EMEP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI İSKENDER BAYHAN’LA 14 MAYIS SONRASI ÜZERİNE

Söyleşi: İrfan Aktan
1 Ağustos 2023
SATIRBAŞLARI

14-28 Mayıs seçimlerinden sonra muhalefet partilerinin çoğu bir muhasebe sürecine girdiklerini açıkladı. Emek ve Özgürlük İttifakı cephesinde bu süreç nasıl işletiliyor?

İskender Bayhan: Seçimlerden hemen sonra ittifak olarak bir araya gelme konusunda bir-iki haftalık gecikme yaşadık. İlk başta başkanlar, eşbaşkanlar bir araya gelecekti, ama program yoğunluğundan dolayı bu mümkün olamadı. Fakat daha sonra 14 Haziran’da ittifak koordinasyonumuz toplandı.

Bu kadar tarihi bir seçim sonrası ittifakı oluşturan partilerin yöneticileri nasıl oluyor da bir araya gelemiyor?

Biz EMEP olarak o düzeyde bir araya gelmekten yanaydık, nitekim genel başkanımız ittifak koordinasyonunun toplantısına katıldı. Ama yaptıkları bölge toplantıları dolayısıyla HDP’nin, Yeşil Sol Parti’nin eşbaşkanları ile TİP’in genel başkanı açısından bu mümkün olamadı. Bu partilerin genel başkan yardımcıları ile koordinasyondan sorumlu yöneticileri muhasebe toplantısına katıldı.

Siz de o toplantıya katıldınız?

Evet, katıldım ve seçim sonrası ilk değerlendirmemizi o toplantıda yaptık. Toplantıdan sonra iki hususa vurgu yaptığımız kısa bir paylaşımda bulunduk. Bir kere ittifakımızın bu seçimde istediği hedefe ulaşamadığını kabul ettik ve bütün partilerin bu konuda özeleştiri yapması gerektiği konusunda mutabık kaldık. İkincisi de, tüm bileşenler ittifakın devamından yana olduklarını beyan ettiler. Seçim sonuçlarıyla birlikte ortaya çıkan iç tartışmalar, partilerin kongre kararlarını da beraberinde getirmişti. Dolayısıyla, kongrelerden sonra ittifak olarak bir araya gelip daha kapsamlı bir değerlendirme yapma kararı da aldık.

“Tek parti – tek liste” ya da “çok parti – çok liste” yönteminin ittifakın oy gücünü, halk desteğini zayıflatacağını söylemiştik. Bizim önerimiz İyi Parti’nin dokuz, CHP’nin yedi ilde uyguladığı formüle benziyordu. Yani diyorduk ki, tek tek partilerin alacağı oyu ve çıkaracakları vekil sayısını değil, ittifakın çıkaracağı oyu ve vekil sayısını esas alan bir yöntem izleyelim.

O halde kongreler tamamlanana kadar ittfakın herhangi bir ortak çalışması olmayacak mı?

Aynı görüşmede

 Türkiye’deki sıcak gündeme, gelişmelere bağlı olarak koordinasyonun olağan haberleşmesini sürdürmesinin iyi olacağında mutabık kaldık.

Söz konusu toplantıda Emek ve Özgürlük İttifakı’nın hedeflediği oy oranına ulaşamamasının nedenleri olarak neler sıralandı?

Nedenler konusunda mutabakata varamadığımız için bu konuda ancak EMEP olarak tespitlerimizi aktarabilirim. Zaten mutabık kalamadığımız için kamuoyuna detaylı bir açıklama da yapmadık. Biz parti olarak üç ana neden üzerinde durduk.

Neydi o üç neden?

