
Verdiğiniz soru önergesinde şöyle diyorsunuz: “İşsizlik tanımını ‘gerçek işsizlik’ ’olarak, ‘ümitsiz işsizler’, yüzde 71’ini kadınların oluşturduğu ‘iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar’, ‘zamana bağlı eksik istihdam’ ve ‘mevsimlik çalışanları’ da kapsayacak şekilde değiştirmeye dönük çalışmalarınız var mıdır?” İşsizlik verileri saydığınız bu durumları kapsamıyor mu?
Kamuoyuna açıklanan işsizlik verileri gerçekleri yansıtmıyor. İki açıdan: İlki, farklı tanımlar altındaki işsizler paylaşılan veride görünmüyor, ikincisi ise işte olarak gösterdikleri işte değil, kursta. AKP’nin “kadın istihdamı” adıyla topluma deklare ettiği bir uygulama yapıldı. Kadınlar biçki- dikiş, nakış gibi ev eksenli işler çerçevesinde kurslara alındı ve onlara para ödendi. Hatta bazı kurslarda SGK’ları da ödendi. Bu insanlar çalışan olarak gösteriliyor. Gerçek işsizliğin üstüne örmek için yapılan girişimler bunlar.
Öte yandan TÜİK tarafından kullanılan standart işsizlik tanımı, referans dönemi içinde istihdam halinde olmayan kişilerden iş aramak için son dört hafta içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve iki hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan 15 ve daha yukarı yaştaki kişileri işsiz kabul ediyor. Bu hesaplama yöntemi işsizliğin tanımını daraltıyor, gerçek boyutlarını gizliyor.
Geniş tanımlı işsizlik hesaplaması, klasik-dar tanım kapsamında yer alan işsizlerin yanında, iş bulma ümidini kaybeden işsizleri, iş aramayan, ancak çalışmaya hazır olan işsizleri, mevsimlik ve zamana bağlı eksik çalışanları kapsayan alternatif işsizlik tanımıdır. Ancak bu veriler üzerinden gerçek işsizlik rakamlarına ulaşılabilir.
Zamana bağlı eksik istihdam nedir?
Zamana bağlı eksik istihdam edilenler, referans haftasında istihdamda olan, esas işinde ve diğer işinde, işlerinde toplam olarak 40 saatten daha az süre çalışmış olup, daha fazla süre çalışmak istediğini belirten ve mümkün olduğu takdirde daha fazla çalışmaya başlayabilecek olan kişilerdir. Kapasitelerinin, yeteneklerinin ve öğrenimlerinin altındaki istihdamın içinde yer alanlar eksik istihdam tanımı içindedir. Özetle, bunlar göz önünde bulundurulunca, gerçek işsizlik verileri sunulanın çok üstünde. Ekonomik verilerin tümünde yaptıkları gibi verilerle oynayarak var olanı gizlemeye çalışıyorlar.
İşsizlik oranı cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesine yaklaştı. Mevcut büyüme stratejisi istihdam yaratmıyor. DİSK Araştırma Merkezi 12 aylık işsiz sayısında yeni bir rekor kırıldığını ifade etti. İktidarın işsizlik konusundaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maalesef ciddiye almıyorlar. İnsan yaşamına değen hangi konuyu ciddiye alıyorlar ki? Kendilerini inkâr olur, işsizliği öne çıkarmak. Zira yaşanan işsizlik, derinleşen geçim sıkıntısı yıllardır izlenen politikaların, uygulamaların sonucu. Biz bunları kürsüden dile getirdiğimizde hiçbir biçimde sağlıklı yanıt almıyoruz. “Bu ülke AKP döneminde en yüksek refah seviyesine erişmiştir” gibi yanıtlar veriyor AKP grubu.
