Brezilya askeri diktatörlüğe “tropicalismo” adı verilen karşı kültür hareketiyle direndi. Sanatı, tiyatroyu, edebiyatı, hatta modayı içeren bu akım esas gücünü “bossa nova” müzikte buldu. Günümüzde Brezilya’nın sokaklarını ele geçiren başdöndürücü kültürel zenginliğinin sağlam temelleri böyle atılmıştı. Bossa nova müziğin geçen hafta yitirdiğimiz öncüsü Joao Gilberto’yu da anarak bu çoğulcu “halk sanatına” tekrar bakıyoruz…
“Tupi or not Tupi” diyordu, Brezilyalı şair Oswald de Andrade, “sorunumuz bu”. Tupi olmak ya da Tupi olmamak… Tarihsel kayıtlara göre, Tupi kabilesi üyeleri Portekizli bir piskoposu yiyenlermiş! Bum!
Tupiler yani Tupinambalar, Brezilya yerli halklarının ana etnik gruplarından biri. Kanibalizm ve spiritüalizmle ilişkilendiriliyorlar. Brezilya Portekizli işgalciler ve Brezilyalı beyazlar tarafından kolonileştirilmeden binyıllar önce, Amazon yağmur ormanlarına yerleştikleri, daha sonra doğuya ve güneye doğru yayılmaya başlayıp Atlantik kıyılarına ulaştıkları biliniyor.
Brezilya, yerli halklar ile sömürgecilik, gelenek ile modernizm ve yoksulluk ile zenginlik arasındaki çelişkilerin coğrafyası. Ama aynı zamanda kırlardan şehirlere, oradan kıta coğrafyasının tümüyle kurulan ilişkilere kadar birbirine dokunan, değen hareketlerin ve seslerin coğrafyası.
1960’lı yıllardan günümüze, Brezilya ile Türkiye siyasi tarihi arasında özellikle emperyalist müdahaleler ve sonuçları bağlamında benzerlikler elbette ki çok. Ancak, Brezilya’nın Latin Amerika’ya özgü ayırt edici özellikleri arasında olan, politik örgütlülük ve taban mobilizasyonunun gücü meselesine gelindiğinde durum oldukça farklı. Örneğin, diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi, 2013 yılında, darbe döneminde kaybedilenleri, işkence görenleri, öldürülenleri ve bütün insan hakları ihlâllerini araştırmak üzere bir hakikat komisyonu kurabilmişler.
Toplumsal hareketler, ülke içinde ve kıta üzerinde etkili örgütlenme modellerinin pratiğini yapıyorlar; iş ve yaşam, kültür ve doğanın kapitalizme alternatif örgütlenmesinin en tatlı formlarının ışıldadığı bir coğrafya burası. Bunun dışında bu yazının konusu olan müzik ve politikaya dair hikâyeleri etkileyici derecede farklı…
Faşizme karşı Tropicalismo
Aslında, yirmi yıl süren darbe dönemine baktığımızda, Brezilya’da ortaya çıkan sanatsal ifade biçimleri politize, radikal ve bir o kadar yaygın ve etkili. Brezilya’nın tüm sokaklarını ve favelalarını katan ve çağıran, içine alan, halklar arasındaki yaygınlık ve etkinliğini kastediyorum, salon ya da müzelerde icra edilen ya da sergilenen, ifade/varoluş biçimlerini değil.
Brezilya’da, 1964 yılında, solcu devlet başkanı Joao Goulart’ın Uruguay’a sığınmak zorunda bırakıldığı darbeyle başlayan askeri diktatörlük dönemi yirmi yıl sürüyor. Ülkenin komünist dünyayla bağlarını güçlendiren, yabancı şirketlerin kâr oranlarını sınırlandırmak gibi icraatları da bulunan Goulart, 12 yıl süren sürgün sonrasında zehirlenerek öldürülüyor. Darbenin arkasındakiler, CIA’nin rolü, ekonomik sonuçları ve amacı ayrı bir konu olmakla birlikte, 1985’te sona eren askeri diktatörlük döneminde yaşanan baskı, zulüm ve ihlâller Türkiye’de yaşananlarla benzerlikler gösteriyor.
