Turist bakışının kalıcılaştığı, turizm dışı zamanlarda dahi kent algısının turistik bir parodiye dönüştüğü bir dönemdeyiz. Post-truth çağına en uygun karakter belki de turist. Peki, turistik ritüelle bir kenti dolaşan insanlar turladıkları mekânları nasıl algılar, o mekânlara nasıl etkiler bırakır, o mekânların sakinleriyle nasıl bir ilişki kurar? Sosyolog John Urry’nin “Turist Bakışı” kitabından ilhamla, Barcelona kent merkezindeki Gardunya meydanı ve civarında gayrı turistik bir geziye çıkıyoruz.
Rainer Maria Rilke genç bir şairin günlüğü şeklinde kurguladığı Malte Laurids Brigge’nin Notları adlı kitabında, şairin büyük kentteki ilk gününe şu notu düşüyor: “Bütün kentler yazın kokar. Sonra gözünün önüne perde inmiş gibi duran tuhaf bir ev gördüm. Haritada bulunmuyordu, ama kapısının üstünde hâlâ okunabilen yazıyla şöyle yazıyordu: Bekâr odaları…”
Gardunya Meydanı da tıpkı tüm turistik kent merkezleri gibi belediye arabalarından sıkılan tazyikli suyla her akşam yıkansa da kokuyor, sadece yayalara açık bu dörtgen alanda birçok koku birbirine karışıyor. Meydanın dört kenarından birini kaplayan kooperatif apartmanlarının balkonlarından bakıldığında, solda kalan, kentin namlı sabit pazarı La Boqueria’dan ellerinde hazır yemeklerle çıkan öbek öbek turist, dünya mutfağı kokularını kooperatif evlerinin karşısındaki güzel sanatlar okulu La Massana’nın önüne taşıyor. Turistler orada, binanın gölgesine sığınıp yere oturuyor ve öğle sıcağında gölgeye tıkışıp yemeklerini yiyor.
Turistin hâkim duyu organı gözdür. Başka bir duyu baskın çıkmadığı takdirde diğer tüm duyular görme etrafında şekillenir.
Kimi talihsiz turistler az önce fakültenin duvarına işemiş bir evsizin ya da keşin idrarının kesif kokusuna yakın bir yere çöküyor. Meydanın dördüncü kenarını tamamlayan ve birçok Katalanın hafızasına “Gaudi’nin öldüğü yer” diye işlemiş olan, 16 yüzyılın başında inşa edilmiş Santa Creu Hastanesi’nin masif kesme taş duvarlarının üzerinde de genç, erkek ve sarhoş turist gruplarının bıraktığı idrar izlerine rastlamak mümkün. Meydanda bekâr odası yok. Dolayısıyla şunu kestirmek epey zor: Kooperatif apartmanlarının nişlerindeki ya da henüz açılmamış alt kat dükkânlarındaki geçici evsiz mekânları mı daha çok kokar, yoksa idrarlı duvarlar mı? Evsizlerin hakkını teslim etmek şart: Eski hastane ile kooperatif binalarının kesiştiği köşedeki büyücek çeşmeyi hem banyo hem de çamaşırhane olarak kullanmaktan geri kalmıyorlar. Tabii dünyaya boşverme mertebesine ulaşanlar hariç.
Basit bir tanım
En basit tanımıyla turist, yaşadığı yerden başka bir coğrafyada bir süreliğine ücretli emekle iştigal etmeyen kişidir. Turistin önünde belli süreyle bir “boş zaman” ve gönüllü olarak icra edeceği faaliyetler yer alır. Ancak turist, tüm bu süre zarfında her daim ücretli emekle karşılaşır, onun boş zamanını değerli kılan bulunduğu coğrafyada tam da onun boş zamanı için çalışanlardır. Barcelona’da, özellikle lokanta ve kafelerde gördüğü hizmetin yavaşlığından yakınan çok sayıda turiste rastlanır. Meydanda şimdilik tek bir kafe var, Barcelona belediyesinin başındaki sol platform Barcelona en Comú kafe sayısına, dolayısıyla mahalleye girecek turist miktarına kısmi bir sınırlama getirse de kooperatif apartmanlarının altındaki müstakbel dükkânlardan bazılarının kafeye dönüşeceğini varsaymak yanlış olmaz. Bu kafeler ücretli emek ile turistlerin karşılaşacağı mekânlardır.
