26 Kasım’da, TBMM’deki 2021 Bütçesi görüşmelerinde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bakanlığının icraatları hakkında bol verili, görselli bir sunum yaptı, bir “başarı öyküsü” anlattı. Bu kurgunun gerçeklerle ilişkisine yakın plan…
26 Kasım 2020’de, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu TBMM’de 2021 Bütçesi kapsamında bir sunum yaptı. “Güvenlik devletinin yükselişi” diye özetlenebilecek bol verili, bol görselli bu sunumun öncesinde ve sonrasında olanlara dair bazı noktalara değinmeden önce, sunumda anlatılan “kayyım hikâyesi”ne odaklanmakta fayda var.
İktidar, yaptıklarını ısrarla savunarak yol alıyor. Kendi yaptıklarına taparak, onları doğruymuş gibi aktarıyor. Ve bir yerden sonra, ısrarla söylenenin kabule dönüşeceği hesaplanıyor. İktidar bloku bu taktikte gayet başarılı.
Tam da buradan hareketle, gerçekleri defalarca anlatma, aktarma gerekliliği var. Kayyım konusunda 1+1 sayfalarına ısrarla başvurmam, bu başlığın hayati oluşunun, toplumun tasfiyesinde kurgulanan savaş formuna denk gelmesinin dışında, bu konudaki hakikatlerin de defalarca söylenmesi gerektiğine olan inancım. Aynı şekilde her gün sabah beşte kapı kırmaların, cadı avının durmak bilmemesine ses çıkarmak gerektiği gibi! Çünkü başka çare yok. Bu kirli, yalandan ibaret, çarpık söylem ve gaspa karşı gerçeklerin mevziini doldurmak gerek.
Kayyım konusu, Sarmaşık filmindeki Kürt imgesinin bir heyulaya dönüşmesine benzer şekilde, sarmaşık gibi devletin güvenlik ve rıza doktrinini çevreliyor. Ne yapılırsa yapılsın içinden çıkılamayan bir gemi misali dönüp dolaşıp aşırı temelsiz iddialara demir atılıyor.
Bu son bütçe sunumunda da teyit edildi. HDP’nin TBMM hesabı üzerinden olan biten takip edildiğinde, kayyımlara dair ifade edilen, söylenen somut şeylerin hiçbirine cevap verilmediği görülüyor. Bu sadece kayyım meselesinde böyle değil, isyandaki emekçinin, yürüyüşteki madencinin, direnişteki kadının sesine de duvar gibiler.
Zaten İçişleri Bakanlığı’nın gündemi farklı! Geçtiğimiz günlerde kayyım atanan yerlerin ne kadar özverili çalıştığını, hep borçların ödendiğini, hizmetin dağa değil, halka yapıldığını söyledi. Söylemekle olmaz tabii, bunun kitabı da basılıyor her yıl.
Gerçekten inanılmaz! Mardin örneğinde olduğu gibi, Türkiye tarihinin en büyük şehir soygunu kayyım eli ile yapıldı, kayyım denetiminde belediyede fuhuş şebekesi kuruluyor, kayyımları bizatihi savcılıklar yolsuzluktan ötürü görevden alıyor, tüm belediyeler akıl almaz borçlar altında bırakılıyor. Gel gör ki, yine de tüm suç HDP’li belediyelerin oluyor. Neymiş? Yüzde 70-90 arası oy aldıkları yerde halktan uzaklarmış.
151 belediye eşbaşkanı hakkında cezai işlem yapılmış. 73 belediye eşbaşkanına verilen 694 yıllık ceza da büyük bir başarı anlatısı olarak yer alıyor Soylu’nun sunumunda. HDP’nin şu an 17 belediye eşbaşkanı tutuklu. Bu tutuklamalar gerçek bir hukuk garabeti olarak karşımıza çıkıyor.