Birincisi, kendimizi bir mücadele ittifakı olarak tanımlayıp ona göre yola çıkmıştık, ama bu konuda üzerimize düşeni etkili bir biçimde ortaya koyamadık. Oysa özellikle ezilen halk kesimlerinin ekonomik ve politik taleplerini içermesi açısından Eylül 2022’de İstanbul’da duyurduğumuz mücadele bildirgemiz önemli bir içeriğe sahipti. Buna rağmen seçimlere kadarki süreçte bu bildirgeye uygun etkili bir kitle mücadelesi örgütleyemediğimizi tespit ettik.

Cumhur ve Millet ittifaklarının egemenliğinde bir politik gündeme emekçiler, ezilenler cephesinden müdahale edip gündemi belirleyen olmalıydık. Bunu başaramadığımızı, bu konudaki girişimlerimizin zayıf kaldığını tespit ettik. Elbette çeşitli mitingler, eylemler, açıklamalar yaptık, ama seçime kadarki süreci iyi değerlendiremediğimizi EMEP olarak ifade ettik. İkinci neden olarak, seçime katılış biçimimiz açısından ortaya çıkan tablonun seçim sonuçlarında hedeflerimize ulaşmakta zayıflatıcı bir rol oynadığını tespit ettik.

İskender Bayhan seçim çalışmalarında pek çok sanayi bölgesini ziyaret etti

“Seçime katılış biçimi”nden kastınız ne?

Milletvekili çıkaramayacağımız yaklaşık 51 seçim çevresinde parti olarak, kalan 36 seçim çevresinde ise, hangi parti çatısı altında olursa olsun, ortak listelerle katılınması önerisi sunmuştuk. “Tek parti – tek liste” ya da “çok parti – çok liste” yönteminin ittifakın oy gücünü, halk desteğini zayıflatacağını söylemiştik. Bize göre her parti ittifakta kendi logosuyla seçime girebilmeli, milletvekili çıkarabileceğimiz yerlerde ise mutlaka ortak listeler yapılabilmeliydi.

EMEP’in bu önerisi ittifakın hangi bileşenleri tarafından kabul görmedi ve bu yöntem benimsenmedi?

Bu önerimizi HDP – Yeşil Sol da, TİP de kabul etmedi. HDP, Yeşil Sol çatısı altında her yerde, yani 81 il, 87 seçim çevresinde seçime girme kararlılığında olduğunu gösterdi. TİP ise her koşulda parti olarak seçime girmek istediğini ifade ediyordu.

Seçim sonrasında ortaya çıkan sınıf çelişkileri, politik dengeler bu ittifakın devam etmesi zorunluluğuna işaret ediyor. Emek ve Özgürlük İttifakı mutlaka ve mutlaka büyüyerek yoluna devam etmeli. Sosyalist Güçbirliği İttifakı’nı da, onun içinde yer almayan Halkevleri gibi diğer örgütleri de kapsayacak geniş bir ittifaka ihtiyacımız var.

Sizin öneriniz TİP açısından neden kabul edilemez görüldü?

TİP oy oranının yüksek olacağını düşündüğü illeri hesap ederek kendi listesiyle seçime girmek istedi, buna mukabil zayıflatıcı olacağını düşündüğü pek çok bölgede ise aday çıkarmayacağını söyledi ve öyle yaptı.

Bizim önerimiz ise İyi Parti’nin dokuz, CHP’nin ise yedi ilde uyguladığı formüle benziyordu. Yani biz diyorduk ki, tek tek partilerin alacağı oyu ve çıkaracakları milletvekili sayısını değil, ittifakın çıkaracağı oyu ve milletvekili sayısını esas alan bir yöntem izleyelim. Dediğim gibi, ikna edemedik.

Daha sonra seçim takvimi sıkıştırırken Yüksek Seçim Kurulu’na üç ayrı parti olarak (Yeşil Sol Parti, EMEP, TİP) protokol verdik; bu arada tartışmayı üç parti olarak sürdürecektik, ama bunu da yapamadık.

İttifakın diğer bileşenleri olan Emekçi Hareket Partisi, Toplumsal Özgürlük Partisi ve Sosyalist Meclisler Federasyonu nasıl bir yaklaşım içindeydi?