24 Mayıs‘ta, Erdoğan’ın cami çıkışında, kalabalığın arasından bir kadının “İki üniversite mezunuyum, iş bulamıyorum” diye seslenmesi, Erdoğan’ın da “kocanın işi yok mu” cevabı gündem oldu. Erdoğan devamını da şöyle getirdi: “Herkes iş bulacak diye bir şey var mı?” Bu sözleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu çok incitici, insanlık onurunu ayaklar altına alan bir tümce. Vatandaşına iş imkânları yaratmak zorundadır bir devlet. Bu ifade, istihdam sağlamak yükümlüğünü yerine getirmemek ve “kim ne yaparsa yapsın” diyerek üstünden atlamaktır. Geçim derdini aileye, eşe veya dayanışma ağlarına yıkmaya çalışmaktır. Kadına” kocanın işi yok mu” diye sormak da kadını iş yaşamından, üretimden dışlayan zihniyetin açıkça ortaya konmasıdır. Kadına babasını, olmadı eşini ve yine erkek idarecilerin dağıttığı keyfi ve siyasi tercihlerle belirlenen sosyal yardımları işaret etmektir. Eşi, çocuğu, kendisi işsiz insanlar için ibretlik bir tümcedir bu. Bu tür ifadeler biat kültürünün derinleştirilme arzusunun yansımasıdır. AKP iktidarı kendi bekası için oy devşirdiği tabanına dağıttığı sosyal yardımlaşma ağını kullanıyor, kullanmaya devam etmek istiyor, “herkes iş bulacak diye bir şey var mı?” derken. Soru önergesinde bu konuyu da sorduk. “Özellikle yüksek olan genç ve kadın işsizliğini düşürmek, eğitimde ve/veya istihdamda gençlerin ve kadınların oranını artırmak için çalışmalarınız var mı” dedik. Bakalım ne yanıt verecekler? Yoksa bakan da “herkes iş bulacak diye bir şey var mı” diyecek?
İşsizlik artacak, insanlar bedenlerini, yaşamlarını ortaya koymaya devam edecek. Emek örgütleri ve bir bütün olarak muhalefet, bu çelişkiler üzerinden büyütülebilecek bir direniş ve dayanışmayla bir çıkış yolu bulabilir. Bu, yüreğimin bana söylettiği çıkış. Aklım ise Korkut Hoca’nın ifade ettiği çöküntünün yaşanabileceğine işaret ediyor.
Önergenizde “SGK verilerine göre, Eylül-Ekim 2018 arasında 144 bin aktif sigortalı sayısı azalmış, 2018’de işsizlik sigortasına yapılan başvuruların büyük bir kısmı yılın son dört ayında gerçekleşmiştir. İşsizlik ve istihdam konusunda en geniş veri tabanına sahip olan Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), beş aydır neden sigortalı sayısını açıklamamıştır? SGK, 2019 sigortalı sayılarını ne zaman açıklayacaktır?” diye soruyorsunuz. Verinin açıklanmaması ne anlama geliyor?
Tarihlere bakın, 31 Mart yerel seçimleri ve hukuksuzca iptal ettikleri için İstanbul’da gidilecek yeni seçim varken başarısızlıklarını gösterecek bir veriyi açıklarlar mı? Açıklamıyorlar. Çünkü aktif sigortalı kişi sayısı işsizlik açısından mevcut duruma dair önemli bir veri sunar. Bunu açıklamazsınız, gizlersiniz. Biz de soru önergesinde bunu sorduk.
AKP bekası açısından yaşananı, gelmekte olanı görüyor aslında. İşsizlik, pahalılık, ekonominin haneye yansıması, bunların tümü gelecek planlarını etkileyecek AKP’nin. Kendi tabanı da memnuniyetsiz, bunu görüyor.
Aslına bakarsanız, aktif sigortalı kişi sayısını yayınlansa da bu veriler çok eksik. Zira bugün iş gücü piyasasında insanlar bu rakamlara yansımayan bir biçimde güvencesiz çalıştırılıyor. Maalesef onların izini iş cinayetleri verilerinde bile görmek zor. Merdivenaltı, esnek, parça başı çalıştırılanların emeği kayıt dışı.
Soru önergesinde ayrıca, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yararlanmak için 600 gün sigortalı olma şartının yüksek olduğunu da belirttik ve “bu konuda bir çalışmanız var mı?” diye sorduk. Aslında herkes işsizlik sigortasından yararlanabilmeli. Bunu kimden istiyoruz? İşsizlik Fonu’nu patrona açan, kıdem tazminatına göz koyan bir iktidardan.
HDP Kocaeli milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu tarafından TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nda gündeme getirilen KHK’liler ve iş cinayetleri alt komisyonları kurulmasına yönelik talep AKP ve MHP milletvekilleri tarafından reddedildi. Gergerlioğlu yaşananları şöyle aktardı: “ ‘İş cinayetlerinde Avrupa birincisi, dünya üçüncüsüyüz. Siyaset üstü bir konu olarak ele alınmalı’ dedik, ama inanılmaz bir tabloyla karşılaştık. AKP’li ve MHP’li vekillerin kimi ‘İnşattan düşen adamı incelemek bizim işimiz mi’, kimi ‘Her başı ağrıyana bir aspirinle mi koşturacağız’ dedi. Kimi gülerek ve dalga geçerek ‘Böyle basit işlerle mi uğraşacağız’ dedi. Komisyon Başkanı Hakan Çavuşoğlu dilekçeyi kenarından tutarak ‘Bizim işimiz mi yok damdan düşmüş, traktörden, arabadan düşmüşü komisyona getiriyorsun’ dedi.” Nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?