2007 krizinden sonra, Barcelona’da gençler arası işsizlik üç senede tedrici olarak yüzde 50 barajına dayandı. Krizin gölgesinde otuzlu yaşlarına yaklaşmış bir kuşak 2011’de patlak veren Öfkeliler hareketinin, ardından da Barcelona belediyesini kazanacak En Comú platformunun arkasındaki itici güç haline geldi. Turistler meydanın müstakbel kafelerinde Öfkeliler kuşağından çalışanlarla karşılaşacak.
Kurucuları arasında bu kuşaktan birçok insanın bulunduğu Kiracılar Sendikası’nın araştırmasına göre, Barcelona’da ortalama konut kirası 807 avro. Bu da son üç yılda yüzde 24’lük bir artışa tekabül ediyor. Dünyanın dört bir köşesinden şahıs ve şirketlerin yatırım amaçlı konut almaya devam ettiği, arka tarafı bir çanak gibi Collserola sıra tepeleriyle tahdit edilmiş kentte kira artışının devam edeceğini öngörmek yanlış olmaz. Öte yandan, kent nüfusunun en az üçte biri ayda 800 avronun altında gelire sahip.
Turistin önünde belli süreyle bir “boş zaman” ve gönüllü olarak icra edeceği faaliyetler yer alır. Ancak turist, tüm bu süre zarfında her daim ücretli emekle karşılaşır, onun boş zamanını değerli kılan bulunduğu coğrafyada tam da onun boş zamanı için çalışanlardır.
Tıpkı başka ilerici yasalar gibi, Katalan bağımsızlıkçıların asgari ücreti artırmaya yönelik yasası da İspanya Anayasa Mahkemesi’nce reddedilmişti. 800 avro ve altında gelire sahip insanların büyük kısmı turizm sektöründeki güvencesiz işlerde çalışıyor. Meydandaki kafede oturan turistlerin bazıları işte bu insanların yavaşlığından ve güleryüzlü olmamasından yakınıyor. Barcelona Modeli’ni eleştiren ve Öfkeliler kuşağından yazarların kaleme aldığı kitabın ismi turistler ve çalışanların bakış açısı arasındaki mesafeyi iyi ifade ediyor: Barcelona’dan Nefret Ediyorum.
Turist bakışı
Turist bakışı, pasif failin neye dikkat edip etmeyeceği, detaylı bir planlamayla inşa edilmiştir. Bu planlama sürecinde belediye yönetimleri, yerel ve uluslararası sermaye odakları, turizm şirketleri, mimarlar ve birçok başka aktör beraber çalışır. Biri turiste meydanı anlatmazsa, onun için o mekânın, içinden insanlar geçen bir uzam olmaktan başka bir anlam ifade etme şansı yoktur. Barcelona’nın “yaratıcı kentlerin” en nadide örneği olarak tescillenmesinin tarihi 1986’ya, 1992 Olimpiyatları’nın kente verilmesine kadar geri gidiyor. Falanjist dönemin emlâk, büyük ölçekli inşaat ve turizm sacayağına dayalı planı, dönemin Katalan hükümetindeki liberal parti CiU, belediyedeki PSC (Katalan Sosyalist Partisi) ve İspanya hükümetindeki PSOE (İspanya Sosyalist Partisi) tarafından, büyük ölçüde kuzeyin artık sermayesine hizmet edecek şekilde yetkinlikle güncellendi.
Modelin sacayağını, Akdeniz’in güneş turizmi, Katalan mutfağı ve meydanın da etrafında yer alan, kente bilinçli bir şekilde serpiştirilmiş yüksek kültür mekân ve nesneleri tamamlıyordu. Bugün güvencesiz çalışma şartlarına sebep olan aşırı turizm ve Barcelona metropoliten alanında bankalar tarafından bilinçli olarak boş tutulan 430 bin konut, modelin vahim sonuçlarından bazıları olsa da, turist meydana baktığında ne bu tabloyu, ne de modelin antitezini görebilir: belediyenin tahsis ettiği araziye bir konut kooperatifi tarafından inşa edilen 26 daireli binada, normal şartlarda gelirleri ömürleri boyunca konut edinmeye yetmeyecek 23 aile, müşterek mülkiyete dayalı, ucuz kredi taksitleriyle edindikleri dairelerde yaşarken, kalan üç daire barınma hakkından yoksun bırakılmış ailelere geçici konut olarak tahsis ediliyor.