Onlar da seçime girme yeterliliği olan üç partinin tartışmalarından çıkacak sonuca göre karar vereceklerini söylediler. Sonuçta bizim bir daha Yeşil Sol, EMEP ve TİP olarak üçlü toplantı yapma şansımız olamadı.

Neden?

Seçime girme yöntemi konusunda anlaşamayınca, farklı yöntemlere ilişkin tartışmalar oldu. TİP, Yeşil Sol’la yöntem konusunda ayrıca görüşmeler yaptı. Biz EMEP olarak her görüşmede tartışmaları bu şekilde yapmamamız gerektiğini söyledik. Sonuçta YSK’ya verilen, seçime ayrı ayrı mı, tek parti çatısı altında mı girecekleri konusundaki protokolden çekilmenin son tarihi 6 Nisan’dı. Biz 3 Nisan’a kadar tartışmalardan sonuç alamayınca EMEP olarak acilen toplandık ve Yeşil Sol Parti listesinden seçime girmeye karar verdik. Bunun üzerine HDP’yle yaptığımız görüşmede 38 ilde, 57 adayla Yeşil Sol Parti listesinden seçime girme konusunda anlaştık.

Emek ve Özgürlük İttifakı genel başkan ve yöneticileri. Fotoğraf: Evrensel

14 Haziran’da yapılan koordinasyon toplantısında, seçimde istenen hedefe ulaşılamamasının EMEP olarak üç temel nedenini aktardığınızı söylemiştiniz. Bunlardan ilki mücadele ittifakının gereklerinin yerine getirilmemesi, ikincisi ise liste tartışmaları. Üçüncü neden neydi?

Bahsettiğim iki noktada mutabık olamayınca, daha önce ortaya koyduğumuz seçim platformunu iki aylık seçim kampanyasında işlevselleştiremedik. Aslında, seçimlere Yeşil Sol Parti listelerinden girmeyi kabul eden bütün bileşenler olarak ortak bir bildiriyi kabul ettik. O bildiriyi her partinin birer milyon nüsha basıp dağıtması kararını da gerçekleştiremedik, sadece basın açıklamasıyla kamuoyuna aktardık. Gerçi biz EMEP olarak bildirinin bir milyon nüshasını basıp ülke genelinde dağıttık ama… Neticede, bize göre platforma ilişkin ortak bir kampanya yürütemeyişimiz de ittifakın istediği oy oranına ulaşamamasının üçüncü nedeniydi. Aday listeleri, listelerdeki isimler gibi başka nedenler de vardı elbette, ama ana hatlarıyla bu üç husus, seçim sonrasında ittifak olarak yaptığımız toplantıda EMEP’in öne çıkan değerlendirmeleriydi.

Emek ve Özgürlük İttifakı, sizin de aktardığınız üzere, seçim sürecinde gerçek bir ittifak gibi hareket etmedi. Dahası,P’in ayrı liste kararı nedeniyle ittifak bileşenleri ve tabanları arasında gerilim yaşandı. Sizce ittifak devam edebilecek mi?

EMEP olarak bize göre seçim sonrasında ortaya çıkan sınıf çelişkileri, politik dengeler bu ittifakın devam etmesi zorunluluğuna işaret ediyor. Türkiye’de sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin mücadelelerinin sürdürülmesi, büyütülmesi ihtiyacı artmıştır. Seçim sonuçları bunun zaruretini daha da artırdı. Dolayısıyla, Emek ve Özgürlük İttifakı mutlaka ve mutlaka, ister yeni bir isimle, ister daha önce ittifakta yer almasını istediğimiz güçlerle yeni görüşmeler başlatarak olsun, büyüyerek yoluna devam etmelidir.