Vicdansız ifadeler tek kelimeyle. Böyle bir mecliste görev yapıyoruz maalesef. Her konuda böyle AKP ve MHP sıraları. Başka bir konuda, örneğin, Urfa ve Ankara Barosu “işkence var” diyor, yargı reformu stratejisi açıklanıyor, aynı günlerde AKP’li vekiller işkenceyi reddediyor. Geçen haftaki meclis görüşmelerinde, “hepiniz Pinokyo’ya döneceksiniz, yalandan burnunuz uzayacak dedim” kürsüden. Sistematik bir biçimde gerçeği saptırıyorlar. Özetle, iş cinayetleri ve işçi intiharları bizim için yakıcı ve çok önemli, onlar için ise hiç değil. Her alanda ikiyüzlü siyaset izliyorlar. AKP’li veya MHP’li vekiller oyunu aldıkları tabanın sorunlarını görmezden geliyor. Deniz bitti. 7 Haziran seçimleri AKP için geriye gidişin milâdı oldu. Aslına bakarsanız, neoliberal politikalarla bu işi sürdüremeyeceklerini görüyorlar ve inkâr, şantaj, rehine siyasetiyle iktidarda kalmaya çalışıyorlar.
TBMM’nin son iki dönemine bakınca, intiharlarla ilgili olarak HDP ve CHP’nin birçok önerge verdiği, bunların reddedildiği veya yanıtsız kaldığı görülüyor. 22 Mayıs’taki soru önergesine ne zaman yanıt verilir?
Verilmeyebilir. Bugüne kadar Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı hiçbir önergemize cevap vermedi. Genel olarak verdiğimiz soru önergelerinin ise yüzde 5’inden azına yanıt geldi. İki hafta önce CHP de bir araştırma komisyonu önergesi verdi. Tamam, bizim önergelerimizi kabul etmiyorlar. Peki, böyle yaşamsal bir sorun alanında siz bir komisyon kurun, çalışma yapın. O da yok maalesef. Onca çabaya karşın duymuyorlar, görmüyorlar. Çünkü yönetemiyorlar.
Bu haliyle meclis faaliyetleri sürdürülebilir mi?
Onlar meclis kürsüsünün de tek ses, tek renk olmasını istiyorlar. Buna asla müsaade etmeyeceğiz. Elbette biz HDP’li vekiller için meclis yegâne mücadele alanı değil. Parlamenter siyaset, siyasi algımızın bir parçasıdır sadece. Bu halin böylece sürüp gitmesini engellemenin yolu toplumsal muhalefetin güçlendirilmesinden geçiyor. Sokaklarda, alanlarda, mücadeleyi büyütmek ve toplumsal mücadele dinamiklerinin gelişmesi mücadeleyi bir bütün olarak besleyecek, bunu görüyoruz.
Ekonomideki küçülme işsizliği tetikliyor. Açıklanan son veriler, hasat mevsimine bağlı olarak geçici bir büyüme gösterse de tarım dışındaki tüm sektörlerde küçülmeye işaret ediyor. Bu çerçevede 2019 öngörüleriniz neler?
Rejim, ekonomiyi kötü yönetmeye devam ettikçe, bırakın sorunları çözmeyi, sorunlar derinleşecek. Her şeyden önce toplumsal bir barışa ihtiyaç var. Ülke kaynaklarının güvenlikçi politikalara değil, insana, istihdama, sağlığa ayrılmasına ihtiyaç var. S-400’lere verilen para pekâlâ yoksullukla mücadeleye ayrılabilirdi. Tarıma bakın, gün geçtikçe dışa bağımlı hale geldik. Açıkçası, her alanda olduğu gibi, ekonomi alanında da ümitvar bir resim göremiyorum. İşsizlik artacak, açlık ve yoksulluk sınırına bağlı olarak insanlar bedenlerini, yaşamlarını ortaya koymaya devam edecekler. Emek örgütleri ve bir bütün olarak muhalefet, ortaya çıkan bu çelişkiler üzerinden büyütülebilecek bir direniş ve dayanışmayla bir çıkış yolu bulabilir. Bu, yüreğimin bana söylettiği bir çıkış. Aklım ise Korkut Hoca’nın ifade ettiği çöküntünün yaşanabileceğine işaret ediyor. Bizler durum her nasıl gelişirse gelişsin mücadelemizi sürdüreceğiz ve umudumuzu asla kaybetmeyeceğiz.