Tropicalismo da sanatsal bir manifestodur. Faşist diktatörlüğe karşı gelişen en önemli sanat akımı olan Tropicalismo, baskı rejimine karşı ütopyacı ve yıkıcı formlar ortaya çıkaran Helio Oiticaca’nın işlerinden adını alır.
Askeri diktatörlüğün “faili meçhul” cinayetlerine kurban gitmek ya da hapishanelerinde işkence görmek istemeyenler ABD’ye ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerine kaçmaya başlar. 1970’lere gelindiğinde, yurtdışına çıkan sanatçıların yaşadığı kültürel karşılaşmalar ve özgürleşme süreciyle askeri rejim tarafından ülkeye sokulan kapitalist moderniteye karşı oluşan tepkiler kesişmeye başlar ve ortaya Tropicalismo hareketi çıkar.
Brezilyalı sanatçılar ve politik hareketler arasında manifesto oldukça sık karşılaşılan bir olgudur. Tropicalismo da sanatsal bir manifestodur. Faşist diktatörlüğe karşı gelişen en önemli sanat akımı olan Tropicalismo, baskı rejimine karşı ütopyacı ve yıkıcı formlar ortaya çıkaran Helio Oiticaca’nın işlerinden adını alır.
Oiticaca, 1967’de, Rio’daki The Museum of Modern Art’ta Tropicalia adında bir sergi açar. Renkler ve geometrik şekillerle konformizm ve rehavet sarsılmalıdır. Oiticaca’nın sergisinden sonra Caetano Veloso ve Gilberto Gil’in öncülüğüyle müziğe sıçrayan akım, Tropicalismo olarak 1972’ye dek etkisini sürdürür. Bu bir karşı koyuş, direniş biçimi, bir isyandır. Oiticaca geleneksel ve modern imaj, ses ve doku gibi tüm materyalleri iç içe geçirir. Aslında anlattığı tam da sokakta, favelalarda, kentlerde yaşandığı biçimiyle Brezilya’dır.
Bossa nova’nın hikmeti
Bossa nova müziğiyle 2000’li yıllarda İzmir’de arkeoloji okuduğum sırada tanıştım. İlk olarak Astrud Gilberto dinledim. 2015’te bir yıllık politik eğitim için Brezilya’ya gidince bu kültürü başka türlü bir deneyim olarak yaşamaya başladım. Müzik ve sanatın bütün toplumu nasıl bir araya getirebildiğine, özellikle sınıfsal ve coğrafi sınırları nasıl yerle bir edebildiğine her köşe başında, her sokakta, gittiğim her evde şahit oldum. Brezilya’da sokaklara, birlikte çalan ve söyleyen insanlara baktıkça, çokluğun ortak ifadelerde nasıl kendisini bulduğunu ve kendisini nasıl çoğalttığını büyük bir hayret ve hayranlıkla izledim.
Türkiye’den Brezilya’ya bir yol hikâyesinin başlangıcı olan Caetano Veloso’yu dinlediğim günlerde hâlâ İzmir’de okuyordum. Karşıyaka’da hem stüdyo hem komün evi işlevi gören Bostanlı Evi’nde bossa nova ve özellikle Caetano ayrı bir yere sahipti. Caetano’nun evinin onunla müzik yapmak isteyen herkese açık olduğunu duymuştum. Nasıl ısındı kalbim anlatamam. Yıllar sonra İstanbul’a, Harbiye Açıkhava’ya geldiğinde, yüzünde o gülümsemeyle Bahia’dan, yani Brezilya’nın kuzeydoğusundan, kölelik ve yoksulluğun merkezindeki ışık ve neşeden nasıl bahsettiğini görünce anladım Caetano’nun sokakla ilişkisini…
Oswald de Andrade, Brezilyalı entelektüellerin ve sanatçıların, yabancı (özellikle Avrupalı) kültürlerin ürünlerini yiyip yutmalarını, yararlı yönlerini özümsemelerini ve yeterince sindirdiklerinde ise bu beslenme sürecini –kararında ulusal elementlerle karıştırarak– eşsiz bir kültürel türlüye, bir Brezilya kültür güvecine dönüştürmelerini öneriyordu.