Eylülde 160 bin metal işçisini kapsayan bir toplu sözleşme süreci var. Bu sürece ilişkin Türk-Metal, Birleşik Metal ve Çelik-İş iş sözleşmesi taslakları hazırlıyor. Bu bile işçiler arasındaki huzursuzluğun, uğultunun ifadesi. Önümüzdeki dönemde işçi sınıfıyla hükümet ve patronlar arasında müthiş bir ücret savaşı yaşanacak.

Sol Parti’den Alper Taş seçime kısa süre kala HDP’ye “yeni bir isimle yeni bir ittifak kuralım” önerisi götürdüklerini, ama bunun seçim takvimi nedeniyle kabul edilmediğini açıkladı. Sol Parti’nin bu önerisi önümüzdeki dönemde karşılık bulabilir mi?

O öneriden haberim var, hatta Alper arkadaşımızla ben de görüştüm. Böylesi bir ittifakı sadece seçim odaklı değil, bir mücadele ittifakı şeklinde oluşturmalıyız. Mücadele odaklı bir ittifak kitlelerin, emekçilerin, ezilenlerin umudunu diriltebilir. Ayrıca, aşağıdan gelişen yeni halk mücadelelerini birleştirmek için de böyle bir ittifaka ihtiyaç var.

Sol Parti’nin önerisi sadece seçime katılım açısından bir son formüldü, ama zaman sıkışıklığı nedeniyle gerçekleşemedi. Hatta isim olarak Emek, Özgürlük ve Sol İttifak önerisi de gündeme geldi. Fakat o noktada ittifak içindeki partilerin yol haritası belirlenmişti ve detaylı bir görüşme, tartışma süreci için zaman kalmamıştı.

EMEP olarak Sol Parti’yle, TKP’yle seçimlerden, hatta Emek ve Özgürlük İttifakı kurulmadan önce, daha güçlü bir ittifak olarak bir arada bulunma konusunda ısrarcı olduğumuz, kendileriyle de yoğun görüşmeler yaptığımız için, Alper’in bahsettiği konunun seçim odaklı olduğunu biliyoruz. Fakat gelecek açısından, Sosyalist Güçbirliği İttifakı’nı da, onun içinde yer almayan Halkevleri gibi diğer örgütleri de kapsayacak geniş bir ittifaka ihtiyacımız var.

Yerel seçimler öncesinde böylesi bir ittifak oluşturulabilir mi?

Bunu şu anda bilemiyorum.

Şu an bu konuda bir çalışma yürütülüyor mu?

Evet, tartışmalar, hazırlıklar var, ama görüşmeler açısından henüz bir araya gelip ortak bir takvim çıkarmadık. Her parti kendi içinde bu tartışmayı sürdürüyor. Öte yandan, Yeşil Sol ve HDP kongre süreçlerini bu yılın sonunda tamamlayacak. Bizim EMEP olarak konferans-kongre süreci bu yılın sonuna doğru bitecek. Bu resmi, zaruri bir süreç. Dolayısıyla, partilerin kongrelerinde alacakları kararlar böylesi bir ittifak çalışması konusunda tayin edici olacaktır. Onun için ittifaka ilişkin görüşmeler henüz parti yöneticileri tarafından resmi olarak değil, ikili görüşmeler halinde, sohbet-tartışma şeklinde sürdürülüyor.

Türk-Metal’e bağlı işçiler 2021’de de grev ilan etmişti

Yıllardır emek hareketi içinde yer alıyorsunuz. 2018’den beri giderek derinleşen ekonomik krizin faturası emekçilere kesilirken, işçi sınıfı mücadelesinde nasıl bir tablo görüyorsunuz?

Colgate-Palmolive’in ve Corning Kablo’nun Türkiye’deki fabrikalarında devam eden grevleri ziyaret etmek üzere, 20 Temmuz’da Gebze’deydim. Oradaki işçi arkadaşlarla görüştüm. Onun öncesinde, Kartonsan grevi, Tüpraş işçilerinin mücadelesi, Ford işçilerinin ek zam taleplerinden kaynaklı direnişleri vardı. Bunlar son zamanların öne çıkan işçi direnişleri.