Halının altına süpürülenler
Bu meselelere kısmen girebiliriz, fakat önce bir halının altına nelerin süpürüldüğüne bakalım. Bakan Süleyman Soylu, yaptığı sunumun kayyım övgü bölümünde, Kızıltepe kayyımının yaptığı bir caddenin fotoğrafını kullandı. “Sağlanan Huzur Ortamının Sonuçları” başlığında ilk akla gelen olay olarak sunulan bu “halı desenli” caddenin çokça reklamı yapıldı.
“Mardin Kızıltepe’de çamur ve tozdan dolayı kullanılamayan yollar…” tabirine özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Çünkü gerçekler başka ve hele hele böyle bir propagandanın Kızıltepe üzerinden yapılmış olması tam bir oksimoron. Çünkü Kızıltepe’nin yol sorunu neredeyse Kürt sorunu kadar büyüyecek! Uzun süredir kayyımlar yüzünden bitmez tükenmez bir çileye dönüşmüş durumda. Asfaltsız yollarda açılan derin çukurların, yazın toz, kışın da katlanılmaz bir hal alan çamurun ve labirente dönmüş ilçenin derdini ancak Kızıltepeliler biliyor.
Geçtiğimiz temmuz ayında yapılan ve devlet erkânının övmek için sıraya girdiği bu halı desenli yolun makyajı şehrin her yerinden yükselen tozların altında kaybolup gitse de, özel aydınlatmalar ve çabalarla reklamında süreklilik sağlandı. Ta ki, geçtiğimiz haftalarda yağan yağmura kadar! İlçe çamur deryasına dönüşürken, halı desenli caddenin rögarları çalışmayınca halı da, desenler de sizlere ömür!
Özetle, bu caddenin halı deseni sadece kayyımın yaptıklarını örtbas etmeye yarıyordu. Fakat halının altına o kadar şey süpürüldü ki, artık bir kıvılcıma bakıyor gerçekler.
Kanuna aykırı suçlamalar
Bakan Soylu’nun sunumundan devam edelim. Görevden alınan ve tutuklanan belediye başkanlarına dair şöyle bir istatistik var: 2014-2019 arası Birinci Kayyım Dönemi ile 2019’dan beri devam eden süreçte, yani İkinci Kayyım Dönemi’nde, 151 belediye eşbaşkanı hakkında cezai işlem yapılmış!
73 belediye eşbaşkanına verilen 694 yıllık ceza da büyük bir başarı anlatısı olarak yer alıyor Soylu’nun sunumunda. Peki, bu belediye başkanları niçin tutuklu? Büyük bir aldatmacanın döndüğü, bunun özel savaş teknikleri ile meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir alan da belediye eşbaşkanlarının tutukluluk sebepleri. Kayyım atanan yerellerde seçme ve seçilme hakları elinden alınan Kürtlerin resmen vatandaşlıktan çıkarılmaları da sürekli ifade edilen bir gerçek.
Bilinmesinde fayda olan en önemli şey şu: Görevden uzaklaştırılıp yerine kayyım atanan belediye eşbaşkanlarının tamamına isnat edilen suçlamalar, belediye görevlerinin dışında. Yani yurttaşa hizmet sunma, haklarını koruma, katılımını etkinleştirme gibi belediyecilik çalışmalarını içermiyor. Düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında olan ve parti kimliği ile yapılan değerlendirmeler söz konusu. Eşbaşkanların tutuklanma gerekçeleri ihtimaller üzerine kurgulanmış, Yargıtay’ca kabul görmeyen gizli ya da açık tanık beyanlarına dayandırılıyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı’nın durumu buna son derece iyi bir örnek.