Turist bakışı sadece gerekli bilgiden yoksun olmakla ilgili değil. Turistin bakışı çok daha incelikli bir kurguyla, geçmişin hayaletlerini de örterek inşa edilir. Meydanın bulunduğu hepi topu 1.1 kilometrekarelik alanda, 47 bin kişiyi barındıran Raval mahallesinin ismi Arapçada “sur dışı” anlamına gelen “Rabad”dan geliyor. Mahalle 12. yüzyılda les Rambles caddesine kadar genişleyen ve 19. yüzyılda yıkılan ikinci sur duvarları dışında yer aldığı için bu ismi aldı.
20. yüzyılın ilk yarısında, iç savaşın öncesinde mahallede yaşamış, en bilineni Jean Genet olan birçok yazarın da katkısıyla bu isim yerini kısa sürede Barri Xino’ya, yani Çin Mahallesi’ne bıraktı. İsmin mahalle sakinleri tarafından da kolayca benimsenmesinin nedeni, buradaki Çinli nüfusun yoğunluğundan ziyade, ABD’deki sanayileşmiş kentlerin liman mahallelerindeki gibi, seks işçiliğinin, bekâr evlerinin, evsizlerin, artık işçi sınıfının ve kültürünün yaygınlığıydı. Bu isim, 1980’lerden itibaren, Barcelona Modeli’ne paralel olarak asılan afişler ve propaganda faaliyetleriyle beraber turist bakışına uygun hale getirildi. Böylece yaklaşık 70 sene yaşayan, kötü şöhretli Çin Mahallesi yerini tekrar El Raval’e bıraktı.
Turist bakışını belirleyen yüksek kültür yatırımlarından biri de modelin olimpiyatlarla beraber serpilmesine paralel, şehrin çeşitli bölgelerine yerleştirilen, tanınmış güncel sanatçıların işleriydi. Bu eserlerin bir kısmı kentin kolektif hafızasına kimi zaman açık, kimi zaman “sanatçı huzursuzluğunu” da içeren kapalı göndermeler yapsa da turistik tavaf içinde her eser kopuk, neredeyse “kendinde şey” olarak algılanmaktan kurtulamaz.
Barcelona’ya yerleştirilmiş yüksek sanat eserleri kentin kolektif hafızasına açık ya da “sanatçı huzursuzluğunu” içeren kapalı göndermeler yapsa da turistik tavaf içinde her eser kopuk, neredeyse “kendinde şey” olarak algılanmaktan kurtulamaz.
Kentin sırtını yasladığı Collserola tepesine olimpiyatlarından bir sene önce yerleştirilen ve hemen her mahalleden görünen, mimar Norman Foster’in eseri Kule, Barcelona modelinin çatı sembolü gibi durur. Turistlerin “anten” dediği, gövdesinde suni mantarlar gibi çok sayıda çanağın yer aldığı kule, sanayi ve işçi kentinin yeni endüstriler ve yaratıcılık adına terk edildiğini tescillemek istiyor. Güncel eserlerin sembolik anlatımı meydanın da yer aldığı tarihi-turistik kent merkezi Ciutat Vella’nın her köşesinde yer alıyor.
Meydandan eski hastanenin ana girişinin, Mağribli ve Pakistanlı esnafın dükkânlarının bulunduğu Hospital sokağına çıkıp Raval’in içlerine doğru ilerleyince geniş açıklık Rambla del Raval’e varılıyor. Raval’in Voltası diye Türkçeleştirilebilecek bu alan olimpiyatlar vesilesiyle yıkılan konutların, evinden barkından edilen insanların yerine konuşlanmıştır. İki tarafından yol akan volta alanında düzinelerce turistik bar ve kafenin masaları bulunuyor. 15 yıl şehrin çeşitli mekânlarını dolaştıktan sonra, evlerin yıkılıp voltanın açılmasının ardından, 2003’te alana yerleştirilen Fernando Botero’nun El Gat (Kedi) heykeli tıpkı Çin Mahallesi gibi şehrin hafızasına işlemiş başka mukimleri, kedileri imler gibi.