Seçimlerin yarattığı bir umutsuzluk ve bundan kaynaklanan huzursuzluk, öfke var. Umutsuzluk ve öfke birbirini çekiyor ve itiyor şu anda. Öfkenin, huzursuzluğun umutsuzluğu ortadan kaldıracak bir mücadele hattını yaratacağını düşünüyorum.

Seçimlerin hemen arkasından Erdoğan iktidarının, kendisine oy verenler dahil, işçi ve emekçilerin beklentilerini karşılamayacağı net olarak anlaşıldı. Bu gerçeği sadece Erdoğan’a değil, Cumhur İttifakı içindeki MHP’ye veya Yeniden Refah’a oy veren işçi ve emekçiler de gördü. Nitekim, Colgate ve Corning direnişindeki emekçiler içinde Cumhur İttifakı’na oy verenler de vardı. Metal işçileri içinde müthiş bir uğultu var şu anda.

Eylül ayında 160 bin metal işçisini kapsayan bir toplu sözleşme süreci var. Bütün metal fabrikalarında bu toplu sözleşme sürecine ilişkin Türk-Metal, Birleşik Metal ve Çelik İş’in iş sözleşmesi taslakları hazırlama çalışması var. O taslakların hazırlanma konusu bile işçiler arasındaki huzursuzluğun, uğultunun ifadesi. Önümüzdeki dönemde işçi sınıfıyla hükümet ve patronlar arasında müthiş bir ücret savaşı yaşanacak.

Elbette seçimlerin yarattığı bir umutsuzluk var, ama bir yandan da çaresizlik ve bundan kaynaklanan huzursuzluk, öfke var. Umutsuzluk ve öfke; iki nesnel gerçeklik birbirini çekiyor ve itiyor şu anda. Ben öfkenin, huzursuzluğun umutsuzluğu ortadan kaldıracak bir mücadele hattını yaratacağını düşünüyorum.

Bu öfkeye, huzursuzluğa öncülük etmesi beklenen sol sendika, konfederasyon, örgüt ve partilerin bunu yapamamasına dair değerlendirmeniz nedir?

Çok sayıda zayıflığımız var. Daha yaygın, daha kitlesel ve ortak bir mücadelenin zemini var, ama bunu sağlama konusunda olanaklarımız zayıf. Bakın, adına Milli Dayanışma Paketi denen son torba yasalar da, Erdoğan’ın Arap monarşilerine yaptığı ziyaretler de iktidarın istediği sonucu yaratmış, kaynağı sağlamış değil.

Dolayısıyla, önümüzdeki dönem yeni vergi ve zamlarla emekçi sınıflar daha da ağır bir sefalete sürüklenecek. İşçi ve emekçilerin buna karşı mücadele yürütmek, direnmek dışında bir seçeneği yok. Biz EMEP olarak özellikle 13 büyük sanayi kentinde öncelikli bir örgüt planına sahibiz. Türkiye’deki işçi sınıfı mücadelesi içindeki mücadelemiz bu 13 merkezdeki büyük bazı temel fabrikalara yoğunlaşıyor. Ama gücümüz az önce bahsettiğim hoşnutsuzluğu örgütleme, örgütlü bir mücadeleye dönüştürme konusunda maalesef sınırlı kalıyor.

Bahsettiğiniz 13 büyük sanayi merkezinde, kentinde ne tür faaliyetler yürütüyorsunuz?

Buralardaki büyük fabrikalarda sistematik olarak yazılı ve sözlü ajitasyon çalışmaları yapıyoruz. İşçi ve emekçilerin oturdukları semt ve mahallelerde toplantılar yapıyor, işyerlerinde mücadele örgütlenmesi için sendikalı-sendikasız ayrımı gözetmeksizin komiteleşmeyi teşvik ediyor, işyerlerinde komiteler kurulması için çağrılar yapıyoruz.