HDP’nin şu an 17 belediye eşbaşkanı tutuklu. Bu tutuklamalar gerçek bir hukuk garabeti olarak karşımıza çıkıyor. Mesela, yerine kayyım atanan Kulp Belediyesi eşbaşkanları Fatma Ay ve Fatih Taş “nükleer, biyolojik, kimyasal silah kullanarak öldürmek”ten sekiz kez ağırlaştırılmış ceza ile karşı karşıya kaldılar. Suruç Belediyesi eşbaşkanı Hatice Çevik’e isnat edilen suçlar arasında kaymakam onayıyla işe alınan işçiler ile bir önceki kayyımın yaptığı ihaleler var. Yani, kaymakam onayıyla belediyeye alınan işçiler kayyım gerekçesi yapıldı. Hakeza, iktidar medyası tarafından Siirt Kurtalan Belediyesi eşbaşkanı Baran Akgül’e ait olduğu ileri sürülen “bomba tarifi” notlarının 2009’da Şırnak Silopi Hisar Üs Bölgesi’nde görev yapan yeğeni Tarık Kutluk’a ait eğitim notları olduğu ortaya çıktı.
Hatırlayalım, 5393 sayılı kanunun 47. maddesi: “Görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan belediye organları veya bu organların üyeleri, kesin hükme kadar İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılabilir.” Dolayısıyla, belediye başkanlarının görevlerinden uzaklaştırılabilmesi için, görevleriyle ilgili bir suç işledikleri iddiasıyla haklarında soruşturma veya kovuşturma açılmış olması gerekiyor. Ancak, belediye başkanlarının görevlerinden uzaklaştırılmalarına gerekçe yapılan iddialar görevleriyle değil, siyasi düşünceleriyle ilgili.
5393 sayılı kanunun 47. maddesi: “Görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan belediye organları İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılabilir.” Ancak, belediye başkanlarının görevlerinden uzaklaştırılmalarına gerekçe yapılan iddialar görevleriyle değil, siyasi düşünceleriyle ilgili.
Bunun somut birkaç örneğini belirtmekte yarar var: Mesela, Batman Belediyesi eşbaşkanı Mehmet Demir, Demokratik Toplum Kongresi faaliyetleri, beraat ve takipsizlikle sonuçlanan dosyalardaki suçlamalar, eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de içinde olduğu bir yardım kampanyasını düzenlemekten dolayı tutuklu.
Mesela, kısa süre önce tahliye edilen Diyarbakır Sur Belediye eşbaşkanı Filiz Buluttekin’in görevinden uzaklaştırılmasına ve tutuklanmasına gerekçe yapılan dava dosyasında ifadesi alınan gizli tanığın firari olduğu anlaşıldı. Yıllardır firari olan gizli tanık, Buluttekin belediye eşbaşkanı olduktan sonra dosya kapsamında ifade vermiş!
Nusaybin eşbaşkanı Semire Nergiz, Ferhat Kut, Van Erciş’ten Yıldız Çetin, Diyarbakır Kocaköy’den Rojda Nazlıer ve diğer tüm tutukluların dosyaları traji-komik sebeplerle dolu.
Fantastik açıklamalar
Bir diğer vazgeçilmez fenomen de kaynakların hep bir yerlere gönderildiği konusu. Bu konunun işlenme şekli ve tedavüle sokuma hali genelde en üst perdeden, Soylu üzerinden yapılıyor. Van-Saray Belediyesi’ne dair söylediklerini hatırladınız mı? Saray belediyesine kayyım atanmasından sonra, “PKK elebaşlarından Cemil Bayık talimat verdi. ‘Acilen paraları, faturalarla birlikte hemen aktarın’ dedi. 288 bin lira, 314 bin lira, 293 bin lira. Müfettişler tespit etti” dedi.
Rakamları küsuratları ile kullanınca inandırıcı bir tespit yaptığını sanıyor olabilir bakan. Fakat gerçekler Meclis’te yankılandığında duymazlıktan geldi. Saray Belediyesi eşbaşkanı Caziye Duman, Meclis’te bir basın toplantısı düzenleyerek belediyeye ait yedi aylık tüm harcama faturalarını, gelir ve giderleri paylaştı, bakanın söylediklerinin tamamen asılsız olduğu belgeledi.