Kedinin önünde fotoğraf çektirdikten sonra voltadan deniz istikametinde, La Barceloneta mahallesine doğru yürüyen turistlerin karşısına Roy Lichtenstein’ın sürrealist heykeli El Cap de Barcelona (Barselona’nın Başı) çıkar. Tüm soyutluğuna rağmen müzeyyen bir kadın olduğu her halinden belli olan baş şunu söyler: Kent artık sanayi devriminden sonra şehre hükmeden somurtkan, asi bir erkek işçi değil, cilvesi ve güzelliğiyle erotizme davet eden “şuh” bir kadındır.
Öte yandan, belki de tarihi kent içinde hem “sanatçının huzursuzluğunu” hem de “geçmişin hayaletlerini” en çok imleyen esere, sahile doğru yürüyüp olimpiyatlar öncesinde çingenelerin ve işçilerin barakalarının yer aldığı, şimdilerde kuzeydeki son spekülasyon alanı Forum’a kadar kesintisiz uzanan tıklım tıkış plajda rastlanır: Eski barakalara gönderme yapan, gelişigüzel üst üste konmuş camekânlı dört çelik küpten oluşan Rebbeca Horn’a ait L’Estel Ferit’in (Yaralı Göktaşı) gölgesinde turistler soluklanır.
Ritüel ve bakış
Turizmin kolektif ritüeli bakışı sabitler. Başka turistlerle paylaşılan bir haz duygusu yaratır. Her turist önceki benzerinin izlerini takip ederek çeşitli rotaları koyulaştırır. Ritüelin önceden yazılmış kodları dışına taşmak neredeyse imkânsızdır. Meydana geri dönüp, sabit pazardan çıkan turistlerin tam karşılarına denk düşen, eski hastanenin taş duvarındaki iri kapının alt tarafında bir grafiti göze çarpıyor: Havaya kalkmış yumrukların üstünde gözleri kapalı bir kadın yüzü yer alıyor. Kapının sol kanadına evraksız göçmenlerin örgütü La Tancada’nın (Kapanma) İspanya Krallığı’na, Katalan bölgesel yönetimine, belediyeye ve evrakı olanlara yönelik 11 talebi yazılmış.
Güzel sanatlar okulu La Massana’ya ait geniş atölye, 2018 Mayıs’ında çoğunluğunu kadınların oluşturduğu bir grup evraksız göçmen tarafından işgal edildikten sonra, fakültenin de rızasıyla bir göçmen örgütlenme mekânı haline geldi. Akabinde metropoliten alanın diğer kentlerinde, Badalona ve Hospitalalet’de de La Tancada merkezleri açıldı. 2007 krizine kadar ekonomiye ucuz işçi katmak adına kaçak çalışmalarına göz yumulan göçmenler nedeniyle İspanya nüfusu 7 milyon artmış, kriz sonrasında göçmen mevcudiyeti hızla engellenmeye başlamıştı. Öyle ki, yaklaşık 257 bin kişinin yaşadığı, Barcelona metropoliten alanının ikinci büyük şehri Hospitalet’de nüfusun yüzde 23’ünü evraksızlar oluşturuyor.
Restoran ve kafelerle dolu Carme sokağından dar bir aralıkla meydana bağlanan turistler, ilkin çeşitli örgütlerin uğrak yeri konumundaki La Tancada’nın günün 16-18 saati herkese açık kapısıyla karşılaşırlar. Kapının önünde Katalunya’dan üç yerel kanalın kameramanları sakin bir bekleyiş içinde. Bu sefer kapı kapalı. İsteyen sessizce içeri girebiliyor. Bağımsızlık referandumu ve Cumhuriyet’in ilanı sonrası 30 sene hapis cezasıyla tehdit edilen bir önceki Katalunya Başkanı Carles Puigdemont halen sürgünde. İçerde kayyumlu seçimlerde bağımsızlıkçıların tekrar çoğunluğu kazanmasıyla Katalunya devlet başkanı olan Quim Torra göçmenleri dinliyor. La Tancada’da bu ziyaretten önce tartışılan başlıklardan biri de şuydu: Quim Torra’ya söz verelim mi, yoksa sadece bizi dinlemesine mi müsaade edelim? Dışarıda ancak dikkatli bir gözün fark edebileceği tek bir sivil polis telsizden arka sokaktaki başkanın korumalarıyla irtibat halinde. Bu olağandışı sakin durum turistleri yadırgatmıyor, kapıdaki grafitinin fotoğrafını çekip Raval’in içlerine doğru yürümeye devam ediyorlar.