Ama bu faaliyetlerimizden istediğimiz oran ve hızda sonuç elde edemiyoruz. O yüzden de dipten gelen dalgayı sonbaharda alıp yumruğa dönüştüreceğimizi ve o yumruğu vurmamız gereken yere vurabileceğimizi henüz söyleyemesem de, mücadeleyi örgütleme konusunda belli bir mesafe de kat ettik. Bütün gençlik örgütümüz, yerel parti örgütü kadrolarımız, üye ve taraftarlarımız tüm enerji ve dikkatlerini buraya yönlendirmiş durumda. Biz bir sandık yenilgisi aldık, ama aynı yenilgi kitle hareketleri için söz konusu değil.

Corning Kablo grevi, 2023

Sandık yenilgisi işçi sınıfı içinde mücadele yürütenler açısından ne tür etkiler yarattı?

Seçimden hemen sonra iktidar ve yandaşlarının kutlamaları muhalefet cephesinde bir moral bozukluğuna yol açtı. Ama Cumhur İttifakı’na oy veren işçi ve emekçilerin seçim zaferi duygusu çok kısa süre içinde sönümlendi. Bugün fabrikalara gittiğimizde Cumhur İttifakı’na oy vermiş işçi-emekçi kesimler içinde bir zafer duygusu değil, aksine, verdikleri oyu sorgulayan bir yaklaşım görüyoruz.

Muhalefetin Cumhur İttifakı’na verdiği oyu sorgulayan kitleleri kendisine katacak, yerel seçimler öncesinde bu pişmanlığı örgütleyebilecek düzeyde bir çabanın sergilenebileceğini söyleyebilir misiniz?

Maalesef henüz o düzeyde bir çalışma olduğunu söyleyemeyiz. Seçim süreçlerinde işçi sınıfı içinde öylesine bir kutuplaşma yaratılıyor ki, aynı fabrikadaki işçiler bir araya gelip tartışmayı, kendileri açısından kurtuluşun nasıl mümkün olacağını konuşmayı bırakın, selamlaşmayı bile rafa kaldırıyor. Yerel seçimler öncesinde de bu olacak. Hükümet Ocak 2024’e kadar zam ve vergilere hız verecek. Çünkü şu anda çıkarılan torba yasa, ek bütçenin dörtte birini karşılıyor. Bu şu demek, iktidar Ocak 2024’e kadar bütçenin dörtte üçünü zamlarla, vergilerle karşılamaya çalışacak.

Milyonlarca işçi ve emekçi açısından ocak ayı zam ayıdır. İktidar o zamana kadar halktan alacaklarının çok asgari bir kısmını seçim öncesi göz boyama maksadıyla ücretlere yansıtacak. Dolayısıyla, işçilerin seçim süreçlerinde yaratılan kutuplaşmanın ötesine çıkabilmeleri için, henüz seçim takvimi ve kampanyaları başlamadan birbirleriyle konuşabilecekleri, değerlendirmeler yapabilecekleri bir örgütlenme faaliyetine ihtiyaç var. O yüzden örgütleme ve mücadele sürecini vakit kaybetmeden başlatmak durumundayız. Aksi halde daha şimdiden işçiler arasında da başlayan “AKP’ye oy verdiniz, ne haliniz varsa görün” yaklaşımı yeni bir kutuplaşmanın başlığına dönüşecek.

Kabul edelim ki, iktidara karşı hoşnutsuzluğu güçlü bir işçi mücadesine dönüştürmek sadece EMEP’in veya birkaç sol, sosyalist partinin üstesinden gelebileceği bir yük değil. Gerçeği ve hedeflerimizi yan yana koyduğumuzda, ortak mücadele dışında bir seçenek görünmüyor.

14-28 Mayıs öncesinde işçi havzalarında seçim çalışması yürüttüğünüzde, bu iktidar gidiyor” gibi bir hissiyata, düşünceye kapılıyor muydunuz?