Saray Belediyesi’ndeki gerçeklerin dumanı daha tüterken, Soylu bir başka fantastik açıklamaya girişti: “Kandil’in en son derdinin ne olduğunu biliyor musunuz? Söyleyeyim, Amedspor. Aman ne yapın, ‘Amedspor’a oradan buradan ayda 400-500 bin lira para bulun’ diye bizatihi Cemil Bayık talimat gönderiyor. Terör örgütünün desteklediği bir siyasi parti. Terör örgütünün direkt talimat verdiği bir spor kulübü. Böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir şey yapılabilir mi?”
İnsan sormadan edemiyor: Gerçekten böyle bir şey oldu mu? Böyle bir şey nasıl oldu? Çünkü Soylu dışında bunu duyan, söyleyen tek bir kimse yok! Amedspor’a uygulanan bu baskı, aynen Diyarbakır Barosu’na dönük olduğu gibi, sindirme ve korkutma amaçlıydı. Zaten açıklamadan kısa süre sonra, kulübe soruşturma açıldı. Topluma açık açık yalan söyleyerek, manipülasyonda bulunarak bunu en üst makam olan bakanlık adına yaptı! Bunların akıbeti elbette sorulmadı. Önemli olan birilerinin karalanarak bu şekilde töhmet altında kalmasıydı. Nitekim öyle oldu.
Yüksekova kayyımı 120 binlik ilçe nüfusunu 500 bin göstererek trilyonlarca kredi çekiyor. Bu skandal bütçede bakana sorulunca, cevabı sadece gülmek. Bu gülme halinin kendisi yeterince açıklayıcı, kayyımın ne olup olmadığına, hizmet yerine yolsuzlukta yarışan kayyımların fetihçi arzularına ve daha başka bir sürü şeye.
“Küle dönmüş siyaset”
HDP’nin son kayyım raporunun sonuç bölümü şöyle başlıyor:
“Bir kitabın giriş cümlelerinde ‘Büyük kuraklığın olduğu o yıl, zaman kavrula kavrula küle döndü; gün, yakalamaya çalıştığımızda kor gibi elinize yapışıyordu… Şişe geçirilmiş gibi duran güneş, günler boyunca başınızın üzerinde öyle asılı dururdu’ dediği gibi, bu ülkenin zamanı, aklı ve vicdanı da kavrula kavrula kül oldu. Geride bıraktığı her gündem, ortaya çıkardığı her sonuç adeta kor!
Bu küle dönmüş siyasetin savurulan tozları arasında yaşamak için insanca hücreler arayan bizler; şişeye koyulup başına bekçi dikilmiş insan hakları, demokrasi, hukuk ve eşitlik adına, zor ve inkârın ortasında umut yolları arıyoruz. Umut ve mücadele ile geleceği kurma gayretimizi diri tutuyoruz.
Kürt sorunu var oldukça, bu ülke kurak kalacak! Bu sorunun suretinde inkâr edilen her söz, bakış, yaşam ağır bir fatura olarak ülkedeki her canlıya etkide bulunuyor, bulunmaya devam edecek. Yerel yönetimleri, aynı zamanda bu yakıcı sorunun çözümündeki en önemli dönemeç olarak görüyoruz. Bugün tüm yaşananlar, özce bu sorunun etrafında yaşanmaktadır.
Kayyım politikası, bir halkı ve değerlerini küle çevirme, yaşanmamış, olmamış gibi gösterme diskuru ile sürekli işlevsel tutulan, içkin ve aşkın düzeyde bir dehşettir. Venedik Raporu örneğinde olduğu üzere, uluslararası alanda da mahkûm edilmiş olsa bile, sürdürülmesi konusunda savaşa dayalı devlet aklı ısrarcıdır! Bu ısrar Kürtler ve demokrasi ile kurulan düşmanca ilişkinin açık bir göstergesidir.”