Hâkim bir organ: Göz
Turistin hâkim duyu organı gözdür. Başka bir duyu baskın çıkmadığı takdirde diğer tüm duyular görme etrafında şekillenir. Bu durum, örneğin tat duyusu için de geçerli. 182 yıldır kentin en çok rağbet gören sabit pazarı konumundaki La Bouqeria, el Raval mahallesinin turizmle beraber geçirdiği soylulaştırmanın küçük bir krokisi gibi. 300 tezgâhlı pazara şehrin en turistik bulvarı les Rambles’dan girildiğinde, ortalara ulaşana kadar, turistlerin gözüne hitap eden, özenle dizilmiş rengarenk hazır gıdalar, empanadalar, smoothiler, suşiler, burrutilerle tezyin edilmiş tezgâhlar yer alır. Pazarın meydan tarafına, yani Raval’in içine doğru ilerlendiğinde hazır yemekçiler yerlerini manavlara, kasaplara, balıkçılara, pişmiş bakliyatçılara, baharatçılara ve peynircilere bırakır.
Meydanda, yaz sıcağında görme duyusuna rakip idrar kokusu dışında başka “görme biçimleriyle” karşılaşmalar da mümkün. 2017 itibarıyla sayıları 3383’ü bulan evsizlerin büyük çoğunluğu, artıkların bolluğu nedeniyle kent merkezinde yaşar. Bu sayıya bir tür yarı evsiz sayılabilecek, yazı Barcelona’da sokakta geçirmeyi tercih eden berduş turistler dahil değil. Nadir de olsa, kafası bozuk bir evsizin bir turiste bağırmasına ya da öfkeyle baktığına rastlansa da genelde meydan ve civarının evsiz sakinleri kendi köşelerinde takılmayı tercih eder. Yine de öfkeli bir göz, turistin bakışını bildik rutininden koparabilir.
Sosyolog John Urry, Turist Bakışı adlı kitabında, tıpkı Foucault’nun Kliniğin Doğuşu kitabında medikal bakışın kurumsal örgütlenmesine ve inşasına odaklandığı gibi, turist bakışının çeşitli dönemlerdeki kurumsal inşasını ele alıyor. Urry, gözün, görmenin hâkimiyetinin Foucault’nun doğa incelemeleri tarihi üzerinden bir dönemini anlattığı gibi, 16. ve 19. yüzyıllar arasında tesis edilişini betimliyor. Doğa incelemelerinin göze dayalı gözlemi, kurumsal otoritenin onu ele alış şekli, gözleme yönelik icatlar, gözün diğer organlardan bağımsızlaşmasını peyderpey sağlar. Göz genişleyen meta dünyasında şeylere sahip olmaya, onları içermeye en yakın duyu organıdır. Turistin fotoğraf tutkusu gözün galibiyetinin tepe noktası gibidir.
Turist bakışı, pasif failin neye dikkat edip etmeyeceği, detaylı bir planlamayla inşa edilmiştir. Bu planlama sürecinde belediye yönetimleri, yerel ve uluslararası sermaye odakları, turizm şirketleri, mimarlar ve birçok başka aktör beraber çalışır.
Hastane ile kooperatif evlerinin kesiştiği aralıktan Carme sokağına varmadan önce, meydana komşu çocuk parkının kuytu duvar tarafına kamp kurmuş evsizler, özellikle aralarına yeni biri katıldığında polis tarafından taciz sorgusuna çekilirler. Bazıları derdini anlatmaya çalışırken, rasta saçları beline uzanan 20’li yaşlarındaki kadın dik dik bakmakla yetiniyor. Meydanın girişinde duran kadından polislere doğru bakılınca, 50 metre arkada şimdilerde müze haline gelmiş eski Katalan Tıp Akademisi binası göze çarpar. Burası “kliniğin doğduğu”, ilk anatomi derslerinin yapıldığı yerdir. Akla Rembrandt’ın meşhur tablosunu getirir. Doktorlar bir kadavranın üzerine eğilmiştir. Ölü, bir hırsızdır. Anatomi dersine suçu işleyen uzuvdan, elden başlanır.