2015’te, Sao Paulo’da, tüm şehri kaplayan sokak festivali Virada Cultural’da binlerce insanın sokaklara sığmadığını gördüm. Bizim de, birkaç arkadaş yan yana geldiğimizde, birlikte söyleyebildiğimiz ortak şarkılarımız var elbette. Hatta kuzey Avrupalı devrimci demokrat arkadaşlarımızın buna olan hayranlığını bizzat duymuşluğumuz da. Ama Brezilya’da hayatımda ilk kez onlarca şarkıyı birlikte söyleyebilen insanlarla tanıştım. Virada Cultural’da, Sao Paulo sokaklarında Caetano’nun şarkılarını binler söylüyordu. Yüzlerinde ve hareketlerinde ise “birlikte oluş” hali vardı, apaçık…
Caetano, 1967 yılında Brezilya’da sanatın ve müziğin artık tükenme noktasına geldiğini fark ettiğinde küçük bir toplulukla bir şeyler yapmaya başlamıştı. O küçük toplulukta olanlar, şu anda Brezilya müziğinin büyükleri arasında yer alan Gilberto Gil, Gal Costa, Os Mutantes, Tom Ze gibi isimler. Geleneksel müziği elden geçiren Joao Gilberto bossa nova’yı (yeni şarkı) başlatmıştı, onlarsa bossa nova’yı psychedelia, maracatu ve Afrika ritmleriyle birleştirerek elitizme karşı çıkarken sambanın, popun, hatta cazın formlarını bozuyorlardı.
Onlara Tropicalistas deniyordu. Bahia bu dönemde bu yeni müzik türünün yuvasıydı. Brezilya’nın geleneksel müzikal formlarını Beatles, klasik müzik, saykodelik güneşsi sesler, elektronik rock ile bir arada kullanarak iki taraflı karnavalesk bir müzikal sahne yaratıyorlardı. Bu aynanın bir yüzü Brezilya’nın kuruluşunu alaycı bir dille anlatırken, diğeri dünyaya entegrasyonun dışa dönük bir vizyonunu yansıtıyordu.
Geleneksel ve modern arasında bölünmüş müzik dünyası içinde kendi sound’larını yaratırken amaçları Brezilya’ya özgü zıtlıkları yan yana getirmekti. Çünkü zenginler bir köşede ve çok derin bir yoksulluk başka bir köşedeydi. Tarih bir yerdeyken yeni teknolojiler, gelenekler ve liberal akımlar, yerli ve yabancı, elitler ve avam başka bir köşede karşı karşıya duruyordu. Müzikte ise bu çatışma çok yoğundu. Bu nedenle şarkı sözleri çok önemliydi. Bütün bu toplumsal çatışma, ama özellikle kinaye, sözlere yansıyordu. Politik baskılar nedeniyle açıktan söylenemeyen her şey ima yoluyla sözlere, çizilemeyenler yine bu yöntemle albüm kapaklarına taşınıyordu.
Kültürel yamyamlık ve ötesi
Tropicalismo müzikal bir hareket olarak ortaya çıkarken başka bir isimlendirmeyle “kültürel kanibalizm”, yani“kültürel yamyamlık” da savunuluyordu. Oswald de Andrade, Brezilyalı entelektüellerin ve sanatçıların, yabancı (özellikle Avrupalı) kültürlerin ürünlerini yiyip yutmalarını, yararlı yönlerini özümsemelerini ve yeterince sindirdiklerinde ise bu beslenme sürecini –kararında ulusal elementlerle karıştırarak– eşsiz bir kültürel türlüye, bir Brezilya kültür güvecine dönüştürmelerini öneriyordu. Modernistlerin açıkça konu etmedikleri şey “sindirim” sürecinin ürettiği atıktı; kaçınılmaz olarak sindirime eşlik eden bu atık moloz asimilasyon sürecinin kalıntısıydı.