Doğrusu fabrikalarda, işyerlerinde çalışma yürütürken AKP’nin ciddi bir oy kaybı yaşayacağını görebiliyorduk, ama memlekette esen rüzgâr “Erdoğan’ın işi bitti” şeklindeyken, aynı mesajı bahsettiğim yerlerden alamıyorduk. Hatta, bunu bazı toplantılarda dile getirdiğimde, arkadaşlar “niye moral bozuyorsun, memlekette esen rüzgârı görmüyor musun, bu adam hâlâ seçim mi kazanacak” diye tepki de gösteriyordu. Ama benim seçim bölgemin, İstanbul 3. Bölge‘nin en önemli sanayi işletmeleri olan Mercedes’te Makel’de, LC Waikiki’de çalışan on binlerce işçiden “Erdoğan’ın işi bitti” mesajı alamıyordum.

Neden?

Çünkü Erdoğan’ın uzun yıllara dayanan ayrıştırıcı, milliyetçi söylemi işçi sınıfı içinde belirgin bir karşılık buluyor. Özellikle genç işçiler açısından Erdoğan’ın düşmanlaştırıcı söylemi cazip geliyor. Bu işçilerle konuştuğumuzda, AKP’ye yönelik eleştirilere katılıyor, ama Erdoğan için aynı yaklaşımı reddediyorlardı. O yüzden de seçim öncesinde rahatlıkla “Erdoğan gidiyor” diyemiyordum.

Aslında bu olay solun, sosyalistlerin işçi sınıfı içindeki örgütlenmesinin hem çok elzem hem de çok zayıf olduğunu gösteriyor. Sadece örnek olsun diye söylüyorum, bizim EMEP olarak Türkiye genelinde sadece 100 civarında profesyonel kadromuz var. Bu profesyonel kadronun 73’ü, 13 büyük sanayi kentinde organize sanayi bölgesi ve fabrika çalışmalarından sorumludur. Bu, koca derya içinde birkaç tane sağlam taş demek. Dolayısıyla, kabul edelim ki, iktidara karşı hoşnutsuzluğu alıp güçlü bir işçi mücaledesine dönüştürmek sadece EMEP’in veya birkaç sol, sosyalist partinin üstesinden gelebileceği bir yük değil. Gerçeği ve hedeflerimizi yan yana koyduğumuzda, ortak mücadele dışında bir seçenek görünmüyor.

Kartonsan grevi, 2023

Sizce sol muhalefet içinde mücadele ortaklığını oluşturma konusunda gerekli çaba sarfediliyor mu?

Bu aslında bizim açımızdan çok önemli bir soru. Hatta bu soru bizi “neden ayrı partileriz” sorusunun cevabına da götürür. Hem bir arada olmak zorundayız, hem de ayrı programlara sahibiz. Öte yandan, örneğin biz EMEP olarak, Emek ve Özgürlük İttifakı içindeki herhangi bir başka partiye, “neden işçi sınıfı mücadelesine yeteri kadar omuz vermiyorsunuz” diyemeyiz. Çünkü biz zaten parti olarak bu sorumluluğu üstlenmişiz, bunu programımıza yansıtmışız ve bu konuda öncelikle bizim azami çaba ve emek sarfetmemiz gerekiyor.

Ama unutmayalım ki, işçi sınıfı homojen değil. Türklerin, Kürtlerin, son yıllarda Arap ve Afrikalı göçmenlerin ve pek çok farklı kimlikten, inançtan, cinsiyetten emekçinin içinde olduğu bir işçi sınıfı var. Böylesi enternasyonal karaktere sahip bir işçi sınıfı içinde kimse sınırlarını zorlayarak, hakkını vererek örgütlenmiyor. Yahut bazı partiler farklı farklı yolları tercih ediyor.