Hollanda Cumhuriyeti’nin serbest ticaret ve bankacılık sektörüyle erken kapitalizmin liderliğini yaptığı, bir lale soğanın lüks bir ev fiyatına satılabildiği, hırsızlarınsa hâlâ infaz edildiği bir dönemde yaşayan Rembrandt “sanatçının huzursuzluğunu” yansıtmaktan geri durmaz. Medikal bakışın hâkimiyeti sanatçıda neredeyse bir tiksinme duygusu uyandırmış olmalı. Öyle ki, dersin başlatıldığı eli anatomi kurallarına aykırı bir şekilde çizerek isyanını dile getirir. Şölen havasında geçen ve ayrıcalıklı sınıftan insanların katıldığı dersi icra eden, gösterişli giysiler içindeki doktorların hiçbirinin gözü göğsü İsa gibi ışıldayan ölüye yönelmez. Hepsi sağ alt köşede gözüken anatomi atlasına bakar. Gözün hâkimiyeti, doğa incelemeleri insanlığı öldürür gibidir.
Peyzajlaşan kent
John Urry, Mekânları Tüketmek kitabında şöyle diyor: “Modern insan… turizmi kullanmadığı zamanlarda dahi kalıcı turist algısıyla yaşamaya başlar ve bu da insana yuva olan kent olgusunun hızla bir peyzaja, görsel şov haline dönüşmesine neden olur.” Bu olgu turistlerin istila ettiği şehir merkezleri sakinleri için de kısmen geçerli. Onlar da turizmin yoğun olduğu kent mekânlarında kendi kentlerini bir peyzaj olarak algılamaya başlar. 25 sene önce kentte tek tük turist gören bir Barcelona sakini için bu dönüşüm baş döndürücüdür.
Rasta saçlı kadınla polislerin bakıştığı aralıktan geçen turistlerin bir kısmı eski hastanenin geniş avlusuna girer. Hastane şimdilerde Katalan Ulusal Kütüphanesi’ni, Katalan Dili Enstitüsü’nü, bir çocuk kütüphanesini, sanat fakültesinin bazı atölyelerini ve avluya bakan iki kafeyi barındırıyor. Avlunun en sadık müdavimleri ise yine evsizler ve keşler. Bilimsel merkezlerle turistik kafelerin, sanat merkezi ile sefaletin birlikteliğinin bir heterotopya rahatsızlığı, olumlu sonuçlar doğurabilecek “huzursuz bir bilinç yaratması” beklense de aslında turist yoğunluğunun kenti peyzajlaştırma gücü olası heterotopya mekânlarını büyük ölçüde törpüler.
Ekonomik krizin etkisinin en çok hissedildiği 2010’da 33 milyon yataklı turistlik geceleme, 2015’te 34 milyona çıktı. Şimdilerde ise 35 milyona dayandı. Üstelik bu sayılara pek denetlenemeyen gayrı hukuki ev kiralamaları dahil değil. Özellikle temmuz ve ağustos aylarında kent merkezinin ana arterlerinde turist trafiği yüzünden yürümek zorlaşır. Turistler Telefonika şirketinin ya da İberia havayollarının grevdeki işçilerinin önünden geçip plaja vardıklarında, mahalle dernekleri federasyonunun oluşturduğu “turizm, artık yeter!” temalı insan zincirinin yanından geçip plajda boş bir nokta aramaya başlar. Kimileriyse Katalan bağımsızlık mücadelesine karşı örgütlenmiş, basbayağı Frankocu bir yürüyüşün amacını bilmeden, güruhta yer alan faşistlerle, İspanya bayrakları altında fotoğraf çektirir.
Tekinsizlik ihtiyacı
Jean Genet 1932’de meydanın Carme Sokağı tarafında, altı-yedi kişinin tek yatağı paylaştığı bir bekâr odasında kalıyor, sabahları erkenden sabit pazar civarında dilenmeye çıkıyordu. Jean Genet’nin Raval’i ya da o zamanki ismiyle Barri Xino’yu tarifi acıyı yücelttiği ölçüde romantik. “Her akşam hem kurban hem de suçlu olduğu” mahallede sevgilisi yakışıklı Stillitano’yla geçirdiği zamanları şöyle anlatır: “O mu çok güzeldi, yoksa ben mi çok sefil ve açtım.” Genet’nin içeriden romantize ettiği mahalle dışarıda, kentin batıya doğru yayılan burjuva mahallelerinde yaşayanların zihninde, en naif tabiriyle Degas’nın absent içenleri resmettiği tablolarındakine benzer bir düşkünlük algısı yaratır. Mahallenin Paral·lel caddesi tarafında öbeklenen 200’ün üzerindeki işçi sınıfı tiyatrosu, kabaresi, gece kulübü seks işçiliği ile birleşince küçük burjuva hayal dünyasında dehşetengiz manzaralar beliriyordu.