1970 yılında, Rio De Janeiro’da, 13 “erkekten” oluşan bir grup, bir “kolektif kabare” ortaya çıkıyor. Parlak elbiseler, makyajlar, tüyler, yüksek topuklar, etekler ve çıplak bacaklarla Dzi Croquettes adıyla sahne alan bir kolektif…
Esas itibariyle küçük marşlar, marchinda yani herkesin bildiği ve belki mırıldandığı melodilerdi bunlar. Geleneksel ritmleri, enstrümanları, elektrik gitarı, vs. yan yana getirdikleri ilk şarkılarını festivallerde, yeni konser alanlarında çalmaya başladılar. O dönemin gelenekselcileri diyebileceğimiz Edu Lobo, Elis Regina gibi müzisyenlerin Veloso ve tayfasını lümpenlikle suçladığı söyleniyor. Hatta sahnede yumurtalarla karşılandıkları dahi olmuş politik ve protest müziğin neferleri tarafından. Tanıdık geliyor sanırım hepimize.
Bu saldırılardan sonra daha da güçleniyorlar. Ancak 1968’de askeri rejim tarafından televizyon programları sonlandırılıyor. Aynı yılın sonunda Caetano ve Gil altı ay ev hapsinde tutularak kimseyle görüştürülmüyorlar ve 1969’da sınırdışı ediliyorlar.
Genel olarak müzikte ve görsel sanatlarda görülen politik renklilik ve hareketlilik sahnelere de yansıyor. Askeri rejimin baskıları devam ederken 1970 yılında, Rio De Janeiro’da, 13 “erkekten” oluşan bir grup, bir “kolektif kabare” ortaya çıkıyor. Parlak elbiseler, makyajlar, tüyler, yüksek topuklar, etekler ve çıplak bacaklarla Dzi Croquettes adıyla sahne alan bir kolektif…
Davranışları, kostümleri, kadınlık ve erkeklikle ilgili ahlaki değerleri altüst eden tavırları devrim olarak adlandırılabilecek türden. Müzik, mizah, nüktedanlık ve ironi teatral biçimde sahneye taşınıyor. Kendilerini şöyle tanımlıyorlar: “Gayleri, çift cinsiyeti, erkeği veya kadını, beyazları ve siyahları değil, herkesi temsil ediyoruz. Çünkü biz ya herkesi temsil ederiz ya da hiç temsil vermeyiz.”
Dzi Croquettes, 1973’te yasaklanıyor, ama giyinmeleri koşuluyla bir ay içinde sansür kaldırılıyor. Çünkü Brezilya karnavalları boyunca erkeklerin süslenmesi ya da kadın kıyafetleri giymesi geleneksel olduğundan buna bir şey denemiyor. Oswald de Andrade, 1928 tarihli kanibalist manifestosunda “sadece Antropofagia (yamyamlık) bizi birleştirir” diyor. Bu birleştirici güç sayesinde tüm kültürleri yutan ve çeşitli dilleri konuşan Dzi Croquettes’ler, halkın her kesimine ulaşıyorlar ve olağanüstü bir gösteri nosyonuna yol açıyorlar. Gelenek gerektiğinde yardıma çağrılıyor, ancak “amaç saf antropofagia, yani kültürel kanibalizm” diyor De Andrade.Şimdi bizler, tüm o gitarların çalındığı, yolculukların başlangıcı olan, kapıları herkese açık evleri sıklıkla hatırlayan yamyamlar, oralardan gelen geçenler olarak, baskının en yoğun olduğu yer ve zamanlarda, en güçlü direniş araçlarımızın renkler, sesler ve döndürdüğümüz sözler olduğunu unutmayalım. Birbirimize inatla hatırlatmaya devam edelim ve bütün pozitif gelenekleri yardıma çağıralım…