Metal işçisine Kürt sorunu konusunda derdini anlatamayan bir sol veya komünist parti Türkiye’yi değiştirme konusunda üzerine düşen rolü yerine getirememiş demektir. Laiklik konusu hakeza. Temel meselelerde tepkileri de göze alarak net bir biçimde söz kurmak gerekiyor.

Ne gibi yollar?

Bazı sol partiler daha çok beyaz yakalılar içinde, plazalarda örgütlenmeyi tercih ediyor mesela. Kimileri de enformel alanlarda veya hizmet alanlarında örgütlenmeyi tercih ediyor. Bizse EMEP olarak özellikle sanayi proletaryası içinde örgütlenmeyen bir partinin ne Kürt halkının özgürlük ve barış mücadelesinin, ne gericiliğe karşı laiklik mücadelesinin, ne de anti-emperyalizmin hakkını verebileceğini düşünüyoruz. Bu meseleleri başta sanayi proletaryası olmak üzere işçi ve emekçiler arasında bilince çıkarabilirsek, işçi sınıfı içinde bir aydınlanma yaratabilirsek rolümüzü oynamış oluruz.

Bugün metal işçisine Kürt sorunu konusunda derdini anlatamayan bir sol veya komünist parti Türkiye’yi değiştirme konusunda üzerine düşen rolü yerine getirememiş demektir. Laiklik konusu hakeza. Dolayısıyla, kritik, temel meselelerin ortasında durarak değil, zaman zaman tepkileri de göze alarak net bir biçimde söz kurmak gerekiyor.

İşçi sınıfı ezilen halkın ittifakıyla yoluna devam etmek zorunda. “Dünyanın bütün ezilen halkları ve işçileri birleşin” sloganı tam yüz yıl önce, 1920 yılında atıldı. Bu söz kimseye gaz vermek için atılmadı; bu, sömürü sistemine karşı bulunmuş bir formüldür ve bugün hâlâ geçerlidir. Türkiye ve dünyada bir değişim istiyorsak, ezilen halkların ve işçilerin birleşmesi gerektiği formülünün bilimsel olduğunu kabul etmek zorundayız.

Siz ve Sevda Karaca, EMEP’in iki milletvekili olarak parlamentoya girdiniz. Parlamenter zeminde mücadele etmek sizin açınızdan ne ifade ediyor?

2011-2015 arasında kurucu genel başkanımız Levent Tüzel milletvekili olmuştu. Parti olarak parlamento konusundaki ilk deneyimimiz oydu. Şimdi işçi eylemlerinin, işçi sınıfının, ezilen halk kesimlerinin hak ve taleplerinin parlamento kürsüsünden dile getirilmesi konusunda o deneyimden yararlanmaya çalışıyoruz.

Ayrıca, Kürt halkının politik temsilcileri uzun yıllardır parlamentoda güçlü bir biçimde yer alıyor. Ezilen halkın politik temsilcileri olarak Kürt milletvekillerinin parlamento mücadelesinden elde ettikleri deneyimler de bizim açımızdan yol gösterici. Keza onlarla ittiifak içinde olan ve onlarla birlikte hareket eden sol, sosyalist, sendika-emek örgütü kökenli milletvekillerinin de deneyimleri, çabaları var.

Tüm bu tecrübeler ışığında biz de parlamento zemininde mücadele yürüteceğiz. Ayak basmadığımız grev alanı olmayacak ve 13 sanayi merkezli örgüt planı temelinde parlamenter çalışma bizim için esas olacak. Bu 13 sanayi kentinin sınıf çelişkilerinin, çatışmalarının ve onunla iç içe geçmiş olan her türlü kültürel, sosyal kimlik çelişkisi ve çatışmasının toplamının parlamentoda bir sözcüsü olma, milletvekilliğinin hâlâ kitleler üzerindeki olumlu etkisini yerel çalışmalara katma hedefindeyiz. Oralarda çalışacağız, oralarda yatıp kalkacağız. Fabrikalarında, kahvehanelerinde, lokantalarında, evlerinde işçilerle iç içe olacağız.

^