Roy Lichtenstein’ın “Barselona’nın Başı” heykeli tüm soyutluğuna rağmen müzeyyen bir kadındır. Baş şunu söyler: Barcelona artık sanayi devriminden sonra şehre hükmeden somurtkan, asi bir erkek işçi değil, cilvesi ve güzelliğiyle erotizme davet eden “şuh” bir kadındır.
Oysa aynı dönemde romantik dünya görüşüne de küçük burjuva ahlâkına da tekabül etmeyen başka bir Raval vardı. Tarihçi Chris Ealham bu dünyayı “isyan aracılığıyla kolektif pazarlık” olarak tanımlıyor. Gerçekten de iç savaş öncesinde Barcelona ayaklanmaların başkentiydi. 1919 genel grevi ayaklanmaya dönüşünce şehir kuşatma altına alınmış, ancak işçiler ablukaya rağmen kıta Avrupası’nda ilk sekiz saatlik iş günü hakkını kazanmıştı. Barri Xhino’nun binlerce evsiz çocuğu düzenli aralıklarla burjuva mahallelerindeki dükkânlardan mal müsadere edip geliyordu. Tüm Raval mahallesi o sırada hemen hepsi kiracı konumundaki işçi sınıfının pazar yeri gibiydi.
Ritüeli harfi harfine belirlenmiş bir turistik seyahat turistlerin tatmin duygusunu azaltır. Bu durumda, oksimoron gibi gözükse de ölçülü bir tekinsizliğe, temkinli bir bilinmezliğe ihtiyaç duyulur. Kent merkezinde, özellikle de Raval’deki maharetli kapkaççılar ve yankesicilerin şiddet içermeyen varlığı bu ihtiyacı bir ölçüde karşılıyor. Raval’in yankesicilik hikâyeleri turistler arasında daha uçakta başlayan, seyahat boyunca devam eden bir sohbet konusu haline geliyor. Meydandan yüz metre aşağıda, Sant Pau Sokağı’ndan sağa sapıldığında kalabalık bir seks işçisi grubu günün her saati müşteri arıyor. Yankesicilik ve seks işçiliğine mahallenin yoğun göçmen nüfusu da eklendiğinde seksen yıl önce Genet’nin romantize ettiği, küçük burjuva zihninin ise lanetlediğine benzer çağrışımlar turistlerin zihninde de mümkün hâle geliyor.
Meydana karanlık çökmek üzere. Göçmen merkezi La Tancada’nın önü kalabalık. Sokak satıcıları sendikasının ziyareti az önce sonlanmış. İçeride ve kapı önünde kiracılar sendikası, yeni kurulan seks işçileri sendikasının üyeleri ve mahalleliler sohbet ediyor. Küçük gruplar halinde yola çıkılıyor. Festa Major, yani mahalle festivali başlamış. Müzik gruplarının çaldığı birçok sahneden biri de mahalleli tarafından bahçeye dönüştürülmüş boş bir arsaya kurulmuş. Mahalleliler tezgâhların başında bira doldurmakla, sandviç hazırlamakla meşgul. Bir binanın yan duvarına barınma hakkıyla ilgili, turizm karşıtı pankartlar yerleştirilmiş. Başka bir köşedeki tezgâhta ucuza kokteyller hazırlanıyor. Hemen yanına küçük bir poligon kurulmuş. Hedefe dünyanın tüm despot isimlerinin fotoğrafları yerleştirilmiş. İçlerinde yakından tanıdık bir sima da var. Hedefi tutturana ikinci kokteyl bedava. Bahçenin dışındaki yoldan turistler geçerken sıkı bir müzik başlıyor. Birkaç turist bahçeye giriyor. Bahçedekiler kendilerini müziğin ritmine bırakıyor.
Express, sayı 166, Eylül-Kasım 2018