Bütçe sunumu sırasında, yukarıda ifade edildiği üzere, çözümün en önemli dönemeci olan yerel yönetimlere dair tüm soru ve somut gerçekleri es geçen Soylu, başkanlık sisteminin ne kadar mükemmel olduğunu, Kürt sorunun olmadığını söyledi ve ekledi: “Biz sivil siyasetin yolunu açalım, biz demokrasinin yolunu açalım, biz hukukun üstünlüğünün yolunu açalım.”
Bu ifadeleri kullanmadan hemen önce de “korumalar” ile ilgili bir soruya cevap verirken, birden konuyu değiştirip “Yine bana ‘zor’u anlatıyorlar, ben de onlara… Apo’nun kitabı var ‘Zorun Rolü’ diye, bütün sistematiği ifade eden. Bir baksınlar yukarıdan aşağıya; insanlık nedir, dünya nedir, bilmem ne nedir diye bakılsın” dedi. Abdullah Öcalan’ın 1983’te basılan kitabını öneriyor Soylu. Kitabın tam adı Kürdistan’da Zorun Rolü, bakan Kürdistan kısmını es geçti tabii.
Tweet atmayı geçelim, sokakta fikrini söylemenin bile suç sayılıp hemen ertesi gün tutuklanmayla sonuçlandığı bir dönemde bakanın bu kitabı önermesi ilginç! Bırak okumayı, evinde bulundurmak bile direkt örgüt üyeliği sayılır.
Erdoğan’ın “reform” açıklaması yaptığı 11 Kasım’dan bugüne, yirmi gün içinde yaklaşık yirmi merkeze operasyon düzenlendi. Aralarında HDP üye ve yöneticisi ile çeşitli gazetecilerin, STK üye ve yöneticilerinin de olduğu 942 kişi gözaltına alındı, gözaltına alınanlardan 11’i tutuklandı. Buyurun reform siyasetine!
“Reform”un ayak sesleri
Erdoğan’ın “reform” açıklaması yaptığı 11 Kasım’dan bugüne, yani yirmi gün içinde içinde yaklaşık yirmi merkeze operasyon düzenlendi. İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Diyarbakır, Şırnak, Van, Batman, Adana, Mersin, Antalya ve Mardin’de yapılan gözaltı operasyonlarında, aralarında HDP üye ve yöneticisi ile çeşitli gazetecilerin, STK üye ve yöneticilerinin de olduğu 942 kişi gözaltına alındı, gözaltına alınanlardan 11’i tutuklandı. Buyurun “reform” siyasetine!
Bütçe sunum gününün sabahında, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Genel Merkezi polis tarafından basıldı. Binada kimse yokken baskın yapan ve HDK yetkililerine de haber vermeyen polis, dijital materyallere el koydu. İçeri girip her şeyi dağıtmışlar. Örneğin, tutuklu Figen Yüksekdağ, Sabahat Tuncel ve Aysel Tuğluk’un fotoğraflarını çıkarıp tek tek bakıp masa üzerine sermişler. Neden böyle yaptıklarına dair bir cevap yok. Olası cevabı olanlar da şu an gözaltında.
Bakan Soylu’nun böyle radikal kitaplar önerip sivil siyaset, demokrasi açılımlarından bahseden konuşmasından birkaç saat sonra, söylenenlerin pratiğini Van’da görüyorduk. HDP Van İl Örgütü binasına gece saatlerinde hiçbir partiliye haber vermeden baskın düzenleyen polisler, “Selâmünaleyküm, biz geldik” notu bırakarak kapı anahtarlarını değiştirip gitmişlerdi.
Bu iki spesifik örnek özelinde rahatlıkla diyebiliriz ki, devlet sadece belediyelere değil, artık baskınlara da hırsız olarak gidiyor. Hazır “zorun rolü”nü okumamız önerilirken sormak lâzım: Bu zor zamanlarda rolünü oynayanlara karşı bu kadar zor kullanmak kaçınılmaz bir çöküşün itirafı mı?